Revizyonizmin İflası
ve Birkaç Küçük Anımsatma
1991 yılının sonlarına gelinirken, dünya çapında en çok konuşulan konulardan birisini, geçen yıl olduğu gibi SSCB'deki gelişmeler oluşturmuştur. Özellikle Ağustos ayında girişilen ve ne olduğu, neden olduğu kesinkes bilinmeyen "darbe" girişiminden sonraki gelişmeler, yıl sonuna doğru "Slav cumhuriyetleri" tartışmalarıyla birlikte yeni bir döneme girdiği hemen herkes tarafından bilinmektedir. Kimilerinin yeni bir "Rus" devletinin doğuşuyla birlikte ortaya çıkabilecek olası çatışmalar ve "büyük Rus milliyetçiliğinin" yaratabileceği olası uluslararası "savaş" durumları üzerinde yoğun bir tartışmaya ve irdelemeye giriştikleri de bilinmektedir. Emperyalizmin şu anda varlığını sürdüren resmi ve sürekli kurumlarından birisi olan NATO'nun belirlemeleriyle ifade edilecek olursa, dünya çapında "belirsizlikler" bulunmaktadır ve bunlar emperyalist ülkeler başta olmak üzere, her kesimi ilgilendirecek sonuçlara gebedir.
İster Almanya'nın 1991 yılı içinde, özellikle de Ağustos ayından sonra açıkca sergilediği tutum farklılıkları, giderek emperyalist ülkeler arasında yeni bir paylaşımın gündeme açıkca girmesine yol açması olsun, ister "Slav birliği" girişimlerinin çağrıştırdığı tarihsel örneklerin "ürküntüsü" olsun, tümü de tarihsel gelişim içinde, emperyalizmin varabileceği yerleri ve sınırlarını ortaya koymaya yetmektedir.
"Perestroyka" diyerek herşeyin altüst edildiği bir Marksist literatür içinde gelişmeleri değerlendirmenin "artık olanaksız" olduğunu ileri sürenler bile, bugün olmasa da, yakın bir gelecekte, yeniden "eski" diyerek "çöp sepetine" atlaya çalıştıkları Marksizmin evrensel tezlerine dönmek zorunda kalacakları da bu gelişmelerle bir kez daha ortaya çıkmıştır.
"Emperyalizm nedir?" sorusunun yeniden "eski tezlerle" işlenmesinin pekçok Marksizm kaçkını entellektüel için bir "acı şurup" da olsa, kaçınılmaz sonuç bunlar olacaktır. Bu konuda fazla birşey söylemek yerine, hemen herkesin gözü önünde gerçekleşen ve bu nedenle fazla bir zeka ve bilgi birikimine gereksinme göstermeyen olaylara yüzeysel olarak bakmak bile yeterli fikir verecektir.
Emperyalizm, herşeyden önce, tekele, tekelci sermayeye, mali oligarşiye dayanır. Lenin'in klâsik tanımıyla söylersek, "emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı, sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler tarafından paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyanın bütün topraklarının en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir".[1*]
Aynı şekilde emperyalizm, "sayıları gitgide artan küçük ya da zayıf ulusların zengin ve güçlü birkaç ulus tarafından sömürülmesi"[1*] demektir.
İşte kapitalizm varoluduğu sürece, tekelci kapitalizmin bu nitelikleri varolacaktır.
Bugün ister Amerikan emperyalizmi açısından, ister Batı-Avrupa'nın emperyalist ülkeleri açısından, isterse Japon emperyalizmi açısından olsun, sorun, pazar sorunudur ve SSCB'nin parçalanmasıyla birlikte ortaya çıkan "yeni pazarlar"ın nasıl paylaşılacağı sorunudur.
Bu bağlamda, Alman tekelci sermayesinin Yugosyavya olaylarında birinci derecede rol üstlenmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Aynı şekilde, İngiltere'nin AT konusunda sürekli "sorun çıkartan" taraf olarak yer alması da emperyalizmin doğasıyla açıklanabilinir.
Burada biz, dünyadaki son gelişmeleri ayrıntılı bir biçimde ele almayacağız. Konumuzu bu gelişmelerin ortaya çıkmasından önce ve bu gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olan olayların başlangıçında "yeni bir dünya" hayalleri kuran, "yepyeni bir sosyalizmin doğuşu" karşısında "huşu" içinde "Marksizmin ölümünü" ilan eden revizyonistleri anımsatmakla sınırlayacağız.
Evet, tüm bu gelişmeler, ünlü "perestroyka", "glastnost" çığlıkları arasında başlamıştır. Revizyozmin revizyonuna girişenler, Marksizmi tümüyle bir yana bırakarak, SSCB'deki ekonomik sorunları ve revizyonizmin uluslararası alanda karşılaştığı açmazları "çözümlemek" için kollarını sıvadıklarında Marksizmin her türlü tez ve belirlemesini bir yana bırakmaya özen göstermişlerdir. Kendi sözleriyle, "artık Marks, Engels, Lenin'den alıntılar yaparak dünyanın tahlil edilmesi olanaksızdı"! Böylece Marksizm-Leninizm bir yana bırakıldı ve teori "gereksiz bir ağırlık" olarak ilan edildi.
Teorinin yol göstericiliğinin, aynı zamanda bilimin ve bilimsel yöntemlerin yol göstericiliğinin reddi anlamına geldiği de unutturuldu. Yeni dönemin yeni ilişkilerinin mavranılmasının, ya da popüler dilde ifade edildiği gibi, "çağı yakalamanın", artık eski tarzda "alıntılar yoluyla" olanaksız olduğu ileri sürüldü. [2*] Marks'ın en yeni yazısının 100'dan daha yaşlı olduğu söylenerek, "çağı yakalamanın yolu" nun "pragmatizm"den geçtiği ilan edildi.
Stalin'e veryansın edilerek, "sovyetik demokrasi"nin nasıl yokedildiği, iktidar organı olan işçi ve asker sovyetlerinin nasıl işlevsiz kılındığı üzerine "fetvalar" verildi.
Ve tüm bunların arkasından "sosyalist demokrasi"nin Gorbaçov reformlarıyla nasıl "güneş" gibi parlayacağı;sosyalizmin "yitirdiği prestijini" nasıl "yeniden kazanacağı" üzerine yeni "düşler" kuruldu. Hemen herkez "perestroyka" ile gerçekleşecek "sosyalizmin" hayali ile Marksizm-Leninizmden kopuşlarını kutladılar.
Önce Polonya, Macaristan ve Çekoslavakya "gitti". Bunların ardından "sosyalist devrim"in ne olduğu ve buralarda "sosyalist devrim" olup olmadığı üzerine tefrikalar yayınlandı. Marksizmin "hümanist" yanı keşfedildi ve "gerçek Marksistlerin" Gorbaçov ile "asıllarına" nasıl döndüğü üzerine nutuklar atıldı.
Sonra sıra Demokratik Almanya'ya geldi. "Stalinizmin bir kalesi" daha yıkıldı ve üstelik arkasında ünlü Berlin duvarının yıkıntısını da götürdü. Demokratik Almanya'nın ardından, sosyalizmin nasıl "duvarlar" örebildiği üzerine bilimsel incelemeler yapıldı. Duvarın yıkılmasıyla sosyalizmin "bir ayıbından daha kurtuldu"ğuna karar verilerek seviç çığlıkları atıldı.
Ve ardından "direnenler" geldi. Çavuşesku trajik biçimde öldürüldü. Jikov küçük bir manevrayla enterne edildi.
Başta emperyalizm olmak üzere, tüm revizyonistler ve oportünistler mutluydu. Gün onların günüydü. Dünya isitedikleri gibi biçimleniyordu!
Bu mutluluk içinde, küçük çatlak sesler duyulmuyor değildi. Fidel Castro perestroykaya "direniyor"du. Her ne kadar revizyonistler Gorbaçov'un Honecker'e uzattığı dudağının Castro'yada uzatacağından emindiiseler, biraz daha bu çatlak sese tahamül edebileceklerini düşünüyor ve bunun tesellisiyle mutluluklarını sürdürüyorlardı.
Ve sıra SSCB'ye geldi. . .
Ligaçev gibi "muhafazakar sağcılar"ın dünya için ve sosyalizm için ne denli tehlikeli olduğu ileri sürülmeye başladı. Oysa bunlar dünün klasik revizyonistleriydi ve şimdi onları eleştirenler gene revizyonistlerdi. Bu sağcılar elbette tasfiye edileceklerdi. Çünkü dünyanın gidişi tersine çevrilemezdi. Gerçekte ise bunların tek suçu eski tarz revizyonist konumunda kalmalarıydı.
Gün geldi, Gorbaçov "şeytanlaşmaya" başladı. Ve geri-bıraktırılmış ülkelerin bir takım revizyonistleri gidişatın hiçde istedikleri gibi olmadığını "hissetmeye" başladılar. Her ne kadar artık "dünya sosyalist hareketi"nde "sosyalist demokrasi" kurulmuşsa da, "hissettiklerini" söyleyerek "sosyalizme" zarar vermek istemediklerinden, sesleri pek fazla çıkmadı.
Gün günü kovaladı. Her gün "midelerde kraplar" yaratan yeni olaylar gelişmeye başladı. Malta zirvesi ile yeniden çoşkuya kapılan revizyonistler, Romanya'daki "devrim"i kutlayarak neşelerine neşe kattılar. Yeni yapılan SBKP Kongresinde sağcıların azda olsa etkinlik sağlamalarından biraz korkuya kapıldılarsada, Amerikanın olanca gücüyle desteklenen Gorbaçov'un uluslararası ünü gittikce güçlendiğini görerek neşelerini korumayı bildiler.
Hemen her yerde revizyonizm başını almış gidiyordu. Ne geçmişi ile ilgileniyordu, ne Marksizmle. Ama unuttukları geçmişi olmayanın geleceği olamıyacağıydı.
İşte bu sıralarda Saddam dünya gündemine girdi. Heredeyse tüm emperyalist ülkeleri harekete geçirdi. Birleşmiş Milletler 1950'li yılların başındaki görünümüne yeniden büründü. Tüm kararları Amerika dikte ettiriyor ve hemen hemen birkaç cılız itiraz dışında tartışmasız kabul ediliyordu. Emperyalizm, Amerika'nın önderliğinde Körfez Savaşı'nda gövde gösterisi yaparak, en küçük bir toprağını bile gözden çıkarmıyacağını ilan ederken, revizyonistler "yeni dünya düzeni" içinde kapitalizmin sosyalizme nasıl yaklaşacağının hayalleriyle günlerini geçiriyorlardı.
SSCB'de önde gelen tüm yöneticilerin sırayla kapitalizme övgüler düzmeleri bile revizyonistleri hayallerinden uzaklaştırmaya yetmedi. Amerikan basın ve yayın tekelleri tarafından Yeltsin hızla dünyanın gündemine "yeni lider" olarak yerleştirilirken, revizyonistler Gorbaçov'un aradında "sonsuza kadar" nasıl yaşayacaklarını düşünüyorlardı.
Ve artık "deccal kapıyı zangır zangır" çalmaya başladı.
Ağustos darbeciğinden sonra "kurtarılan" Gorbaçov'un perişan bir vaziyette uçaktan indirilişi bile revizyonistleri uyandırmaya yetmedi. Çünkü onlar "darbeçiklere" lanetler yağdırmak ve Gorbaçov'un kurtuluşunu kutlamakla meşguldüler. [3*]
Artık gün Slavların günüydü. Gün Yeltsin'in günüydü. Revizyonistler, büyük iddialarla başladıkları revizyonlarında varmak istedikleri günü görmüşlerdi artık.
Bunları ve bundan sonrasını tarih yazacak şüphesiz. Ama bir gerçek kesinleşmiştir, artık revizyonizm kendi tarihini tamamlamış ve sayfalar arasında kaybolmuştur. Onların yitişlerinin ardından ağlayacak hiçkimse bulunmayışı, geleceğin olası revizyonistleri için belki bir ders olacaktır.
Hepsi bu!
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi
Halkın Devrimci Öncüleri
Merkez Yayın Organı
KURTULUŞ
6. Sayı - 1992
Dipnotlar
1* Lenin: Emperyalizm, s: 108, Sol yay.
2* Revizyonistler bu konuda öylesine çoşkuluydukiler, düşüncelerini açıklamak için herhangi bir referans göstermeye bile gerek duymuyorlardı. Üstelik bu tür referans göstermeler, yani alıntılar, kesinkes "doğmatizm" olarak reddediliyor ve hatta kınanıyordu. Oysa dünya çapında, her türden bilimsel çalışma ve araştırma bir başka çalışma ve araştırmaya atıf yapar ve referans gösterir. Bilim dünyasının bu gerçeği ortadayken, hatta bir bilimsel çalışmanın dünya çapında olup olmadığının ölçütü olarak, o çalışmaya yapılan atıfların sayısı ele alınırken, böylesine bir red durumu anlaşılamaz bir mantık sakatlığını içeriyordu. Ama ne yazık ki, bu sakat kafa yapıları ellerindeki herşeyi yitirmeye yöneldiklerini bir türlü kabul edemediler.
3* Tabi bunlarla birlikte bazı eski revizyonistler de, "darbeciği" hararetle karşıladılar. Öyleki, daha neyin ne olduğunun bile bilinmediği ilk gün açıklamalarıyla, dünya tarihinin yeni bir evresinin açıldığını, artık sıranın devrim dalgasının yükselmesine geldiğini ilan ettiler. Ne yazık ki, beyanlar basında yer aldığı gün, bu "dalga" "darbeciler" tarafından çoktan geçilmişti.