İlhan TEKELİ
[Türkiye'de ve Dünyada Yaşanan Ekonomik Bunalım, Sunuş, 1984, Yurt Yay.]
Dünya kapitalizmi uzun salınımlı derin bunalımlarından birini daha yaşıyor. Bu sistemin bir parçası olan Türkiye de bir yandan bu bunalımın iktisadi ve siyasal sonuçlarını tüm ağırlığıyla taşırken öte yandan bunalımdan çıkmayı sağlayacağı ümidiyle "24 Ocak kararları" diye anılan iktisadi polilikaları uyguluyor. Bu politikaların kitabın ilerideki bölümlerinde tartışılacak içeriği kadar, topluma sunuluş biçimi de önemli. Bir politika, tutarsız içeriğine karşın topluma başarılı biçimde sunuldu mu, başarısızlıkları uygulamada açıkça ortaya çıkıncaya kadar, yeni politika arayışlarını engelliyor, toplumda yeni ve yaratıcı politikalarca değerlendirebilecek fırsatların yitirilmesine neden oluyor.
"24 Ocak kararlarının" belki de ekonomik içeriğinden daha ilginç olan yönü oldukça karmaşık bir propaganda kampanyasıyla topluma sunulma biçimidir. Bunalıma düşmüş bir ekonomide yeni bir programın sunuluşunun başlangıçta kolay olduğu söylenebilir. Geçmişteki ekonomik politikaları yadsıyarak, bunalımın ortaya çıkmasını yüzeysel de olsa bu politikalarla ilişkilendirerek, yeni politikaları kitlelere bir kurtuluş gibi göstermek kolaydır. Eğer herşey kağıt üzerinde kalacak olsa bu inanç sürdürülebilir. Oysa bu politikalar uygulamanın mihenk taşında sınanacaktır. Politikalar uygulanıp sonuçlar somutlaştıkça kitlelerin ümidlerine yanıt veremeyen politikaları savunmak olanağı kalmayacaktır. 24 Ocak kararları bir istikrar politikaları paketidir. Bu paketler genellikle tüm ülkelerdeki politikacıların siyasal sonuçlarından kaçınmak için uygulamak istemedikleri kararları içerir. Nitekim Türkiye'de de uygulanmaya başlandıktan dört yıl geçtikten sonra, bu politikaların burjuvazinin küçük bir kesimi dışında tüm toplum kesimlerinin çok önemli kayıplarına neden olduğu görülmüştür. Bu politikaların ortaya atıldığı dönemde destekçisi olan büyük holdinglerin önemli bir kesimi desteklerini geri çekmiştir. İlginç olan bu sonuçların ortaya çıkması değildir, bu beklenen bir durumdur. İlginç olan 24 Ocak kararlarının sahipliğinin Türkiye'de hâlâ bölüşülemernesidir. Birbirini izleyen iki dönemde ekonomik politikaların "baş sorumlusu" olma rolünü benimseyen Özal ve Kafaoğlu bu kararlara sahip çıkmakta yarışmaktadırlar. Özal kurduğu siyasal partinin ekonomik programını ve propaganda kampanyasını bu kararlara sahip çıkmaya oturtabilmektedir. O zaman şu sorunun yanıtlanması önem kazanıyor: Toplumun hemen hemen her kesiminin kaybına neden olan bir politikaya sahip çıkılmakta niçin yarışılmaktadır?
Böyle ilginç bir durumun ortaya çıkması tek bir nedene değil, değişik nedenlerin üst üste düşen etkilerine bağlanabilir. Bunlardan birincisi konunun sunuluş biçimiyle yakından ilişkilidir. Türkiye'de ekonomik kararlar sunulurken iktidarlar genellikle kararların ideolojik içeriğini gizleme, pragmatikliğini ön plana getirme eğilimindedirler. Oysa "24 Ocak kararlarında" pragmatiklik kadar ideolojik özellikler de ön plana getirilmiştir. 24 Ocak kararları soldaki büyük siyasal partinin başarısız bir iktidar deneyinden sonra hızla oy kaybettiği bir dönemde, serbest piyasa ekonomisine dönüş söylemiyle, sağ cephenin bir politikası olarak sunulmuştur. Program solun karşı seçenekler ortaya koyamadığı bir çözüm olarak tanıtılmıştır. Böyle bir sunumun Türkiye'nin 1980'li yıllarında oldukça etkili olduğu anlaşılmaktadır. Program bu tür bir programın, uygulanması sonucunda kaybedeceği açık olan, iç piyasa için üretim yapan işçevrelerinin bile desteğini sağlamıştır. Bu çevrelerin desteğini yitirmesi için oldukça uzun zaman geçecektir. Bu olgu bize yalnız sunuş biçiminin niteliği hakkında bilgi vermiyor. Aynı zamanda da Türkiyede iş çevrelerinin davranışlarının ne kadar ideolojik içerikle yüklü hale geldiğini de gösteriyor.
Bu durumu sadece sunuluş biçimine bağlarnak doğru değil. İkinci bir etkene daha değinmek gerekiyor. O da 24 Ocak kararlarının gerçek uygulamasının askeri bir yönetim varken gerçekleştirilmesidir. Kararlardan kaybeden kesimlerin kitle örgütlerinin ortadan kalktığı ya da etkisizleştiği, basının denetim altında olduğu bir ortamda bu politikalara tepkilerin birikmesi ya gecikmiş ya da açık hale gelememiştir.
Üzerinde durulması gereken bir başka özellik, bu kararlarla ilgili bir başarı söyleminin oluşturulmasıdır. Bu kararlar sonucu içte tarım ürünleri üreticisinden, işçiye, memura ve sanayiciye kadar büyük bir kesim kaybederken, işsizlik yaygınlaşıp, yatırımlar büyük ölçüde dururken, dışta, özellikle IMF çevrelerinde bir başarı söylemi gelişmiştir. IMF ihracatın ilk iki yıl içinde artışını, enflasyonun yüzde 30'lar düzeyinde seyrini ve Türkiye'nin IMF reçetesini büyük bir duyarlılıkla uygulamasını bir başarı olarak kabul etmektedir. Dünyada pekçok ülkeye önerilen IMF reçeteleri diğer ülkelerde çok daha kötü sonuçlar vermiştir. Bir yandan Türkiye'nin, petrol fiyatlarındaki artışın getirdiği para akımıyla genişleyen Ortadoğu pazarına yakınlığı, öte yandan Irak-İran savaşının Türkiye'ye sağladığı ek ihracat üstünlükleri Türkiye'de bu programa bir süre için diğer ülkelere göre daha başarılı olma görünümü vermiştir. IMF'nin kendi politikalarını sürdürebilmesi için de başarıya gereksinimi var. O zaman Türkiye'nin içinde başarısız olan ekonomik politikalar dışarıda bir başarı olarak sergilenebiliyor. Bu da içte bölüşülecek bir başarı görüntüsünün oluşmasına yardım ediyor.
Dıştan başarılı görünme, "24 Ocak kararlarının" tek seçenek olarak sunulmasıyla birlikte ilginiç bir etki yaratıyor. "24 Ocak kararlarını" daha kötü hale düşmemek için razı olunması gereken kader haline sokuyor. "24 Ocak kararları" sunulurken bunların pragmatik yönü olarak "tek" seçenek olduğu üzerinde duruldu. Bu çözümün anahatları IMF'ce belirlendiğine göre bu "teklik" politikayı uygulayanların buluşçu gücüyle açıklanan bir "teklik" değildir. Bir otoritenin başka yola izin vermemesi anlamında "teklik"tir. İçilmeye razı olunacak ilaç anlamında bir "teklik.". Böyle bir "teklik" söylemi kurulunca, bu otorite tarafından başarılı görülmek ayrıca önem kazanmaktadır. Türk ekonomisi geçmişinde içine girdiği borç tuzağı dolayısıyla IMF yeşil ışığı olmadan ekonomisini yürütemiyorsa, günlük yaşamdaki örneklerle bu inanç halk arasında pekiştirilmiş durumdaysa, dışarıdan başarılı görülmek siyasal değeri olan bir sonuçtur. Ekonomi büyük atılımlar yapmasa bile yeşil ışık yanmakta devam edecek, Türkiye borçlanmasını sürdürerek, daha kötü duruma düşmeyecektir. IMF reçetesinin uygulanmasındaki başarıyı kişiselleştirmeye çalışmak, işte bundan doğuyor.
Eğer bir toplumda bu tür bir siyasal başarı bölüşülmesi gündemde bulunuyorsa o toplumda geleceğe güvenle bakılmıyor demektir. Toplum ileri atılımlara karşı inancını yitirmiştir.
"24 Ocak kararlarının" etrafında yaratılan ideolojik söylem üzerinde daha fazla durrnaya gerek yok. Bunu Türkiye'de halkın razı olması gereken "tek" seçenek olmaktan çıkarmak gerekiyor. Güncel sorunların dışına çıkıp, tarihsel bir değerlendirmeye gidildiğinde, farklı sonuçlara ulaşmak olanaklı. Tarihe bakıldığında bunalımların bir ülkeye sıkıntılar getirdiği kadar, değerlendirilebilecek fırsatlar da getirdiği görülüyor. Bu fırsatları iyi değerlendirebilen ülkeler dünya bunalımdan çıkarken dünyadaki yeni işbölümünde eskisinden daha üstün bir yere sahip olabiliyorlar. Ekonomisinin büyüklüğü, coğrafi konumu, geçmişteki birikimiyle Türkiye böyle bir bekleyişe sahip olabilecek ülkelerden biridir. Nitekim Türkiye'nin yakın geçmişi bu konuda iyimser olmayı gerektiriyor. Türkiye'nin 1930 bunalımında böyle bir atılımı gerçekleştiren ülkelerden biri olması ümid veriyor. Ama bunun için,Türkiye'nin bunalımdan çıkış konusunda daha aktif politika arayışları içinde olması, "tek" seçenek olarak IMF reçetelerini görmemesi gerekiyor.
Böyle bir arayış için yaşanan ekonomik bunalımın nedenlerini, uygulanan bunalımdan çıkış politikalarının sonuçlarını irdeleyen araştırmalar yapılarak, toplumun değişik kesimlerine yaygınlaştırılmalı ve değişik politika seçenekleri kamuoyunda tartışılır hale getirilmelidir. Bu hem bilimsel gerçeklik adına, hem sağlıklı bir demokrasinin kurulabilmesi, hem de geniş halk kesimlerinin yararlarının korunması için gereklidir. Oysa Türkiye'de "24 Ocak kararları"nın oluşturulması, sonuçlarının izlenmesi, yeni seçenekler önerilmesi konusunda yapılan araştırmalar ister devlet bürokrasisinde olsun ister bilim çevrelerinde olsun yeterli nicelik ve nitelikte olmamıştır. Kuşkusuz bunda "24 Ocak kararlarına" tek seçenek olarak bakılmasının da etkisi vardir. Bu dururnda devlet kesiminde yapılan araştırmalar yeni seçenek arayışlarından çok "24 Ocak kararlarının" sürdürülebilmesi için kanıtlar oluşturrnaya dönük olmuştur.