AGİT'in oluşumu, gelişimi ve bugün geldiği yer, 1917 Ekim Devrimi ile birlikte başlayan ve 1991 yılında SSCB'nin dağıtılmışlığıyla yeni bir evreye giren tarihsel evrimle büyük ölçüde çakışmaktadır.
1917 Ekim Devrimi ile kurulan Sovyetler Birliği, emperyalist ülkelerin kuşatması altında sosyalizmin inşasına girişen ilk ülke olarak, emperyalist sisteme karşı sosyalist alternatifi oluşturmuştur. II. emperyalist savaşa kadar emperyalist sistemin kendi ilişki ve çelişkileri üzerinde dolaylı etkide bulunan Sovyetler Birliği, savaş sonrasında Doğu-Avrupa ülkelerinde sosyalist iktidarların kurulması ve Çin Devriminin zaferiyle birlikte, emperyalist sistemin çelişkileri üzerinde belirleyici bir yere sahip olmuştur. Dünya pazarlarının 1/3'nün emperyalist sömürünün dışına çıkmış olması, emperyalist ülkeleri tarihlerinin en büyük pazar sorunuyla yüzyüze bırakmıştır.
Emperyalizmin pazarlarının 1/3'ünü yitirmesi, aynı zamanda onun saldırganlığını daha da artırmıştır. Amerikan emperyalizminin atom bombasını Hiroşima ve Nagazaki'de kullanmasıyla birlikte ortaya çıkan nükleer silahlar sorunu, emperyalizmin saldırganlığının en önemli unsuru olmuştur. İşte Amerikan emperyalizminin atom bombasının yıkıcı etkisine dayanan sosyalist ülkelere yönelik tehdidi, 1945 sonrasında uluslararası ilişkilerin en önemli olgusu durumuna gelmiştir. 1949 yılında SSCB'nin ilk atom bombasını yapmasıyla birlikte Amerikan emperyalizminin nükleer tehdidine karşı bir denge durumu ortaya çıkarmıştır.
4 Nisan 1949'da Amerikan emperyalizmi, Avrupa'nın emperyalist ülkeleriyle birlikte Kuzey Atlantik Paktı'nı (NATO) oluşturdu. NATO, emperyalizmin saldırganlığının yeni bir organı olarak, aynı zamanda emperyalist ülkelerin IMF ve Dünya Bankası gibi ekonomik kurumlarına paralel olarak oluşturulmuş askeri alanda kurulmuş olan sürekli ve resmi örgütlenmesi olmuştur.
İşte bu koşullar altında Batı-Avrupa ülkelerinde başlayan "barış eylemleri" AGİT düşüncesinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Başını Fransız Komünist Partisi ile diğer Batı-Avrupa' nın emperyalist ülkelerinin komünist partilerinin çektiği "barış eylemleri" karşısında Sovyetler Birliği 1950 yılında Vladivostok'tan Atlantik'e kadar bir "barış bölgesi"nin oluşturulmasını önermiştir. Temel ilkeleri Stalin tarafından belirlenen bu barış önerisi, Avrupa güvenlik anlaşması olarak tanımlanmış ve 1954 yılında somut hale getirilmiştir.
Sovyetler Birliği'nin Avrupa güvenliğine ilişkin olarak geliştirdiği öneri, devletlerin egemen eşitliği, karşılıklı sorunlarda kuvvet kullanılmasından ve kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma, devlet sınırlarının dokunulmazlığı, devletlerin iç işlerine karışmama ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı temelinde, Avrupa'da 50 yıllık bir barış anlaşmasının imzalanması şeklinde somutlaşmıştır.
Stalin, bu barış önerisini ve Batı-Avrupa' daki kitlesel barış eylemlerini "SosyalizminEkonomikSorunları"nda şöyle değerlendirmektedir:
"Bugünkü barış hareketinin amacı, halk yığınlarını barışı korumak için savaşıma sürüklemek ve böylece yeni bir dünya savaşını önlemektir. Bu yüzden, bu hareketin amacı, kapitalizmi devirmek ve sosyalizmi kurmak değildir — o, barışı sürdürmek için demokratik savaşım amaçlarıyla yetinmektedir. Bu bakımdan, bugünkü barışın korunması uğruna hareket, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmeyi hedef tutan ve daha ileri giderek sosyalist amaçlar güden hareketten farklıdır.
Olabilir ki, koşulların yardımı ile, barış için savaş, orada ve şurada sosyalizm için savaşıma doğru gelişsin, ancak o zaman, bu, bugünkü barış uğruna hareket olmayacaktır, ama kapitalizmi devirmek için bir hareket olacaktır.
En olası olanı, bugünkü barış uğruna hareketin, barışın sürdürülmesi için hareket olarak başarı kazandığı takdirde, belirli bir savaşı önlemeye katkıda bulunması, onu bir süre için ertelemesi, bir süre için belirli bir barışı sürdürmesi, savaşçı bir hükümeti istifa ettirmesi ve onun yerine barışı geçici olarak sürdürmek eğiliminde olan bir hükümetin geçmesini sağlamasıdır." [*]
Sovyetler Birliği'nin bu barış girişimi 1970' lere kadar emperyalist ülkeler tarafından hiç bir biçimde kabul edilmemiştir.
1970'lere gelindiğinde emperyalist bloktaki Amerikan emperyalizminin mutlak hegemonyasının sarsılmış ve Amerikan emperyalizminin "efsanevi dolarının dokunulmazlığı" sona ermiş ve devalüe edilmişti. Başını Alman emperyalizminin çektiği Batı-Avrupa'nın emperyalist ülkeleri, kendi pazar sorununa kısmi bir çözüm bulabilmek amacıyla Sovyetler Birliği ile ilişkileri geliştirmeye yönelmiştir. Politik planda, Alman Sosyal-Demokrat Partisi'nin (SPD) başkanı Willy Brandt'ın "ostpolitik" adı verilen girişimleri, Sovyetler Birliği'nin 1950'lerdeki barış önerisi temelinde başlatılmıştır. Böylece Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) için gerekli hazırlıklara girişilmiştir.
3 Temmuz 1973'de Helsinki'de yapılan ABD ve Kanada'nın da katıldığı dışişleri bakanları toplantısıyla birlikte AGİK için ön hazırlıklar başlatılmış ve 30 Temmuz-1 Ağustos 1975'de Helsinki toplantısında AGİK kurulmuş ve Helsinki Nihai Senedi imzalanmıştır. (Arnavutluk dışında tüm Avrupa ülkeleri ile ABD ve Kanada)
Helsinki Nihai Senedi üç ayrı bölümden oluşmuştur:
Karşılıklı güvenlik ilişkilerini belirleyen birinci bölüm, Sovyetler Birliği'nin yıllardır savunduğu temel ilkeleri önemli ölçüde içermiştir. Buna göre:
— Devletlerin egemen eşitliği
— Karşılıklı olarak kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma
— Sınırların dokunulmazlığı
— Devletlerin toprak bütünlüğü
— Sorunların barışçıl yöntemlerle çözümü
— Devletlerin iç işlerine karışmama
— Halkların eşitliği ve kendi kaderlerini tayin hakkı
— Temel hak ve özgürlüklere saygı
— Uluslararası hukuki yükümlülüklerin iyi niyet ilkesi çerçevesinde yerine getirilmesi
karşılıklı olarak kabul edilmiştir.
Helsinki Nihai Senedi'nin ikinci bölümü, ülkeler arasında ekonomik, bilimsel ve teknolojik alanda işbirliği yapılmasını; üçüncü bölüm ise, "insani boyut" başlığı altında, ülkeler arasında insani temas, bilgi alışverişi, kültürel ve eğitim alanlarında işbirliği ve değişimin düzenlenmesini içeriyordu.
Böylece, Stalin tarafından temel ilkeleri belirlenmiş olan "Avrupa güvenlik anlaşması", 1975 yılında imzalanarak, somut bir belge haline getirildi. Ancak Helsinki Nihai Senedi'nin imzalanmış olması, salt fiili bir durumun belgelenmesinden öte bir değere sahip olmamıştır. Emperyalizmin dünya çapındaki saldırganlığı Amerikan emperyalizminin Vietnam yenilgisiyle birlikte önemli ölçüde geriletildiğinden, AGİK belgesi, son tahlilde, Sovyetler Birliği ile emperyalist ülkelerin ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesinin politik bir güvencesi olmaktan öteye gidememiştir. Ancak, Helsinki Nihai Senedi, 1 Mayıs 1975'de Vietnam Halk Savaşının zaferinden iki ay sonra Amerikan emperyalizmi tarafından da imzalanmasıyla, emperyalizmi gerileten temel etmenin ulusal ve halk kurtuluş savaşları olduğu gerçeğini de açıkça ortaya koymuştur.
Bundan sonraki yıllarda AGİK çerçevesinde gerçekleştirilen en önemli gelişme 1990 yılında Paris'te yapılan toplantıda imzalanan yeni anlaşma olmuştur. Paris Şartı olarak bilinen bu anlaşma, Doğu-Avrupa'daki sosyalist iktidarların yıkıldığı ve SSCB'nin dağıtılma koşulları içinde bulunduğu bir sırada yapılmıştır. Bu anlaşmanın en önemli yanı, "serbest seçimleri izleme bürosu" kurulmasının kabulü olmuştur. Böylece, AGİK'in, Sovyetler Birliği üzerinde emperyalist ülkelerin sürekli bir denetim ve izleme organı haline dönüşmesi kabul edilmiştir. Bu, aynı zamanda, AGİK'in sürekli bir kurum haline dönüştürülmesi yönünde atılmış ilk adımı oluşturmuştur.
1992 yılında yapılan Helsinki Zirvesi'nde Sovyetler Birliği içinde yer alan ülkelerin bağımsız olarak AGİK'e katılmaları kabul edilmiş ve böylece AGİK, Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığı koşullarında ortaya çıkan yeni pazarların politik istikrarının sağlanması konusunda yeni bir misyon üstlenmiştir. Bu, aynı zamanda, AGİK'in AGİT'e (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) dönüşümünün başlangıcı olmuş ve İstanbul Zirvesi'yle birlikte resmiyet kazanmıştır.
İstanbul Zirvesi'nde kabul edilen "İstanbul Şartı" ile, AGİK süreci resmen sona ererken, AGİK'in temelini oluşturan ilkeler, yerini emperyalizmin yeni pazarları denetlemesi ve kendi çıkarlarına uygun siyasal yönetimler oluşturmasının resmi ilanına ve 1950'lerin barış hareketi ise, emperyalizmin yeni pasifikasyon araçları durumunda olan NGO'lara bırakmıştır.