"Biz PKK, TKP(ML), MLKP, TKP/ML, TDP, DHP, Devrimci Sol, TKP (Kıvılcım) devrim mücadelesini ilerletmek için, eylem birliğini gerçekleştirmenin heyecanı ve coşkusuyla, halkımızı selamlıyoruz..."Devlet aslında bu yıllarda genelde olduğu gibi ciddi kabuk değiştiriyor. Özellikle Sovyetler'in çözülüşü, Körfez Savaşı sonrası Türkiye'yi yakından ilgilendiren gelişmeler, Kürt meselesine çözümü hayati kılıyor ve bunun yolu da, gerçekten gecikmiş temel ihtiyaç olan kapsamlı, bir demokratikleşmeden geçiyordu. PKK burada direndi. Kendini geliştirmeden ziyade aşırı tekrarlayarak direndi. Tek çareyi bunda görüyordu. Halbuki reel-sosyalizmin çözülüşünden, demokratik çözüm tarzını çıkarabilmeliydi. 'Ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesi'nin artık geçerliliğini yitirdiğini, bilimsel-teknik değişmenin aslında 17'ci yüzyıldan beri gelişmenin ürünü olan ulus-devlet anlayışını çözdüğünü aynı sınırlar dahilinde demokrasiyi geliştirerek, sınırlara hiç dokunmadan geliştirilecek bir çözümün daha gerçekçi olduğunu görmeliydi." (A. Öcalan, 81 sayfalık savunması) (abç)
"TC rejiminin varolduğu hergün insanlık açısından bir kayıptır ve ona karşı anladığı dilden direnmek insanlık görevidir."Benim pratiğim yakınen incelenirse şu çok açık görülecektir; ve kitap dolusu belgelerle kanıtlanacaktır. En iyi, anlamlı ve mümkün olan özgürlük ve bağımsızlık, bu yer Kürdistan da olsa, ancak Türkiye'nin Misak-ı Milli sınırları içinde mümkündür. Bilimsel olarak da kanıtlamak zor değildir. Ayrılmış bir Kürdistan bitmiş, veya bir gücün kuklası, işbirlikçilerinin malikanesi olmaktan öteye gidemeyecek bir Kürdistan'dır. Ayrılmış bir Kürdistan halkın değil, yabancı ve işbirlikçilerinin olabilir ki bu da, ağırlıklı olarak hayalidir, ancak çıkar güçlerinin oyunu olarak sık sık tekrarlanır." (A. Öcalan, 81 sayfalık savunması) (abç)
"Kürt ulusal sorununu, 'etnik sorun', 'kültürel sorun' derekesine indirgeyerek, 'alt kimlik' kavramı çerçevesinde kalan bir burjuva 'çözümü' kapsayan ve başlıca hatları henüz netleşmemiş bir duruşu benimsemektedir yeni Kemalizm. Ki, hemen burada da yolu militarizmin açtığını görmek gerekir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, 'kamusal alana kaymamak koşuluyla, mahalli ve kültürel özelliklerin gelişmesine yönelik düzenlemeler yapılmalıdır' diyordu. Yeni Kemalist eğilim kendini burada buluyor, buradan güç alıyor. Ama tarihsel bir pespektifi de geliştirmeye, M. Kemal'in Kürt ulusal sorununda cumhuriyet öncesi de denilebilecek işgale karşı savaş yıllarındaki Kürt egemen sınıflarıyla ittifak tavrıyla ilişkilenmeye çalışılıyor. Henüz belirginleşmemiş olsa da, Türk burjuva milliyetçiliği ile Kürt burjuva milliyetçiliği arasında, Türk ulusunun ayrıcalıklarını esas olarak koruyan bir işbirliği, bir ittifak arayışının temellerinin atılmaya çalışıldığına dikkat çekmek yanlış olmayacaktır." (Sınıf Pusulası, Mart-Nisan 1999, sayı: 1, s: 11-12) (abç)"Birinci ve ikinci tezler, sorunun bir vatan ve devlet yaratma olmadığını, vatanda özgür yaşamla devletle demokratik birlik olduğunu, bunun için tarihsel ve siyasal ve anayasal zeminin açık olduğunu iyi niyetli ve cesur yaklaşımlar, asgari demokratik ölçüler içinde kurulduğunda varolduğu sanılan sorunların o kadar da ağır olmadığı, aşılacak cinste olduğunu ortaya koymuştur.
Bununla birlikte, dil yasağı ve kültürel özgürlüğün önündeki engeller sorunun en özgün yönüdür. Bu özgün yön üzerinde yoğunlaşamama, çok karmaşık bir durum yaratmıştır. Siyasal boyutla kültürel boyutun karışmasına, hatta isyanlara yol açabilmiştir... Anayasa Mahkemesi Başkanı dil, kültür, ve ifade özgürlüğü önündeki engellerden ve kaldırılması gerektiğinden açıkça bahsetmiştir.
Devlet bu konunun farkına varmış ve doksanlı yıllardan beri bazı adımlara izin vermiştir. Kürtçe yayın, dil yasağının kaldırılması, bir Kürt Enstitüsü'nün kurulması, folklor derneklerinin faaliyetleri önemli adımlardır. Daha da güvence verildiğinde ve eğitimle bu kurumlar geliştiğinde çözümün can alıcı özünde gelişmeler artacaktır. En önemli bir eksiklik okuma yazmadır. Bunu da aslında ciddi bir yasal engeli yoktur. İmkan ve eğitim hazırlığı sorunudur ki rahatlıkla üstesinden gelinebilir." (A. Öcalan, Demokratik Birlik Çözümü İçin Tezler, 81 sayfalık savunması)
Ve yine İmralı savunmasında ifade ettiği şu tümceler de "demokratik" bir tutumla bir yana bırakılabilir:"Lenin'in oldukça sosyalist yani gelişkin bir kişilik olduğu söylenebilir, tam istenilen düzeyde de olmasa." (A. Öcalan, Akt. Mahir Sayın, Erkeği Öldürmek, s: 200, Nisan 1997)
Amerikan emperyalizminin “demokrasi literatürü”nde, geri-bıraktırılmış ülkelerdeki askeri darbeleriyle oluşturulan yönetimlerin “otoriterizm” ve sosyalist ülkelerdeki yönetimlerin “totoliterizm” olarak tanımlandığını bilmek de burada kişilerin “demokratlığı”na zarar vermeyecektir. Ve A. Öcalan’ın İmralı’da söylediği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti istenilen düzeyde olmasa da demokratikleşmede epey mesafe aldığı” için, herkes düşüncesini özgürce söylemek durumundadır. Bundan birkaç yıl önce şöyle denilmiş olması da “düşünce özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmelidir!"Faşizmin, burjuva milliyetçiliğinin nefes aldırmaz totaliterizmiyle, işçi sınıfının aşırı eşitçiliğinin demokrasi yoksunluğu totaliterizminin başarısızlığı, bu çerçevenin dışına taşırılmış gerçeklikleriyle bağlantılıdır. 2000'li yılların zaferini kesinleştiren demokratik sistem, derinliğine ve tüm toplumlara yaygınlaşmasının önüne geçilemez gibi görünüyor. Buna karşı direnen kaybederken, başarıyla uygulayanın kazanacağı da aynı kesinliktedir...
Atatürk'te ne özel bir demokrasi karşıtlığı, ne de Kürt aleyhtarlığı söz konusudur. İlerlemeden yana ve beklentisi vardır... Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti etkilense bile ne Hitler'in Almanya'sı, ne Stalin'in Rusya'sı gibi, cumhuriyeti aşırı totaliter kılmak istemedi..." (A. Öcalan, 81 sayfalık savunması) (abç)
"Demokratlık" adına, yukarda aktardığımız sözlerin "bir düşünce" olarak nasıl açıklanırsa açıklansın, birbiriyle çelişen ve birbirini dışlayan yanları bir yana bırakılamayacak kadar açıktır. İster BDG adı altında PKK ile ittifak içinde bulunanlar, ister değişik dönemlerde benzer ittifak yapanlar, bu çelişen ve birbirini dışlayan açıklamalar karşısında kendi konumlarını ve tutumlarını açıkça ortaya koymak zorundadırlar. Öyleki yıllar önce ortaya konulmuş şu belirlemelere karşı akla gelebilecek her türden suçlamayı, karalamayı yapanlar bir kez daha düşünmek ve karar vermek zorundadırlar:"Bu bir kara cehennem rejimidir yani... Türkiye'nin bazı Kemalist aydınları vardır. 'Şöyle rönesanstır' derler. Peki bu ne yani, bu hangi kara rejimde bu düzeye gelmiştir. Örneği yoktur ve en sivri uçtur. Hatta faşizmin babalığına soyunması da bu nedenledir bence. Faşizmin ilk (kapitalist faşizmin tabii) nüvesi burada gizli, Kemalizm'de gizlidir. Hitler'in Mussolini'nin Mustafa Kemal'e bizim öğretmenimizdir demesi, boşuna değildir.
Onun yaşadığı koşullar onu 1920'lerde dünya çapında faşizmin babası yapmıştır." (A. Öcalan, Akt. Mahir Sayın, Erkeği Öldürmek, s: 112, Nisan 1997)
A. Öcalan'ın Misak-ı Milli konusunda THKP-C ile Mihri Belli arasındaki tartışmaya ilişkin olarak birkaç yıl önce söylediklerini de anımsatalım:"Türkiye'yi Misak-ı Milli olarak başta ortak bir vatan olarak kabul, hem Kürtler hem Türkler için bir ulusal yemin olarak kabul edilir. Tamamı uygulanmasa da mevcut sınırlar yeminli vatan parçasıdır. Belgelidir. İnkara gelmez." (A. Öcalan, 81 sayfalık savunması)
Burada A. Öcalan'ı "etkileyen" "Mahir"lerle Mihri Belli arasındaki Kürt sorunu konusundaki tartışmayı da anımsatmak gerekmektedir:"Türkiye devrimci hareketinin içindeydim. Şüphesiz Kürt sorunu benim için yakıcıydı. Hatta Mahir'in İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Sinan Kazım Özüdoğru ve Yusuf Küpeli'yle birlikte 'şovenizme ve modern revizyonizme karşı biz bir kopuş yürüteceğiz' dedi. Şimdi de değerli bir abimiz olan Mihri Belli'ye karşı böyle bir polemikleri vardı. Ben o zaman onların tavrını çok yiğitçe (ki, bütün anfide bine yakın genç vardı) buldum. Orada onlara karşı bu cesaretli tavrı sergilediler. Çıktılar, anfiye bir daha girdiler. Hatta birkaç kez tabanca mermisi patladı. Ama sonuna kadar tavırlarını koydular. Halen kulağımda yankılandığı kadarıyla en önemli bir çelişki de Kürt sorunuydu. 'Kemalizm' in etkisinden kurtularak bu soruna sonuna kadar doğru yaklaşım göstereceğiz'.
Bu beni etkiledi."
(A. Öcalan, Akt. Mahir Sayın, Erkeği Öldürmek, s: 72, Nisan 1997)
Yanıt bekleyen sorular olarak ortaya koyduklarımız, soruların belli başlılarını içermektedir. Küçük-burjuva aydınlarının bu sorular karşısındaki tutumları, hiç şüphesiz, ulusal sorunun yaratmış olduğu çatışma ortamının getirmiş olduğu "gerilim"le belirlenmektedir. Lenin'in deyişiyle, "demokratik kurumlar getirmekte umutsuzluğa kapılan ve bir dizi ('kültürel') sorunda her ulusun proletaryasıyla burjuvazisini yapay olarak birbirinden ayrı tutarak, burjuvazinin ulusal kavgalarından kurtulmaya çalışan kişilerin oportünist düşünden başka bir şey" olmayacaktır."Bu birlikte vatanın, daha bağımsız cumhuriyetin daha güçlü olacağına kuşkumuz yoktur. Bu sorunu çözmüş cumhuriyetin tarihe yaraşır bir önderliği Ortadoğu'dan Balkanlara, Kafkasya'dan Orta Asya'ya taşıyacağına da inancımız tamdır." (A. Öcalan'ın mahkemeye verdiği 31 Mayıs tarihli dilekçesi)
A. Öcalan'ın 1990 yılından itibaren Türkiye oligarşisine gönderdiği her mesajda ifade edilen sözler bir kez daha yinelenmiştir: Eğer bizimle anlaşırsanız, Türkiye'deki her türlü silahlı ve illegal faaliyeti sona erdiririz."Başta PKK olmak üzere yasadışı konumda olan birçok örgüt barışla birlikte normal siyasal ve yasal sürece kendini uyarlamalıdır.
Silahlı çatışma ortamının ortadan kalkması, yıllardır yasadışı konumda olan birçok örgütü, demokratik ortamla bütünleşmeye itecektir. Özellikle çıkarılacak bir af ve yasal, siyasal çalışmanın önü açık tutulduğunda, demokratikleşmenin daha da kökleşmesine yol açacaktır. Doksanlı yıllarda örgütsel özgürlük ilerleme sağlamıştır. Genel siyasal ortamı, gergin tutmanın anlamsızlığını, son seçim süreçleri ortaya koymuş, toplumun demokratik normalleşme isteği ve tekrar değil, şiddetle çözümlemeyen parti ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Kısır yolda inat edenler terk edilmektedir. Bu hem sağ, merkez ve tüm sol örgütler için geçerlidir. Klasik ve fazla demokratik değeri olmayan siyasal çalışma dönemi geride kalmıştır. Bu sol için daha da geçerlidir. Kendini yenileme ve yasallaşma, bununla birlikte toplumun önündeki sorunlara gerçekçi demokratik çözüm projelerini koymakla ortaya çıkma, bunun için kapsamlı ittifakları gerçekleştirme, gelişmenin iktidarlaşması için kaçınılmaz gereğidir. Klasik söylem, örgüt ve kadro anlayışları toplumun gündemini yakalayamaz...
Bu çerçeve PKK için de geçerlidir. Yetmişlerin klasik sağ-sol, faşizm, sosyalizm ve ulusal sorun kavramlarıyla yazılan program, örgüt biçimleri ve eylem anlayışı, aslında doksanlarda masaya yatırılmalı ve dönüşme tedbirleri alınmalıydı. Türkiye genelinde bir demokratikleşmeyle, bölge toplumunun feodal ağırlıklı toplumsal yapısı için daha özgül bir program, özellikle dil, kültür özgürlüklü derinliğine bir demokrasi programı, bunun barışçıl siyasal örgüt yapısı, silahlı mücadele yerine siyasal çalışmanın yasal biçimlerini ortaya koymalıydı." (A. Öcalan, Demokratik Birlik Çözümü İçin Tezler, 81 sayfalık savunması) (abç)
Tüm bu sorular karşısında yine de "geleneksel" tutumlarını sürdürenler elbette olacaktır. Onlara son olarak Lenin'in ezilen ulus burjuvazisinin niteliğine ilişkin şu sözlerini anımsatmak istiyoruz:"Şunu herkesin bilmesi gerekiyor; biz ABD'nin Kürdistan'da, bölgede kendisine göre istikrar yaratmasına bir şey demiyoruz. Kendi çıkarlarına göre düzenleme yapabilir." (PKK Başkanlık Konseyi üyesi Cemil Bayık, 20 Haziran 1999, Özgür Politika)
"Şimdi 21. Yüzyıla girerken Türkiye'nin önünde 16. Yüzyılda olduğu gibi bir sorun var. İlerlemeyi sağlayabilmek için kendisini güçlü kılacak ilişki ve ittifaklara ihtiyacı var. ...
Türkiye devletinin Kürdistan ile çelişki, çatışma ve savaş içerisinde olması kesinlikle böyle bir yönelimi için engeldir. ...
Eğer Osmanlı yöneticilerinin yaptığına benzer biçimde tarihten ders çıkarırsa, güncel duruma uyarlamış politikalar üretebilir. Kürtlerle çözümü, anlaşmayı esas alırsa, Kürt ulusunun gücünü arkasına alır ve onun desteği ile birleşirse Doğu'ya ve Güney'e yönelik açılımını yürütebilir." (PKK Başkanlık Konseyi üyesi Duran Kalkan, 23-24 Nisan 1999, Özgür Politika)
"Uluslara yapılan her baskı, geniş halk yığınlarının direncini davet eder; ulus olarak baskı altında kalan halkın direnci, her zaman, ulusal ayaklanma eğilimi gösterir. Ezilen ulus burjuvazisinin (hele hele Avusturya ve Rusya'da) bir yandan pratikte, kendi halkından gizli olarak ve ona karşı, ezen ulusun burjuvazisiyle gerici anlaşmalara girerken, bir yandan da ulusal ayaklanmadan söz etmesi hiçte seyrek görülen bir şey değildir." (Lenin: Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, s: 73-74) (abç)