KURTULUŞ CEPHESİ - Ocak-Şubat 1999
40. Yılında
Küba Devrimi
Bundan tam kırk yıl önce, Fidel Castro yönetimindeki gerillaların Sierra Maestra'ya ayak basmalarıyla başlayan ve "iki yıldan fazla süren bir devrimci halk savaşı" [1*] sürecinden sonra Küba Devrimi zafere ulaşmış, kendi tarihsel dönemi içersinde eşi görülmemiş bir coşku ve umut yaratmıştır.
Küba Devrimi'nin yarattığı etki sadece başarıya ulaşmış olmasıyla sınırlı değildir. Küba Devrimi'nin emperyalizmin III. bunalım döneminde başarıya ulaşmış olması, gerek izlediği strateji, gerekse önüne koyduğu hedefler bakımından bu dönemin ulusal ve uluslararası ölçekte doğru tahlilinin bir sonucudur. Bu tahlil, Küba Devrimi'ni kendi önder ve yönetici kadrolarının pratikleriyle de proleter enternasyonalizminin simgesi yapmıştır.
"Angola'da, Granada'da, Etiyopya' da, Nikaragua'da, enternasyonalist görevlerde, askeri ve sivil hizmetlerde çalışmak üzere giden ve gitmek isteyen onbinlerce öğretmen, onbinlerce doktor, inşaat işçisi. Nerede ve ne kadar zor olduğu önemli değildir, halkımız her zaman oradaydı ve bunlar öncelikle Parti üyeleriydi ve üyeliklerini bu çabalarının bir sonucu olarak kazandılar; 500.000'den fazla kişi uluslararası görevlere gittiler. Bu, toplam nüfusla karşılaştırılınca, başka herhangi bir ülke veya partinin ulaşamadığı bir sayıdır."[2*]
Küba Devrimi'nin doğru bir tahlili, aynı zamanda emperyalizmin III. bunalım döneminin doğru bir tahlili demektir. Çünkü, bu dönemin ilişki ve çelişkilerini yansıtmaktadır. Emperyalistlerarası II. yeniden paylaşım savaşının ardından "kapitalizm tarihinin hiçbir döneminde bu kadar hızlı gerilememiş, darbe üstüne darbe yememiştir. Dünya sosyalist sisteminin kuruluşu ve zafere ulaşan sömürge kurtuluş savaşları bütün dönem boyunca devam etmiştir. Savaşın içinde Doğu-Avrupa'da sosyalizmin zaferi, savaştan sonra 1848'de Kuzey Kore, 1949'da Çin Devrimlerinin kesin zaferi ve 1954'de Dien Bien Fu zaferiyle Fransızların Kuzey Vietnam'ı boşaltmaları izlemiştir... Afrika'da bazı ülkeler gerçek bağımsızlıklarını kazanmışlardır."
Savaştan yıpranmış olarak çıkan emperyalist blok içinde ABD, emperyalizmin ekonomik, siyasal ve askeri alanda söz sahibi tek ülkesi olmuştur. Küba Devrimi, ABD emperyalizminin "arka bahçesi"nde çiçek açmış olmasıyla, dünya ezilen halklarına moral kaynağı olmuş ve tüm dünya devrimci mücadeleleri üzerinde de büyük bir itme sağlamıştır.
Küba Devrimi'nin 40 yıl boyunca aynı coşku ve umudu korumasının, sosyalist ülkelerin, özellikle 90'lı yılların başında Sovyetler Birliği'nin dağıtılmışlığı koşullarında da dimdik ayakta durmasının mutlaka nedeni vardır.
"Bazen, küçük ve yoksul bir ülke olan Küba'da dünyanın merkeziymiş gibi söz ederek boş yere böbürlendiğimizi düşünürüz; yine de bu doğrudur ya da hemen hemen doğrudur. Devrimin büyüklüğünden kuşku duyanlar, gazete başlıklarını okusun: 'Amerika Birleşik Devletleri, Küba ile anlaşma yapan Polonya'yı tehdit ediyor'. Bakın hele, güçlüyüz ve tehlikeliyiz. Latin-Amerika kıtasının çevresini zehirledik. Trujillo ve Somoza'nın tatlı demokrasilerini tehlikeye attık. Öyle büyük bir tehlike yarattık ki, demokrasi şampiyonları Küba ile anlaşma imzaladı diye Polonya'yı tehdit ediyor." [3*]
"Küba dışında herkes hergün devrimin kaç günü kaldığını hesaplıyordu. Sosyalist bloğun çökmesinden beri, SSCB'nin dağılmasından bile önce, dünya hergün Küba Devrimi'nin yokolduğu haberlerini bekliyordu. Her türden kehanet vardı. ABD'nin yanıbaşındaki bu kadar küçük bir ülkenin nasıl dayanabildiğine şaşırıyorlardı."[4*]
Ochoa davasından Papa'nın ziyaretine kadar hemen her olay, emperyalizmin tekeli altındaki kitle iletişim araçları tarafından çarpıtılarak yer almakta ve devrimci değerlere yönelik saldırılar pervasızca sürdürülmektedir.
Bunun en çarpıcı örneği, Che'ye ilişkin yazılarda ortaya çıkmaktadır.
Katledildiği günden günümüze kadar, Che'nin "zararsız bir aziz" haline getirilmesi için her yol denenmiştir. Che'nin devrimci görüşleri, devrim anlayışı ve devrimci mücadelesi, kitlelerden gizlenerek, "motosikletli bir serseri" gibi sunulmaya bile çalışılmıştır. Ve Che'ye yönelik her saldırı, Küba Devrimi'ne ve onun yarattığı değerlere yönelik bir saldırı olmuştur. Çünkü, Che ve Küba Devrimi birbirinden ayrılamaz bir bütündür. Şüphesiz emperyalizme karşı bir savaş sloganı olan Küba Devrimi ve Che, emperyalizmin demokrasi havarileri tarafından her türlü saldırıya ve karalamaya maruz kalacaktır.
Emperyalizmin kendi "mezar kazıcıları" olan proletaryaya, proleter devrimcilere ve proleter devrimlere karşı başka türlü yaklaşması da beklenemez. Bu, aynı zamanda onun saldırgan doğasının bir gereğidir.
Ancak Küba Devrimi, 40 yıllık tarihi içinde, sadece emperyalizmin saldırılarına maruz kalmamıştır. Her dönemde Küba Devrimi, "sol"dan gelen saldırılarla, suçlamalarla ve hatta karalamalarla karşı karşıya kalmıştır. Çünkü Küba Devrimi, izlediği rotayla, çalışma tarzıyla, dünya solunda bir dönem egemenlik kurmuş olan revizyonizme ve oportünizme karşı proleter devrimcilerin bir bayrağı olmuştur. Küba Devrimi, izlediği rotayla, çalışma tarzıyla, revizyonizmin ve oportünizmin maskesini düşürmüştür. Bu nedenden dolayı, revizyonistler ve oportünistler, her yerde ve her fırsatta, Küba Devrimi'ni küçümsemek, onun izlediği rotayı değersizleştirmek için elinden gelen çabayı göstermiştir. Ve bu çabalarını, her dönemde, Küba Devrimi ile özdeşleşmiş olan onun önderlerine, yani Fidel Castro'ya, Che Guevara'ya yönelik saldırılarla birleştirmiştir. Revizyonistlerin ve oportünistlerin yapmak istedikleriyle emperyalizmin yapmak istedikleri, bu noktada bir ve aynı olmuştur: Küba Devrimi'nin yaratmış olduğu coşkuyu ve umudu yoketmek.
İşte herhangi bir zamanda, herhangi bir olay nedeniyle yazılmış olabilecek şu satırlar bu konuda bir örnek olarak okunabilir:
"... Che adı ihtilalci devrimciliğin köşe taşı olmayı sürdürecektir. Bu ad enternasyonalizmin, özverili devrimciliğin şaşmaz pusulası olmayı sürdürecek ve gelecek nesiller için Che devrimci girişimlerin yorulmak bilmez kahraman savaşçısı kimliği ile daima anılacaktır...
Che bizimdir.
... Bu büyük devrimcinin, bu muazzam enternasyonalistin, bu usta komutanın hataları yok mudur.
... Latin-Amerika çizgisi olarak şekillenen ve 'Bolivya Günlüğü'nde sık sık sözünü ettiği ve hakkında kaygılandığı yoldaşı Debray tarafından sonraları sistemleştirilen bu çizgi, a) halk savaşını karikatürleştiren öncü-artçı kısır döngüsü ile, b) partisiz devrim çizgisi ile, c) üs bölgesiz gerilla eğrisi ile, d) sınıf ittifakı sınırlarını daraltarak kolu-kanadı kırılmış cephe anlayışı ile devrimci-Marksizm ile tam bir karşıtlık halindedir. Nitekim bu çizginin Küba'daki başarısı, 'kuşun taşa çarpması' idi. Bu devrime 'istisnai' denmesi boşuna değildi. Hatta bu devrimin başlangıçtaki yönelimi sonrasının tersi doğrultuya bile sapmıştı.
Devrimci-Marksizm ile ortak paydayı paylaşmamak, kendi ülke özgüllüklerine bu teori eşliğinde sarılmak elbette büyük bir yanılgı ve başarısız devrim girişimlerinin belki de temel koşulu idi, ama bu durum Che'nin emperyalizm ve işbirlikçisi sınıflara karşı savaşımının devrimci niteliğini ve onun bizim olduğu gerçeğini asla yadsımaz. Bu savaşımın mayası küçük-burjuva devrimciliği de olsa.
O'nun yeri bizim yanıbaşımızdır." [5*] (abç)
Nesnel olmayı, bilimsel olmayı, "Sezar'ın hakkını Sezar'a vermek", "hem nalına, hem mıhına vurmak" olduğunu sanan bir kafa yapısı için, bu örnek oldukça "başarılı" sayılır. "İhtilalci devrimciliğin köşe taşı", "özverili devrimciliğin şaşmaz pusulası", "kahraman savaşçı", "büyük devrimci", "muzzam enternasyonalist", "usta komutan" da elbette "hata" yapar! Çünkü hiç kimse bu kadar "büyük", "kahraman", "şaşmaz", "özverili", "usta" ve "muazzam" olamaz! "Onun da" "hata"ları olmalıdır! "Hatasız kul olmaz"! Doğal olarak, "onu", "hatasıyla sevmek" gerekecektir!
Nedir Che'nin "hata"sı!?
"Bolivya Günlüğü"nde "sık sık sözünü ettiği ve hakkında kaygılandığı yoldaşı Debray tarafından sonraları sistemleştirilen" "hata"lı bir "çizgi"ye sahiptir Che!
Bu çizgi, "devrimci-Marksizm" ile "tam karşıtlık halindedir", "devrimci-Marksizm ile ortak paydaya" sahip değildir ve bu çizginin "mayası" "küçük-burjuva devrimciliği"dir!
Nereleri yanlıştır bu çizginin:
a) Halk savaşını karikatürleştiren öncü-artçı kısır döngüsü
b) Partisiz devrim çizgisi
c) Üs bölgesiz gerilla eğrisi
d) Sınıf ittifakı sınırlarını daraltarak kolu-kanadı kırılmış cephe anlayışı.
Ve böylesine "hata"lı bir çizginin, doğal olarak bir devrim gerçekleştirmesi olanaksız olduğu için de, yani "taş"ın kuşu vurması olanaksız olduğuna göre, ama ortada da bir devrim olduğu da su götürmez bir gerçek olduğuna göre, olsa olsa "taş" kuşa çarpmamış, "kuş" taşa çarpmıştır! Bu yüzden, Küba Devrimi, bir "istisna"dır ve bunca yıl SBKP revizyonistlerinin bu belirlemesi "boşuna değildir"!
İşte Küba Devrimi, 40 yıl boyunca, bu türden ipe sapa gelmez binlerce "nesnel", "bilimsel" "eleştiri" ve "değerlendirme"ye maruz kalmıştır.
Şüphesiz, bu örneğin yazarı, Che'yi "çok iyi bildiğini" de, ayrıntı bilgiyi yazının içine serpiştirerek göstermekten de geri kalmamıştır. O kadar ki, Che'nin "Bolivya Günlüğü" nde "sık sık sözünü ettiği ve hakkında kaygılandığı yoldaşı Debray"ı bilmektedir yazar! Ve hatta Che'nin "devrimci-marksizm ile tam karşıtlık halinde"ki "küçük-burjuva devrimci" çizgisini Debray'ın "sonraları sistemleştir"diğini de bilmektedir!
Yıllar önce, benzer "örnek"lere ilişkin olarak Mahir Çayan yoldaş şunları yazıyordu:
"Yeni oportünizm Küba devrimi deneyi karşısında şaşkın ördek gibidir. Kimilerine göre Küba sosyalist bir ülke değildir. Küba'da devrim olmamıştır. Bazılarına göre de, 'evet Küba'da devrim olmuştur ama bu dar deneyci bir anlayışın tesadüfi sonucudur'. (Bkz. H. Berktay, Proleter Devrimci Aydınlık, Sayı: 16, s: 327) Ve bunlara göre eğer Amerikan emperyalizmi uyanık davranmış olsaydı bu devrim olmazdı! 'Gerek Küba hakim sınıflarının ve gerekse Amerikan emperyalizminin uykuda olmasından gelen koşullarda Küba tecrübesi başarıya ulaşmıştır.' (H. Berktay, P.Devrimci Aydınlık, 16. Sayı, s: 326) Yani bunlara göre Küba devrimi mucizevi bir olgudur. İşte, sergilenen bilimsel sosyalist düşünce (!) daha doğrusu katledilen marksizmin diyalektiği!
Metafizikçi, devrimleri tesadüf ve mucizelerle açıklar. Onun için ömeğin, Fransız burjuva devrimi bir tesadüftür. Fransız devrimi metafizikçi tarafından XVI. Louis'in zayıf ve yumuşak bir insan olmasıyla açıklanır. 'Güçlü bir insan olsaydı devrim olmazdı' der. Hatta ona göre 'Varennes'de XVI. Louis yemeğini kısa kesseydi, yakalanmaz ve tarihin akışı değişirdi.' [6*] Oysa bilimsel sosyalist anlayışta mucize ve tesadüf açıklamalarına yer yoktur. Mucize ve tesadüf Lenin'in deyişiyle 'ne tabiatta ne de tarihte vardır.' İşte biçimle özü birbirine karıştıran, öz yerine biçimde kesinkes ilkeler arayarak dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmaya kalkanların teoride sonu, metafiziğin bataklığında kulaç atmaktır!
Bilimsel sosyalist dünya görüşü, Küba devrimini Amerikan emperyalizminin ve Küba hakim sınıflarının bir anlık gafleti ile açıklamaz. Küba tecrübesinin başarıya ulaşması dünya kapitalizminin bugünkü durumu ile ilgilidir.
Lenin, Küba gibi sömürge bir ülkenin bir sıra iç devrimlerle sosyalizme geçmesinin ilk etabı olan anti-emperyalist savaşı kazanabilmesi için şu üç şartın var olmasını önermektedir : 'Ezilen bu ulusların ahalisinin önemli bir kısmının çabalarının koordinasyonu... veya uluslararası durumun özellikle uygun olması (örneğin emperyalistlerin müdahalesinin zayıf düşmesi, aralarındaki bir savaş ve kendi çelişmeleri vs. sebebiyle felce uğraması) veya büyük devletlerden birinin proletaryasının aynı anda burjuvaziye karşı koyması gereklidir'. [7*] Bugünkü emperyalizmin III. genel bunalım döneminin ayırt edici özelliği bütün bu etkenlerin bir araya gelmiş olmasıdır. Dünyanın 1/3'i sosyalisttir. Ezilen uluslar her geçen gün emperyalizme öldürücü yumruklar indirmektedir. Dünya sürekli altüst oluşlar içindedir. Artık dünya kapitalizmi son nefesini vermektedir. Küba devrimi ne dar deneyci bir anlayışın tesadüfi bir sonucudur ne de mucizevi bir olaydır. Küba devrimi can çekişen emperyalizmin zorunlu bir sonucudur!
Küba devrimini Amerikan emperyalizminin önleyebilmesini mümkün görerek 'Amerikan emperyalizmi uyanık davransaydı, bu devrim olmazdı' diye açıklamak revizyonizmin ta kendisidir. [8*] Bu, emperyalizmin 'herşeye kadir' olduğunu söylemek, dolayısıyla stratejik planda onu (emperyalizmi) gözde büyüterek dünya halklarının, özellikle Latin-Amerika halklarının devrimci mücadelelerinin zaferine inanmamaktır! İşte pasifizm ve pasifizmin ideolojisi budur!
Tesadüfler ve mucizeler ve de sol oportünistler marksizm-leninizm hazinesini derinleştirmezler. Oysa Küba tecrübesi ve onun önderleri marksizm-leninizm hazinesini derinleştirmiş ve zenginleştirmişlerdir! 'Sen halk savaşından yana mısın yoksa gerilla savaşından mı' diyerek saçma sapan bir ikilem ortaya atan yeni oportünizme göre, Küba'da halk savaşı hiçbir zaman olmamıştır. Oysa gerilla savaşı halk savaşının ilk iki aşamasının temel mücadele şeklidir.
Biz kahraman Küba halkı bir halk savaşı vererek Milli Demokratik Devrimi yapıp sosyalizme geçmiştir diyoruz. Ve Küba deneyi Fidel Castro ve Che Guevara hakkında görüşlerimiz açıktır: Şimdi Ekim İhtilalinin deneyine ilaveten, Çin'de, Doğu Avrupa Sosyalist ülkelerindeki, Kore, Vietnam ve Küba'daki devrimci deneyler mevcuttur. Bu ülkelerin muzaffer devrimcileri marksizm-leninizm ve Ekim İhtilâlini zenginleştirmiş ve geliştirmiştir. Çin'den Küba' ya kadar bütün bu devrimler istisnasız silahlı mücadele ile ve silahlı emperyalist saldırısına ve müdahalesine karşı savaşmakla kazanılmıştır. Küba halkının silahlı ayaklanması 1953 yılında başlamıştır. Amerikan emperyalizmi ve Küba'daki kuklası Batista'nın yönetimini devirmeden önce iki yıldan fazla bir devrimci halk savaşı vermiştir. (China In Revolution, History, Documents and Analysis, edited by Verasimons, s: 404-5, 31 Mart 1964'de yayınlanan SBKP Merkez Komitesinin açık mektubu üzerine Çin KP'nin yorumu)
Evet Küba Devrimi Marksizm-Leninizm hazinesine büyük bir katkıdır. Ve Küba devriminin muzaffer proleter devrimcileri olan Fidel Castro, Che Guevara ve arkadaşlarından bizim gibi yarı-sömürge ülke marksistlerinin öğreneceği pek çok şey vardır. Çünkü biz marksizmi entellektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmak için okuyup öğrenmiyoruz. Biz dünyayı değiştirmek için, dünyanın Türkiye'sinde devrim yapmak için marksizmi öğreniyoruz!
Küba sosyalist devriminin muzaffer proleter devrimcilerine 'Küçük burjuva devrirncileri', 'sol oportünistler' demek ihanetin, oportünizmin ta kendisidir. Ve bu görüşü saflarımızda yaygınlaştırmaya çalışanların kişiliklerinden bütün Türkiye'li proleter devrimcileri şüphe etmelidir.
'Proleter Devrimci' Aydınlık'ın eyyamcı yazarı bizim 'Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori' yazısında Fidel Castro'ya atıfta bulunmamızı eleştirmektedir. (Bkz. Ş. Alpay, P.D. Aydınlık, 17. Sayı, s: 366) Biz daima marksizm-leninizm hazinesine katkısı olan muzaffer proleter devrimcilerine atıfta bulunduk ve her zaman da bulunacağız. [9*] Yeni oportünizmle aramızdaki küçücük (!) fark da burada ya! Onlar Amerika'nın sözde devrimcileri Campus 'Mao'istlerine, biz ise marksizm-leninizm hazinesini geliştiren muzaffer devrimcilere atıfta bulunuyoruz!
Latin-Amerika'daki proleter devrimci çizgi hakkında son derece önemli bir sorunu da bu bölümü bitirmeden açıklayalım. Şu iki hususun özellikle karıştırılmaması gerekir:
Bütün Latin-Amerika ülkelerinin 'sanayinin geri kalmışlığı ve tarımın feodal karakteri' ortak özellikleri olduğunu belirterek, 'anti-emperyalist mücadelede, halkın çok büyük çoğunluğunu, işçi sınıfının, köylülerin, aydınların, küçük-burjuvazinin ve ulusal burjuvazideki en ilerici tabakaların çıkarları yönünde bir kurtuluş programı üzerinde birleştirmemiz gerekmektedir.' (İkinci Havana Deklarasyonu'ndan) diyerek bütün Latin-Amerika ülkelerinin önlerindeki devrimci adımın Milli Demokratik Devrim olduğunu söyleyen Fidel Castro ve arkadaşları ile Milli Demokratik Devrim stratejisinin geçerliliğini üretim ilişkisi olarak feodalizmin varlığına bağlayarak, Latin-Amerika ülkelerinde 'tarımda az gelişmiş kapitalizm hakimdir ve de milli burjuvazi yoktur' diyerek bu ülkeler için sosyalist devrim stratejisini öneren A..G. Frank, A. Shah, vs.. gibi yazar çizer takımını ayırmak gerekir, bir.
Fidel Castro'nun, Che Guevara'nın görüşleriyle özellikle Debray'ın dogmatik önerilerini kesinlikle kanştırmamak gerekir; iki. Silahlı halk savaşının, emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmanın tek yolu olduğu gerçeğine karşı çıkarak, barışçı bir yoldan da devrimin zafere ulaşabileceğini mümkün gören W.J.Pomeroy bile bu gerçeği açıkça itiraf etmektedir. Bakın ne diyor Pomeroy: 'Debray'ın oldukça dogmatik formüllendirmelerinin, çoğu kez kendi adlarına konuştuğunu sandığı Küba'lı önderlerin beyanlarından ayırdedilmesi gerekir.' Hele 'Debray'ın, Devrimde Devrim kitabı KKP'nin resmi görüşüdür. Bu kitap Küba'da 2,5 milyon basılıp dağıtılmıştır' demek gerçeği ahlaksızca tahriften başka bir şey değildir. Çünkü bu kitap KKP'nin görüşlerini dile getiren Simon Torres ve Jullo Arende tarafından, 'Debray ve Küba Tecrübesi' başlıklı yazı ile Monthly Review'in 1968 Haziran sayısında çok sert bir şekilde eleştirilmiştir. Bu eleştirinin ana çizgileri şunlardır;
1. Debray'ın 'askeri liderliğin temel unsur olması gerekir' önerisi yanlıştır. Tam tersine siyasi çalışma esastır. Ve askeri yan, politik liderliğe tabi kılınmalıdır.
2. Debray'ın 'burjuva şehir-proleter kır', 'Liana-Sierra' şeklinde yaptığı ayrımını bir sınıf çatışması olarak ortaya koyması, leninist bir analiz değildir.
Yazının 'Kim Kimi Yarattı' başlıklı kesiminde, Debray'ın 'Küba'da foco, partiyi yarattı' iddiasının yanlış olduğu belirtilerek, devrim için partinin şart olduğu ileri sürülmektedir. Simon Torres ve Julio Arende, Lenin'in 'Ne Yapmalı' kitabına atıflar yaparak, Debray'ın ekonomist bir görüşe sahip olduğu sonucuna varmaktadırlar.
Ancak bütün ükelerin pasifistleri, bu farklılıkları görmezlikten gelerek Debray'ın dogmatik formülasyonları ile Latin-Amerika'daki proleter devrimci çizgiyi özdeş tutmaya çalışmaktadırlar. Örneğin, Progressive Labour adlı Amerika'lı sözüm ona 'Mao'cu bir parti bütün bu farklı ideolojileri Debrayizm başlığı altında toplayarak F. Castro, Che Guevara ve arkadaşlarını sol oportünizmle (!) suçlamaktadır. [10*] Ve ülkemizde de, Campus 'Mao'izminin şubesi olan yeni oportünizmin sözcüleri, tıpkı Amerika'lı ideologları gibi, bu farklı ideolojileri (yani A.G. Frank, Debray oportünist çizgileri ile Küba'lı muzaffer proleter devrimcilerinin leninist çizgisini) karıştırarak, Debray'ın kitabına atıfta bulunarak, F.Castro-Che Guevara'yı eleştirmeye kalkmaktadırlar. Yeni oportünizmin sözcüleri kırlardan şehirlerin fethedilmesini öneren Latin-Amerika'lı muzaffer proleter devrimcilerini Debray'ın dogmatik formülasyonları ile mahkum edip, onların leninist çizginin dışında olduklarını söyleyerek, büyük proleter devrimcisi Mao Tse Tung'u da Amerikanca yorumlayarak korkaklıklarına ve ihanetlerine ideolojik kılıf bulacaklarını zannetmektedirler!
Emperyalizmin ölüm saatlerinin yaklaştığı bu III. genel kriz döneminde, marksist-leninist hareket, yeni oportünizmin iddia ettiği gibi, Castro-Guevara çizgisine karşı verilecek olan mücadele ile değil, modern revizyonizmin şehirlere öncelik tanıyarak, kırlara ikinci dereceden önem veren, köylülerin giderek 'Köylü' halkların devrimci potansiyelini küçümseyen 'sol', işçi sınıfının dışında sosyalizme geçişi mümkün görerek barış içinde bir arada yaşamayı savunan sağ çizgilerine karşı, neo-troçkist, neo-blankist... kısaca her çeşit sağ ve 'sol' sapmalara karşı verilecek mücadeleler ile güçlenecek ve emperyalizmi çökertecektir. Castro-Guevara ve bütün Latin-Amerika'lı proleter devrimcilerini "sol oportünist" ilan eden ağızlar bütün ülkelerin pasifistleridir!" [11*]
Mahir Çayan yoldaşın, Haziran 1970 tarihinde Aydınlık Sosyalist Dergi'nin 20. sayısında yayınlanan bu yazısı, sanırız, Küba Devrimi'ne ve Küba Devrimi'nin önderlerine yönelik "Maoist" "eleştiri"lerin nasıl bir niteliğe ve geçmişe sahip olduğunu net bir biçimde sergilemektedir. Ama, aradan geçen tüm yıllara rağmen, ülkemizdeki "Maoist"lerin tutumlarından en küçük bir değişiklik olmadığı da açıktır. Yılların getirdiği tek farklılık, geçmişte bunları seslendiren D. Perinçek'in PDA' sı ve SBKP revizyonizminin ülkemizdeki temsilcisi T"K"P iken, günümüzde kendilerini "Maoist" ilan eden kesimler ile yeni oportünistler olmasıdır. Aradan geçen yıllar, yöneltilen suçlama ve karalamaları hiçbir biçimde değiştirmemiş olmasına karşın, söylemde göze çarpan "övgü"ler, bu farklılığın günümüze yansımasıdır; bir başka deyişle, tüm geçen zamana karşın Küba Devrimi'nin ve Che Guevara'nın anılarının sapasağlam ayakta duruyor olması karşısında oportünizmin çaresizliğinin ürünüdür. Bu "övgü" söylemi, aynı zamanda, ülkemizde yeni yetişen devrimci kuşağın, her dönemde olduğu gibi, Küba Devrimi ve Che Guevara karşısında duydukları saygı ve güvenlerinin oportünist amaçlar için kullanma amacının bir ürünüdür de.[12*]
Küba Devrimi ve onun önderleri karşısında Özgür Gelecek yazarının sergilediği tutum, sözcüğün tam anlamıyla oportünisttir. Bir başka deyişle, "oportünist" sözcüğünün içerdiği tüm anlamlar, Küba Devrimi ve onun önderleri hakkında söylenen bu ve benzeri sözlerde açık biçimde ortaya çıkmaktadır. Bir yandan "övgü"ler dizilerek "okuyucu", özellikle "genç okuyucu", daha sonra söylenecek sözler için hazırlanmaktadır. Özgür Gelecek' teki yazıda olduğu gibi, "ihtilâlci devrimciliğin köşe taşı", "özverili devrimciliğin şaşmaz pusulası", "kahraman savaşçı", "büyük devrimci", "muazzam enternasyonalist", "usta komutan" vs. olarak başlayan "övgü"ler, okuyan her kişiyi "hiç kimsenin bu kadar mükemmel olamayacağı"nı düşündürtecek kadar "yüceltilmekte"dir. Doğal olarak, bu "yüceltme" karşısında "düşünen okuyucu"nun biraz da "hata"ları duymak isteyeceği an geldiğinde, "vuruş" yapılmaktadır. Ve bu anda, söylem popülist sözcüklerle "teorik" düzeye kaymaktadır. İşte bu "teorik" söylem, Küba Devrimi'nin dünya halklarına gösterdiği en temel gerçeklerin çarpıtılması olmaktadır.
Mahir Çayan yoldaşın ortaya koyduğu gibi, Küba Devrimi'nin "bir istisna" olduğunu söyleyenler ya da Regis Debray'ın "fokocu" görüşlerini Küba Devrimi'nin ortaya koyduğu "devrim anlayışı" olarak sunmaya çalışanlar, su katılmamış oportünist ve pasifistten başka bir şey değildirler.
Küba Devrimi'nin açık biçimde sergilediği temel dersleri Che Guevara şöyle özetlemektedir:
"Küba halkının, Batista diktatörlüğüne karşı silahlı zaferi, sadece, tüm dünya gazetelerinin yazdığı gibi destansı bir zafer olmakla kalmamış, Latin-Amerika halk kitlelerinin davranışlarıyla ilgili eski dogmaları da yıkmıştır. Bu devrim bir halkın, gerilla savaşıyla, kendisini ezen bir yönetimden kurtulabileceğini elle tutulur, gözle görülür biçimde kanıtlamıştır.
Küba devriminin:
1. Halk güçlerinin düzenli orduya karşı savaşı kazanabileceğini,
2. Devrim yapmak için tüm koşulların biraraya gelmesini beklemenin her zaman gerekli olmadığını, ayaklanma odağının bunları yaratabileceğini,
3. Azgelişmiş Amerika'da, silahlı savaşın temel alanının kır olması gerektiğini kanıtlayarak, Amerika'da devrimci hareketlerin mekanizmasında üç temel değişim meydana getirdiğini düşünüyoruz.
İlk iki madde, hareketsizliklerini profesyonel ordulara karşı birşey yapılamayacağı gibi bahanelerle haklı çıkarmaya çalışan devrimcilerin ya da sözde-devrimcilerin, mekanik biçimde bütün nesnel ve öznel koşulların biraraya gelmesini bekleyen, bunları hızlandırmayı düşünmeyenlerin bozgunculuklarına karşıdır. Bu çürütülemez iki gerçek, bugün tamamen açıktır; fakat eskiden bunlar Küba' da tartışılıyordu ve belki de Latin-Amerika'da hâlâ bu böyledir." [13*]
Görüldüğü gibi, Che Guevara, Küba Devrimi'nin temel derslerini, esas olarak Latin-Amerika'da o güne kadar egemen olan revizyonizmin pasifizmine karşı ortaya koymaktadır. Doğal olarak, Küba Devrimi, Latin-Amerika'daki ve dünyanın diğer ülkelerindeki revizyonistler ve pasifistler tarafından "değersizleştirilmeye" çalışılacaktır.
Küba Devrimi, Che'nin ortaya koyduğu bu temel derslerle, geri-bıraktırılmış ülkeler devriminin yolu konusunda yeni bir stratejik kavrayışın geliştirilmesine olanak sağlamıştır. Çin ve Vietnam Halk Savaşının ortaya koyduğu temel dersler, Küba Devrimi ile daha da gelişmiştir. İşte Küba Devrimi'nin Halk Savaşı çizgisine yaptığı katkı, stratejik çizgi içinde Öncü Savaşı olarak tanımlanmaktadır.
Bilindiği gibi, Mao Zedung'un ayrıntılı olarak ortaya koyduğu ve Çin ve Vietnam Devrimleriyle doğruluğu kanıtlanan Halk Savaşı çizgisi, maddi ve teknik olarak güçlü bir düşmana karşı, mutlak moral ve siyasi üstünlüğe sahip olan halk güçlerinin zafer kazanmalarının çizgisi olarak formüle edilmiştir. Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde emperyalizme karşı yürütülen Halk Savaşı, gerilla savaşından hareketli savaşa ve oradan da düzenli ordu savaşına doğru gelişen bir stratejik çizgidir. Bu stratejik çizgi, emperyalizmin III. bunalım döneminde ortaya çıkan gelişmelere paralel olarak gelişmiş ve derinleşmiştir. Küba Devrimi, bu gelişimin bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve Marksizm-Leninizmin Halk Savaşı çizgisinin yeni koşullarda uygulanması olmuştur.
Küba Devrimi'nin bu konudaki en temel katkısı, Halk Savaşının Öncü Savaşı aşamasından geçerek başlatılabilineceği ve zafere ulaşabileceği olmuştur. Politikleşmiş Askeri Savaş Strateji olarak THKP-C tarafından formüle edilen bu kavrayış, kaçınılmaz olarak günümüzde, Halk Savaşını emperyalizmin I. ve II. bunalım dönemlerinin sömürge ve yarı-sömürge ülkelerindeki gibi yürütülmesi gerektiğini savunanlar için "kabul edilemez" olmaktadır. İşte kendilerini "maoist" olarak tanımlayan kesimlerin Küba Devrimi'ne karşı konumları, bu temelden çıkmaktadır. Doğal olarak, bu karşıtlık, stratejik niteliktedir, dolayısıyla sonuçları da stratejik nitelikte olmak durumundadır. Stratejik nitelikteki böylesine bir konunun, belirli sınırlar içinde ve "popülist" söylem arasında ele alınması ise, tümüyle hatalı bir tutumdur.
"Halk savaşını karikatürleştiren öncü-artçı kısır döngüsü" denilerek ifade edilmeye çalışılan, Öncü Savaşı ve Halk Savaşı ilişkisinin Küba Devrimi sonrasında ortaya çıkan stratejik kavranışıdır. Ve iddia edildiği gibi, konu, "öncü-artçı" ilişkisi değil, Öncü Savaşı-Halk Savaşı ilişkisidir. Bu ilişki, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nde açıkça formüle edildiği gibi, Halk Savaşının başlatılabilinmesi için stratejik nitelikte bir aşama olan Öncü Savaşının yürütülmesinin günümüz koşullarında zorunlu olduğudur. Tüm revizyonistlerin ve oportünistlerin çarpıttıkları temel belirleme de bu olmaktadır.
Yıllardır söyledik ve söylüyoruz: Mao Zedung'un formüle ettiği gibi ve Çin ve Vietnam Halk Savaşı pratiklerinin açık biçimde sergilediği gibi, Halk Savaşı "kurtarılmış bölgeler"e ve "gerilla üs bölgeleri"ne dayanılarak sürdürülen bir stratejik çizgidir. Mao Zedung'un deyişiyle, "kızıl siyasi iktidar", Halk Savaşının verilebilmesi için temel belirleyicilerdendir. Bu nedenle, küçük de olsa belli bir "kurtarılmış bölgeye", yani "kızıl siyasi iktidar"a sahip olmak şarttır. Bu nedenden dolayı, Mao Zedung, "kızıl siyasi iktidar"a dayanarak sürdürülecek savaşta, bu iktidarların oluşma ve yaşama koşullarını en açık biçimde formüle etmiştir: Bu koşulları İbrahim Kaypakkaya şöyle özetlemektedir:
"Mao Zedung yoldaş, Çin'de kızıl siyasi iktidarın var olabilmesini aşağıdaki şartlara bağlamaktadır:
1- Çin'in iktisadi bakımdan yarı-sömürge bir ülke olması bunun sonucu olarak savaş ağaları arasında savaş olması,
2- Sağlam bir kitle temelinin mevcut olması,
3- Ülke çapında devrimci durumun yükselmeye devam etmesi,
4- Oldukça güçlü düzenli bir kızıl ordu,
5- Kendine yeterli beslenme kaynakları,
6- Askeri harekâta elverişli bir arazi.
Mao Zedung yoldaş önceleri Çin' de kızıl siyasi iktidarın var olabilmesinin en önemli şartı olarak beyaz rejimin savaş içinde bulunmasını görüyordu."
İşte bu temel koşullar ortaya çıktığında Halk Savaşının yürütülmesi ve zafere ulaştırılması olanaklıdır. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin kavramlarıyla ifade edersek, Halk Savaşının verilebilinmesi için, mutlak siyasi üstünlüğün sağlanması şarttır. Bu üstünlük koşullarında, kurtarılmış bölgelerin yaratılması ve düzenli ordunun kurulması olanaklı olacaktır. Emperyalizmin I. ve II. bunalım dönemlerinde, mutlak siyasi üstünlük, yani düşmanın siyasal olarak tecrit olması öncünün politik mücadelesiyle birleşen kitlelerin kendiliğinden isyan ve patlamaları sonucu oluşmuştur. Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde feodalizm egemen olduğundan, merkezi otorite güçlü değildir ve feodal yerel otoriteler ülkenin her yerinde varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla bu yerel feodal otoriteler arasındaki çıkar çatışması, Mao'nun deyişiyle, "beyaz rejimin savaş içinde bulunması", devrimci silahlı güçlerin küçük de olsa belli bir toprağı kurtarmalarına ve bunu yaşatabilmelerine olanak tanımaktadır. Ve bu andan başlayarak, Halk Savaşı stratejisi her yönden uygulamaya sokulabilmektedir.
Ancak emperyalizmin III. bunalım döneminde, geri-bıraktırılmış ülkelerde merkezi otoritenin güçlendirilmiş olması (kapitalizmin yukardan aşağıya geliştirilmesinin bir sonucu olarak) ve yerel feodal otoritelerin merkezi otoriteye bağlanması, kaçınılmaz olarak kurtarılmış bölgelerin yaratılmasında farklı bir rotanın izlenmesini gerektirmiştir. Bu farklılık, devrimci öncünün, ülke çapında yürüteceği politikleşmiş askeri savaşla, düşmanın siyasal olarak tecrit edilmesi, yani siyasi üstünlüğün ele geçirilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kısaca Öncü Savaşı olarak tanımladığımız bu süreçte, gerilla savaşı, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak kullanılır. Doğal olarak bu gerilla savaşı, kır ve şehir gerilla savaşı olarak, Çin ve Vietnam Halk Savaşlarında görülen gerilla savaşından farklıdır. Halk Savaşında yürütülen gerilla savaşı, gerilla bölgeleri, gerilla üs bölgeleri ve kurtarılmış bölgelere dayanır. Öncü Savaşında yürütülen gerilla savaşı ise, gerilla bölgeleri, gerilla üs bölgeleri ve kurtarılmış bölgeler yaratmayı amaçlayan bir çizgide yürütülmek durumundadır. "Hareketli gerilla birliği"ne dayanarak sürdürülen bu gerilla savaşı aşaması, stratejik amaçlarıyla birleşerek Öncü Savaşı aşamasını oluşturur. Öncü Savaşı, bu niteliği belirten bir kavram olarak ortaya çıkar.
Kısaca özetlersek, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ne göre, Halk Savaşına başlayabilmek için, yukarda öz olarak ifade ettiğimiz amaçlarla yürütülen Öncü Savaşının başarıya ulaşması şarttır. Bu bağlamda, Öncü Savaşı, Halk Savaşının verilebilinmesi için gerekli koşulları yaratan bir politikleşmiş askeri savaştır. Küba Devrimi'nin ortaya koyduğu gerçek, böyle bir savaşın zafere ulaşabileceği ve Halk Savaşının başlatılabileceği olmuştur.
Geri-bıraktırılmış ülkeler devriminin stratejik çizgisinde ortaya çıkan bu gelişmelere uygun olarak politikleşmiş askeri savaş sürdürülmediği sürece, yürütülen silahlı mücadele (gerilla savaşı) zafere ulaşamayacaktır. Sorun, silahlı mücadelenin sürdürülmesi değil, zafere ulaştırılması sorunudur. Ülkemiz ve dünya devrimci pratiği, bu gerçeği kavramayan ve kabul etmeyen pekçok silahlı mücadeleye sahne olmuştur. Bu silahlı mücadelelerin göreli "başarılı" gelişimleri, statejik düzeydeki farklılıkları dikkate almadığından, belirli bir aşamadan sonra dumura uğramış ve giderek etkisizleşmiştir. Latin-Amerika'da bu konudaki örnekler yeterince açıktır. Kolombiya'daki geçmişteki ve son gelişmeler, bu gerçekleri bir kez daha ortaya koymuştur.
İşte Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ile diğer stratejik kavrayışlar arasındaki temel farklılıklar özet olarak böyledir. Ülkemiz pratiğinde de görüldüğü gibi, bu farklılık, somut tarihsel gelişimin ortaya çıkardığı gerçekler karşısında, kaçınılmaz olarak değişimler göstermektedir. Bu konuda, tüm zamanlardaki TİKKO pratiği örnek olarak gösterilebilir. Klâsik Halk Savaşı çizgisinin izleyicisi ve savunucusu olarak TİKKO, kendi pratiğinde Tunceli bölgesinin özgülünde yürüttükleri silahlı mücadelede karşı karşıya kaldıkları "gelişim" sorunları, dönem dönem Öncü Savaşı kavrayışını zorunlu kılan koşulları kabul etmek durumunda kalmıştır. İbrahim Kaypakkaya'nın "profesyonel silahlı birlikleri" bunun tipik bir ifadesidir. Yıllardanberi dilden düşürülmeyen "halk savaşı veriyoruz" sözleri, III. bunalım döneminde geri-bıraktırılmış ülkelerde ortaya çıkan gelişmeler nedeniyle, bir türlü "halk savaşı"na uygun bir gelişim gösterememiştir. Bizim eleştirdiğimiz ve ortaya koymaya çalıştığımız gerçek de bununla ilgilidir. Küba Devrimi, bu yönde önemli bir pratik sergilemiş olduğundan, özenle ve dikkatle izlenmesi gerekmektedir. Küba Devrimi'nin Çin Halk Savaşı anlayışına karşıt olarak düşünmek, bu nedenle Küba Devrimi'ne "saldırmak" hiçbir işe yaramamaktadır.
Yukarda kısaca değindiğimiz gibi, Küba Devrimi'nin "üs bölgesiz gerilla" anlayışı oluşturduğu iddiası ise, "hareketli gerilla birliği"ne dayanan Öncü Savaşının gerilla savaşı çizgisinden başka birşey değildir. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nde açık biçimde ifade edildiği gibi, hareketli gerilla birliği savaşı, gerilla bölgelerinin ve gerilla üs bölgelerinin yaratılmasını hedefler. Dolayısıyla, "üs bölgesiz gerilla" anlayışı hiçbir dayanağa sahip değildir. Mao Zedung'un "gerilla üs bölgeleri" konusunaki şu belirlemeleri, bu gerçeği yeterince ortaya koymaktadır:
"Öyleyse, bu üs bölgeleri nedir? Bunlar, gerilla kuvvetlerinin stratejik görevlerini yerine getirmede, kendilerini koruma ve genişletme, düşmanı imha ve ülkeden sürüp çıkartma amaçlarına ulaşmada dayandığı stratejik üslerdir...
Bir üs bölgesinin kurulması için temel koşullar, Japonlara karşı silahlı kuvvetlerin bulunması, bu silahlı kuvvetlerin düşmanı yenilgiye uğratmak ve halkı eyleme geçirmek üzere ayaklandırmak için kullanılmasıdır. Bu durumda, bir üs bölgesinin kurulması, herşeyden önce bir silahlı kuvvetin kurulması sorunudur.
Bir üs bölgesi kurmak için ikinci vazgeçilmez koşul, düşmanı yenmek için silahlı kuvvetlerin halkla koordinasyon halinde kullanılmasıdır. Düşman işgali altındaki bütün yerler, gerillaların değil, düşmanın üs bölgeleridir ve buralar, düşman yenilmeden gerilla üs bölgeleri haline getirilemez. Düşman saldırılarını püskürtmedikçe ve düşmanı yenmedikçe, gerillaların ellerindeki yerler bile düşmanın denetimi altına girer ve o zaman, üs bölgelerinin kurulması olanaksızlaşır.
Üs bölgeleri kurulması için gerekli üçüncü koşul, ... halk yığınlarını ayaklandırmak amacıyla, silahlı kuvvetlerimiz de dahil, bütün güçlerimizin kullanılmasıdır." [14*]
İşte Mao Zedung'un ortaya koyduğu bu "üs bölgeleri"ne dayalı gerilla savaşı, Halk Savaşının bütünselliği içinde bile belli koşulların yaratılmasını gerektirmektedir. Bu koşulların oluşmadığı ve yaratılmadığı koşullarda, "üs bölgeleri"nden söz etmek, sadece kendini aldatmaktan başka bir anlama gelmez.
Latin-Amerika'da tanımlandığı haliyle söylersek "sabit üsler teorisi", gerilla savaşına belirli bir bölgede "gerilla üs bölgesi" oluşturarak başlamak anlamına gelmektedir. Küba Devrimi, bu teorinin geçersizliğini kanıtlayan somut örnek olmuştur. Küba Devrimi'nin ortaya koyduğu gibi, "gerilla üs bölgeleri" (Mao Zedung'un ortaya koyduğu koşullarla), başarılı bir Öncü Savaşının ürünü olarak gerçekleştirilebilinir.
Son olarak Küba Devrimi'nin "sınıf ittifakı sınırlarını daraltarak kolu-kanadı kırılmış cephe anlayışı"na sahip olduğu şeklindeki iddiaya değinelim.
Bu iddia, Latin-Amerika'da "Küba yanlısı" olarak kabul edilen değişik gerilla örgütlerinin "ittifak" anlayışlarına yönelik "küçük-burjuva" iddiasıyla bile çelişmektedir. Nikaragua Devrimi'nde görüldüğü gibi, "ittifak" politikası en geniş ölçekte uygulanmıştır. Küba Devrimi'nin "sınıf ittifakı sınırlarını daraltmak" şöyle dursun, troçkistlerden maoistlere kadar her kesimin şiddetle karşı çıktıkları genişlikte uygulandığı bilinen gerçeklerdir. Dolayısıyla böyle bir iddia, salt söz söylemek için söylenmiş olmaktan öte birşey ifade etmemektedir.
Sözün özü, Küba Devrimi, Amerikan emperyalizminin "arka bahçesi"nde açan bir çiçek olarak dünya çapında yaratmış olduğu büyük coşku ve umutlarla olduğu kadar, izlediği rota itibariyle de dünya devrimci pratiğine önemli katkılarda bulunmuştur. Bunları görmezlikten gelmek ya da onları çarpıtmak, gerçekleri değiştirmeyecektir. Bugün için en temel gerçek, Küba Devrimi'nin 40 yıldır ayakta durduğudur. 1990 sonrasında dünya çapında ortaya çıkan tüm gelişmelere rağmen varlığını sürdüren Küba Devrimi, yeni devrimlerle ve yeni devrimci savaşlarla bütünleştirildiği oranda varlığını sürdürmeye devam edecektir.
"Tarihi gerçeklere karşı yürüyorlar, bir çelik duvara çarpıyorlar ve halkımız daha da fazla saygınlık, daha büyük onurlar kazanıyor; bizim devrimci tarihimiz, bizim enternasyonalist tarihimiz ve bizim değerlerimizin sonsuz hazinesi daha da zenginleşiyor ve böyle anlarda, onun yapacağından hiçbir biçimde kuşku duymadığımız şeyi yaparken, onu daha fazla hissediyoruz; tıpkı, Marti'ye, Maceo'ya, Cespedes'e, Agramonte'ye, Gomez'e, tüm o büyük yurtseverlere layık olduğumuzdan; Marks'ın, Engels'in ve Lenin'in düşüncelerine layık olduğumuzdan emin olduğumuz gibi. Hiç kimse, bir yaşamda bundan daha fazla birşey isteyebilir mi? Biraz daha fazla şanslı olmayı isteyebilir mi? Hayır! Hiç kimse daha büyük bir mutluluk duyabilir mi? Hayır!
Zaman geçiyor ve bunlar oldu ve bugün görüyoruz ki, o bizim insanlarımız, hergünkü yoldaşlarımız efsanevi bir kişilik olmuşlar. Deneyimlerimiz halkımızın arzusuyla zenginleşti, deneyimlerimiz o büyük gerçekle zenginleşti, deneyimlerimiz ölüm kavramımızla da zenginleşti. Eğer öldüğü söylenenler, her zamankinden daha fazla yaşıyorlarsa ve her zamankinden daha fazla canlıysalar, burada, aramızda bulunuyorlarsa, ölüm nedir ki? Ve onlar, devrimciler varoldukça, yurtsever insanlar varoldukça, onurlu yürekler varoldukça, insanlık erdemlerini taşıyanlar varoldukça, varolmaya devam edeceklerdir.
Sonsuz sözcüğünün ifade ettiği hiçbir şeyden söz etmiyorum; o sözcüğü kullanmak isteriz, ama biliriz ki, hiçbir şey sonsuz değildir, Marksizm bize bunu öğretti. Biz, kardeşlerimizin, yoldaşlarımızın sonsuzluğa kadar kalacaklarını sadece sonsuzluk varolduğunda söyleyebiliriz.
Bir kez daha onurla söylüyorum:
Ya sosyalizm, ya ölüm!
Patria o muerte!
Venceremos!" [15*]
Dipnotlar
[1*] 31 Mart 1964'de yayınlanan SBKP Merkez Komitesinin açık mektubu üzerine Çin KP'nin yorumu
[2*] Fidel Castro: KKP 5. Kongre Raporu, Kurtuluş Cephesi, Sayı: 41, s: 45
[3*] Che: Sosyalizmin Kuruluşuna Doğru, s: 21
[4*] F. Castro: KKP 5. Kongre Raporu, agy
[5*] Ferhat Ali: Che, Özgür Gelecek, Sayı: 106
[6*] G. Politzer: Felsefenin Başlangıç İlkeleri, s: 179
[7*] (A. Propos de la Brochure de Junius C.1, s: 336) Arzumanyan: Dünya Kapitalizminin Bugünkü Bunalımı, s: 2
[8*] Karşı devrimcilerin dikkatini çekmek için bu tip yorumları Ticaret Odalarının bastırdığı anti-komünist broşürlerin yazarları yapmaktadır.
[9*] Yeni oportünizmin bir sözcüsü, bizim F.Castro'ya atıfta bulunmamızı eleştirmektedir. Diyelim ki, F. Castro "Sol oportünist"(!). Bir "Sol oportünist"den aktarma yapmak eleştiri konusu olacak fahiş bir hata mıdır? Hayır. Lenin "Ne Yapmalı?"da, Marks ve Engels'in hainlikle suçladıkları anti-marksist Lassale'a atıfta bulunmaktadır. Bu bayımızın mantığına göre Marks'ın ihanetle suçladığı Lassalle'a atıfta bulunduğu için Lenin'de aynı oportünist çizgiyi, Lassalle ile paylaşmış olmaktadır.
[10*] Progressive Labor'da Debrayizmin eleştirisi uzun uzun hikaye edilmektedir. Hatta John Kily imzalı yazıda "Che" Guevara yalancılıkla bile suçlanmaktadır.
[11*] Mahir Çayan: Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine
[12*] Aynı yazarın, Tupac Amaru Devrimci Hareketi'nin (MRTA) Peru büyükelçiliği eylemine ilişkin olarak yap-tığı şu değerlendirme, bu durumu açakça gösteren bir başka örnektir:
"Ne denli yiğitlik ve gözüpeklikle bezenmiş olursa olsun ve ne denli özveri ve ölüme meydan okuma ruhu ile hazırlanmış olursa olsun, eğer eylemin arka planındaki politik ve sınıfsal mevzileniş küçük-burjuva ise, tıpkı bu eylemde olduğu gibi kolayca başlangıçtaki kararlılıktan koparak tam bir karşıt yere, umutsuzluk konağına bir anda sürüklenebilir; ve fevkalade eylem hadım edilmiş politik çizgi eşliğinde külleri arasında kaybolur gider." (F. Ali: MRTA ve Pasif Direnme Hattı, Özgür Gelecek, Sayı: 96) (abç)
[13*] Che Guevara: Gerilla Savaşı
[14*] Mao Zedung: Askeri Yazılar, s: 209-210
[15*] Fidel Castro: KKP 5. Kongre Raporu, Kurtuluş Cephesi, Sayı: 41, s: 50