"Moskova Duruşmaları"...
"Prag Baharı"...
1989 yılında, küçük-burjuva bakış açısından ve de emperyalist-burjuvazi tarafından, SSCB ve Varşova Paktı ülkelerine yöneltilmiş ne kadar "eleştiri" ve "suçlama" varsa, hemen hepsi birbiri ardına "düzeltilmekte"dir. Revizyonizmin revizyoncularının bu "tarihsel düzeltme" hareketi, kaçınılmaz olarak, Marksist-Leninistlerin, bu tarihsel olaylar konusundaki değerlendirmelerini, bir kez daha ortaya koymalarını zorunlu kılmıştır.
Her şeyden önce, revizyonizmin, hiçbir biçimde ve hiçbir konuda, doğruya ve gerçeğe ulaşamayacağını, bu nedenle, her söylediğinin mutlak olarak karşı çıkılması gereken hususlar olduğu şeklindeki mantık, kesinkes yanlıştır, anti-diyalektiktir. Nasıl ki, objektif bir küçük-burjuva, nesnel gerçeklere nüfuz edebilirse, revizyonizm de aynı şekilde, nesnel gerçeklere ulaşabilir. Ancak bu, sınırlıdır ve bütün açısından ikincil bir nitelik olarak ortaya çıkar. Ayrıca, revizyonizmin niteliğini, en küçük bir biçimde değiştirmez.
Dün olduğu gibi, bugün de, revizyonizm, proletarya enternasyonalizminin çizgisini silikleştirmiş ve kısa vadeli çıkarlar peşinde koşarak, proleter devrimci hareketin genel çıkarlarını ikincil hale getirmiştir. Bu bağlamda, proletaryanın dünya çapındaki iktidar mücadelesini zayıflatıcı bir etmen durumundadır. Böylece kimi zaman emperyalist politikalarla paralellik arz eden konumlara düşmüştür. Proletaryanın genel çıkarlarının ikincil hale getirilmesi, aynı zamanda, kendilerinin karşı-devrimci olmakla itham edilmelerine de yol açmıştır.
Revizyonizm, sosyalizmin dünya çapındaki zaferi perspektifine sahip değildir ve bu bağlamda yapılmış bir değerlendirmesi bulunmamaktadır. Onların "global" olduğunu iddia ettikleri tüm perspektifi, sadece, kısa dönemli sorunlarla ilgilidir. Bununla ilgili tüm ideolojik beyanları da, bunların "tutarlı" olduğunu göstermek içindir.
Şüphesiz revizyonizmin sahip olduğu "tutarlılık" ya da "mantıkilik"ten söz edilebilir. Ancak bunlar, onların kendi uygulamalarının yarattığı iç zorunluluğun ifadesidir. Dolayısıyla, sadece, kendi hatalarının neden kaçınılmaz olduğunu tanıtlar.
Bu açıdan, revizyonizmin "mantık"ı sadece, bu politikaların benimsenmesi ile ortaya çıkan ve salt benimseyenler için var olan "mantık" durumundadır. Eğer onların bakış acısını benimsemiş durumdaysanız, yapacaklarınız onların yaptıklarından farklı olmayacaktır. Bu nedenle revizyonizmin kendi iç mantığının getirdiği olguları, bunlardan yalıtık olarak ele almak ve değerlendirmek, hiçbir biçimde gerçeğe ulaşmayı sağlamayacaktır. Bu konuda en tipik olay, Ekim Devrimi'nden bugüne geçen yetmiş üç yıl içinde yaşanmış çeşitli olaylar karşısındaki revizyonist tutumlarda ortaya çıkmıştır. Bunları "tarihsel hataların ve haksızlıkların düzeltilmesi" yönündeki tutumlarında açık biçimde görmek olanaklıdır.
Moskova Duruşmaları
Proletarya partilerinde mutlak bir homojenlik aranmamakla birlikte, her üyenin istediğini, istediği gibi ortaya koyduğu bir durum da kabul edilmez. Parti üyeleri, her olay karşısında aynı düşüncelere sahip olması, şüphesiz beklenilen ve istenilen bir durum olarak kabul edilemez. Gelişen olaylara ilişkin olarak, partinin genel çizgisine bağlı tarzda farklı değerlendirmeler ve yaklaşımların ortaya çıkması, son derece doğaldır. Üstelik proletarya partisi içinde, bu tür farklılıklar ilerlemenin önemli bir aracı olmak durumundadır da.
Ancak, bu, proletaryanın partisi saflarında sapmaların ortaya çıkmadığı ya da çıkmayacağı demek değildir. Burjuva ideolojisinin proletarya saflarındaki etkisinin bir ürünü olarak ortaya çıkan sapmalar, parti içinde ve parti tüzüğüne bağlı olarak ele alınır ve etkisizleştirilir. Genel olarak "ideolojik mücadele" konusu olan bu etkisizleştirme faaliyeti, doğru çizginin savunulmasının da bir aracı durumundadır.
Genel olarak insandan bağımsız ve insan tarafından üretilmemiş hiçbir düşünce mevcut değildir. Bu nedenle proletarya partisi saflarında ortaya çıkan her sapma, aynı zamanda, somut insanlara tekabül eder. İdeolojik mücadele, somut parti üyeleri tarafından sapma içindeki somut parti üyelerine karşı sürdürülür.
Her zaman bu mücadele, sapma içindeki üyelerin ikna edilmesiyle sonuçlanmayabilir. Bir sapmanın etkisizleştirilmesi, niteliklerinin sergilenmesi ve sonuç olarak partinin doğru çizgisinin egemen kılınması, sapmış bireylerin ikna edilmesiyle gerçekleşmeyebilir. Bu açıdan proletarya partisi içindeki sapmaların etkisizleştirilmesi, doğrultulması, aynı zamanda bireylerin düzeltilmesi olarak anlaşılamaz
Proletarya partisi geleceğini tehlikeye atmaksızın, sapma içindeki unsurların parti içindeki faaliyetlerini uzun süre sürdürmelerine göz yumamaz ve tartışmaları sonsuza kadar sürdüremez. Bu açıdan belirli bir ideolojik mücadele sonucunda sapmaların etkisizleştirilmesine paralel olarak, sapma içindeki bireylerin ideolojik eğitimlerini ciddi bir biçimde yeniden düzenler. Ama böyle bir eğitimin ideal bir yöntemi bulunmadığı gibi, başarısı da mutlak değildir. Dolayısıyla partiye aykırı görüşlerin, parti içinde ve parti olanaklarıyla savunulmasının önlenmesi gerekli olmaktadır. Bu önlem, proletarya partilerinin tüzüklerinde açık biçimde yer alan disiplin işlemleriyle alınmaktadır.
SBKP'nin tarihi, Lenin'in deyişiyle, oportünizme karşı amansız bir mücadelenin tarihidir. Bolşevik Parti, bu mücadele içinde gelişmiştir ve Leninizm bu mücadele içinde şekillenmiştir.
İşte "Moskova Duruşmaları" nın sanıkları, böyle bir tarihsel süreçte yer almış ve etkin görevler üstlenmiş parti yöneticilerinden oluşmaktadır. Dolayısıyla onların tüm tarihsel geçmişleri ve bu süreçteki dönüşümleri ve sapmaları ele alınmaksızın doğru bir değerlendirme yapılması olanaksızdır.
"Moskova Duruşmaları"nın en popüler kişileri olan Zinovyev, Kamanev, Buharin ve Troçki, Bolşevik Parti tarihinde otuz yılı aşkın süre çeşitli sapmalarla birlikte tanımlanabilen insanlardır. Bunlara karşı, başta Lenin olmak üzere, tüm Bolşevikler amansız bir ideolojik mücadeleyi otuz yıl süreyle sürdürmüşlerdir.
Bugün, en bağnaz Stalin düşmanları bile, bu mücadelede Stalin'in Lenin'in yanında yer aldığını inkâr edememektedirler. Stalin'in Genel Sekreterliği'nin ilk on yılı bu kişilerin çeşitli sapmalarına karşı yoğun bir parti içi mücadeleyle geçmiştir. Bu mücadele sürecinde Stalin'in herhangi bir biçimde ideolojik sorunları "zor" yoluyla çözümlemeye çalıştığını gösteren tek bir olay bile bulunmamaktadır.
Parti saflarındaki sapmalara karşı "zor" yönteminin dışlandığı bir ideolojik mücadelenin belirli evresinde, bizzat Lenin'in formüle ettiği biçimde "hizipçilik" yasaklanmıştır. Buna rağmen kendisine "muhalefet" adını veren bir kısım Parti üyeleri, ideolojik mücadele paravanası altında "hizipçi" faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Parti kararlarına aykırı olarak bu faaliyetlerini sürdürmelerinde, geçmiş dönemdeki mücadelelerinden elde ettikleri saygınlık etkili olmuştur.
Geçmişten gelen büyük bir prestije sahip "muhalefet" önderleri, parti çizgisine aykırı düşüncelerini uzun yıllar korumuşlar ve bu doğrultuda faaliyette bulunmuşlardır. Sonuçta, parti üyeliğinden kesin olarak ihraç edilmeleri gündeme gelmiştir. (Bu ihraç kararlarının bile nasıl bir güçlükle alındığı, tarihi belgelerde yer almaktadır.)
Marksist-Leninist bir partinin, böylesine uzun ve zorlu bir ideolojik mücadele sürecinde ikna edemediği üyelerini, kendi saflarından uzaklaştırması kadar doğal hiçbir şey yoktur. Bu açıdan "muhalefet"in SBKP'den ihraç edilmeleri hiçbir biçimde eleştiri konusu yapılamaz.
İşte bu ihraç kararlarından sonra başlayan süreç, "Moskova Duruşmaları"nı ortaya çıkarmıştır. Bir başka deyişle, "siyasal bir muhalefetin devlet zoruyla ortadan kaldırılması" olarak eleştirilen ve "suçlanan" olaylar, bu ihraç kararlarının alınmasından sonraki döneme ilişkin olup, söz konusu olan kişiler, artık "partisiz" unsurlar durumundadır. Dolayısıyla "Moskova Duruşmaları" sanıkları SBKP üyeleri değildir. Sahip oldukları tek şey, eski dönemdeki mücadeleden gelen saygınlıklarıdır.
"Muhalefet" mensupları, partiden ihraç edildikten sonra, parti üyeleri üzerindeki prestijlerini kullanarak ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Böyle bir durum karşısında, proletarya partisinin, kendi birliğine ve işleyişine karşı dıştan yapılan bu müdahaleleri hoş görmesi beklenemez ve bunlara kayıtsız kalması istenemez.
"Muhalefet" yöneticileri, her türlü uyarı ve eleştiriye rağmen, faaliyetlerini durdurmamışlardır. Bu bağlamda bulunan ilk çözüm yolu, Troçki'nin yurt dışına sürgün edilmesi olmuştur. Ancak bu da, partiden ihraç edilmiş unsurların faaliyetlerini engellemeye yetmemiştir. Oysa "sürgün", SBKP "muhalefeti"ne karşı kullanılabilecek son seçenek olarak ortaya çıkmış bulunuyordu. İşte bunun etkili olmaması sonucu "muhalefetin", fiziki olarak etkisizleştirilmesi gündeme gelmiştir.
Marksist-Leninist partiler, saflarında ortaya çıkan ideolojik sapmaları zor yoluyla düzeltmeyi hiçbir zaman düşünmemişlerdir. Aynı şekilde, ideolojik sorunların çözümlenmesinde "ceza mahkemeleri"ni, bir çözüm yeri olarak kabul etmezler. Ancak ortada yıllarca sürmüş bir ideolojik mücadele söz konusu olmaktadır ve bu mücadeleyle düzeltilememiş sapmaların sahipleri, parti çizgisine aykırı faaliyetlerinden dolayı ihraç edilmişlerdir. Bu düzeyden sonra, onların partiye yönelik tutum ve davranışları, tüm SSCB yurttaşları için geçerli olan kurallara göre ele alınmak durumundadır.
"Moskova Duruşmaları", karşı-devrimci faaliyetlerde bulunulduğu gerekçesi ile açılmış davaların ürünüdür. Bu karşı-devrimci faaliyetler arasında, Leningrad parti yöneticisi olan Kirov'un öldürülmesi gibi "cinayet" ithamı bulunduğu gibi, emperyalist ülke ajanlarıyla görüşmek ve işbirliği yapmak gibi "ajanlık" ithamları da bulunmaktadır.
Her şeyden önce davanın görüldüğü mahkemenin meşruiyeti, her türlü tartışmanın dışındadır. "Muhalefet"in bu tür bir ceza mahkemelerinde yargılanmaları için yeterince kanıt olup olmadığı, sadece hukuki bir sorun olarak vardır.
"Muhalefet"in kendisini hiçbir yasal ya da ahlâki ilkeye ya da kurala bağlı saymadığı da bir gerçektir. Böyle bir harekete karşı başka "seçenekler" bulunup bulunamayacağı, sadece SBKP'ye ve Stalin'e bağlı olmayacağı iyi kavranılmak zorundadır. Başka "seçenekler" in bulunup bulunmayacağında "Muhalefet"i dışlayarak ya da onların, hiçbir ilkeye ve kurala bağlı olmaksızın, dışardan partiye "müdahalede" bulunmalarının üstünden atlayarak tarihsel olaylar hakkında yargıda bulunmak kesin olarak kabul edilemez.
Başka bir bağlamda ifade edilmiş olsa bile, "şeytanla bile ittifak kurma"dan söz eden bir "muhalefet" için mahkeme kurulmasında, kendilerinin hiçbir sorumluluğu bulunmadığını ileri sürmek, diyalektik materyalizmin yeterince kavranmadığını (ya da reddedildiğini) gösterir.
Haberleşme ve ulaşım olanaklarının sınırlı olduğu geniş bir ülkede "muhalefet" mensuplarının sıkı bir denetim altında tutulabilirliğinin sınırları da iyi hesaplanmak zorundadır. Emperyalist kuşatma altında ve emperyalistler arası uzlaşmaz çelişkilerin askeri plana yansımı durumun da olduğu koşullarda, otuz yılı aşkın bir süreyi kapsayan ideolojik ve politik bir mücadele yaşandıktan sonra, sapmaların doğrultulması için her türlü olanağın ortadan kalkmış olduğu açık bir gerçektir. Bu ortamda, Stalin ve SBKP' nin, başka hangi yöntemleri kullanabileceği sorusunun, tarihin bugüne kadar yaşanmış tüm deneyimlerinde yanıtlanabilecek veriler bulunmamaktadır.
Lenin, 1920'lerin başında, "muhalefet" henüz son halini almamışken yaptığı uyarıların zaman içinde dikkate alnmadığı da görülmüştür. Özellikle sendikalar konusunda meydana gelen tartışmalar boyunca Lenin, sürekli olarak "muhalefet"i "partisiz kitlelere oynamak"la suçlamış olması ve "partisiz kitlelere", partiye karşı bir hareket yaratmak amacıyla ajitasyon ve propaganda yapılması karşısında gösterdiği sert tepki önemsenmemiştir.
Lenin, "muhalefet"in tutumunu "partisizler kitlesine oynamak ya da bu kitleyle flört etmek" olarak tanımladıktan sonra şöyle yazmaktadır:
bu da Marksizmden, aynı derecede, temelden uzaklaşmak demektir.
Marksizm şunu öğretir: işçi sınıfının siyasal partisi, yani komünist parti, proletaryanın ve bütün emekçi kitlelerin öncüsünü toplayıp birleştirebilecek, eğitebilecek ve örgütleyebilecek tek partidir, bu kitlelerin kaçınılmaz küçük-burjuva yalpalamalarına ve proletarya içindeki kaçınılmaz dar lonca geleneklerine ve depreşmelere ya da lonca önyargılara karşı çıkabilecek ve tümüyle proletaryanın bütün birleşik eylemlerini yönetebilecek, yani siyasal olarak proletaryayı yönetebilecek ve onun aracılığıyla bütün emekçi kitlelere kılavuzluk edebilecek tek partidir. Başka türlü, proletarya diktatörlüğü olanaksızdır." [1*]
Lenin, bu belirlemelerinden sonra, tartışmaların kapatılmasından yana olmadığını söyleyerek şöyle yazar:
teorik tartışma başka şeydir, partinin siyasal çizgisi, siyasal mücadele başka birşeydir. Biz, bir tartışma kulübü değiliz." [
2*]
1921-22 yılında ortaya çıkan sapmalar böylece belli oranda etkisizleştirilmişti. Ama "muhalefet" yine de, partisiz kitlelere oynamaktan vazgeçmemiş ve 1930'larda yeniden parti-karşıtı hareketini yükseltmiştir. Bu durum karşısında daha nelerin yapılabilineceğini söylemek, sanırız, o kadar kolay bir iş değildir.
56 Macar Ayaklanması
1956 Macar ayaklanması da, son yılın en çok sözü edilen olaylarından birisiydi. Ve revizyonizmin revizyoncularının tam olarak anlaşamadıkları belki de tek konu durumunda görünüyordu.
1956 Macar ayaklanması, başlangıcı, gelişmesi ve Kızıl Ordunun müdahalesi düzeyinden ele alndığında, sözcüğün gerçek ve tam anlamında karşı-devrimci hareket olarak tanımlanabilir. 1956 ayaklanmasının gelişimi, kendi niteliğini daha açık biçimde ortaya koymuştur. Kızıl Ordunun müdahalesi sırasında İmre Nagy' nin emperyalist ülkelerden askeri yardım istemesi, karşı-devrimci niteliğini en açık biçimde göstermektedir.
Bu gerçeklere rağmen, 56 Macar karşı-devrimci ayaklanmasının bir "halk hareketi" olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır.
Asıl içeriğini proleter bir iktidar karşısında, küçük-burjuvazinin tutumunda bulan bu ayaklanma, kollektif mülkiyete karşı burjuvakapitalist mülkiyeti yeniden kurma girişimi olarak özel bir yere de sahiptir. SSCB'de değişik dönemlerde ortaya çıkan küçük-burjuva karşı-devrimci hareketleriyle benzerlikleri ve ayaklanmanın daha ilk gününde Polonya ayaklanmasına yapılan atıflar, bu niteliğini her düzeyde açıkça ortaya koymuştur. Ayaklanmanın bu karşıdevrimci niteliği, bugün, revizyonistlerin tam bir fikir birliğine varamamalarının da nedenidir.
56 Macar karşı-devrimci ayaklanmasının "halk hareketi" olduğunu iddia edenler sadece emperyalistler ve ayaklanmayı düzenleyen küçük-burjuvalar değildir. Kendisini "solcu" olarak gören bazı "bireyleşmiş bireyler" de, Macar karşı-devrimini "kutsamak"ta, emperyalistlerle neredeyse yarış etmektedirler. Öyle ki, ayaklanma başlangıcından Kızıl Ordu müdahalesine kadar geçen süre içinde silahsız Komünist Parti üyelerinin "halk" tarafından linç edilmelerini, büyük bir "devrimci eylem" gibi sunabilenler ortaya çıkmıştır. Bunun tipik ifadelerini haftalık fasiküller halinde yayınlanan "Sosyalizm (!) Ansiklopedisi"nde bulmak olanaklıdır. Bu zihniyetler tipik bir küçük-burjuva zihniyetine denk düşmektedir ve son tahlilde, burjuvazinin, poletaryaya ve proleter devrimcilere karşı duyduğu sınıf kininin bir ifadesidir. Bunu uzun uzun anlatmaya da gerek bulunmamaktadır.
"68 Prag Baharı"
Revizyonizmin 1989 yılı içinde "düzelttiği" tarihsel "hata" da, 1968 yılında SSCB ve diğer Varşova Paktı ülkelerinin Çekoslovakya'ya yaptıkları "müdahale" olmuştur.
Birbiri ardına yeni yöneticilerin işbaşına geldiği Doğu-Avrupa ülkeleri, birbiri ardına Çekoslovakya halkından "özür" dilemişlerdir. Doğal olarak bu yapılırken, revizyonist politikalara ve bu politikaların bir sonucu olan "müdahale"nin nedenlerine hiç değinilmemiştir. Üstelik 1968 yılındaki "resmi" gerekçelere de hiçbir atıf da yapılmamıştır.
"68 Prag Baharı" olarak emperyalist yayın organlarının yıllarca propagandasını yaptıkları ve küçük-burjuva "sosyalistleri" tarafından yüceltilen olaylar, asıl olarak modern revizyonizmin aldığı bir dizi "karar"la bağlantılıdır. Bu nedenle revizyonist "kararlar" değerlendirilmeksizin ele alınamaz.
SBKP'nin 20. Kongre'si ile birlikte açığa çıkan modern revizyonizm, 1960 başında yaptığı belirlemelerle "sosyalist" ülkelerde "antagonist sınıfların bulunmadığı"nı, dolayısıyla "sınıf mücadelesinin artık geçerli" olmadığını söyleyerek "halkın devleti"nin ortaya çıktığını ilan etmesiyle başlayan süreç, "68 Baharı" nı ortaya çıkarmıştır.
1965 yılında Demokratik Alman Sosyalist Birlik Partisi (SED) teorisyenleri tarafından formüle edilen "pazar sosyalizmi", en geniş biçimde Çekoslovakya'da uygulamaya sokulmuştur. 1967 yılında diğer Doğu-Avrupa ülkelerinde terk edilmeye başlanan uygulamalar, Çekoslovakya'da partinin her yönden geliştirdiği biçimde sürdürülüyordu.
Çekoslovakya'daki uygulamanın bir yanı ekonomik olarak emperyalist ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesiyken, diğer yönü, ülke içindeki çeşitli kesimlerin örgütlenmesine olanak tanınması olmuştur. Özellikle ÇKP' nin en geniş kitleyi oluşturan küçük-burjuvaziye ("partisizler kitlesi") karşı tutumu, deyim yerindeyse "hoşgörüsü", artan oranda uygulamanın küçük-burjuva temele kaymasını getirmiştir.
Bunlar son derece doğal gelişmelerdi ve SBKP revizyonistlerini fazlaca da etkilemiyordu. Çünkü, "tezler"in içeriği böyle bir gelişmeyi öngörüyordu ve hatta bunu amaçlıyordu. (Bugün, Gorbaçov' un "perestroyka"sıyla, bu amacın, açık biçimde, hemen hemen herkes tarafından görüldüğünü söyleyebiliriz.)
SBKP revizyonistlerini asıl "kaygılandıran"yan, ÇKP yönetiminin küçük-burjuvaziye, "gereğinden çok" hoşgörülü davranması ve emperyalist ülkelerle geliştirdiği ilişkiydi. Özellikle emperyalist ülkelerle geliştirilen ekonomik ilişkiler ÇKP yönetiminin SBKP'nin "kararlarına" daha az boyun eğmesini getirmekteydi. (Aynı durum Romanya için 1970 sonrasında ortaya çıkmıştır.)
İşte bu durum, Çekoslovakya "müdahalesi"nin nedeni olarak ortaya çıkmaktadır, ve her şey buna göre biçimlendirilmiştir. Bir başka deyişle, SBKP'yi asıl rahatsız eden şey, ÇKP politikasının, Varşova ve COMECON ilişkilerinden uzaklaşma anlamına gelmesidir. ÇKP yönetimindeki Çekoslovakya'nın emperyalist ülkelerle artan bir ilişki içine girmesine paralel olarak SBKP denetiminden uzaklaşması, kesinkes bir "disiplin" sorunu yaratmaktaydı.
Çekoslovakya "müdahalesi", kesin olarak SBKP revizyonizminin ürünüdür ve kendi ürününü, belli bir zarar verme noktasında yok etmesi demektir. ÇKP' nin, SBKP'nin uygulamaları sonuçlandırmasını istemini reddetmesi üzerine başlayan "müdahale", tüm parti yönetiminin değiştirilmesini en yakın hedef olarak almış ve buna yönelmiştir.
SBKP revizyonizminin 68 Çekoslovakya "müdahalesi", onun kendi "tezleri"yle oluşturulmuş bir hareketi yok ederken, temel amaç olarak, ortaya "sosyalist blokta disiplini yeniden tesis etmeyi" koyuyordu. Bu açıdan "müdahale", her yönden revizyonizme ilişkindir.
Bu bağlamda, revizyonizmin kendi mantığına göre uygun bir eylem olarak ortaya çıkan "müdahale", temelindeki revizyonizm kavranılmadığında, boş ve anlamsız gelebileceği gibi, "soyut ahlâk" tartışmalarını sürekli kılmaktan başka bir işe de yaramayacaktır.
SBKP revizyonizmi, "müdahale" sonrasında, temel tez olan "pazar sosyalizmi" üzerine tek bir eleştiride bulunmamıştır. Söylenen, sadece ÇKP yönetiminin "kötü niyetli kişiler" olduğu, uygulamaları "istismar ettikleri" ve "zamanlamada hata" yapıldığı şeklinde taktik niteliktedir.
Çekoslovakya "müdahalesi" revizyonizmin, sosyalizmin inşa sorunlarında, kapitalist pazar ilişkileri dışında bir başka perspektife sahip olmadığını gösteren ilk açık örnektir. Bir başka deyişle, revizyonist politikaların iflasının ifadesidir. Bu nedenle, günümüzde, revizyonizmin revizyoncularının, sırayla "özür" dilemeleri, bu politikalarda ısrarlı olunduğunun bir kanıtıdır.
Kısacası, Çekoslovakya "müdahalesi" revizyonizmin yeni ekonomi-politikalarının iflasının açıkça onaylanmasından başka bir şey değildir. Ve bu bağlamda, bu politikanın uygulanmasından bir dönem için vazgeçtiklerini gösterir. Bu gerçekler ortaya konulmadan, "müdahale"yi değerlendirmek, soyut hümanizmin bakış açısından daha öteye geçemez.
Çekoslovakya "müdahalesi", aynı zamanda, revizyonist politikaların, kendi içinde, sürekli olarak bunalımlar ürettiğinin ve her bunalımın onları, birbiri ile çelişen kararlar almaya zorladığının da bir kanıtıdır.
Burada ele aldığımız üç olayın açık biçimde ortaya koyduğu gerçek, bu ülkelerde, revizyonist yönetim altında, küçük-burjuvazinin artan oranda güçlendiğidir. Bu, proletarya iktidarlarının küçük-burjuvazi tarafından sürekli olarak zorlanacağı ve proletarya diktatörlüğünün karşısına "genel demokrasi" ilkelerinin konulacağı demektir.
(küçük-
meta üreticileri) proletaryayı dört bir yandan bir küçük-burjuva ortamıyla çevirirler. Bunu ona içerirler, bununla onun moralini bozarlar, sürekli olarak proletarya içinde küçük-
burjuva karaktersizliğine düşmelere, dağılmaya, bireyciliğe, kimi coşkunluğa ve kimi de cesaretsizliğe neden olurlar. Proletaryanın siyasi partisi içinde, buna karşı koymak, proletaryanın örgütleyici rolünü (zaten bu onun baş rolüdür) doğru, başarılı ve zafere ulaşıcı biçimde gerçekleştirmek için en sıkı merkezcilik ve disiplin zorunludur. Proletarya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve geleneklerine karşı sert bir savaşımdır, kanlı ve kansız, zoraki ve barışçı, askeri ve ekonomik, eğitsel ve yönetsel bir savaşımdır. Milyonların ve milyonların alışkanlığının gücü korkunç bir güçtür. Demirden ve savaşımla çelikleşmiş bir parti olmaksızın, söz konusu sınıf içersinde onurlu olan herkesin güvenini kazanmış bir parti olmaksızın, yığınların ruhsal durumunu izlemesini ve etkilemesini bilen bir parti olmaksızın, böyle bir savaşımı başarıyla yürütmek olanaksızdır. Merkezileşmiş büyük burjuvaziyi yenmek, milyonlarca ve milyonlarca küçük-
mülk sahibini 'yenmekten' bin kez daha kolaydır; çünkü bunlar, hergünkü günlük, farkedilemeyen, kavranamayan parçalayıcı çalışmalarıyla, burjuvazinin gereksediği, burjuvazinin iktidarının yeniden kurulmasına yarayan sonuçları yaratır. Proletarya partisinin demir disiplinini (özellikle proletarya diktatörlüğü sırasında) en ufak ölçüde bile zayıflatan kimse, gerçekte proletaryaya karşı burjuvaziye yardım eder." [
3*]
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi
Halkın Devrimci Öncüleri
Merkez Yayın Organı
KURTULUŞ
4. Sayı - 1990
Dipnotlar
1* Lenin: RKP X. Kongresinin Sendikalist ve Anarşist Sapma Üzerine Ön Karar Tasarısı
2* Lenin: Pravda, No: 68, 1921
3* Lenin: "Sol" Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı, s: 38-39