KURTULUŞ CEPHESİ - Eylül-Ekim 1998
Gerilla Savaşında
Ateş-kes
(Günümüzde)
PKK'nin 1993 yılında ilan ettiği "ateş-kes"in üzerinden beş buçuk yıl geçtikten sonra, 1 Eylül 1998 gününden itibaren yeni bir "ateş-kes" ilan ettiği bugün, sorun, "gerilla savaşında ateş-kes" kapsamını aşmış ve PKK'nin dönüşümü konusu haline gelmiştir. Kimi sol dergilerde ifade edildiği gibi söylersek, " 28 Ağustos akşamı MED Tv'de yapılan telekonferansta" A. Öcalan tarafından açıklanan ve "1 Eylül günü resmen başlayan" yeni ateş-kes şöyle sunulmuştur:
"Gerek zamanlama ve gerekse diğer koşullar açısından bugünkü ateş-kes ve barış koşulları 93'e göre daha elverişlidir.
İlke olarak Cumhuriyete karşı değiliz. Türkiye'nin bölünmesinden değil, birliğinden yanayız. Cumhuriyetin 75. yılında Türk devletinin demokratikleştirilmesi ve yeniden yapılandırılması gereklidir, dahası bu yeniden yapılandırmayı birlikte yapabiliriz.
Mevcut rejim, Mustafa Kemal'in Amasya Tamimnamesinde Kürtler için dile getirdiklerini savunmuyor, bizim savunduğumuz burada işaret edilenlerdir. Devletin hükümranlığına karşı değiliz, dahası Kürt ve Türkler aynı sistem içersinde cumhuriyeti birlikte ayakta tutacaklardır."
MED Tv'de yayınlanan A. Öcalan'ın bu sözleriyle açıklanan yeni "ateş-kes"in arka planında, şüphesiz PKK'nin 1993 yılından itibaren içine düştüğü durum yatmaktadır.
1993 başlarında, İ. Beşikçi ve Y. Küçük'ün dile getirdiği "geniş kitlelerin ataleti" ve "bunalmaya başlaması", aradan geçen beş yıl boyunca belirginleşmiş ve "atalet" durumu kalıcılaşmıştır. Ve bu durumun kaçınılmaz sonucu ise, silahlı mücadele saflarına katılımın giderek azalması ve silahlı mücadeleyi sürdürme "istemi"nin giderek zayıflaması olmuştur. Ş. Sakık olayında bu zayıflama en açık hale gelmiştir.
Bu olgular öylesine açık durumdadır ki, Y. Küçük, 1997 ortalarından itibaren "Kürt yükselişi durmuştur" değerlendirmesini alenen yapmaya başlamıştır. Aynı şekilde, PKK'nin "97 ile 98 arasında önemli derecede diyebileceğimiz askeri zayıflamaya uğradığı" yazılıp, çizilmektedir. Bunların gösterdiği tek gerçek, A. Öcalan'ın "gerek zamanlama ve gerekse diğer koşullar açısından bugünkü ateşkes ve barış koşulları 93'e göre daha elverişlidir" iddasına karşın, koşulların her açıdan PKK'nin aleyhine olduğudur. Bir başka deyişle, PKK, son ateş-kes kararıyla, dağılma ve küçülme belirtileri gösteren silahlı güçlerini elde tutmaya çalışmaktadır. Beş yıl önce belirtildiği gibi, "bugün olmazsa yarın bir 'uzlaşma' olacağını düşünen kitlenin ve hatta savaşçının eskisi kadar kararlı bir savaş yürütmeyeceği de" kesinleşmiştir.
Bu kesin gerçekler, "tek taraflı bir ateş-kesin", sadece bunu ilan eden tarafın zaafı olarak değerlendirileceğini tanıtlamaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, ilan edilen "ateş-kes"in askeri ve politik olarak fazlaca değerli olmayacağı kesindir. Üstelik, 1993 yılında PKK'ye kısmi anlamda "soluk alma" anlamına gelen ilk "ateş-kes"e göre, bu sonuncusu, oligarşinin silahlı mücadelenin yürütüldüğü bölgedeki pasifikasyon faaliyetlerinin sürdürülmesini kolaylaştıran ve buna olanak ve zaman tanıyan bir özelliğe sahiptir. Nisan 1999' da yapılmasına "karar" alınmış olan genel seçimler ortamında, PKK'nin sağlayabileceği tek avantaj, silahlı mücadeleden uzaklaşan Kürt kitlesinin HADEP vb. legal bir örgütlenme etrafında bir araya getirilebilinmesidir. Ama öte yandan bu "avantaj", aynı zamanda silahlı mücadelenin sonunu getirecek nitelikte gelişmeler sağlayacaktır.
Şüphesiz bunlar, ilan edilen "ateş-kes"in, PKK bağlamında ortaya çıkan olgular ve olasılıklardır. Bu bağlamda, söylenecek her söz ve değerlendirme, şunun şöyle değil böyle ya da bugün değil başka zaman yapılması söyleminden öte bir değeri bulunmamaktadır. Gerek ezilen ulus bağlamında, gerekse devrimci mücadele açısından, ilan edilen "ateş-kes"in anlamı, PKK'nin "evrimini" tamamladığıdır. Bir başka deyişle, PKK'nin "K"sinin ilki çoktan yitirilmiştir ve kalan son "K" pazarlık masasına yatırılmıştır. Hangi gerekçeyle açıklanırsa açıklansın, bunu görmezlikten gelmek "siyasal körlük"ten başka birşey değildir.
Öncelikle bu gerçeğin Kürt kitlesi açısından görülmesi ve kavranılması gerekmektedir. Yüzyılların ezilmişliğinin ardından gelen "kurtuluş umudu", Kürt kitlesinin üzerinde yaratmış olduğu etki, aynı zamanda pekçok gerçeğin unutulmasına ve bir yana bırakılmasına neden olmuştur. Özellikle, PKK'nin ideolojik ve teorik düzeyde ortaya koyduğu ve zaman içinde pratikte açık biçimde sergilediği "ayrı örgütlenme" ve buna bağlı olarak "ayrı kurtuluş" düşüncesi, Kürt kitlesinin "kurtuluş umudu"nun yönünü belirlemiştir. Bu yön, her türden "Türk" ya da "Türkiye" sözcüğüne karşı gösterilen tepki kadar, Türkiye devrimci hareketine karşı gösterilen tepki olarak da ortaya çıkmıştır. PKK'nin her yolu deneyerek Kürt kitlesini Türkiye devrimci örgütlerinden uzaklaştırması ve uzak tutması, aynı zamanda Marksizm-Leninizmin bir yana itilmesine neden olmuştur. Böylece, bir yandan Türkiye devrimci örgütlerine "karşı" olan, öte yandan Marksizm-Leninizmi "önemsemeyen" bir bilinç yaygınlaşmıştır. Böyle bir bilincin egemen olduğu bir kitlenin ortaya çıkan gelişmeler karşısında duyacağı "umutsuzluklar" ve mevcut düzenle "uzlaşma" arayışı, sözcüğün tam anlamıyla, devrimci bir yöne yönlendirmekte en önemli engeli oluşturmaktadır. Yıllar boyunca bu bilinçle hareket etmiş bir kitlenin devrimci mücadeleye yönelmekten çok, düzenle uzlaşması daha büyük bir olasılık durumundadır. Diyebiliriz ki, PKK'den "umudunu" kesecek olan kitlenin —ki bugün için silahlı mücadelenin zaferinden umut kesilmiştir—, Türkiye devrimci mücadelesinin kitlesi haline dönüşmesi pekçok engellere sahiptir. Bu engeller, kısa dönemde aşılamayacak kadar büyüktür ve "birleşik mücadele" anlayışından "kopuş" çok daha derinleşmiş durumdadır.
Kitlelerin bu bilinç ve durumları yanında, Kürt küçük ve orta burjuvazisinin ideolojik egemenliğinin pratik sonuçlarının belirginleştiği de kesindir. Bu burjuva unsurların temel yönelimi, yeni-sömürgecilik dönemine uygun olarak, "yerli işbirlikçi sanayi ve ticaret burjuvası" olmaktır. Bunun getireceği (ve hatta bugünden getirmeye başladığı) "istihdam", bu kesimlerin gücünü ve etkinliğini daha da artıracaktır. Böylece emperyalizm ve oligarşi ile bütünleşmiş ya da önemli bir "iş" birliği geliştirmiş Kürt "işadamları topluluğu" , Kürt kitlesinin mevcut düzenle "uzlaşmaları" için en önemli araç durumuna gelmiştir. (Bu, aynı zamanda A. Öcalan'ın karşı karşıya bulunduğu "otorite yitimi" sorununun temel nedenidir.)
İkinci olarak, bu gerçekler, sol örgütler tarafından açık biçimde kavranılmış ve ortaya konulmuş olması gerekmektedir. Son aylar içinde oluşturulduğu ilan edilen "Birleşik Devrimci Güçler Platformu"yla birlikte, kendisini DHKP-C olarak örgütleyen DS'nin PKK'ye yönelik "değerlendirme" ve "eleştiri"leri, bu gerçeklerin ortaya konulmasından daha çok, "Platform"da "Devrimci Sol" imzasının kullanılmasına ilişkin bir tepkinin ürünü olduğu düşünülürse, bu sorunun ne denli gündemde olduğu anlaşılabilir. (Şüphesiz PKK-DHKP-C ilişkilerinin "bozulması"nın temel nedeni bu "imza" sorunu olmadığı söylenebilir. Ancak bugüne kadar yapılmış bir açıklama olmadığı için, sorunun salt bu yanını ifade etmekle yetiniyoruz.)
Ülkemizdeki sol örgütlerin bu gerçekleri açık biçimde kavramaları ve ortaya koymalarının gerekliliği, son "ateş-kes" ilanı ile daha ivedi hale gelmiştir. Özellikle "Birleşik Devrimci Güçler" olarak ortaya çıkan "yeni" ittifak, PKK'nin "ateş-kes" ilanıyla birlikte, PKK-T.C arasında yapılması istenen "barış"ın bir unsuru haline gelmiştir.
"Birleşik Devrimci Güçler Platformu"nun (PKK, TKP(ML), MLKP, TKP/ML, TDP, DHP, TKP (K), Devrimci Sol) çıkardığı Eylül 1998 tarihli "Eylem" adlı bültende "Çatışma Sertleşecek" başlığını taşıyan yazıda şöyle yazılmaktadır:
"Egemenlerin bugünün temel argümanları 'düşük yoğunluklu savaş', 'yeniden yapılanma' ve 'marjinalleştirme' dir. Bunlar, aynı zamanda karşıdevrim cephesinden sürecin çok yönlü ve kapsamlı bir tanımlanmasıdır da.
'Yeniden yapılanma', yetmiş yıllık Cumhuriyetin Kemalist yeniden restorasyonudur. Bunun için ABD ve MGK 'Milli Güvenlik Siyaseti' belirledi. Planlar oluşturuldu. MGK borazanı basın ve sendikacılar, sözde 'Sivil Toplum' örgütlerin yanı sıra, İP, CHP, DSP gibi partiler bu planların baş aktörleri olarak sürece sokuldular. MGK'nin il örgütleri görünümündeki Ulusal Güçler Meclisi Projesi, 'Yeniden Yapılanma' stratejisinin önemli ayaklarından biridir...
Böylesi projelerin temel amacı, yükselmekte olan kitle hareketinin devrimcileşmesini ve politik iktidarı hedeflemesini engellemek ve MGK'nin politikaları içine çekmektir. Devrimci hareketteki güç ve eylem birliği çabalarına alternatif olma saldırılarıdır. Sonuçta, birleşik devrimci mayalanmaya karşıdır. Onu dağıtma amaçlıdır." (abç)
Adı geçen yazı şu sözlerle sonlanmaktadır:
"Sonuç olarak, 'düşük yoğunluklu savaş stratejisi'ne bağlı olarak Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi ve bütün devrimci örgüt ve partilerin 'kabul edilebilir', 'kontrol altında tutulabilir' düzeye çekilmesi saldırısı karşısına Birleşik Devrimci Güçler Platformu dikilecektir ve bu kapsamlı saldırıyı boşa çıkaracaktır." (abç)
Ve 1 Eylül'den itibaren "resmen" "tek taraflı ateş-kes ilan eden" PKK'nin genel başkanı A. Öcalan ise 27 Ağustos 1998 günü şöyle diyordu:
"İlke olarak Cumhuriyete karşı değiliz. Türkiye'nin bölünmesinden değil, birliğinden yanayız. Cumhuriyetin 75. yılında Türk devletinin demokratikleştirilmesi ve yeniden yapılandırılması gereklidir, dahası bu yeniden yapılandırmayı birlikte yapabiliriz."
Şimdi, kendilerini "Birleşik Devrimci Güçler" olarak tanımlayan ve amaçlarını ve düşmanlarını yukardaki gibi ortaya koyan "devrimci örgüt ve partiler", kiminle, kime karşı "çatışmayı sertleştirecek"lerdir?
Diğer yandan, aynı "güçler" şöyle demektedirler:
"Bugün gerçekleşen güç ve eylem birliği, bütün öncekilerden farklı olarak, Dersim ve Karadeniz'de doğrudan ortak silahlı gerilla mücadelesi ... üzerinde yükselmektedir."
Yaptıkları "birliği", "alternatifin devrim ve sosyalizm olduğunu bir kez daha ilan eder"ek Haziran 1998'de ilan edenler, A. Öcalan'ın "tek taraflı ateş-kes"inin kapsamına "ortak silahlı gerilla mücadelesi"nin girip girmediğini de "ilan etmek" durumundadırlar. "Bütün öncekilerden farklı"lığını "ortak silahlı gerilla mücadelesi"yle tanımlayan bir "gücün", bu gelişmeler karşısında "ateş-kes"i kabul etmek ya da açıkça bu "platformun" sona erdiğini ilan etmekten başka yapacakları birşey kalmamıştır. (Tekil düzeyde "güçler"i oluşturan yapılanmaların PKK'yle nasıl bir ilişki sürdürecekleri "platformu" bağlamadığı için —"birbirlerinin bağımsız, ideolojik, siyasi, örgütsel varlığına ve faaliyetlerine saygılıdırlar"—, PKK'nin son "ateş-kes"ine ilişkin yaptıkları tekil değerlendirmelerin burada hiçbir değeri yoktur.)
İşte bu ve benzeri nedenlerden dolayı, ülkemiz solunda mevcut durum ve gelişmeler açıkça kavranmalı ve ifade edilmelidir.
Herkes bilmek zorundadır ki, PKK, kuruluşundaki iddasına rağmen, Marksist-Leninist bir örgüt değildir, dolayısıyla "sosyalizm yolunda" ilerlemesi düşünülemez.
Ve yine herkes bilmek zorundaydı ki, PKK'nin ittifak anlayışı, (bundan birkaç ay önce DHKP-C tarafından açıkça deklare edildiği gibi) "kullanmaya" dayanmaktadır. 1989 tarihinde Talabani'nin CIA'yle görüşmeye gitmeden önce A. Öcalan'la "işbirliği anlaşması" yaptığı günden itibaren ve özellikle 1990 sonrasında "siyasal çözüm" söylemine yöneldikten sonra, bu "kullanma" anlayışı, giderek bu ittifakları bir "pazarlık kozu" olarak kullanmaya dönüşmüştür. 1993 "ateş-kes" öncesinde yapılan görüşmelerde A. Öcalan açık biçimde, "kendileriyle anlaşma yapıldığı takdirde, Türkiye'deki tüm silahlı eylemleri durduracaklarını" söylemiştir. Ve bu bağlamda "Türk solunun" "denetiminde" olduğunu gazetecilere ifade etmiştir. Bir gazetecinin "tüm sol örgütler" içine "DS"nin girip girmediğini sorduğunda verdiği yanıt: "Onlar çatapatçı" olmuştur.
Tüm bu gerçekler bilinirken, Haziran 1998' de ilan edilen "Birleşik Devrimci Güçler Platformu"nun altına TKP-ML (iki kesim birlikte olduğu için böyle belirtmek zorunda kaldık-K.C.) imzası atılmıştır. Bugün, "PKK'ye çağrımız şudur: Mevcut taktikten bir an önce vazgeçerek tekrar gerilla savaşını yükseltmelidir. Halklarımız ve Kürt ulusunun gerçek bir barış ortamında yaşamasının kudreti silahlarının namlusundadır" [*] demek, karşı karşıya oldukları soruyu yanıtlamamaktadır: "Dersim ve Karadeniz'de doğrudan ortak silahlı gerilla mücadelesi" A. Öcalan'ın ilan ettiği "tek taraflı ateş-kes" kapsamına girmekte midir?
Bu soruyu bir kenara bırakarak, "eylem birliğimizi oluşturan Parti ve örgüt taraftarlarına" talimatlar yayınlayarak, "anti-faşist ve anti-emperyalist mücadelenin zaferiyle, yani devrimle kazanılacak demokrasi mücadelesini yükselt" demek gerçeği ortadan kaldırmayacaktır. Ve unutulmamalıdır ki, A. Öcalan, çok daha önceleri, "devletle siyasi çözüme de, halkla devrime de hazırım" demiştir. Devletle yapılacak bir "siyasi çözüm"ün "Dersim ve Karadeniz'de doğrudan ortak silahlı gerilla mücadelesi"ni ne yöne çevireceği ve bu "ortak"lığın kendisi olmasa bile, "bilgisi"nin ne anlama geleceğini imza atanlar düşünmek zorundadırlar.
İşte beş yıl sonra "gerilla savaşında ateş-kes"in ortaya çıkardığı durumlar bunlardır. Artık bunlar, küçük hesaplarla bir yana bırakılamaz. Zaman, herşeyden hızlı gelişmektedir.
Dipnot
[*] Halkın Günlüğü, Sayı: 27, 16-30 Eylül 1998