Nikaragua'da
Devrim ve Seçim
"Genel olarak kapitalizm ve özel olarak emperyalizm, demokrasiyi bir hayal haline getirir -ama aynı zamanda kapitalizm, yığınlarda demokratik esinler uyandırır, demokrasiyi yadsıyışıyla, demokrasi için yığınsal mücadele arasındaki çatışmayı şiddetlendirir. Kapitalizm ve emperyalizm ancak iktisadi devrimle devrilebilir; demokratik dönüşümlerle, en 'ideal' demokratik dönüşümlerle bile devrilemez. Ne var ki, demokrasi mücadelesi okulunda okumamış olan bir proletarya, iktisadi bir devrim yapma yetisine sahip değildir."
LENİN
Aralık 1989 ayından itibaren başlayan "yeni" sürecin son halkalarından birisini de Nikaragua'da yapılan genel seçimler oluşturmuştur. Nikaragua seçimleri, kararlaştırıldığı andan itibaren pek az dikkat çeken olaylardan birisi olarak ortaya çıkmıştır. Gerek Sandinistlerin kitleler üzerindeki etkisi, gerekse devrimin olağanüstü prestiji, ilk bakışta seçimleri Sandinistlerin kazanacağını gösterdiği için, hemen her kesim tarafından olağan bir olay olarak kabul ediliyordu. Ancak yapılan seçim sonucunda V. Chamorro'nun oyların %54'nü alarak devlet başkanı seçilmesi, FSLN'nin oylarının %42'de kalması, bütün dikkatlerin yeniden Nikaragua'ya çekilmesine neden oldu. Doğu-Avrupa' da meydana gelen olayların "şok"u üzerine FSLN' nin devlet başkanlığı seçimlerini yitirmesi, yeni bir "şok" dalgası yarattı.
Demokratik devrim programı üzerine hiçbirşey söylemeksizin, soyut düzeyde "demokrasi", "çok partililik" ve "burjuvazi'ye oy hakkı tanınması" üzerine pek çok kesimden FSLN'ye yönelik eleştiriler, böyle bir "şok" dalgasının ürünüydü. Sosyalizmde çok-partililiği savunan kesimlerden, proletarya diktatörlüğü altında burjuvazinin seçme ve seçilme hakkına sahip olmasını "pis işler" olarak gören çevrelere kadar geniş bir kesim tarafından yöneltilen eleştiriler ve "övgüler" arasında FSLN' nin aldığı %42'lik oy ve Sandinist Halk Ordusu'nun konumu ve devrimin getirdiği kazanımların kitlelerce benimsenmişliği bir yana bırakıldı. Soyut bir demokrasi tartışması içinde, "saf demokrasi" ile demokratik halk devriminin niteliği birbirine karıştırıldı.
Oysa Nikaragua'da FSLN'nin öncülüğünde bir demokratik halk devrimi gerçekleştirilmiş ve iktidar ele geçirilerek halk demokrasisi kurulmuştur. Bir yandan emperyalist sömürü mekanizmasına göre kurulmuş ekonomik yapının demokratik tarzda yeniden örgütlenmesine gidilirken, diğer yandan siyasal alanda demokrasinin her yönden kurulması ve geliştirilmesi için çaba gösterilmiştir. Demokratik halk devrimi sonrasında çok-partili seçimlerin yapılması, siyasal yönetim ilkeleri açısından gerekliliği ile seçimlerin hangi koşullarda ve nasıl bir sisteme göre yapılacağı sorunu birbirine karıştırılamayacağı açıktır. Nitekim 1984 yılında ülkede çok-partili seçimler yapılmıştı. Bu seçimi burjuva partileri boykot etmiş olmalarına rağmen, seçimlerin çokpartililiği açık bir biçimde görülmüştür. Bu durum, son yıla kadar çeşitli sol kesimler tarafından önemsenmezken, bu kez burjuva partilerin boykot tutumlarından vazgeçmeleriyle yapılan seçimler herşeyin önüne geçirilmektedir. Demokratik halk devrimi ile sosyalist devrim arasındaki ilişki ve farklılıklar bir yana bırakılarak, Nikaragua devrimi ve bu devrimin öncüsü FSLN hakkında ortaya atılan iddialar ve değerlendirmeler, bu açıdan gerçeklerden bir uzaklaşma anlamına gelmektedir.
DEMOKRATİK HALK İKTİDARI VE ÇOĞULCULUK
Nikaragua Devrimi, anti-emperyalist ve anti-oligarşik bir devrimdir. FSLN'nin yönetimi altında gerçekleştirilen bu devrimde anti-oligarşik yanın anti-somozaist yanla birleşerek daha geniş kesimlerin katılımına yol açmıştır. Anti-emperyalist yan ise, emperyalizmin doğrudan askeri müdahalesinin gerçekleşmediği koşullarda sürdürülen bir mücadele olarak biçimlenmiştir. Amerikan emperyalizmi, Vietnam Halk Savaşının zaferinin yaratmış olduğu ilişki ve çelişkiler içinde Nikaragua Devrimi'ne doğrudan müdahale edememiş, iktidarın ele geçirilmesinden önce açık bir anti-emperyalist savaş gündeme gelmemiştir. Amerikan emperyalizminin desteği ile "kontra"ların sürdürdüğü silahlı saldırılar ortamında, yani emperyalizmin dolaylı askeri müdahalesi ortamında, uzun bir savaş dönemi, iktidarın ele geçirilmesinden sonra ortaya çıkmıştır.
Anti-oligarşik mücadelenin anti-somozaist nitelikte biçimlenmesi ve emperyalizmin doğrudan müdahalesinin gerçekleşmediği bir ortamın olması, Nikaragua Devrimi'nin biçimini de belirlemiştir. Nikaragua Devrimi'nin temel özelliği, tüm halk devrimlerinin ortak özelliği olan devrimci silahlı mücadele yürütülerek politik iktidarın ele geçirilmesidir. Dolayısıyla, FSLN'nin öncülüğünde gerçekleştirilen halk devrimiyle kurulmuş olan halk iktidarı, bu temel özelliğe göre gelişmiş ve biçimlenmiştir. Devrim mücadelesine, anti-oligarşik mücadelenin genel güçleri yanında, oligarşinin anti-samozoist kesimleri de katılmıştır.
Genel olarak demokratik halk iktidarı, başta proletarya ve köylülük olmak üzere, tüm halkın iktidarıdır. Halk iktidarı olarak yalın bir tarzda proletaryanın değil, aynı zamanda diğer halk kesimlerinin de çıkarını ifade eder ve bu çıkarları gerçekleştirme platformu olarak görev yapar. Böyle bir iktidarın sınıfsal bileşiminin çokluğu ile, iktidarın çoğulculuğu arasında tam bir uyum bulunması gerekir. Değişik halk sınıflarının kendilerini değişik siyasal örgütlenmelerde ifade etmeleri, demokratik halk iktidarının temel niteliklerindendir. Bir başka deyişle, demokratik halk iktidarında, devrimin sınıf güçleri ile siyasal örgütlenmeleri arasında doğru bir orantı bulunur. Değişik sınıfların siyasal örgütlenmelerin siyasal yönetimde yer almaları, onların kitle içindeki etkilerine bağlıdır ve ona göre belirlenir. Ama, böyle bir etkinin belirlenmesi için somut ölçütler gerekir ve bu ölçütlerden birisi de genel seçimlerdir. Bu bağlamda, Nikaragua seçimleri, demokratik halk iktidarı ile hiçbir biçimde çelişmemektedir.
Demokratik halk devriminin gerçekleştirilmesinde proletarya partisinin görevleri, aynı zamanda bu devrimin sürekli kılınarak sosyalist devrime dönüştürülmesi ile bağlantılıdır.
Kesintisiz devrim perspektifiyle, demokratik devrim, sosyalist devrime dönüştürülmediği sürece, gerilemek ve devrimin kazanımlarının yitirilmesi kaçınılmazdır. Ancak sosyalist devrimin sınıf güçleri ile demokratik devrimin sınıf güçleri bir ve aynı değildir. Dolayısıyla sosyalist devrime yönelik her adım, demokratik devrim güçleri arasında belli bir ayrışmayı ve direnmeyi ortaya çıkarır. Özellikle orta ve küçük köylüler ile kent küçük-burjuvazisinin direnci önem kazanır. Burjuvaziye karşı yürütülen mücadelede küçük-burjuvazinin "kararsızlığı"nın alt edilmesi büyük bir öneme sahipter. Bu kesimlerin proletarya tarafından kazanılması sözkonusu ise de, asıl olarak kapitalistlere ve büyük toprak sahiplerine karşı mücadelede "tarafsızlaştırılmaları" sözkonusudur. Bu "tarafsızlaştırma" ve kazanma faaliyetlerinin demokratik halk iktidarı koşullarında, halk iktidarı temeline ve onun yasallığı düzeyinde yürütülen bir mücadele haline gelmesi, aynı zamanda sosyalist devrime kesintisiz devrim perspektifi temelinde geçilmesini sağlar. Ama bu güçler, mevcut iktidarın yasallığının dışına çıktıklarında ve özellikle de emperyalizmle işbirliğine yöneldiklerinde, onların zor yoluyla bastırılması kaçınılmaz olur ve bu durumda, bu kesimlerin demokrasiden dışlanmaları gündeme gelir. Bu, aynı zamanda, proletaryanın öncülüğünde gerçekleştirilen halk devriminden sosyalist devrime, içsel evrimle (barışçıl) geçişin koşullarıdır. Lenin'in "Nisan Tezleri"nde ortaya koyduğu "barışçıl geçiş" sadece bu biçimde olanaklıdır.
İşte Nikaragua Devrimi'nin karşılaştığı temel sorun bu noktada belirginleşmektedir. Ve yapılan genel seçimler, bu bağlamda, halk iktidarı koşullarında barışçıl mücadelenin bir biçimi olarak tanımlanabilir.
Ancak böyle bir yolun kullanılmasının birinci önkoşulu, halkın silahlanmış olması iken, ikinci önkoşulu, muhalefetin halk iktidarının temellerine karşı olmamaları ve onun yasallığını tanımaları ve bu yasallık içinde hareket etmeleridir. Bu ortamda proletarya ve müttefiklerinin demokrasi içinde eğitilmeleri olanaklı olmaktadır. Yitirilen seçimler, bu eğitimin bir parçası olarak da değerlendirilebilir. Ve sosyalist devrim yolunda ileri bir hamle olarak kabul edilebilir.
Bütün bunların gerçekliğinde uluslararası zemin ise, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı yanında, emekçi halkın ve proletaryanın kendi kaderini tayin hakkının kesin bir kabulüdür. Aksi halde gerek bu seçimler nedeniyle, gerekse seçim sonucunda oluşacak hükümetin değişmesi olasılığıyla ortaya çıkabilecek otorite boşluğu ya da iç bölünmelerinden emperyalizmin yararlanması olanaklı olacaktır. Bu durumda, halk iktidarının kendisini kurumlaştırmış olması ile yönetim biçimi arasında yasal ve maddi bir ilişki geliştirilmiş olması şarttır. Anayasal düzeyde devrimin kazanımlarının güvenceye alınması ve bunun halkın silahlı örgütlenmesiyle korunması ve geliştirilmesi gerekmektedir. Aksi halde, demokratik devrimin burjuva iktidarına dönüşmesi ve böylece kapitalizmin gelişmesine "saf"ça katkıda bulunması kaçınılmaz olacaktır.
Nikaragua Devrimi'nin bu temel koşullar yanında, bir dizi sorunu da bulunmaktadır. ve sorunların her biri, demokratik halk devriminden sosyalist devrime geçilmesinin engelleri olarak ortaya çıkmaktadır.
İlk temel sorun, emperyalizmin dolaylı müdahale koşullarında bulunulmasıdır. Kontra saldırıları ve emperyalizmin uyguladığı ekonomik abluka, demokratik halk iktidarında gerçekleştirilmesi gereken temel dönüşümlerin tamamlanmasını engellemektedir. Bu dönüşümlerin tamamlanmadığı koşullarda ise, sosyalist devrime geçilmesi, başlı başına bir dizi sorunu çözmek zorunda kalacaktır. Ekim Devrimi'nden sonra Sovyetlerde ortaya çıkan sorunlar, bunun ilk tarihsel örneklerini oluşturmaktadır.
Ama Nikaragua gibi küçük bir ülkede, böyle bir geçiş, ancak uluslararası proletaryanın enternasyonalist yardımıyla olanaklıdır. Fakat, SSCB ve diğer sosyalist ülkelerdeki gelişmeler, böyle bir yardımın olanaksızlığını ortaya koymaktadır.
Nikaragua Devrimi'nin karşılıştığı ikinci sorun, bu son olguyla ilintilidir. Emperyalizmin ileri hareketleri ile kendi varlığını bile koruyamayan bir sosyalist ülkeler zincirinin kırılması, kaçınılmaz olarak Nikaragua'daki kitlelerin mücadele kararlılığını da ektileyebilmektedir. Özellikle "tarafsızlaştırılması" gereken kitle açısından bunun özel bir yeri bulunmaktadır. Bu koşullar altında, Nikaragua Devrimi'nin tek uluslararası maddi desteği olarak Küba kalmaktadır. Küba ekonomisi ise, birden çok ülkede, her yönden sosyalizmin inşası için gerekli kaynaklara ve olanaklara sahip değildir. böylece Küba ve Nikaragua halkları, uzun yıllar sürecek bir fedakârlığa katlanmaları dışında hiçbir seçeneğe sahip değillerdir.
Nikaragua Devrimi'nin karşılaştığı üçüncü sorun, yukardaki iki sorunun bir yansıması olarak varlığını sürdüren devrim öncesindeki emperyalist sömürü mekanizmasının bıraktığı ekonomik mirasın olağanüstü kötülüğüyle belirlenmiştir.
Demokratik halk iktidarında, sosyalist devrimden farklı olarak, ancak sosyalist devrimin gerçekleştirilmesine de hizmet edecek bir ekonomik düzenlemeye gidilmesi gerekmektedir. Ekonomik ve sosyal yaşamın yeniden düzenlenmesinde, emperyalist sömürünün yaratmış olduğu ilişkilerin tasfiye edilmesi ve oligarşik yönetimin getirmiş olduğu çarpıklığın ortadan kaldırılması şarttır. Emperyalist kuşatma altında ve emperyalizmin dolaylı müdahale koşullarında gerçekleştirilecek bir ekonomik inşa faaliyeti, kaçınılmaz olarak halk kitlelerinin olağanüstü fedakârlığı ve proletaryanın enternasyonalist dayanışmasıyla olanaklıdır. Dünyanın en kötü yaşam koşullarına sahip Somoza iktidarında bile belli bir yaşam olanağı bulabilen bazı kesimler, devrim sonrasında, çoğu zaman böyle bir olanaktan bile yoksun kalacaklardır. Sosyalist sistemin bunalıma girdiği ve proleter enternasyonalizminden yıllar önce uzaklaşmış bir SSCB'nin varlığı koşullarında, kendi gücüne güvenmekten başta bir seçenek bulunmamaktadır.
1990 SEÇİMLERİNİN ÖĞRETTİKLERİ
Nikaragua seçimlerinin öğrettiği en temel derslerden birisi, emperyalist kuşatma altında bulunan devrimci bir iktidarın, halk kitlelerinin devrime bağlılıklarını zayıflatmak ve morallerini bozmak için emperyalist propaganda araçlarının muazzam gücüyle karşı karşıya olduğudur. Bu güç, emperyalizmin uluslararası ticari ve mali işlemler üzerindeki denetimiyle birleşerek, halk kitlelerinde farklı çözümlerin olabileceği umudunu yaratmaktadır.
İkinci ders, 1917 Ekim Devrimi'nden bu yana, dünya çapında devrimci mücadelelerin maddi ve manevi destekleyicisi olan, devrimci mücadelelerin arka cephesi olarak faaliyet gösteren sosyalist ülkelerin yarattığı moral etmenlerin, tarafsızlaştırılmış kitlelerin konumu üzerinde olumlu bir etkiye sahip olduğu ve bunun günümüzde önemli ölçüde ortadan kalktığıdır.
Dolayısıyla, devrim aşamasında iktidarın ele geçirilmesi sırasında, devrimci görevlerin önemli bir bölümünü oluşturan belli bir kitlenin tarafsızlaştırılması politikası, yeni gelişmelerle birlikte, yeni politikalarla yeniden tanımlanmak durumundadır. Bu kesimlerin tarafsızlaştırılması, artık tek başına yeterli değildir. Bunlar aynı zamanda, kazanılması gereken kesimler durumundadırlar. Silahlı ayaklanma ya da devrimci savaş dönemlerinde tarafsızlaştırmanın getirdiği avantajların, barışçıl ve yasal bir mücadele sürecinde de (halk iktidarı koşullarında ve yasallığında) sürdürülmesinin yolları bulunmak zorundadır. Aksi halde, emperyalizm, uluslararası ilişkileri aracılığıyla ve "rüşvet" yöntemleriyle bu kitleleri (dışsal olarak) kendine çekebilmektedir.
Üçüncü ders, revizyonist partilerin çok kısa sürede devrim saflarını terk ederek, emperyalistler ve yerli burjuva unsurlarla uzlaşabildiğidir. Revizyonistlerin stratejik bir müttefik olamayacakları Nikaragua seçimleriyle bir kez daha açığa çıkmıştır. İşbirlikçi-tekelci burjuvaziyi "milli burjuvazi" olarak ilan eden ve bu kesimlerle ittifak politikaları temelinde bir uzlaşma zeminleri arayan revizyonist partilerin, bu stratejik görüşlerinin değişmediği ve değişmesinin de olanaksız olduğu görülmüştür. Şubat 1990 seçimlerinde UNO (Birleşik Ulusal Muhalefet) içinde yer alan PSN'nin yıllardır izlediği politika, kendilerine göre belirledikleri "milli burjuvazi" ile ittifak olmuştur ve UNO'ya katılmaları, bu politikalarının tarihsel bir sonucudur. 1979 sonlarından 1987 'ye kadar PSN, SSCB ve Doğu-Avrupada'ki gelişmelere paralel olarak eski politikasına geri dönmüştür.
1974 yılında, önderliğini liberal burjuvazinin oluşturduğu ve başkanlığını J. Chamorro'nun yaptığı UDEL (Demokratik Kurtuluş Birliği)'ne ilk katılan partilerden birisi de PSN olmuştur. 1978 Mayıs'ına kadar UDEL içinde kalan PSN, FSLN'nin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan bölünmelere paralel olarak kurulan FAO'ya (Geniş Muhalefet Cephesi) katılmak durumunda kalmıştır. FAO, UDEL'e göre, daha geniş bir cephe olmakla birlikte, en temel özelliği FSLN'yi de kapsamasıdır. Ancak bu cephe içinde J. Chamorro'nun partisinin etkinliğini sürdürmesi karşısında FSLN, MPU (Birleşik Halk Hareketi) adı altında yeni bir cephe daha örgütlemiştir. Eylül 1978 ayaklanmasından sonra kurulan MPU'nun gelişmesi karşısında PSN, FAO'dan ayrılarak, bu cepheye katılmıştır. Liberal burjuvazinin kitleler üzerindeki etkisinin kırılmasının bir sonucu olan bu durum, aynı zamanda, FSLN'nin devrimin öncülüğünü kesinkes ele geçirmesi sonucunu doğurmuştur. Şubat 1979'da devrimin sonuna kadar sürdürülmesi karşısında yer alan bazı küçük-burjuva kesimlerin engelleme hareketleri karşısında FSLN, kendi öncülüğünde FPN'yi (Ulusal Yurtsever Cephe) oluşturmuştur. Devrimci savaşın sonuna kadar sürdürülmesinin örgütü olarak FPN'ye katılan PSN, böylece gerek liberel burjuvazinin, gerekse küçük-burjuvazinin sağ-kanadının etkisinden uzaklaştırılmıştır. PSN, küçük-burjuva örgütleri olan PPSC (Halkçı Sosyal Hıristiyan Parti) ve PLI (Bağımsız Liberal Parti) gibi, bu süreçte FSLN'nin önderliğindeki FPN'ye katılmışlardır.
İşte Şubat 1990 seçimlerinde FSLN'nin devrimi sürekli kılmak ve demokratik halk devrimini geliştirmek mücadelesini yükselttiği koşullarda, bu üç parti, liberal burjuvazinin saflarına geçmiştir. Bir başka deyişle, Şubat 1990 seçimleri öncesinde FSLN'nin devrimi sürekli kılmak ve demokratik halk devriminden sosyalist devrime geçmek yönünde bir mücadeleyi artan oranda gündeme getirmesiyle birlikte 1979-87 yılları arasında varlığını sürdüren ittifaklar bozulmuştur. Bu bozulma, demokratik devrimin sınıf güçleri ile sosyalist devrimin sınıf güçleri arasındaki farklılığın bir ifadesidir. Böyle bir dönemde küçük-burjuvazinin bir bütün olarak "tarafsızlaştırılması" bir zorunluluk olmaktadır. Emperyalist hegemonya altındaki geri-bıraktırılmış ülkelerde, proletarya ve yoksul köylülerin, küçük-burjuvaziye göre, nüfus içindeki görece azlığı bu "tarafsızlaştırmanın" biçimini de belirlemek durumundadır. Küçük-burjuvazinin FSLN' nin ileri doğru her adımında burjuvazinin saflarına doğru yönelmesi, FSLN'nin devlet başkanlığı seçimini yitirmesine neden olmuştur. (Şüphesiz böyle bir sonucun alınmasında, küçük-burjuvazinin sol kesiminin -radikal küçük-burjuvazi- SSCB' deki gelişmeler karşısında, proletaryanın ideolojik hegemonyasının dışına çıkmasının da özel bir önemi bulunmaktadır.
Nikaragua seçim sonuçları, hiçbir biçimde proletaryanın devrim karşısındaki konumunu ve görevlerini değiştirecek durumlar yaratmamıştır. Ancak devrimci savaş koşullarında geniş kitleleri kazanabilmeyi başaran devrimcilerin, "barış" dönemlerinde de aynı başarıyı, başka araçlarla sağlamak durumunda olduğu ve bunu da başarmak zorunda oldukları açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Burjuvazinin, uluslararası ilişkileriyle seçim platformlarında bilinçsiz kitleleri etkileme kapasitesi ve bu amaçla kullandığı yöntemlerin gücü asla küçümsenemeyeceği Nikaragua seçimleriyle bir kez daha görülmüştür. Emperyalist kamu araştırma kurumlarının seçim öncesinde yaptıkları araştırmalarda FSLN'nin oyların %40'ını alacağını belirlemesi ve sonucu "kararsız oyların" tayin edeceğinin açığa çıkması, bu konuda yeterince uyarıcı olmaktadır.
F. Castro, bu durumu şöyle değerlendirmektedir:
"Kampanyanın, en son noktaya kadar belirleyici özelliği, geniş orandaki kararsız oylardı. Sonunda ABD ile dost-kontralarla müttefik anti-Sandinist muhalefet bir yanda, Sandinist muhalefet öte yanda kaldı. Son anda kararsızlar belirleyici duruma geldi ve onların tercihi Sandinistlerin seçimlerindeki yenilgisini belirledi."
Nikaragua'da ortaya çıkan bu durum, politik iktidarın ele geçirilmesi aşamasında proletaryanın uyguladığı "tarafsızlaştırma" politikalarının seçimlerde nasıl bir farklılık yaratabileceğinin bir çeşit göstergesi olmuştur.
Devrimin birinci aşamasında, yani demokratik devrim aşamasında, "burjuva devriminin zaferi için, burjuvaziyi tarafsızlaştırmak, Çar'a ve büyük toprak sahiplerine karşı bütün köylülük ile birlikte" taktiğinden, "sosyalist devrim için yoksul köylülük ve genel olarak halkın yarı-proleter tabakalarıyla birlikte, kent ve kır küçük-burjuvazisini tarafsızlaştırarak burjuvaziye karşı" mücadele taktiğine geçilmesi sözkonusudur. [1*]
Ancak genel ve eşit oya dayalı bir seçimde, "tarafsız oy" bulunmadığı için, sandığa giden herkesin, kesinkes bir taraf olması sözkonusudur. İşte "kararsız oylar" denilen bu kesim, politik iktidarın ele geçirilmesi aşamasında karşı-devrim güçlerinin politik tecridi temelinde "tarafsızlaştırılmış" kesimlerdir. Ama oy vermek sözkonusu olduğunda, bu kesimler, yaşamlarında ilk kez, ülkenin geleceği üzerinde belirleyici olma konumuna gelmektedirler. Böylece seçim propagandalarının yarattığı ortam içinde oylarını vermektedirler.
Devrim aşamasında "tarafsızlaştırılan" kitlelerin, seçimlerde böylesine belirleyici bir konuma ulaşması, her seçimin genel bir özelliğidir. Bu durum dikkate alnmaksızın yapılacak her genel seçim, beklenenin tersi sonuçlar ortaya çıkarabilmek durumundadır. Son tahlilde, ister partili olsun, ister partisiz olsun, her seçim, devrimci partiler açısından, devrim aşamasında "tarafsızlaştırılmış" kesimlerin kazanıldığı koşullarda gerçek sonuçlarını verir.
Tüm bunlar bir yana bırakılarak, Nikaragua'daki gelişmeleri "burjuvaziye oy hakkı" vermeye indirgemek ve buradan yola çıkarak, burjuvazinin kesinkes seçim hakkından yoksun bırakılmasını ya da bu hakkın kullanılmasını bir "ilke" sorunu haline getirmek ve üstelik bunu "M-L'ler burjuvaziye örgütlenme ve söz hakkı vermez" diyerek genişletmek, gerek demokratik halk devriminden bir şey anlamamak, gerekse proletarya diktatörlüğünde burjuvazinin oy hakkının ne anlama geldiğini bilmemek demektir.
"Avrupa'da yarınki proleter devrimcilerin hepsinin yada aralarından çoğunun, burjuvazinin seçim hakkına kesin olarak kısıtlamalar getireceklerini önceden ileri sürmek bir yanılgı olur. Böyle olabilir. Savaştan ve Rus devrim deneyinden sonra, büyük bir olasılıkla da böyle olacaktır; ama diktatörlüğün uygulanması için zorunlu değildir bu; mantıksal diktatörlük kavramının zorunlu bir göstergesi değildir bu; diktatörlük bakımından onun tarihsel ve sınıfsal gerçekliğinin zorunlu bir yönünü hiçbir zaman oluşturmaz bu." [2*]
Lenin, aynı konuyu bir başka yerde şöyle ortaya koymaktadır:
"Burjuvazinin oy hakkından yoksun bırakılmasını, hiçbir zaman kesin bir zorunluluk olarak düşünmedik. Çünkü kuramsal olarak, proletarya diktatörlüğünün burjuvaziyi her adımda bastırması pekala kabul edilebilirse de bu işi onu seçim haklarından yoksun bırakmadan yapması gerekir. Düşünde planında bu, elbette anlaşılır; nitekim biz de, kendi anayasamızı öteki ülkeler için bir model durumuna getirmeyi kesin olarak istemiyoruz. Biz yanlız, sosyalizme burjuvaziyi çiğnemeden geçilebileceğini sanan birisinin sosyalist olmadığını söylüyoruz. Ama sınıf olarak, burjuvaziyi ezmek ve her ne kadar zorunlu isi de, onu oy hakkından ve eşitlikten yoksun bırakmak zorunlu değildir." [3*]
YENİ DURUM-YENİ OLANAKLAR
Seçimlerde devlet başkanlığını yitiren FSLN' nin önünde iki temel görev bulunmaktadır.
Birinci görev, demokratik halk devriminin kazanımlarının korunması ve geliştirilmesidir. Bu görev, demokratik devrimde küçük-burjuvazinin sınıfsal konumuyla doğrudan ilintilidir. Küçük-burjuva demokratları, her zaman devrimi olabildiğince çabuk ve en yakın hedeflerine ulaşır ulaşmaz sonuçlandırmaya çalışırlar. Nikaragua seçimi, bu kesimlerin böyle bir noktaya geldiklerini açık biçimde göstermektedir. Ve genel seçimlerde geniş ittifak sistemi içinde galip gelenlerden birisi de bu kesim olmuştur. Bu kesim, özellikle devletin faaliyet alanlarına giren konularda mümkün olduğu kadar zorlanması gerekmektedir. Daha sayıda üretici gücün devletin elinde toplanması gerekmektedir. Küçük-burjuva demokratların önerileri en son sınırlarına kadar itilmeli ve bunların özel mülkiyete karşı bir saldırı haline dönüştürülmelidir. Bunların yapılması bir yandan halk devriminin kazanımlarının korunmasını olanaklı kılacağı gibi, diğer yandan sosyalist devrimin gerçekleştirilebilinmesinin koşullarını daha da olgunlaştıracaktır.
Bu bağlamda tabanın baskısının yoğunlaştırılması gündemde olacaktır. Böyle bir baskının yoğunlaştırılması için gerekli önkoşullardan birisi olan halkın silahlı örgütlenmesi Sandinist Ordunun varlığıyla somutlaşmaktadır. Sandinist Halk Ordusu toplumsal gelişmenin sosyalist devrim yönündeki evriminde özel bir yere sahiptir.
İkinci temel görev, devrimi kesintisiz kılmaktır.
Seçimler öncesinde başlamış olan süreç sürdürülmek durumundadır. Bu, gerek demokratik halk devriminin kazanımlarının kalıcı kılınması için zorunlu olduğu gibi, gerekse yeni hükümetin kendi konumunu belli oranda pekiştirir pekiştirmez, silahlı işçilere karşı bir mücadele başlatacağı için de zorunludur. Fidel Castro'nun dediği gibi, "emperyalistler büyük bir zafer kazandıklarını sandıkları bir ülkede, potansiyel olarak daha şiddetli ve devrimci bir durum yarattılar."
Bu koşullar altında FSLN'nin görevi, devrimi sürekli kılmaktır.
1848 devrimleri döneminde Marks-Engels aynı konuda şunları yazmaktadırlar:
"Az çok mülk sahibi sınıflar egemen konumdan uzaklaştırılıncaya dek, proletarya devlet gücünü ele geçirinceye ve yalnızca bir tek ülkede değil, dünyanın tüm önde gelen ülkelerindeki proleterlerin birliğinin, bu ülkelerin proleterleri arasındaki rekabetin ortadan kalkmış olduğu ve hiç değilse belli başlı üretici güçlerin proleterlerin elinde toplanmış bulunduğu noktaya ulaşıncaya kadar, devrimi sürekli kılmak bizim sorunumuz ve görevimizdir."
Marks-Engels'in bu değerlendirmeleri, Nikaragua devrimcilerinin karşı karşıya kaldığı benzer durumlar üzerine şöyle devam etmektedir:
"Yaklaşmakta olan kanlı çatışmalarda, bütün daha öncekilerde de olduğu gibi, yiğitlikleriye, kararlılıklarıyla ve özverileriyle, esas olarak zafer kazanmak zorunda olanların işçiler olduğu açıktır. Daha önce olduğu gibi, bu mücadelede de, küçük-burjuva yığınlar, koşullar elverdiği sürece, duraksamalı, kararsız ve eylemsiz kalacaklar ve ardından, sorun sonuca bağlanır bağlanmaz, zaferleri kendilerine apartacaklar, işçileri sakin olmaya ve işlerinin başlarına dönmeye çağıracaklar, aşırılık denen şeylere karşı duracaklar ve proletaryayı zaferin meyvalarından uzak tutacaklardır. İşçilerin, küçük-burjuva demokratlarını bunu yapmaktan alıkoyacak güçleri yoktur, ama silahlanmış proletarya karşısında üstünlüğü ele geçirmeyi onlar için zorlaştıracak ve burjuva demokrat egemenliğin daha başlangıçta devrilmesinin tohumlarını taşıdığı ve bunu izleyecek proletarya egemenliği tarafından uzaklaştırılmalarını oldukça kolaylaştıran koşulları onlara dayatacak güce sahiptir.
Herşeyden önce, işçiler, çatışma sırasında ve burjuvazinin mücadelenin hemen ardından fırtınayı yatıştırmaya çabaladığı sırada, işçiler, herşeyden önce, duruma olabildiğince müdahale etmeli ve demokratları şu anda söyledikleri terörist lafları gerçekleştirmeye zorlamalıdırlar. Eylemlerini öyle yönlendirmelidirler ki, devrimci çoşkunun, zaferlerin hemen ardından yine bastırılması önlensin. Tersine, bu coşkuyu olabildiğince uzun bir süre canlı tutmalıdırlar. Aşırılık denen şeylere, nefret edilen kişilere ya da yalnızca nefret uyandıran anıları anımsatan resmi binalara karşı yöneltilen toplu intikam örneklerine karşı çıkmak bir yana, böyle örneklere yalnızca göz yummakla kalınmayıp, bunların önderleği de ele geçirilmelidir.
Mücadele sırasında ve mücadele sonrasında, işçiler, her fırsatta, burjuva demokratlarının istemleri yanında kendi istemlerini de ortaya koymalıdırlar. Demokrat burjuva, hükümeti devralma işine girişir girişmez, işçiler için güvenceler istenmelidir. Eğer gerekiyorsa, bu güvenceleri zor yoluyla elde etmeli ve yeni yöneticilerin kendilerini olanaklı tüm ödünlerin ve vaatlerin yükümlülüğü altına sokmalarını genel olarak sağlamalıdırlar. onlarla uzlaşmanın en emin yolu budur.
Genel olarak, durumun sakin ve serinkanlı bir değerlendirmesini yaparak ve yeni hükümete karşı saklı tutulmayan bir güvensizlik göstererek, her muzaffer sokak savaşından sonra boy gösteren zafer sarhoşluğunu ve yeni şeyler için duyulan coşkuyu her adımda olabildiğince denetim altına alınmalıdır. Yeni resmi hükümetler yanında, aynı zamanda, ister belediye komiteleri ve belediye konseyleri biçiminde olsun, ister işçi kulüpleri yada işçi komiteleri biçiminde, kendi öz devrimci işçi hükümetlerini kurmalıdırlar; öyle ki demokratik burjuva hükümet yalnızca işçilerin desteğini o anda yitirmekle kalmasınlar, kendilerinin tüm işçi yığınları tarafından denetlendiklerini ve tehdit edildiklerini daha baştan görsünler.
Tek sözcükle, zaferin ilk anından başlayarak, güvensizlik, artık altedilmiş gerici partiye değil, işçilerin daha önceki müttefiklerine, ortak zaferi yalnızca kendisi için kullanmayı arzulayan partiye karşı yöneltilmelidir." [4*]
Emperyalist kuşatma altında küçük bir ülkede kesintisiz devrim perspektifi ile sosyalizme doğru ilerleyen bir mücadelenin dünyadaki son gelişmelerle ne denli zor ve yıpratıcı olacağı açıktır. Emperyalist ve revizyonist propaganda araçlarıyla, eski sosyalist ülkelerin nasıl siyasal yönetimleri bırakmak durumunda kaldığını, son yıl en açık biçimde göstermiştir.
Nikaragua Devrimi'nin temel dayanakları Nikaragua emekçi kitleleri ile proleter enternasyonalizmine bağlı Marksist-Leninist hareketlerden başkası olamaz. Bu bağlamda, her ülkenin Marksist-Leninistleri, Nikaragua, Küba, Arnavutluk, Kore, gibi ülkelerle dayanışma içinde olmalıdırlar. Emperyalizmin yada revizyonizmin bu ülkelerdeki her girişimi, dünyanın her yanında, barışçıl yada silahlı, her türlü mücadele biçimi kullanılarak püskürtülmelidir. Proleter enternasyonalizminin bizlere verdiği bu tarihsel görev karşısında, kimi zaman ülkesel ölçekte yapılması gerekenler ikincil kalabilecektir.
"Biz, ilk bakışta, Nikaragua'da normal olanı destekleme hatası yaptık. Oysa devrim zaferinden sonra tüm kaynaklarımızı gelişmek için kullanmak zorundaydık. Herkesin, yalnızca boğaz tokluğuna çalışabileceği psikolojik koşullar mevcuttu. Oysa biz herşeyin normal olmasını istedik. Bunun küçük-burjuva düşüncesi olduğunu düşünüyorum. Herşeyin normal olabilmesi için ulaşımı, yiyeceği, üreticileri herkesi desteklemeye başladık ve böylece bütün gelirimiz, yatırım yerine desteklemeye gitti. Eğer, biz, tüm kaynaklarımızı ağır sanayinin gelişmesini sağlayacak uzun vadeli projelerimize temel olabilecek kısa dönemli projelerde kullansaydık, bugün başka havadan çalıyor olacaktık. Yani yaptığımız, bir milyon peso hediye alıp, bunu bir yere yatırım yapmak ya da iş kurmak yerine, yiyip yutmaktı. Bu tam olarak bizim yaptığımız şey. Biz bunu yaptık...
Amerikan saldırganlığı öyle boyutlara ulaştı ki, ülkenin kaynaklarını, bir andan sonra, savunmaya ayırmak zorunda kaldık. Bu dünya ekonomisi krizi ve dış borçlarımızın artmasıyla -beş milyon dolar- aynı zamana rastladı. Çünkü kaynaklarımızın büyük kısmı bize hibe edilmemiş, borç verilmişti. Sadist eşitsiz mübadele sistemi daha yoğunlaştı ve herkesin bildiği gibi sorunlarımız şimdi eskisinden daha ciddidir. Daha da ötesi, etkin denetim mekanizmalarından yoksun açık ve hür özel teşebbüs spekülasyona, stok yapmaya, yasadışı işlemlere ve bozukluklara neden oldu ki, bunların tümü de başta toplumun en yoksul kesimlerini mağdur etti. Üretim artmadı, düştü..."
Tomas BORGE
(FSLN Komutanı)
1989
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi
Halkın Devrimci Öncüleri
Merkez Yayın Organı
KURTULUŞ
5. Sayı - 1991
Dipnotlar
1* Stalin: Leninizmin Sorunları, s: 199
2* Lenin: Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, s: 42
3* Lenin: R(B)KP 8. Kongre Raporu-1919
4* Marks-Engels: Seçme Yapıtlar, C: I, s: 220