20 Ekim 1991 Seçimleri
20 Ekim Genel seçimleri hemen hemen herkesin beklediği tarzda sonuçlandı. Şüphesiz bu sonuçlar içinde en çok tartışılan ve pekçok kimseyi hayal kırıklığına uğratanı SHP'nin aldığı %20'lik oy ve üçüncü parti olarak seçimden çıkmasıydı. Bugüne kadar yapılan hiçbir seçimde SHP ya da onun temsil ettiği CHP ya da popüler söylemle "sosyal-demokratlar" ikinci partilikten daha aşağı bir sonuç almamıştı. Bu yüzden genel seçim sonuçları en çok bu yanı ile tartışılır hale geldi. Ama hemen DYP ile koalisyon kurma olasılığının ortaya çıkmasıyla birlikte, bu tartışmalar bir yana bırakıldı ve tüm dikkatler DYP-SHP koalisyonunun kurulmasına yöneldi.
20 Ekim seçimlerinin sonuçları, sadece bir SHP oylarında ortaya çıkan gerileme açısından önem kazanmamıştır. Bunun yanında "kutsal ittifak" olarak tanımlanan şeriatcı kesim ile MÇP arasında kurulan seçim ittifakı ve bu ittifakın aldığı %16. 82'lik oy oranı da pekçok tartışmalara neden oldu. Ama tıpkı SHP'nin durumunda olduğu gibi, bu konuda DYP-SHP koalisyonunun kurulması çalışmaları ve tartışmaları içinde ikinci plana itildi. Diğer bir sonuç olarak, kamu araştırmalarında %12'lik bir oy oranı ile en küçük parti konumunda görülen ANAP'ın sonuçta %24. 04'lük bir oy almasıydı. Bu M. Yılmaz'ın "başarısı" olarak tanımlandı. Ancak yine koalisyon girişimlerinin yarattığı hava içinde ikinci plana itildi.
Genel seçimlerin dördüncü sonucu ise, HEP'lilerin SHP listelerinden seçimlere girmeleri ve hemen hemen tüm Kürt kesimlerinde %50'ler civarında oy alarak seçilmeleriydi.
SHP listelerinden seçilen 22 HEP'linin meclis yemin töreninde gösterdikleri protesto eylemleri ile bir ara koalisyon çalışmalarının önüne geçmelerine rağmen, içlerinde taşıdıkları "pragmatizm"le birlikte, gönülllü olarak ikinci plana inmeyi kabul etmeleriyle herşey hükümet konusunda toplandı.
20 Ekim seçimlerinde kayıtlı 29 milyon 800 bin seçmenden 25 milyon 274 bini oy kullanmıştır. Buna göre katılım oranı %84. 72 olmuştur. Bir başka deyişle 4, 5 milyon seçmen bu seçimlerde oy kullanmamıştır. Bundan önceki genel seçim sonuçlarıyla karşılaştırıldığında, bu katılım oranının düşük bir rakam olduğu, dolayısıyla halkın bir kesiminin, yani 4, 5 milyon seçmenin seçimlerden herhangi bir şey beklemedikleri söylenebilir.
Nitekim seçim sonrasında yayınlanan pekçok sol dergide bu yorumu görmek mümkündür. Hatta kimilerine göre, bu düşük katılım oranı, kitlelerin düzen partilerinden umutlarını kestiklerinin bir göstergesidir! Ancak bu tahlillerin kendi içinde tutarlı bir temele dayandığını söylemek de olanaksızdır. Bir çeşit "moral" unsur olarak kullanıldığını düşünmek için pekçok neden bulunmaktadır.
Öncelikle 20 Ekim seçimlerinde, daha önceki seçimlere kıyasla solda "boykot" önerisi ve eylemi çok daha cılız olmuş ve hatta yer yer bunun tersi tutumlar ortaya çıkmıştır. Özellikle PKK'nin seçimler karşısındaki tutumu, etkin bir biçimde HEP'li adayların desteklenmesi yönünde olması, "boykot" yönünde bir hareketin etkinliğini önsel olarak ortadan kaldırmıştır. Bu açıdan bakıldığında oy kullanmayan %15, 28'lik kitlenin düzenden umutlarını kestikleri, dolayısıyla seçimlerde oy kullanmadıklarını ileri sürmek yanlış olmaktadır.
Oy kullanmayan kesimin çok küçük bir bölümü seçeneksizlik ya da düzenden umutlarını kestikleri için oy vermedikleri kesindir. Ama bunu oy kullanmayan tüm kesim için genelleştirmek hatalı olacaktır.
Özellikle 12 Eylül sonrasındaki genel seçimlere bakarak ve bunlardaki katılım oranlarını ele alarak bir değerlendirme yapmak, temel bir yanılgı oluşturmaktadır. 12 Eylül askeri yönetiminin getirmiş olduğu ve ANAP tarafından etkin bir biçimde korunan ve kullanılan "zorunlu oy kullanma" yasası, geçmiş dönemlerdeki katılımın yüksekliğinin temelini oluşturmaktadır. 12 Eylül askeri yönetiminin yaratmış olduğu terör ortamı içinde insanlar oy kullanmadıkları koşullarda "cezalandırılacaklarını" düşünerek -ki yasa gereği enflasyona göre değişen para cezaları bulunmaktadır- oy kullanmışlardır. Bu açıdan ele alındığında, 20 Ekim seçimlerinde katılımın düşmesinin, kitlelerin gözünde oy kullanmama karşısında devletin "cezalandıracağı" düşüncesinin eski etkinliğini yitirdiğini söylemek çok daha doğru olacaktır. Ancak, aynı şekilde, bu durum, yıllar içinde sürekli olarak politika dışında bulunan belli bir nüfusun yeniden politika dışına çıktığı anlamına da gelmektedir.
Bu açıdan son yirmi yılın seçmen sayısı ve katılımına bakalım:
Örneğin Adana'da 1969 genel seçimlerine katılım oranı %68. 6 iken;1973'de %79'a yükselmiştir. 1977 genel seçimlerinde Adana'da katılım oranı %68. 7 olmuştur. Ancak 1983 genel seçimlerinde bu oran %91. 5'a ve 1987 genel seçimlerinde %93'e yükselmiştir. 20 Ekim seçimlerinde ise bu oran %79. 4 olmuştur.
Ama görülen diğer bir olgu da, Adana'da "sol" oylar olarak tanımlanan CHP ya da SHP+DSP oyları %5 ile %7 arasında azalmıştır.
Benzer durum ülke genelinde de görülmektedir:
Görüldüğü gibi, eğer seçimlere katılım oranları doğru bir biçimde değerlendirilmezse, 12 Eylül sonrasında askeri yönetimin etkinliğini sürdürdüğü 1983 ve hatta 1987 seçimlerindeki yüksek katılım halk kitlelerinin askeri yönetimi desteklediği şeklinde yorumlanacaktır ki, bu temelden yanlıştır. Söz konusu olan, askeri yönetimin yaratmış olduğu terör ortamıyla kitlelerin sindirilmiş olması ve buna bağlı olarak "emredilen" şeyleri yerine getirmeye zorlandıklarıdır.
Son otuz yıldaki katılım oranları şüphesiz bazı sonuçlar vermektedir. Örnek olarak 1969 yılında görülen önemli düşüşün 1973 ve asıl olarak 1977 seçimlerinde önemli bir artış göstermesidir. Bu da CHP'nin ve Ecevit'in "umut" olduğu yıllardır. Ve aynı zamanda bu yıllar kitlelerin yoğun bir biçimde politikaya katıldıkları, kitlelerin politize olma düzeyinin, ülke tarihinin en üst boyutuna uluştığı yıllardır.
20 Ekim seçimlerinde her ne kadar para cezası öngörülmüşse de, seçmenlerin kendi yaşam deneyimlerinden gördükleri gibi, oy kullanmama karşısında karşılaşacakları cezalandırma olasılığı en alt düzeye inmiştir. Dolayısıyla pekçok seçmen günlük yaşantısını değiştirmemeyi tercih etmiştir.
Tüm bunlardan, katılım oranının %84.72'ye düşmesinin hiçbir anlamı olmadığı sonucu elbette çıkartılamaz. Ancak söylemek istediğimiz, bundan olmadık sonuçlar çıkartmanın yanlış olduğudur. Aynı verilerin değişik yaklaşımlarla farklı sonuçları gösterebileceği unutulmamalıdır. Devrimci politika gerçek olgulardan yola çıkar, ancak bunların materyalist yorumu, öznellikten arınmış olmayı zorunlu kılar.
20 Ekim seçimlerinin en önemli olgusu, şüphesiz halk kitlelerinin depolitizasyonunun ulaşabileceği sınırlarına kadar ulaştığıdır. "Demokratik" bir seçim ortamında, "barış" içinde bir seçim yapıldığını ileri süren her kesim, bunun temelinde 12 Eylül askeri darbesiyle başlatılan depolitizasyonun önemli bir yere sahip olduğunu özenle gizlemeye çalışmışlardır. Ve Demirel'in çok iyi biçimde gördüğü gibi, depolitizasyon süreci devam ettiği sürece, düzen partilerinin etkinliklerini sürdürmeleri de olanaksız hale gelmektedir.
Diyebiliriz ki, 20 Ekim seçimleri, bir bakıma depolitizasyon sürecinin ulaştığı en son sınırdır ve aynı zamanda da depolitizasyon sürecinin sona ermek üzere olduğunun bir göstergesidir. Katılım oranının eskiye oranla en alt düzeye inmesi bunun tersini gösteren bir olgu gibi ele alınsa da, sürecin gelişimi ve seçim meydanlarında görülenler yukadaki tesbitimizin ne denli doğru olduğunu göstermektedir.
1987 genel seçimleri, özellikle 1989 yerel seçimleri depolitizasyon sürecinin önemli ölçüde etkisizleşmeye yöneldiğini ortaya koyduysa da, daha sonraki yıllarda sürdürülen politikalarla -ki bunda ANAP kadar SHP'nin de özel bir etkinliği bulunmaktadır- bu yöndeki gelişme frenlenmiştir. Sadece Demirel'in şahsında ve ağzında "konuşan Türkiye" sloganı ile bu yöndeki frenlemeye bir karşı çıkış olmuşsa da, SHP'nin ters yöndeki girişimleriyle fazlaca etkili olamamıştır.
SHP, 1987-91 yılları arasında hemen her yerde kitlelerin politize olmasını engelleyen önemli bir araç olarak faaliyet göstermiştir. nönü'nün şahsında somutlaşan "yumuşak uslüb", aynı zamanda depolitizasyonun sürdürülmesinin bir aracı olmuştur. Ve 20 Ekim seçimlerinde SHP'nin önemli oy yitirmesinin arkasında yatan temel nedenlerinden birisi de budur.
20 Ekim seçim propagandaları sırasında görüldüğü gibi, neredeyse kitlelerin sosyal-demokratların ağzından duymaya alıştığı tüm sözler ve sloganlar Demirel'in ağzından ifade edilmiştir. Yine Demirel'in ifadesiyle "ödünç oylar" ilk kez bu seçimlerde gündeme gelmiştir. DYP kitleleri politikaya çekebildiği oranda oylarını artırmıştır.
20 Ekim seçimlerinin sonuçlarından birisi de, 12 Eylül sonrasında ve ANAP iktidarı döneminde sürdürülen politikalarla ülke içinde %20 civarında bir kesimin kendi çıkarları doğrultusunda hareket eder hale geldiğidir. ANAP seçmeni olarak ortaya çıkan bu kesim, DYP'nin tüm çabalarına rağmen seçim döneminde ANAP'tan kopartılamamıştır. Özellikle İstanbul 1. , 2. , 5. ve 8. seçim çevrelerinde görülen bu kesim, bu seçim çevrelerinde toplam oyların %30'unu oluşturmuşlardır. Bu kesimin özelliği, politika yerine ekonomiyle ilgilenen, bu nedenle de kendisini "ekonomi uzmanı" sanan kent küçük-burjuvazisi olmasıdır. Genellikle büyük kentlerde ortaya çıkartılan "yeni tüketiciler" kitlesini oluşturmaktadırlar. Yaşam standartlarında önemli değişimler olan, genellikle her türden beyaz eşya alıcısı ve tüketicisi olan bu kesim, özellikle ithalatın serbest bırakılmasından önemli ölçüde yararlanmışlardır. Bu kesim için, ithalatın serbest bırakılmasıyla, kimlerin ne kadar kazandığı değil, kendisinin yıllardır özlemini çektiği tüketim mallarını alabilmesi önemlidir. Dolayısıyla, yeni bir iktidarın ithalatı yasaklaması olasılığından önemli ölçüde korkmaktadırlar. "Alıştık"larını iddia ettikleri tüketim standardını yitirmemek için ANAP'a oy vermişlerdir. Genel bir deyişle "blue-jean alıcısı" olarak tanımlanabilecek bu kesimin, kesinkes ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunlarla ilgilenmek diye bir yaklaşımları yoktur. Onlar açısından, "emperyalizm", "sömürü", "bağımsızlık" gibi kavramlar "içi boş sözler"dir, "ölmüş ideolojilerin" ifadeleridir!
Bu kesim üzerine çok şeyler söylenebilirse de, bu kesimin "gerici" bir kitle olduğu (klâsik anlamda) söylenmesi olanaksızdır. Bu kesim, geçmiş dönemlerde CHP'nin önemli bir oy kitlesini oluşturmaktadırlar. Ve hatta bir kesimi eski dönemin etkin sol kitlesinden gelmedir. Bu nedenlede, kendi konumlarını tanımlarken, ideolojik kavramlara dayanabilmektedirler. Aynı zamanda bu kesim, ülkedeki depolitizasyonun sürmesinde önemli bir yere sahip olmuşlardır. ANAP döneminde sürdürülen ekonomi-politikaların baş destekcisi olan bu kesim, aynı zamanda tüketici olarak bu politikalardan yararlanan en önemli kesim olmuştur. thal edilen tüketim mallarının en önemli alıcısı olarak pazarda etkin bir yere sahip olmuşlardır. Bu kesimler, 12 Eylül önceside hangi kesimde yer almış olurlarsa olsunlar, son dönemin ekonomi-politikalarıyla yakaladıklarını kabul ettikleri yaşam standardı ile 1980 öncesini kıyaslamaktadırlar. Bundan çıkardıkları sonuç, o yılların boşa giden yıllar olduğu ve kendilerinin onca yıllarının birileri tarafından "boşa harcatıldığı"dır.
Bu kesimin en önemli ideologları, M. Belge, O. Ulagay, M. Barlas gibi isimlerdir. Çetin Altan ve oğulları bu isimlerin "ideolojisiz" kesimini oluşturmaktadır. Sol kesimde ünlü "Kuruçeşme" düzenleyicileri ve destekcileri de bu ideologlar arasında sayılabilir. Bunlar yanında eski TSİP ve TİP kesimlerinde yer almış bazı isimlerden de sözedebiliriz. Örneğin O. Baydar bu açıdan tipik bir konuma ulaşmıştır. Bu kesimler açısından uygun bir platform görevi gören Star-1'de ulaştığı konumu tam bir "politikadan uzaklaşma" olarak tanımlarken, Ahmet Altan bile şaşkınlığa düştüğünü gizleyememiştir.
Bu kesimin yoğun olarak stanbul'da belli semtlerde yoğunlaşmış olması da şaşırtıcı değildir. Özellikle izlenen ekonomi-politikanın yaratmış olduğu yeni rantlar ve karların ortaya çıktığı yerler ile bu kesimin yaşam yerleri arasında aynılık bulunmaktadır. Aynı durumun Ankara'da çok daha sınırlı kalmasının nedeni de budur.
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi
Halkın Devrimci Öncüleri
Merkez Yayın Organı
KURTULUŞ
6. Sayı - 1992