MARX VE ENGELS’İN
KUTSAL AİLE’SİNİN
ÖZETİ1
KUTSAL AİLE
YA DA
ELEŞTİRİCİ ELEŞTİRİNİN
ELEŞTİRİSİ
BRUNO BAUER VE HAMPALARINA KARŞl
FRİEDRİCH ENGELS VE KARL MARX TARAFINDAN
FRANCFORT-SUR-LE-MAIN LITERARISCHE ANSTALT
(J. RÜTTEN) 18452
yani 335 sayfanın 26’sı. |
ELEŞTİRİSEL YAN NOT NO: 3
“B. Edgar gayet iyi bilir ki, B. Bruno Bauer bütün geliştirmelerinin temeline ‘kendinin sonsuz bilinci’ni koymuş; ve bu ilkeyi, kendi incilinin yaratıcı ilkesi olarak tasarlamıştır (ve söz konusu incil, sonsuz bilinçsizliğinden dolayı, kendinin sonsuz bilinci ile dolaysız çelişki halinde gözükmektedir). Proudhon da eşitliği, tıpkı bu şekilde, kendi dolaysız çelişkisinin, özel mülkiyetin yaratıcı ilkesi olarak tasarlayıp kavrıyor. B. Edgar bir an zahmet edip Fransız eşitliği’ni Alman ‘kendi bilinci’ ile karşılaştıracak olursa hemen farkedilecektir ki birinci ilkenin Fransız ağzıyle söylediğini, yani politikanın ve sezgisel düşüncenin diliyle söylediğini, ikinci ülke Alman ağzıyle, yani soyut düşüncenin diliyle söylemektedir. Kendinin bilinci, insanın saf düşüncede kendi kendisiyle eşitliğidir. [sayfa 18] Eşitlik, insanın praksis alanında kendi kendisi hakkında edindiği bilinçtir; yani dolayısıyle, bir insanın bir başka insan hakkında kendi eşiti olarak edindiği bilinçtir ve bir başka insana kendi eşitine davranır gibi davranışıdır. İnsan varlığının özsel birliğini, insanın jenerik bilincini ve jenerik davranışını, insanın insanla pratik özdeşliğini, yani dolayısıyle de, insanın insanla sosyal yada insanî ilişkisini dile getiren Fransız deyimidir eşitlik. Nasıl ki Almanya’da yıkıcı eleştiri, Feuerbach’ta, gerçek insan’ın sezgisine geçmeden önce, her belirli şeyi ve her varolan şeyi kendinin bilinci ilkesiyle çözmeyi deniyor idiyse, Fransa’da yıkıcı eleştiri de aynı sonuca eşitlik ilkesiyle varmayı denemiştir” (48–49) [50]. |
||
“Felsefenin, eşyanın varolan durumunun soyut ifadesi olduğu kanısı, başlangıçta B. Edgar’ın değil, Feuerbach’ındır. Felsefeyi spekülatif ve mistik deney olarak ilk tanımlayan ve bunu da tanıtlayan, Feuerbach olmuştur” (49–50) [51]. | ||
“Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz gene... Proudhon, proleterlerin çıkarı uğruna yazıyor[12]”. Kendini beğenmiş Eleştiri’nin çıkarı uğruna, soyut ve yapma bir çıkar uğruna yazmıyor, hayır; tarihsel gerçek bir çıkar uğruna, Kitle’nin çıkarı uğruna, Eleştiri’nin ötesine: bunalım’a götüren bir çıkar uğruna yazıyor. Ve yalnız proleterlerin çıkarı uğruna yazmakla kalmıyor Proudhon; doğrudan doğruya kendisi de proleterdir, ouvrier’dir[13]. Fransız proletaryasının bilimsel bir manifestosudur kitabı Proudhon’un; ve işte bunun içindir ki, bu kitap, herhangi bir Eleştirici eleştirmenin ipe sapa gelmez edebiyat gösterisiyle oranlanmayacak çapta tarihsel bir anlam kazanmaktadır” (52–53) [53]. | ||
“Proudhon mülksüzlüğü ve eski mal sahibi olma tarzını ortadan kaldırmak istiyor demek, şu demektir: Proudhon, insanın kendi kendini yabancılaştırmasının ekonomik ifadesi olan, kendi nesnel özüne oranla insanın pratikteki yabancılaşma halini ortadan kaldırmak istiyor. Ama Proudhon’un ekonomi politik eleştirisi, daha henüz ekonomi politiğin ön varsayımlarının mahpusu olmakta devam ettiğinden, nesnel dünyanın yeniden özünlenmesi de, burada, zilyetlik’in ekonomi politikte büründüğü biçim içinde tasarlanmış olarak kalıyor.
Gerçekten de Proudhon, Eleştirici Eleştiri’nin iddia ettiği gibi, mal sahibi oluşu mülksüzlüğe değil, zilyetlik’i eski mülk sahibi olma tarzına, özel mülkiyet’e karşıt tutuyor. Bir “sosyal işlev” olduğunu söylüyor zilyetliğin. Oysa bir işlevin içinde “çekici” olan, başkasını “dışarda bırakmak” değil, kendi öz güçlerimi harekete geçirip gerçekleştirmektir. [sayfa 19] | ||
Bu fikre, eksiksiz bir gelişme vermeyi başaramamış Proudhon. Ekonomi politiğin dilinde, dolayısiyle de gene yabancılaşmanın dilinde “eşit zilyetlik” fikri, şunu dile getirmektedir: İnsan için varlık olarak, insanın nesnel varlığı olarak nesne, aynı zamanda, insanın öbür insan için varoluşu’dur, insanın başkasına olan insanî bağlantısı’dır, insanın insana oranla sosyal davranış’dır. Ekonomik yabancılaşmayı, ekonomik yabancılaşmanın çerçevesi içinde ortadan kaldırıp yok ediyor Proudhon” (54–55) [54]. | ||
|| Son derece karakteristik bir pasajdır bu; çünkü Marx’ın bütün “sistem”inin, sit venia verbo[14], temel fikri olan sosyal üretim ilişkileri fikrine nasıl ulaştığını gösteriyor. ||
Ufak bir ayrıntı: Sayfa 64 [60]’te Marx’ın, “Eleştirici eleş-tiri”nin, maréchal’i[15] “Hufschmied”[16] yerine Marschall[17] söz-cüğüyle çevirişine beş satır ayırdığını not edelim hemen burada. Şu sayfalar çok ilgisi çekici : 65–67 [60–64] (değer-emek teorisine yaklaşıyor burada Marx); 70 – 71 [64 – 65] (Proudhon’u, işçinin kendi ürününü satın alamayacağını söylediği için zihin karışıklığıyle suçlayan Edgar’a cevap veriyor burada Marx); 71–72 ve 72–73 [65–66] (idealist, “esîrli” (ätherisch) düş sosyalizmi ile “Kitle’nin” sosyalizmi ve komünizmi). |
S. 76 [70]. (§ 1’in son paragrafı : Gerçek gizemleri açıkladı Feuerbach, Szeliga tersine).
S. 77 [71]. (Son paragraf: zenginlerle yoksullar arasındaki naif ilişkinin çağdışılığı: “si le riche le savait!”[18]). S. 79–85 [73–77]. (Bu sayfalar baştan sona son derece ilginç. Özellikle § 2’yi kapsıyor bu sayfalar. “Spekülatif yapının gizemi”, spekülatif felsefenin ünlü “meyve” örneğiyle –der Frucht– bir eleştirisi. Doğrudan doğruya Hegel’e karşı da yöneliyor bu eleştiri. Son derece ilginç bir gözlem yer alıyor burada da: Spekülatif açıklamasının içinde, doğrudan doğruya şey’in kendisi – die S a c h e selbst – kavrayan gerçek bir açıklama verdiği oluyor “sık, sık” Hegel’in). [sayfa 20] |
||
S 92, 93 [82, 83].– Degradierung der Sinnlichkeit[19]’a karşı parça parça yapılmış gözlemler. | ||
S 101 [89]. (Szeliga) “sanayiin ve ticaretin, Hıristiyanlığın ve ahlâkınkilere, aile mutluluğunun ve burjuva refahınınkilere hiç benzemeyen bambaşka evrensel krallıklar kurduğunu... göremiyor”. | ||
S 102 [89]. (Birinci [5.] paragrafın sonu –Çağdaş toplumda noterler’in rolü üzerine ısırıcı gözlemler... “Laik günah çıkarıcı”dır noter. Meslekten püriten’dir. Oysa Shakes-peare, “dürüstlüğün püriten olamayacağı”nı söylüyor bize. Aynı zamanda her işe yarayan cinsinden bir aracıdır noter; burjuva entrikalarını düzenleyen ve burjuva arkadaşlıklarını kurup yöneten adamdır”.) | ||
S. 110 [95]. Soyut spekülasyona karşı bir başka alaycılık örneği: İnsanın hayvanlar üzerinde kendini egemen kılma tarzının “yapı”sı: soyutlama olarak “hayvan” (das Tier), aslandan fino köpeğine dönüşür, vs. | ||
S 111 [95–96]. Eugène Sue7 konusunda anlamlı bir parça: bourgeoisieye karşı ikiyüzlü davranıp, yosma işçi kızını moral açıdan yüceltiyor Sue; yosmanın evlilik konusundaki tavrını, étudiant* ya da ouvrier[20] ile kurduğu “safça” ilişkiyi örtbas etme yoluna gidiyor. “Oysa asıl bu yanıyle, bu ilişki dolayısıyle” (söz konusu yosma kız) “o ikiyüzlü, elinden cömertlik gelmez, bencil, tüm burjuva dünyasını, yani resmî dünyayı kendinde taşıyan burjuva hanımı ile yan-yana konduğunda gerçekten insanî bir karşıtlık meydana getirmektedir”. | ||
S 117 [102]. XVI. yüzyılın “Kitle” si ile XIX. yüzyılın “Kitle” si, biribirinden “von vorn herein”[21] farklı idi. | ||
S 118–121 [102–1041. Şu parça (VI. bölümde: “Mutlak Eleştirici Eleştiri, ya da, Bay Bruno tarafından kişileştirilen Eleştirici Eleştiri”. 1) Mutlak eleştirinin ilk kampanyası, a) “Zihin” ve “Kitle”, son derece önemli: Tarihin, Kitle’nin işin içinde oluşundan dolayı, Kitle’ye güvenildiğinden ve oysa Kitle’nin daima “yüzeysel” bir “ide” anlayışıyle yetindiğinden dolayı başarısızlığa uğradığını ileri süren görüşün eleştirisi. |
“Mutlak Eleştiri”nin “yüzeysel” diye niteleyerek mahkûm ettiği şey, adıyle sanıyle geçmiş tarihtir; yani eylemleri ve fikirleri, daima, “Kitleler”in eylemleri ve fikirleri olmuş olan tarih. Kitle [sayfa 21] açısından tarihi reddediyor bu Eleştiri, ve o tarihin yerine eleştirisel tarihi koymak istiyor (bk.: İngiltere’de gündemdeki sorunlar8 konusunda, B. Jules Faucher)” (119) [103]. | |||
İde”, “çıkar”dan ayrı düştüğü ölçüde, acı bir şekilde başarısızlığa uğramıştır daima. |
NB |
||
Öte yandan şu nokta da kolayca anlaşılabilir: Kitle’nin her türden “çıkar”ı tarihte kendini kabul ettirirken, daha dünya sahnesinde belirir belirmez, “ide” de ya da “tasarım” da, gerçek sınırlarını kat kat aşar ve sözcüğün tam anlamında insanın çıkarı ile bir ve aynı şey haline gelir. Bu yanılsama, Fourier’in her tarihsel dönemin ton’u diye adlandırdığı şeyi meydana getirmektedir (119) [130] –örneğin Fransız Devrimi (119–120) [103–104] ve şu ünlü cümle (120’nin sonu) [104] iyice aydınlığa kavuşturuyor bunu : | |||
“Öyleyse tarihsel eylemin derinliğiyle birlikte Kitle’nin enginliği de artacaktır; ve tarihsel eylem, Kitle’nin eyleminden başka bir şey değildir”. Bauer’de Geist[22] ile Kitle arasındaki ayrılığın nerelere uzandığım, Mars’ın saldırısına uğrayan şu deyiş, apaçık bir şekilde ortaya koyuyor: “Zihin’in gerçek düşmanını, başka bir yerde değil, Kitle’de aramak gerekiyor” (121) [104]. |
NB |
||
Marx şu cevabı veriyor buna: İlerlemenin düşmanları, Kitle’nin bile isteye alçaltılışının ürünleridir. Kendine özgü bir hayatla donatılmış (verselbstândigten) ürünlerdir bunlar; ama düşünceli değil, maddesel, dıştan bir tarzda varolan ürünlerdir. 1789 Loustalot Günlüğü’nde9, şu epigraf yer almaktaydı:
Les grands ne sous paraissent grands Que parce que nous sommes à genou. Levons-nous![23] Ama ayağa kalkmak için, diyor Marx, (122) [105] bunu düşüncede, ide’de yapmak yeterli değildir. “Mutlak Eleştiri, hiç değilse şunu öğrenmiş bulunmakta Hegel’in “Fenomenoloji”sinden10: Nesnel gerçek zincirleri, benim dışımda varolan zincirlere, yani tüm dış ve somut mücadeleleri basit fikir mücadelelerine dönüştürme sanatı’nı” (122) [105]. [sayfa 22] Ve haklı olarak alay ediyor Marx, amansız bir şekilde : Diyor ki, bu yolla, örneğin, Eleştirici Eleştiri ile sansür arasında önceden kurulu bir uyum bulunduğunu; ve Sansür kurulu başkanının bir polis zorbası (Polizeischerge) değil, tam tersine, bir incelik ve ölçülülük anıtı olduğunu da ispatlayabiliriz. “Geist”ına çılgınca âşık olan mutlak Eleştiri, bu “Zihin”in şarlatanca (windigen) iddialarında lâfazanlık, gönüllü aldanış ve gevşeklik (Kernlosigkeit) olup olmadığını incelemez bile. “Aynı şeyi “ilerleme” için de söyleyebiliriz. “İlerleme”nin tüm iddialarına rağmen, sürekli şekilde gerilmeler çıkmaktadır ortaya, ya da olduğumuz yerde dönmekteyizdir. “İlerleme” kategorisini tamamıyle boş ve soyut bir kategori saymak yerine mutlak Eleştiri, tam tersine, “ilerleme”yi mutlak diye kabul etmekte; ve gerilemeyi de, ilerlemeye “kişisel bir hasım” varsaydığı Kitle’yi öne sürerek açıklamak akıllılığını göstermektedir” (123 – 124) [106]. “Bütün komünist ve sosyalist düşünürler, şu çifte saptamadan yola çıkmışlardır: Bir yanda, en elverişli durumlarda gerçekleştirilen büyük işler bile parlak sonuç vermeyip tarihin alışılmışlıkları arasında yitip gider gözükmektedir. Öte yanda ise, Zihnin bütün ilerlemeleri, bugüne değin hep insanlığın Kitlesine karşı ilerlemeler olmuş; ama gene de bu Kitle, gittikçe daha az insandışı bir durumda bulagelmiştir kendini. Dolayısıyle de bu düşünürler (özellikle Fourier), “ilerleme”nin soyut, yetersiz bir formül olduğunu ileri sürmüş; uygar dünyanın temel bir kusurla damgalı bulunduğunu varsaymış (özellikle Owen); ve işte bunun içindir ki, bugünkü toplumun gerçek temellerini amansız, keskin bir eleştiriden geçirmişlerdir. Bu komünist eleştiriye pratik alanda ossaat denk düşen bir şey vardı: Tarihsel gelişimin o ana değin kendisine karşı gerçekleştiği büyük kitle’nin hareketi. Bu hareketin taşıdığı insanca soyluluk hakkında bir fikir edinebilmek için, Fransız ve İngiliz işçilerinin çalışma özen ve azmini, öğrenme susuzluğunu, manevi enerjisini ve yorulmak bilmez gelişme içgüdüsünü tammış olmak gerekir” (124 –125) [106]. |
“Akılsızlığı, ruh gevşekliğini, hafifliği, kendinden memnunluk ve yeterlik duygusunu kaynaklarına değin kovalayıp ortadan yok etmek yerine manevi açıdan mahkûm etmek ve bunların Zihnin ve ilerlemenin karşıtı olduklarını keşfetmiş olmak: İşte bu bayların komünist düşünürler karşısındaki köklü üstünlüğü de burada imiş!” (125) [107]. | ||
“Bununla birlikte, bu “Zihin-Kitle” bağıntısı, geliştirmeler sırasında tamamıyle ortaya çıkacak olan gizli bir anlam daha barındırıyor [sayfa 23] içinde. Biz burada buna sadece telmihte bulunacağız. B. Bruno tarafından keşfedilen bu bağıntı, Hegelci tarih anlayışının eleştirisel ve karikatürsel tümlenişi’nden başka bir şey değildir aslında. Hegelci tarih anlayışı da Zihin-madde yada Tanrı-dünya çelişkisi şeklindeki Germen-Hıristiyan doğmasının spekülatif ifadesinden başka bir şey değildir. Bu çelişki ise, tarih çerçevesi içindeki insan dünyasında, şu şekilde dile gelmektedir: Aktif Zihin olarak bu işle görevli kılınmış bazı seçkin bireyler, insanlığın geri kalan kısmına, yani Zihin’siz Kitle’ye, yani madde’ye karşı çıkarlar” (126) [107].
Hegel’in Geschichtsauffassung[24]’unun, dayanağı madde olan soyut ve mutlak zihni varsaydığını not ediyor Marx. Hegel’in öğretisine paralel olarak Fransa’da da doktrinciler11’in öğretisi gelişmekteydi (126) [108]. Bunlar, kitleyi dışta bırakıp tek başlarına (allein) hüküm sürmek amacıyla, halkın egemenliğine karşıt olarak aklın egemenliğini savunmaktaydılar. “Bir çifte yetersizlikle kendini suçlu kılmakta” Hegel (127) [108] : 1°) Felsefeyi, mutlak Zihin’in varoluşu diye kabul ediyor; ama bu Zihin için felsefî bireyi vermekten kaçınıyor; 2°) mutlak Zihin’i ancak görüntüde (nur zum Schein), sadece post festum[25], yalnızca bilinçte, tarihin yaratıcısı yapıyor. Bruno kaldırıyor bu yetersizliği; Eleştiri’yi, mutlak Zihin ve... fiilen tarihin yaratıcısı ilân ediyor. “Bir yanda, tarihin maddesel unsuru olan, ruhsuz, tarihsiz, pasif unsuru olan Kitle var; öbür yanda ise, her türlü tarihsel eylemin başladığı aktif unsur olan Zihin, Eleştiri, B. Bruno ve hempaları. Toplumu dönüştürme edimi, böylece, Eleştirici Eleştiri’nin beyinsel aktivitesi’ne indirgenmiş oluyor” (128) [108 – 109]. “Mutlak Eleştiri tarafından Kitle’ye karşı açılan kampan-yalar”in ilk örneği olarak, Bruno Bauer’in Judenfrage[26] konusundaki tavrını gösteriyor Marx. Bu konuda da, “Deutsch-französische Jahrbücher”[27]de yayınlamış olduğu Bauer’i çürütme çalışmasına atıf yapıyor12. “Mutlak Eleştirinin bellibaşlı ödevlerinden biri de, tüm güncel sorunları doğru ve kesin konumları içine yerleştirmeğe dayanmaktadır. Nitekim, gerçek sorunlara cevap vermez bu Eleştiri; onların yerine, tamamıyle farklı sorunlar koyar... Nitekim “Yahudi sorunu”nu da böylece [sayfa 24] bozmuş; ve bu sorunda asıl söz konusu olan siyasal kurtuluşlu incelemek yerine, Yahudi dininin bir eleştirisi ve Germen-Hıristiyan Devleti’nin bir betimlemesiyle yetinmiştir. Mutlak Eleştiri’nin bütün buluşları gibi bu metod da, spekülatif bir kurnazlığın tekrarıdır. Spekülatif felsefe, özellikle de Hegel’in felsefesi cevap verebilmek için bütün sorunları sağduyunun şekli içinden çıkarıp spekülatif aklın şekli içine sokmak ve gerçek sorunu spekülatif soruna çevirmek zorundaydı. Sormak üzere olduğum soruyu benim ağzımda bozup değiştirdikten ve, tıpkı din dersinde yapıldığı gibi, benim ağzıma kendi sorusunu yerleştirdikten sonra, elbette bütün sorularıma hazır birer cevaba sahip hale girmiş oluyordu bu spekülatif felsefe” (134–135) [112–113]. Engels tarafından yazılmış olan 2a paragrafında (... “Eleştiri” ve “Feuerbach”. Felsefenin lânetlenişi”..., s. 138–142 [115–117], Feuerbach’a hararetli övgüler buluyoruz. “Eleştiri” felsefesine, insanî ilişkilerin gerçek zenginliği, “tarihin muazzam muhtevası”, “insanın anlamı”, vs. karşıt tutularak yapılan saldırılar konusunda, “sistemin gizeminin açığa çıkarıldığı”nı bile söylemekten çekinmeyerek şöyle yazıyor Engels : “Peki ama kim açığa çıkardı “sistem”in gizemini? Feuerbach. Kavramların diyalektiğini, bu yalnız filozoflar tarafından bilinen tanrılar savaşını kim kaldırdı ortadan? Feuerbach. “Kendinin sonsuz bilinci” de dahil, o eski kargaşalığın yerine, “insanın anlamı”nı değilse bile – insanın insan olmaktan başka bir anlamı olurmuş gibi! – “insan”ı koyan kim? Feuerbach, ve yalnız Feuerbach. Daha fazlasını da yaptı bu düşünür. “Eleştiri”nin şimdi kafanıza fırlattığı şu hep aynı kategorileri, “insanî ilişkilerin zenginliği, tarihin muazzam muhtevası, tarihin mücadelesi, Kitle’nin Zihin’e karşı mücadelesi”, vs. gibi kategorileri çoktan yok etti. İnsan, her türlü insanî etkinliğin ve bütün insanî konumların özü ve temeli olarak kabul edildikten sonra, ancak “Eleştiri”, yeni kategoriler icat etmeğe ve, işte şu anda yaptığı gibi, insancı bir kategori halinde ve bir dizi kategorinin ilkesi halinde yeniden şekillendirmeğe, yani böylece, tüm sığmaklarından kovulmuş teolojik insandışılığa kalan son kaçamağı da denemeğe, evet, ancak “Eleştiri” yönelebilirdi. Hiç bir şey yapmaz tarih, “muazzam zenginliğe sahip değildir”, savaş falan da “vermez”! Tam tersine: Bütün bunları yapan, bütün bunlara sahip olan ve bütün bu savaşları veren, insan’dır, gerçek ve canlı insan. Kendi ereklerini gerçekleştirme yolunda – kendisinin ayrı bir kişiliği varmış gibi– [sayfa 25] insanı bir araç olarak kullanan “tarih” değildir, emin olunuz; aslında tarih, kendi ereklerini gerçekleştirme yolunda yürüyen insanın etkinliğidir ancak. Eğer mutlak Eleştiri, bütün bu modası geçmiş hikâyeleri, Feuebach’ın dâhice ispatlamalarından sonra da, yeni bir şekil içinde önümüze sürmek cüretini gösterecekse gene”... vs., – sadece bu bile, eleştrisel bönlüğü değerlendirmemize yeter, vs. (139 –140) [115 –116]. Daha sonra, Zihin’in “madde”’ye (kitle’yi “madde” diye adlandırıyor Eleştiri) karşıtlığı konusunda şöyle yazıyor Engels : “Bütün bunlardan sonra da, mutlak Eleştiri’nin en gerçek ve kesin anlamında Germen - Hıristiyan olmadığını ileri sürebilecek adam var mıdır. O eski tinselcilik - maddecilik çelişkisinin yolaçtığı tüm savaşlar taraflar tükeninceye değin verildikten ve Feuerbach bu çelişkiyi artık bir daha sözü edilmeyecek biçimde aştıktan sonra bile “Eleştiri”* bu çelişkiyi yeni baştan ve en mide bulandırıcı bir şekil içinde, temel doğması haline getiriyor ve “Germen-Hıristiyan Zihni”ne sunuyor zaferi” (141) [117]. Bauer’in; “Bugün Yahudiler teoride ileri oldukları ölçüde kurtulmuş durumdadırlar; hür olmak istedikleri ölçüde hürdürler13”, cümlesi konusunda şöyle yazıyor Marx : “Bu cümle, Kitle’ye dayalı profan komünizmi ve sosyalizmi mutlak sosyalizmden ayıran eleştiri uçurumunun derinliğini hemen ölçmemizi sağlıyor. Profan sosyalizmin ilk tezi, sadece teoride kurtuluşu, düşsel diye reddeder; ve gerçek hürriyetin gerçekleşebilmesi için, idealist “irade”den gayrı, son derece somut ve maddesel koşulların varlığım şart koşar. Belirli maddesel ve pratik altüst, oluşları zorunlu sayan, bunları hiç değilse “teori” ile uğraşabilme yolunda zorunlu sayan “Kitle”, görüldüğü gibi, kutsal Eleştiri’nin yanında ne denli küçük ve ne denli basit kalıyor!” (142) [118]. Gerisi (143 – 167. sayfalar) [118–134], “Gazette littéraire”in alabildiğine titiz ve biraz da usanç verici bir eleştirisi, “zehir gibi” ve satırı satırına bir yorumu oluyor. İlginç hiç bir yanı yok. §((b) Yahudi sorunu no. II (142–185) [117–171].)’ın sonu. 167–185 [134–171]. sayfalar, Bauer’in “Deutsch-französische Jahrbücher”de eleştirilen kitabı “Judenfrage”yi savunmasına Marx tarafından verilen ilginç bir cevabı içeriyor. Cevabında, sürekli olarak “Deutsch-französische Jahrbücher”e atıflarda bulunan Marx, tüm dünya görüşünün temel ilkelerini açıklamakta ve belirgin şekilde ortaya koymakta. “Güncel dinsel sorunlar, çağımızda artık sosyal bir anlam taşıyor” – bu zaten söylenmişti. “Deutsch-französische Jahr-bücher”de, Jüdaizm [sayfa 26] (Yahudilik, ya da, Yahudicilik)’in bugünün burjuva toplumu içindeki gerçek yeri”de belirtilmişti aynı yazıda. “B. Bauer, Yahudi dininin gizemli yanını gerçek Yahudiler’le açıklayacak yerde, gerçek Yahudileri Yahudi diniyle açıklıyor” (167 – 168) [134]. “Gerçek, lâik Jüdaizmin, ve dolayısıyle doğrudan doğruya dinsel Jüdaizmin de, bugünkü burjuva hayatı tarafından sürekli olarak yaratıldığını ve en yüksek bütünleme noktasına da parasal sistem/de ulaştığını” aklından bile geçirmemekte B. Bauer. “Deutsch-französische Jahrbücher”de, Jüdaizmin gelişmesini “ticaret ve sanayi pratiğinde” aramak gerektiğini; ve pratik: Jüdaizmin, “doğrudan doğruya Hıristiyan dünyasının bütünlenmiş pratiği”nden başka bir şey olmadığı gösterilmişti (169) [135]. “İspat edilmişti ki, Yahudi özünü ortadan yok etme işi, aslında, doruk noktasına parasal sistem’de ulaşan burjuva toplumunun Jüdaizmi’ni, bu çağdaş pratiğin insandışılığını ortadan yok etme işinden başka bir şey değildir.” (169) [135]. Hürriyeti isterken, siyasal hürriyetle hiç bir şekilde çelişmeye girmeyen şeyi istemiş oluyor Yahudi (172) [137]; burada söz konusu olan, siyasal hürriyettir. “İnsanın, dinli olmayan yurttaş ve dinli özel kişi olarak ayrışıma uğraması’nın, siyasal kurtuluşla nasıl katiyen çelişki halinde bulunmadığı, B. Bauer’e gösterilmişti.” Ve hemen bunun ardından : “Kendisine gene gösterilmişti ki, eğer Devlet, sivil toplum çerçevesi içinde dini kendi terketmek suretiyle, Devlet dini’nden kurtularak dinden kurtulmuş oluyorsa, birey de siyasal bakamdan dinden, bir kamu sorununa karşı davranır gibi dine karşı davranarak değil, dini kendi özel işi gibi göz önüne alarak kurtulur. Ve en son olarak gösterildi ki, Fransız Devrimi’nin din’e karşı takındığı terörcü tavır, bu görüşü çürütmek şöyle dursun, tam tersine haklı çıkarmaktadır” (172) [137]. Allgemeine Menschenrechte’yi[28] istiyor Yahudiler. “Oysa, “Deutsch-französische Jahrbücher”de B. Bauer’e açıklandı ki, bu “hür insan karakteri” ve bu karakterin “tanınıp kabul edilmesi”, aslında, bencil burjuva birey’in ve bu bireyin sosyal durumunun muhtevasını, bugünkü burjuva hayatın muhtevasını oluşturan tinsel ve maddesel öğelerin gemsiz hareketinin tanınıp kabul edilmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyle de, insan hakları, insanı dinden kurtarmaz, din hürriyeti’ni sağlar insan’a; insanı mülkiyetten kurtarmaz, mülkiyet hürriyeti’ni sağlar insana; insanı, hayatını azçok dürüst bir şekilde [sayfa 27] kazanma zorunluğundan kurtarmaz, tam tersine, girişim (teşebbüs) hüriyeti’ni verir insana. İspatlandı ki insan haklarının modern Devlet tarafından tanınması, köleciliğin antik Devlet tarafından tanınması’ndan başka bir şey değildir. Antik Devletin doğal temel\ kölecilikti; modern Devlet’in doğal temeli ise, burjuva toplumudur, burjuva toplumunun insanı’dır. Yani: öbür insanlara, kendi özel çıkar ve doğal zorunluk bağlarından başka hiç bir bağla bağlı bulunmayan ve çıkara dönük emeğin köleliği altında, kendi bencil ihtiyacıyla öbür insanların bencil ihtiyacının köleliği altında yaşadığının bilincinde olmayan, bağımsız insandır. Doğal temeli iste bu olan modern Devlet, Evrensel İnsan Hakları Bildirisi14 ile bu temeli, işte bu karakteri ile tanımış oluyordu” (175) [138–139]. Yahudi, “İşte bu burjuva toplumu” mutlak şekilde Yahudi özünü taşıdığı ve kendisi de bundan dolayı bu toplumun zorunlu bir üyesi olduğu içindir ki, bu “hür insan niteliğini”nin kendisine tanınmasını istemeğe bir kat daha hak kazanmaktadır. “İnsan hakları”nın doğuştan gelmeyip tarihsel bir kökeni bulunduğunu gayet iyi biliyordu Hegel (176) [139]. Anayasacılık akımı (constitutionnalisme)’nın çelişkilerini belirtmekle birlikte, genelleştirmiyor bunları “Eleştiri” (fasst nicht den allgemeinen Widerspruch des Constitutionalismus)[29] (177 –178) [140]. Bunu yapmış olsaydı, anayasacı monarşiden temsili demokratik Devlet’e, modern eksiksiz Devlet’e geçerdi (178) 1140]. Loncaların, lonca yönetim kurullarının, v.s., imtiyazlarının ortadan kaldırılışıyle, sınaî faaliyet ortadan kaldırılmaz; tam tersine, daha da güçlü gelişmeye koyulur. Toprak mülkiyeti de, toprak imtiyazlarının lağvedilmesiyle ortadan kalkmaz; “tam tersine, (bu mülkiyetin) evrensel hareketi, ancak bu imtiyazların kaldırılışıyle, özgür parselleştirme ve parselleri özgürce devredebilme ile başlamaktadır” (180) [141–142]. Ticaret, ticarî imtiyazların kaldırılmasiyle ortadan kalkmaz; asıl o andan itibaren gerçekten hür ticaret haline gelir. Tıpkı bunun gibi din de, “ancak imtiyazlı dinin bulunmadığı yerdedir ki pratik evrenselliği içinde serpilip yaygınlaşacaktır (A.B.D.’ni düşününüz)”. |
... “Burjuva toplumunun köleliği, görünüşte, en büyük hürriyetti meydana getirmektedir”... (181) [142]. |
Komünizmin fikirlerini doğurdu, Fransız Devrimi (Babeuf), tutarlı biçimde işlenmiş olan bu fikirler, yeni bir Weltzustands[30] fikrini içermekteydi.
Devletin değişik bencil atomlar arasındaki kopmaz bağlılığı sağlamakla görevli olduğunu yazan Bauer’e, burjuva toplumunun üyelerinin katiyen birer atom olmayıp sadece kendilerini öyle gördükleri cevabını veriyor Marx (188–189) [146]; çünkü, diyor, atomlar gibi kendi kendilerine yeterli değildir onlar, başka insanlara bağlıdırlar, ihtiyaçları her an bu bağımlılık içinde tutmaktadır onları. “Burjuva toplumunun üyelerini birleşmiş halde tutan doğal zorunluluk’tur, ne denli yabancılaşmış gözükürlerse gözüksünler insanın temel özellikleri’dir, çıkar’dır; demek ki, bu toplumun gerçek bağını meydana getiren, siyasal hayat değil, sivil hayattır... Günümüzde yalnız siyasal kör inanç’tır ki sivil hayatın bağlaşıklığını Devletin marifeti sanır; oysa tam tersine Devletin bağlaşıklığı sivil hayat sayesinde korunup sürdürülebilmektedir” (189) [147]. Robespierre, Sait-Just ve yandaşları, Eski Çağ’ın köleciliğe dayalı gerçekçi demokrasili toplumunu, burjuva toplumuna dayalı tinselci demokrasili modern temsilî Devletle karıştırdıkları için yenik düştüler. İdam edilmesinden önce Saint-Just, İnsan Hakları tablosunu [sayfa 29] (Tabelle - asılı afiş?) parmağıyle göstererek: “C’est pourtant moi qui ai fait cela”[31] diye haykırıyordu. “Ama işte o tablonun ilân ettiği de, Eski Çağ toplumunun insanı olamıyacak bir insanın hakkıydı; nasıl ki o insanın içinde yaşadığı ekonomik ve sınaî koşullar, Eski Çağ’ın koşulları değil idiyse” (192) [149]. |
18 Brumaire15 günü Napolyon’un avı, devrimci hareket değil, liberal burjuvazi olmuştur. Robespierre’in devrilmesinden sonra, Directoire döneminde, burjuva toplumunun prozaik gerçekleşmesi başlar: Ticaret işletmelerinin Sturm und Drang’ı, yeni burjuva hayatının başdöndürücülüğü (Taumel); “feodal yapısı Devletin çekici tarafından parçalanmış bulunan ve sahip olmanın ilk ateşliliği içinde bir çok yeni toprak sahibinin uygarlığın her çeşidiyle içice geçtiği Fransız toprak mülkiyeti’nin gerçek ilerlemesi; özgürleşen sanayiin ilk hareketleri, –işte, yeni doğan bu burjuva toplumunun gösterdiği canlılık işaretlerinden bir kaç tanesi” (192 –193) [149]. |
XVIII. yüzyılın Fransız ışıklar felsefesi ile Fransız maddeciliği, varolan siyasal kurumlara karşı bir mücadele olmakla kalmamışlardır sadece; aynı zamanda XVII. yüzyıl metafiziği’ne, özellikle de Descartes, Malebranche, Spinoza ve Leibniz metafiziğine karşı açık bir mücadele olmuşlardır. “Felsefe, metafiziğe karşıt konuldu; tıpkı Feuerbach’ın, Hegel’e karşı ilk kez kesinlikle tavır aldığı gün, felsefenin amansız açık görüşlülüğünü spekülasyonun sarhoşluğuna karşıt koyusu gibi” (196) [151]. [sayfa 30] |
XVIII. yüzyıl maddeciliği tarafından alaşağı edilen XVII. yüzyıl metafiziği, Alman felsefesinde ve özellikle XIX. yüzyılın spekülatif Alman felsefesinde parlak ve özlü (gehaltvolle) bir yeniden kuruluş (restorasyon) olanağı bulmuştur. Hegel bu metafiziği, dâhice, tüm metafiziğe ve Alman idealizmine ulaştırıp birleştirdi ve ein metaphysisches Universalreich[32] kurdu. Sonra yeniden “spekülatif metafiziğe ve her türden metafiziğe saldırı başladı. Bu metafizik, doğrudan doğruya spekülasyonun çabasıyle bütünlenen ve hümanizmle düşümdeş olan maddecilik tarafından artık bir daha doğrulamamak üzere devrilecektir. Ve teori alanında Feuerbach, hümanizmle düşümdeş olan maddeciliği temsil ediyor idiyse, Fransız ve İngiliz sosyalizmiyle komünizmi de aynı şeyi pratik alanında temsil etmişlerdir” (196–197) [151–152].
Fransız maddeciliğinin iki eğilimi vardır : 1° Kökenini Descartes’tan alan maddecilik; 2° Kökenini Locke’tan alan maddecilik. Bu ikinci eğilim, mündet direkt in den Socialismus[33] (197) [152]. Birinci eğilim, mekanikçi maddecilik, Fransız doğa bilimi olacaktır. Fiziğinde Descartes, maddenin biricik cevher olduğunu söyler. Mekanikçi Fransız maddeciliği Descartes’ın fiziğini alıp matefiziğini atmaktadır. “Hekim Leroy ile başlar bu okul, hekim Cabanis ile doruğuna ulaşır; okulun merkezi de, La Mettrie’dır.” Leroy, ruhun vücudun bir kipi’nden başka bir şey olmadığını ve fikirlerin de mekanik hareketlerden başka bir şey olmadıklarını söyleyerek, hayvanın mekanik yapısının insan için de geçerli olduğunu ileri sürdüğünde Descartes yaşıyordu henüz (198) [152]. Hattâ Descartes’ın bu konudaki gerçek kanısını gizlediğini sanıyordu Leroy. Ve Leroy’yı protesto etti Descartes. XVIII. yüzyılın sonunda Cabanis, “Repports du physique et du moral de l’homme”[34] adlı kitabında, Dekartçı maddecilik’e16 son şeklini vermiştir. XVII. yüzyıl metafiziği, daha başlangıcından beri, maddeciliği bulmuştur karşısında. Descartes – Gassendi, Epikurosçu maddeciliğin yeniden kurucusu; İngiltere’de – Hobbes. Voltaire (199) [153] işaret ediyordu ki, XVIII. yüzyıl Fransız-larının Cizvitler tartışması ve öbür sorunlar karşısında ilgisiz kalışlarına yolaçan, felsefeden çok, Law’ın parasal spekülasyonları olmuştur. Maddeciliğe götüren teorik hareketin nedeni, o dönem Fransız hayatının pratik Gestaltungudur. Maddeci bir pratiğe maddeci teoriler denk düşmekteydi. [sayfa 31] XVII. yüzyıl metafiziği (Descartes, Leipniz), olumlu (positiv) bir muhteva ile içice bulanmış bir haldeydi daha henüz. Matematik, fizik, vs. alanlarında buluşlar yapıyordu ardarda. XVIII. yüzyılda olumlu bilimler kendisinden kopunca, bu metafizik de war fad geworden[35]. Helvétius ve Condillac, Malebranche’ın öldüğü yıl doğmuşlardı (199_200) [153]. XVII. yüzyıl metafiziğini, şüphecilik silâhıyle teorik açıdan yıkan, Pierre Bayle olmuştur. Özellikle Spinoza’yı ve Leibniz’i çürüttü bu düşünür. Toplumu dinsiz ilân etti. Bir Fransız yakarının deyişiyle, “XVII. yüzyıl anlamında metafizikçilerin sonuncusu ve XVIII. yüzyıl anlamında filozofların ilki” P. Bayle’dir (200–201) [154]. Ama bu olumsuz çürütmenin yanında olumlu bir antimetafizik sistem gerekiyordu. Onu da Locke verdi. Maddecilik, Büyük Britanya’nın çocuğudur. Çok daha önceleri, İngiliz skolastiği Duns Scot değil miydi “maddenin düşünüp düşünemeyeceğini kendi kendine soran. Adcılık (nominalizm) akımına bağlıydı Scot, adcıydı. Adcılık, genel bir açıdan, maddeciliğin ilk anlatımını meydana getirmektedir17. İngiliz maddeciliğinin gerçek atası, Bacon’dır. (“Maddenin doğuştan özellikleri arasında hareket, en birincisi ve en önemlisidir; sadece mekanik ve matematik hareket olarak değil, ama aynı zamanda ve daha çok, maddenin içgüdüsü, dirimsel ruhu, yayılma gücü, çektiği acı (Qual) olarak”) (202) [155]. “Kurucusu Bacon’da, maddecilik, naif tarzda, çokyanlı bir gelişmenin tohumuna sahiptir henüz. Madde, şiirli duyumsallığının parlaklığı içinde, bütünsel insana gülümsemektedir.” Hobbes’ta maddecilik, tekyanlı, menschenfeindlich, mechanisch[36] hale girer. Bacon’ı sistemleştirmiştir Hobbes, ama ilkesini daha bir kesinlikle kurmaksızın (begründet): Bilgilerin ve idelerin kökeni, duyulur dünya (Sinnenwelt)’dadır. –s. 203 [156]. Hobbes Bacon maddeciliğinin tanrıcı önyargılarını nasıl yıktı ise, Collins, Dodwell, Coward, Hartley, Priestley, vs., de tıpkı öylece, Locke duyumculuğunun18 son teolojik setlerini yıktılar. Condillac, Locke duyumculuğunu XVII. yüzyıl metafiziğine karşı yöneltti. Descartes, Spinoza, Leibniz ve Malebranche sistemlerine bir reddiye yayınlamıştır bu düşünür19. İngilizlerin maddeciliğini “uygarlaştırmıştır” (205) [156] Fransızlar. [sayfa 32] (Gene Locke’tan hareket eden) Helvétius’le maddecilik, özellikle Fransız karakterine bürünmektedir. La Mettrie – Dekartçı maddecilikle İngiliz maddeciliğinin birliği. Robinet, metafizikle halâ en fazla bağı kalmış olan düşünürdür. “Dekartçı maddecilik nasıl gerçek anlamındaki doğa bilimine ulaştı ise, Fransız maddeciliğinin öbür eğilimi de doğrudan doğruya sosyalizm’e ve komünizm’e açılmaktadır.” (206) [157]. Sosyalizmi maddeciliğin öncüllerinden tümdengetirmek kadar kolay bir şey yoktur (duyulur dünyanın yeni baştan düzene konması – özel çıkarla kamu çıkarını bağlamak – suçun karşıtoplumcu Geburtsstätten[37]’ini ortadan kaldırmak, vs.). Fourier doğrudan doğruya Fransız maddecilerinin öğretisinden hareket etmektedir. Baböfçüler20 kabasaba, az gelişmiş maddecilerdi. Bentham, Helvétius’ün ahlâkı üzerine kurmaktadır sistemini; Owen da, İngiliz komünizmini kurmak için Bentham’ın sisteminden yola çıkmaktadır. Cabet, komünist fikirleri İngiltere’den Fransa’ya getirmiştir (komünizmin temsilcilerinin populärste wenn auch flachste[38]’sidir bu düşünür) (208) [158]. Maddecilik öğretisini gerçek hümanizm olarak geliştirmiş olan Dézamy, Gay, vs., “daha bilimsel”dirler. 209-211. sayfalarda [159 –160] Marx, XVIII. yüzyıl maddeciliği ile XIX. yüzyıl İngiliz ve Fransız komünizmi’ni birleştiren bağları ispatlamak için, gözlemler halinde (küçük boy basım harfleriyle iki sayfa) Helvétius, d’Holbach, Bentham’dan parçalar aktarıyor. Hemen sonraki §§’lerden, şu parçayı not etmek yerinde olur: “Strauss ile Bauer arasındaki, cevherce ve kendi bilincine ilişkin mücadele, Hegelci spekülasyonlar çerçevesi içinde yer alan bir mücadeledir. Üç öğe vardır Hegel’de: Spinozasal cevher, Fihtesel kendi bilinci ve bu ikisinin Hegelsel birliği olan ve zorunlu şekilde çelişkili olan mutlak zihin. Birinci öğe, doğa’dır; metafizik kılığa bürünmüş olarak, insanla ayrılışı içinde doğa. İkinci öğe, zihin’dir; metafizik kılığa bürünmüş olarak, doğayla ayrıksı içinde zihin. Üçüncü öğe, metafizik kılığa bürünmüş olarak, öbür ikisinin birliği’dir; gerçek insan’dır ve gerçek insan türü’dür” (220) [166 – 167], ve Feuerbach’ın yargısını içeren bir sonraki paragraf: [sayfa 33] |
Strauss ve Bauer, her ikisi de teoloji alanından çıkmaksızın, ilki Spinozasal, ikincisi ise Fihteci görüş açılarından, Hegel’i mantıksal olarak geliştirmişlerdir. Her ikisi de Hegel’i, Hegel’de bu iki öğeden biri öbürü tarafından bozuk hale sokulduğu ölçüde, eleştirmişlerdir; buna karşılık her biri de, bu öğelerin her birini tekyanlı bütünlenişine, yani tutarlı sonuna ulaştırmıştır. – Dolayısiyle, eleştirilerinde her ikisi de Hegel’i aşmakta, ama aynı zamanda her ikisi de Hegel’in spekülasyonunun içinde kaldıklarından, Hegel’in sisteminin ancak birer yanını temsil etmektedirler. Feuerbach, metafizik mutlak zihni “doğanın temeli üzerine oturtulmuş gerçek insan”da çözerek, Hegel’i Hegelci açıdan bütünlemiş ve eleştirmiş olan ilk düşünürdür. Gene ilk olarak Feuerbach, dinin eleştirisini tamamlamış; aynı zamanda da Hegelci spekülasyonun ve dolayısiyle de her türden metafiziğin eleştirisinin ana ilkelerini büyük bir ustalıkla koymuştur.” (220 – 221) [167]. |
Bauer’in “kendinin bilinci teorisi”yle, idealizminden dolayı alay ediyor Marx (mutlak idealizmin safsataları – (222) [168]), Hegel’in bir kötü yorumu olduğunu gösteriyor bu teorinin, “Fenomenoloji”den ve Feuerbach’ın eleştirici gözlemlerinden aktarmalar yapıyor (“Philosophie der Zukunft”21, s. 35 : Teoloji, “ilk günah tarafından kirletilmiş doğa”yı nasıl olumsuzluyorsa, felsefe de “duyulur maddesel”i olumsuzlamaktadır – negiert).
Daha sonraki bölüm de (VII), gene alabildiğine titiz ve biraz da usanç verici bir eleştiriyle başlıyor [1) 228–235. [173–177] sayfalar] . § 2 a’da ilgi çekici bir parça var. “Kitlenin bir temsilcisinin “Gazette littéraire” tarafından yayınlanan bir mektubunu örnek veriyor Marx : Gerçekliğin, doğa biliminin, sanayiin incelenmesini isteyen bu mektup (236) [178], bu isteğinden dolayı “Eleştiri”nin hakaretine uğramıştır: Kitle’nin bu temsilcisine karşı: “Ya (!) tarihsel gerçekliğin bilgisinin şimdiden tamamlandığını hayal ediyor musunuz?” diye haykırıyor “eleştiriciler”. “Ya da (!) gerçekte bilinen bir tek tarih dönemi biliyor musunuz?”. |
Şöyle cevap veriyor Marx: “Ya, insanın doğaya karşı teorik ve pratik davranışını, yani doğa bilimi ile sanayii, tarihsel hareketin dışında bıraktığı sürece tarihsel gerçekliğin bilgisinde bir ilk adımı olsun atmış olduğunu mu sanmaktadır Eleştiri? Ya da, herhangi bir dönemini bu dönemin örneğin sanayiini, doğrudan doğruya hayatın dolayımsız üretim tarzını incelemeden önce gerçekten bilebileceğini mi hayal etmektedir? Eleştirici Eleştiri, tinselci ve teolojik eleştiri, tarihteki büyük siyasal, edebî [sayfa 34] ve teolojik olguları bilir ancak – hiç değilse bunları bildiğini sanır. Tıpkı düşünceyi duyulardan, ruhu vücuttan, kendi kendini dünyadan ayırdığı gibi, tarihi de doğa biliminden ve sanayiden ayırmaktadır. Ve Eleştirenin gözünde tarihin doğduğu yer, şu yeryüzünde olagelen kaskabaca maddesel üretim değil, gökyüzünde dolanan karanlık bulutlardır” (238) [180]. |
NB |
Bu Kitle temsilcisini, massenhafter Materialist[39] olarak nitelemekle Eleştiri (239) [180].
“Fransızlarda ve İngilizlerde eleştiri, bizimki gibi soyut, göklerde yüzen, insanlığın dışında bir kişilik değil, toplumun emekçi üyeleri olan ve insanca acı çeken, duyan, düşünen, eyleyen bireylerin gerçek insanî etkinliği’dir. İşte bunun içindir ki, onların eleştirisi, pratiktir aynı zamanda; ve komünizmleri de, içinde somut pratik tedbirler önerdikleri, içinde düşünmekle yetinmeyip bir kat daha eyledikleri bir sosyalizmdir. Varolan toplumun gerçek canlı eleştirisidir eleştirileri; “çöküş”ün nedenlerinin kabul edilmesidir” (244) [184]. ||Aktarılan parçaların dışında bütün VII. bölüm (228 – 257) [173–193J, “Gazette littéraire”de yayınlanmış her türden budalalıklar, vs. hakkında en akla hayale sığmaz alay ve parodilerle ve en önemsiz çelişkileri bile didik didik edişlerle dolu.|| VIII. bölümde (258 – 333) [195 – 244], “bir kasabın eleştirisel biçimde köpek haline gelişi” üzerine ve hemen ardından da Eugène S u e’nün Fleuer de Marie[40]22’si (romanın başlığı olsa gerek bu, yada bir romanın kahramanlarından birinin adı olsa gerek) üzerine bir §’imiz var; Marx’ın “radikal” ama konudışı kısa notları yer alıyor aynı bölümden. Ama bu arada sayfa (285) X [213–214]’teki Hegel’in ceza teorisi üzerine haşiyeleri ve sayfa 296’daki Eugène Sue’nün hücre sistemini (Cellularsystem) savunuşuna karşıçıkışları not etmek gerekiyor. ((Besbelli ki, Eugène Sue tarafından yayılan ve “Gazette litteraire”de apaçık bir şekilde savunulan yüzeysel sosyalizme karşı çıkıyor burada Marx.)) Marx, erdemsizliği cezalandıran hükümetin erdemi ödüllendirmesi gerektiğini hayal eden Sue ile alay ediyor örneğin. (S. 300–301 [224] ‘de, justice criminelle ile justice vertueuse’ü[41] karşılaştıran bir tablo bile var!). [sayfa 35] 305–306. [226–227] sayfalar: Hegel’in “Fenomenoloji”si üzerine eleştirici haşiyeler. 307 [228] “Fenomenoloji” sinde Hegel bazan –öğretisine ters düşmesine rağmen– insanî ilişkilerin gerçek bir karakteristiğini veriyor. 309 [229] : Zenginlerin Spiel[42] niyetine iyilikseverlikleri (309–310; [229]. 312–313 [230–231] : Fourier’nin, kadın cinsinin alçalışı ve alçaltılışı konusunda. ||“Eleştiri”nin ve Eugène Sue’nün kahramanı Rodolphe’un ılımlı isteklerine kontra?|| son derece tanıtlayıcı düşüncelerinden alıntılar. × “Hegele göre suçlu, çekilen cezada, kendi hakkındaki hükmü kendisi vermiş olmaktadır. Gans, daha da geliştirdi bu teoriyi. Hegel’de bu teori, Kant tarafından biricik hukukî ceza teorisi diye açıklanan o eski justalionis[43]in spekülatif alanda güzelleştirilmişi’dir. Kendi kendini yargılayan suçlu, saf bir “ide”dir Hegel’de; yürürlükteki ampirik cezalar’ın, salt spekülatif bir yorumudur. İşte bunun içindir ki, işin özel koşulları konusunda varacağı yargıyı Devletin uygarlık derecesine bağlamaktadır Hegel; bir başka deyişle, olduğu gibi süredurmağa bırakmaktadır cezayı. Ve işte bu noktada, eleştirici papağanına oranla daha eleştirici gözükmektedir. Suçluyu aynı zamanda insan olarak da kabul eden bir ceza teorisi ancak soyutlama planında hayalgücüyle yapabilir bu işi: Şundan dolayı ki ceza ve baskı, insan davranışıyle çelişki halinde olan şeylerdir. Pratikte bu, olanakdışı kalırdı zaten: Her tekil durumda, cezayı suçlunun bireyselliğine uygun kılmak “saygın ve onurlu” resmî kişilere düşeceği için, soyut yasanın yerini öznel karakuşiliğin alması gerekecekti çünkü. Platon, yasanın yalnız bir tek görüş açısına yerleşmesi ve bireyselliği hesaba katmaması gerektiğini anlamış bulunuyordu. İnsanî koşullar içinde ise, tam tersine, ceza, suçu işleyenin kendi hakkındaki yargısı olabilir gerçekte ancak. Kendisine başkası tarafından uygulanışı bir dış şiddet’in, onun kendi kendine uyguladığı bir şiddet olduğuna inandırmağa kalkışmazlar suçluyu, öbür insanlar, daha çok, suçlunun kendi kendisi için hükmettiği cezadan onu kurtaracak doğal kurtarıcılar olacaklardır. Bir başka deyişle, bağıntı tersine dönmüş olacaktır” (285–286) [213–214]. “Bauer’in bu (305) [226] cesareti göstermesinin gizli nedeni (yukarıda Anekdota’lardan23 bir aktarma yer almaktaydı) Hegel’in [sayfa 36] Fenomenoloji’sidir. Hegel insan’ın yerine ‘kendi bilinci’ni koyduğu andan itibaren en çeşitli insanî gerçeklik bile, ancak kendi bilincinin belirlenimlenmiş bir biçimi, bir belirlenim’i olarak gözükecektir artık. Oysa ‘kendi bilinci’nin basit bir belirlenimi, bir “saf kategori”den, bir saf “ide”den başka bir şey değildir; ve ben “saf” düşüncede yok edebilirim bu ideyi, ve gene saf düşünce ile aşabilirim. |
Hegel’in Fenomenoloji’sinde, insanî kendi bilinci’nin çeşitli yabancılaşmış biçimlerinin maddesel, duyulur, nesnel temelleri ayakta bırakılmıştır; ve bütün bu yıkıcı yapıt, nesnel dünya’yı, duyulur gerçekliğin dünyasını bir “düşünce nesnesi” haline soktuğu ve dolayısıyle de böylece esîrleşen hasmı “saf düşüncenin esîri”nde eritebileceğini sandığı için, varolan en tutucu felsefe’ye ulaşmıştır |Sic !|. |
İşte bunun içindir ki Fenomenoloji’nin mantıksal vargısı, her türlü insanî gerçekliğin yerine “mutlak bilme”yi koymaktır: Bilme, çünkü ‘kendi bilinci’nin biricik varoluş kipi bilme’dir ve çünkü kendi bilinci’, insanın biricik varoluş kipi olarak kabul edilmektedir – bu bilme mutlak’tır, çünkü kendi bilinci’ kendinden başka hiç bir şeyi bilmez ve herhangi bir nesnel dünya tarafından engellenmemektedir artık. ‘Kendi bilinci’ni insanın, gerçek olan ve dolayısıyle de kendisi tarafından koşullanmış gerçek nesnel bir dünyada yaşayan insanın ‘kendi bilinci’ yapmak yerine, insanı, kendi bilinci’nin insanı yapıyor Hegel. Baş aşağı getiriyor dünyayı, ve dolayısıyle de kendi kafa’sının içinde tüm sınırları yıkabiliyor; bu işlem, yıkılan sınırları duyulur kötü dünya için, gerçek insan için sürmekte bırakıyor doğal olarak. Ayrıca Hegel, evrensel kendi bilincinin sınır taşlarını aşan herşeyi, yani her türlü duyulur doğayı, gerçekliği, insanların ve dünyalarının bireyselliğini, zorunlu şekilde sınır olarak göz önüne alıyor”... (306) [226–227]. |
“Sonuç olarak, Hegel’in Fenomenoloji’sinin kökendeki spekülatif bozukluğuna rağmen bir çok noktada insanî ilişkilerin gerçek bir karakteristiğinin öğelerini vermesine karşılık, B. Bruno ve şürekâsı, hiç şüphe yok ki, boş bir karikatürden başka bir şey verememektedirler”... (307) 1227 – 228]. |
“Böylece Rodolphe, hiç farkına varmaksızın, çok zaman önce açıklanmış bir gizemi ilân etmiş oluyordu: İnsan sefaleti, o sınırsız ahlâk çürüyüşü, sadakayı kabule zorlandığında, para ve kültür aristokrasisi tarafından Oyun ve eğlence olarak kullanılmaya da zorlanmış olmaktadır; söz konusu aristokrasinin öz saygısını doyurmağa, gurur kaşıntısını dindirmeğe yaramak zorundadır.
Almanya’daki sayısız hayır kurumu, Fransa’daki sayısız hayır derneği, İngiltere’deki sayısız yardım kurumu, yoksullar yararına [sayfa 37] düzenlenen konserler, balolar, gösteriler, şölenler, hattâ kazazedeler için toplanılan paralar, hep aynı anlamı taşır” (309 10) [229]. Ve Eugène Sue’den şu parçayı aktarmakta Marx : “Ah madam! Bu zavallı Polonyalılar yararına dansetmek yeterli değil ki... Gelin şu insan sevgisini sonuna dek götürelim... Şimdi de yoksullar yararına gidip yemek yiyelim!” (310) [229]. 312– 13. [232] sayfalarda Fourier’den aktarmalar yer alıyor (zina, kibarlık, baştan çıkarılan kadınların çocuklarını öldürmesi, kısır döngü... “Kadının kurtuluş derecesi, genel kurtuluş derecesinin doğal ölçüsüdür”... (312) [231]. Her basit erdemsizliği, bileşik, çift yönlü, ikiyüzlü erdemsizliğe dönüştürür uygarlık) ve Marx ekliyor: |
“Rodolphe’un fikirleri karşısında, gerek Fourier’nin evlilik hakkında bize vermiş olduğu usta işi karakteristiğe ve gerekse Fransız komünizminin maddeci fonksiyonunun yazılarına başvurulmasını istemek boşunadır” (313) [231]. |
313. [232] u. ff.[44] sayfalarda Eugène Sue’nün ve Rodolphe’un (Sue’ nün romanının kahramanı şüphesiz?) ekonomi politik tasarılarına, zenginlerle yoksulların birleşmeleri ve emeğin örgütlenmesi (Devletin görevi), vs. tasarılarına karşı –örneğin gene Armenbank [7) – b) “Yoksullar Bankası”, 314–318. [232–234]] = işsizlere faizsiz borç verme. Tasarının rakamlar’ını alıyor Marx ve bu rakamların sefalete oranla gülünç şekilde küçük kaldıklarını ispatlıyor. Ve fikir bakımından Armenbank’ın, Sparkassen’den[45] hiç bir şekilde iyi olamayacağını... yani bankanın die Einrichtung***’unun “işçinin bütün yıl geçimini sağlayabilmesi için ücretin bir başka biçimde dağıtılması’nın yeterli olduğu aldanışına” (316–317) [234] berucht[46] olduğunu da ispatlıyor.
318–320. [234–236] sayfalardaki § c’de yer alan “Bouqueval model işletmesi”, “Eleştiri” tarafından çok övülmüş olan tasarıyı, Rodolphe’un tasvir ettiği bir model çiftlik tasarısını çürütmekte: Marx, ütopik olduğunu söylüyor bu tasarının; çünkü, diyor, günde Fransız başına çeyrek okka et düşmekte, yıllık kazanç 93 frankı aşmamakta v.s., tasarıya göre, normalden iki kat fazla çalışmak gerekmektedir, vs., vs. ((İşe yaramaz.)) 320 [236] : “Rodolphe’un bütün kurtarışlarını ve bütün mucizevî tedavilerini sayesinde gerçekleştirdiği sihirli araç, tatlı sözleri değil çil altınlar’dır. Ahlâkçılar işte böyledir, diyor Fourier. Kahramanlarını taklit edebilmek için milyoner olmak gerekir. [sayfa 38] Ahlâk, “impuissance mise en action[47]”dur. Erdemsizliklere saldırdığı vakit mutlaka yenik düşer. Ve Rodolphe, hiç değilse insan liyakati’nin bilincine dayanan özerk ahlâkın görüş açısına bile yükselmemekte. Önerdiği ahlâk, tem tersine, insan zaafının bilincine dayalı kalıyor. Teolojik ahlâk’ın temsilcisidir Rodolphe” (320 – 321) [236]. ... “Gerçeklikle bütün farklar, nasıl, gittikçe biraz daha yoksul ile zengin arasındaki farkın içinde birbirlerine karışmakta iseler, fikir’de de bütün aristokratik ayrımlar iyi ile kötü arasındaki karşıtlığın içinde erimektedirler. Bu ayrım, aristokratın, önyargılarına verdiği en son biçimdir” (323 – 324) [238]. ... “Ruhunun her bir kımıldanışı, Rodolphe için, sonsuz bir önem taşır. Nitekim işte bunun için durmaksızın ruhunun kımıltılarını tartar ve gözler...” (Örnekler). “Bu büyük senyör, “Genç İngiltere”nin üyelerine benziyor biraz: Onlar da dünyayı reformdan geçirmek istemekte, soylu eylemlere girişmekte ve aynı türden histeri nöbetlerine tutulmaktadırlar”... (326) [239–240]. |
10 saat bill’ini24 geçerliğe koymuş olan insanlıksever İngiliz torie’lerini göz önüne almış galiba burada Marx? |