KURTULUŞ CEPHESİ - Mart-Nisan 1998
İdeolojik Mücadele ve
"Moskova Duruşmaları"
"Proletarya partilerinde mutlak bir homojenlik aranmamakla birlikte, her üyenin istediğini, istediği gibi ortaya koyduğu bir durum da kabul edilmez. Parti üyeleri, her olay karşısında aynı düşüncelere sahip olması, şüphesiz beklenilen ve istenilen bir durum olarak kabul edilemez. Gelişen olaylara ilişkin olarak, partinin genel çizgisine bağlı tarzda farklı değerlendirmeler ve yaklaşımların ortaya çıkması, son derece doğaldır. Üstelik proletarya partisi içinde, bu tür farklılıklar ilerlemenin önemli bir aracı olmak durumundadır da.
Ancak, bu, proletaryanın partisi saflarında sapmaların ortaya çıkmadığı ya da çıkmayacağı demek değildir. Burjuva ideolojisinin proletarya saflarındaki etkisinin bir ürünü olarak ortaya çıkan sapmalar, parti içinde ve parti tüzüğüne bağlı olarak ele alınır ve etkisizleştirilir. Genel olarak 'ideolojik mücadele' konusu olan bu etkisizleştirme faaliyeti, doğru çizginin savunulmasının da bir aracı durumundadır.
Genel olarak insandan bağımsız ve insan tarafından üretilmemiş hiçbir düşünce mevcut değildir. Bu nedenle proletarya partisi saflarında ortaya çıkan her sapma, aynı zamanda, somut insanlara tekabül eder. İdeolojik mücadele, somut parti üyeleri tarafından sapma içindeki somut parti üyelerine karşı sürdürülür.
Her zaman bu mücadele, sapma içindeki üyelerin ikna edilmesiyle sonuçlanmayabilir. Bir sapmanın etkisizleştirilmesi, niteliklerinin sergilenmesi ve sonuç olarak partinin doğru çizgisinin egemen kılınması, sapmış bireylerin ikna edilmesiyle gerçekleşmeyebilir. Bu açıdan proletarya partisi içindeki sapmaların etkisizleştirilmesi, doğrultulması, aynı zamanda bireylerin düzeltilmesi olarak anlaşılamaz
Proletarya partisi geleceğini tehlikeye atmaksızın, sapma içindeki unsurların parti içindeki faaliyetlerini uzun süre sürdürmelerine göz yumamaz ve tartışmaları sonsuza kadar sürdüremez. Bu açıdan belirli bir ideolojik mücadele sonucunda sapmaların etkisizleştirilmesine paralel olarak, sapma içindeki bireylerin ideolojik eğitimlerini ciddi bir biçimde yeniden düzenler. Ama böyle bir eğitimin ideal bir yöntemi bulunmadığı gibi, başarısı da mutlak değildir. Dolayısıyla partiye aykırı görüşlerin, parti içinde ve parti olanaklarıyla savunulmasının önlenmesi gerekli olmaktadır. Bu önlem, proletarya partilerinin tüzüklerinde açık biçimde yer alan disiplin işlemleriyle alınmaktadır."
THKP/HDÖ Merkez Yayın Organı
Sayı: 4, 1990
Proletaryanın tarih sahnesine kendisi için sınıf olarak çıktığı ilk anlardan itibaren, proletaryanın mücadelesini durdurmak, saptırmak amacıyla burjuvazinin sayısız girişimleri ve saldırıları olmuştur. Proletarya hareketine karşı burjuvazinin siyasal zoru, tarihte eşi görülmemiş boyutlarda sürdürülmüş ve milyonlarca proleter bu zor uygulamaları içinde katledilmişlerdir. Ancak burjuvazinin proletaryanın mücadelesine karşı sadece siyasal zor araçlarını kullanmamıştır. Siyasal zorun yanında burjuvazi, her türlü ideolojik saptırmalarda bulunabilmek için, günümüze kadar sayısız girişimlerde bulunmuştur. Bu ideolojik saldırısında, en temel hedefi, her zaman proletarya ideolojisini, yani Marksizm-Leninizmi "çürütmek", "değersizleştirmek" ve "çarpıtmak olmuştur. Bunun için sayısız araştırmalar yaptırmış, bunları alabildiğince yaymaya çalışmıştır. Burjuvazi, bu ideolojik saldırılarında, kimi zaman kendi aydınlarını seferber etmiş, kimi zaman proletaryanın saflarından adam satın alarak bu saldırısında kullanmıştır. Bu yönleriyle, proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi, sadece ekonomik ve siyasal nitelikte olmayıp, aynı zamanda ideolojik bir mücadele de olmuştur. Bu nedenlerden dolayı, proletaryanın öncü müfrezesi, yani proletarya partisi, burjuvaziye karşı mücadelede, ekonomik-demokratik, siyasal ve ideolojik olmak üzere üç cephede savaşı örgütlemek ve sürdürmek durumundadır.
Proletarya ideolojisi olarak Marksizm-Leninizm, proletaryanın burjuvaziye karşı kesin bir mücadeleye girdiği ilk andan itibaren, proletaryanın mücadelesinin en temel aracı durumunda olmuştur. Dolayısıyla, proletarya ideolojisine yönelik burjuva saldırıları, her zaman proletaryanın burjuvaziye karşı iktidar mücadelesini engellemeyi ve bu mücadeleyi hedeflerinden saptırmayı amaçlamıştır.
Bununla birlikte, proletarya ideolojisi, burjuva ideolojisiyle kesin bir hesaplaşmaya girmekten öte, burjuva ideolojisinin binlerce yıllık özel mülkiyete dayalı sınıflı toplumların oluşturmuş olduğu derin tarihsel köklerini de gözönüne alarak, hemen hergün bizatihi günlük yaşam tarafından yeniden üretilen bu ideolojiye karşı sürekli mücadele etmek durumundadır. Bu bağlamda, burjuva toplumunun günlük olarak yeniden ürettiği ve bu toplumsal ilişkiler içinde yaşarken elde edilen alışkanlıklarla sürdürülen burjuva ideolojisinin proletarya saflarından temizlenmesi ve yeniden etkili olmasının engellenmesi, proletarya partisinin ideolojik mücadelesinin sürekli unsuru durumunda olmuştur.
Bu ideolojik mücadele, metafiziğe karşı diyalektiğin, idealizme karşı materyalizmin mücadelesi olarak teorik-felsefik nitelikte olduğu kadar, burjuva ideolojisinin somut yaşam tarzlarına karşı proletarya ideolojisinin somut mücadelesi olarak da ortaya çıkar. Genel olarak "komünist" sözcüğünün nitelediği insan tipi, bu somut-pratik mücadelenin ifadesi durumundadır. Ancak her durumda, bu somut-pratik mücadele, teorik-felsefik bir temele dayanmak zorunda olduğundan ve kendi gerçekliğini bu teorik-felsefik temelde bulmak durumunda kaldığından, proletaryanın burjuvaziye karşı ideolojik mücadelesi, her zaman teorik bir mücadele olarak önde olmuştur.
Marksizm-Leninizmin açık biçimde ortaya koyduğu gibi, bu ideolojik mücadele iki yönlü sürdürülür. Birinci yön, proletaryanın ideolojisinin anlatılması, öğretilmesi ve kavratılması amacına yönelik teorik eğitim ve öğretimdir. İkinci yön ise, burjuva ideolojisinin, proletarya mücadelesinin dışından ya da içinden, proletarya ideolojisini bozmaya, çarpıtmaya, saptırmaya yönelik saldırılarının açığa çıkartılması, teşhir edilmesi ve yenilgiye uğratılmasıdır. Bu iki yön, proletaryanın ideolojik mücadelesinde birbirine bağlı ve birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturur. Birincisi olmaksızın, ikincisinin gerçekleştirilmesi olanaksızdır; aynı şekilde ikincisi, birincinin daha da geliştirilmesi ve açımlanması için gerekli koşulları yaratır ve ideolojik mücadelenin somut tarihsel zeminini oluşturur.
Teorik düzeyde ideolojik mücadele, proletaryanın ideolojik olarak eğitilmesini ve proletaryanın burjuva ideolojisinin etkisinden kurtarılmasını amaçladığından, ağırlıklı olarak proletaryanın mücadelesinin içinde sürdürülür. Doğal olarak, proletarya partisinin ideolojik mücadelesinin ağırlıklı yanını oluşturan bu faaliyet, Marksizm-Leninizmin teorik birikiminin ortaya konulması ve kavratılması yönündeki teorik metinlerden; Marksizm-Leninizmi çarpıtmaya, saptırmaya ya da tahrif etmeye yönelik saldırıların niteliklerinin sergilenmesine yönelik teorik eleştiri yazılarına kadar geniş bir faaliyet alanı oluşturur.
Bu boyutlarıyla, Marksizm-Leninizmin ustalarının proletarya ideolojisini ortaya koydukları teorik metinler ile burjuva çarpıtmalara karşı yazdıkları teorik eleştiri yazıları birbirini tamamlayan diyalektik bir bütün oluştururlar.
Marksizmin ilk oluşum yıllarında, ideolojik mücadelenin bu iki yanı, birbirinden kesin çizgilerle ayrılabilmiştir. Örneğin Marks ve Engels'in temel yapıtları, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Kapital, İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Fransa'da Sınıf Mücadeleleri, Louis Bonaparte'nin 18 Brumaire'i, proletarya ideolojisinin açık biçimde ortaya konulduğu teorik metinlerken; Kutsal Aile, Anti-Dühring, Felsefenin Sefaleti gibi teorik metinler burjuva ideolojisinin proletarya saflarındaki yansımalarına karşı eleştirisel metinler durumundadır.
Marksizmin 20. yüzyılın başlarına gelinirken dünya çapında kazandığı başarılar ve proletaryanın ideolojisi olarak tartışmasız bir yere sahip olmasıyla birlikte, ideolojik mücadelenin ağırlığı, proletarya saflarında ortaya çıkan burjuva ideolojisine karşı mücadeleye kaymıştır. Mahir Çayan yoldaşın da açık biçimde belirttiği gibi, Marksizmin zaferi, kaçınılmaz olarak düşmanlarının bile Marksist bir kılığa bürünmelerine yol açmıştır. Bu, aynı zamanda burjuvazinin kendi ideologlarıyla Marksizme yönelik saldırılarının etkisizleştiğinin açığa çıktığı bir döneme denk gelmiştir. Ve burjuvazi, bu dönemden itibaren, ideolojik saldırısını, proletarya hareketinin dışından çok, içinden yöneltmeye başlamıştır. Böylece, proletarya saflarında ortaya çıkan ideolojik sapmaların oluşumu ve gelişimi, eski dönemle kıyaslanmayacak kadar karmaşıklaşmıştır. Bir başka deyişle, artık proletarya saflarında ortaya çıkan sapmaların hangilerinin mevcut düzenin günlük olarak ürettiği ve alışkanlıklarla varolan burjuva ideolojik bakış açısının ürünü olduğunu, hangilerinin bizatihi burjuvazi tarafından planlandığı ve yönlendirildiği kolayca saptanamamaktadır. Bunun sonucu ise, proletarya saflarında ortaya çıkan sapmalara karşı mücadelenin hangi ölçüler içinde sürdürüleceği ve hangi kurallara bağlanacağı sorununun sürekli tartışılması olmuştur. Diyebiliriz ki, Leninist parti anlayışı, bu koşullar altında oluşmuş ve gelişmiştir.
Bilindiği gibi, proletarya partisi, kendi ideolojisine uygun olarak belirli işleyiş kurallarına sahiptir. "Tüzük" adı verilen bu işleyiş kuralları, tek tek üyelerin hak ve sorumluluklarından, organların görev ve sorumluluklarına kadar bir dizi konuyu kapsar. Doğal olarak bu kurallar içinde, parti saflarında ortaya çıkan ya da çıkacak olan farklı düşüncelerin nasıl ele alınacağı, nasıl ortaya konulacağı ve buna bağlı olarak yapılan tartışmaların nasıl sürdürüleceği ve sonuçlandırılacağı belirlenmiştir. Aynı şekilde, parti saflarında ortaya çıkacak ideolojik olmayan sorunların nasıl ele alınacağı ve çözümleneceği, parti tüzüğünde ortaya konulmuştur. Ancak burjuvazinin her püskürtülen ya da yenilgiye uğratılan saldırısı, yeni bir saldırının başlangıcı olduğundan, bir dönem için ortaya konulmuş kuralların, bir başka dönemde işe yaramaz olduğu ya da burjuva ideolojisinin saldırılarının gelişmesine yardımcı olduğu görülmüş ve buna bağlı olarak işleyiş kuralları (tüzük) değiştirilmiştir.
İşte bu gelişim süreci içinde Lenin, proletarya partisinin karşı karşıya olduğu sorunları kapsamlı bir biçimde tahlil etmiş ve pekçok sorunu, somut gelişme ortaya çıkmadan çok önce saptamıştır. Leninist parti örgütlenmesi Lenin'in bu şaşmaz tahlil ve saptamalarıyla şekillenmiştir.
Lenin'in "Bir Adım İleri, İki Adım Geri"de açık biçimde ortaya koyduğu gibi, proletarya partisi merkeziyetçi bir parti olmak zorundadır. Bu merkeziyetçilik, Lenin'in deyişiyle, burjuva dünyasının anarşi ve rekabeti içinde parçalara ayrılmış proletaryanın güçlerinin birleştirilmesi ve bu güçlerin sosyalizm mücadelesine yöneltilmesi için zorunludur. Doğal olarak, merkeziyetçiliği temel alan proletarya partisinin tüzüğünde merkezi yetkileri mümkün olabildiğince artırılmıştır.
Lenin, merkezin yetkilerinin artırılmasına ilişkin olarak ortaya koyduğu görüşlerine karşı, Lenin'in hiçkimseye güvenmediğini ve bu anlayışıyla parti içinde "sıkıyönetim" ilan etmek istediğini söyleyenlere şöyle demektedir:
"Tüzük, öncünün artçıya, merkezin arda kalana komple güvensizliğinin ifadesidir."
Yine parti konusundaki görüşlerine, "azınlığın haklarını hiçe saydığı", "muhalefete dayanamadığı", "merkeze, herşeye karışabilmesini sağlayacak sınırsız bir güç ve sınırsız bir hak tanıma arzusuyla dolup taştığı", örgütlere "yalnızca, yukardan gelen buyruklara gık çıkarmaksızın boyuneğme hakkını tanıdığı" şeklinde eleştiri yöneltenlere Lenin, Kautsky' den şu aktarmayı yaparak yanıt vermiştir:
"Bugün bizi yakından ilgilendiren sorun... aydınlar tabakasıyla proletarya arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktır. Bu karşıtlığı itiraf ettiğim için arkadaşlarımın çoğu öfkelenecektir. Ama bu uzlaşmaz karşıtlık gerçekten vardır ve başka konularda olduğu gibi, gerçeği yadsıyarak yenmeye çalışmak çok yersiz bir taktik olur. Bu uzlaşmaz karşıtlık toplumsaldır, kişilere değil sınıflara ilişkindir. Birey olarak aydın, kapitalist birey gibi, kendisini, sınıf mücadelesinde proletaryayla özdeşleştirebilir. Böyle yaptığı zaman, o kişi karakterini de değiştirmiş olur. Aşağıda üzerinde duracağımız aydın tipi, henüz kendi sınıfında bir istisna olan bu tür aydın değildir. Aksini belirtmedikçe, ben aydın sözcüğünü, burjuva toplumunun tarafını tutan sıradan aydını, bir sınıf olarak aydınlar tabakasının karakteristiğini taşayan aydını ifade etmek için kullanacağım. Bu sınıf, proletaryayla belli bir uzlaşmaz karşıtlık içindedir.
Ancak bu uzlaşmaz karşıtlık, emekle sermaye arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktan farklıdır. Aydın, kapitalist değildir. Gerçi onun yaşam düzeyi burjuvacadır ve eğer bir yoksul haline gelmeyi istemiyorsa o düzeyi sürdürmelidir, ama aynı zamanda kendi emeğinin ürününü ve çoğu zaman emek gücünü satmak zorundadır ve kendisi de çoğu zaman kapitalist tarafından sömürülür ve aşağılanır. Görüldüğü gibi, aydınla proletarya arasında herhangi bir iktisadi karşıtlık yoktur. Ama aydının yaşam durumu ve çalışma koşulları proleterce değildir. Duygularda ve düşüncelerde belli bir karşıtlığa yolaçan da budur.
Proleter, tek başına bir birey olarak hiç bir şey değildir. Onun bütün gücü, bütün gelişmesi, bütün umutları ve bekleyişleri, örgütten, arkadaşlarıyla birlikte yürüttüğü sistemli eylemden gelir. O kendini, büyük ve güçlü bir organizmanın parçası olduğu zaman büyük ve güçlü hisseder. Bu organizma, onun için temeldir; bu organizmaya oranla birey, pek az şey ifade eder. Proleter, adsız kitlenin bir parçası olarak, herhangi bir kişisel çıkar ya da ün sağlamayı düşünmeksizin, nerede görevlendirilirse orada ve bütün benliğini ve düşüncesini saran gönüllü bir disiplinle, tam bir bağlılıkla savaşır.
Aydına gelince, durum oldukça değişiktir. O, bileğinin gücüyle değil, kafasıyla savaşır. Onun silahları, kişisel bilgisi, kişisel yetenekleri, kişisel inançlarıdır. Herhangi bir yere, ancak kendi kişisel nitelikleriyle erişebilir. Bu yüzden bireyselliğini en özgür biçimde kullanabilmesi, ona, başarılı çalışmasının temel koşulu olarak görünür. Bir bütüne bağlı bir parça olmaya güçlükle razı olur, o zaman da bu eğiliminden ötürü değil, zorunluluktan ötürüdür. Disiplin gereğini seçkin kafaları için değil, yalnızca yığınlar için kabul eder. Ve kuşkusuz, kendini birinciler arasında sayar...
Nietzsche'nin, kendi öz bireyciliğinin gereğini yapmayı her şey sayan ve bu bireyciliğin büyük bir toplumsal amaca, şu ya da bu biçimde bağımlılığını, aşağılık, bayağı bir şey gören üstün insan felsefesi, gerçek bir aydın felsefesidir; ve bu felsefe, proletaryanın sınıf mücadelesine o aydının katılmasını tümden olanaksızlaştırır." [1*]
İşte bu temellerde oluşan Leninist parti anlayışı, her yönüyle burjuvazinin proletarya saflarında meydana getireceği bölünmelere ve parçalanmalara karşı merkeziyetçi niteliklere sahip olmuştur.
Leninist parti anlayışı, kendisini tüzükte maddeleştirirken, parti içindeki düşünce farklılıklarını, bunlar etrafında oluşan tartışmaları belli kurallara bağlamıştır. Bu kuralların temelinde, proletarya partisinin devrim teorisine, stratejisine ve programına aykırı olmayan ya da bunların çerçevesi içinde ortaya çıkan görüşlerin ve düşüncelerin ortaya konulması esas alınmıştır. Bu öylesine basit bir gerçektir ki, her örgüt gibi, proletarya partisi de onun devrim teorisini, programını, stratejisini ve tüzüğünü kabul edenlerin katıldığı ve oluşturduğu bir bütündür. Dolayısıyla, onun devrim teorisini, programını, stratejisini ve tüzüğünü kabul etmeyenlerin onun içinde yer alması düşünülemez. Devrim teorisinde, programda, stratejide ve tüzükte farklı düşünenler, ya kendilerinin düşüncelerine uygun bir başka örgüte gireceklerdir ya da kendi düşüncelerini benimseyenlerle ayrı bir örgüt oluşturacaklardır. Bu, Leninist parti anlayışının "demokratik olmadığından" yakınan küçük-burjuva aydınları için olabilecek en demokratik tutumdur. Hiç kimse, benimsemediği, doğru olduğunu kabul etmediği düşünceleri savunanlarla birlikte hareket etmeye zorlanamaz. Ama buna rağmen, tüm Leninist parti deneyimleri göstermiştir ki, partinin görüşlerine aykırı düşünceler kendilerini parti içinde ifade etmek ve parti içinde varetmek istemişlerdir. Böyle bir durumda, Leninist parti, kaçınılmaz olarak, kendi görüşlerine aykırı görüşlere sahip üyelerini partiden çıkartma hakkını kullanmak zorundadır.
İşte proletarya partilerinin saflarında zaman zaman ortaya çıkan sapmalar, doğrultulmaları için parti tüzüğünün belirlediği ilişkiler içinde verilen çabalara rağmen düzeltilemediği koşullarda, yine tüzüğün belirlediği çerçeve içinde proletarya partisi saflarından uzaklaştırılmışlardır. Hemen her zaman bu durum, burjuvazi tarafından proletarya partilerine karşı yeni bir suçlama için uygun bir araç olarak kullanılmıştır. Lenin, yıllar önce bu duruma karşı şunları yazmaktadır:
"Onlar, bizim tartışmalarımızı zevkle seyrediyor ve yüzlerini buruşturuyorlar; kuşku yok ki, benim bu broşürümden yalnızca partimizin başarısızlık ve kusurlarıyla ilgili bölümleri seçip, kendi amaçları için kullanmayı deneyeceklerdir. Ancak Rus sosyal-demokratları, savaş alanında öylesine çelikleşmişlerdir ki, bu tür iğnelemeler onlara vızgelecek ve işçi sınıfı hareketi büyüyüp gelişerek bu eksiklikleri kesinlikle ortadan kaldırıncaya kadar, o kişiler ne derse desin, sosyal-demokratlar kendi işlerini özeleştirinin ölçüsüne vurmaya, kendi eksikliklerini amansızca sergilemeye devam edeceklerdir." [2*]
Proletaryanın sınıf mücadelesi içinde ve bu mücadele saflarında ortaya çıkan pek çok sapma ve olumsuzluklar yaşanmıştır. Bunların her biri, proletaryanın deneyimi olarak tarihsel bir yere sahip olmuştur. İşte, bu süreç içinde proletarya partisi saflarında ortaya çıkabilecek en kapsamlı olaylardan ilki, SBKP içinde ortaya çıkmış ve 1930'ların sonlarındaki "Moskova Duruşmaları" ile sonuçlanmıştır. 1980 sonrasında Amerikan emperyalizminin dünya çapında başlattığı ideolojik saldırıda özel bir yere konulan bu olaylar dizisi, Ekim Devrimi'nin tanınmış pekçok ismini içerdiğinden emperyalizm için özel bir yere sahip olmuştur.
19-24 Ağustos 1936 tarihlerinde yapılan ilk Moskova duruşmalarında Zinovyev, Kamenev, Bakayev, Evdokimov, Smirnov'un aralarında bulunduğu I. Moskova Duruşmaları ile 2-13 Mart 1938 tarihlerinde yapılan aralarında Buharin'in bulunduğu ikinci Moskova duruşmaları sonucunda Zinovyev, Kamenev, Buharin başta olmak üzere yargılananların çoğu idam edilmişlerdir.
Öncelikle belirtelim ki, bu yargılamaların yasallığı her türlü tartışmanın dışındadır. Bu öylesine tartışmasız bir gerçektir ki, bu duruşmaları izleyen emperyalist ülkelerin büyükelçilikleri, bu yasallığı kendi raporlarında bile kabul etmek durumunda kalmışlardır. Bu nedenden dolayı, Moskova Duruşmaları, yapıldığı tarihten daha çok, 1980 sonrasında gündeme getirilmiştir. Ve gündeme getirirken, temel amaç, küçük-burjuva aydınlarının emperyalizmin istemlerine uygun olarak kanalize edilmesi olmuştur. Bu yönüyle, Moskova Duruşmaları, "ideolojik farklılıkların" yargı yoluyla "tasfiye edilmesi" şeklinde sunulmuştur. Ve dünya çapında bu yöndeki anti-Marksist ve anti-Leninist kampanya, ağırlıklı olarak troçkistler aracılığıyla başlatılmış ve sürdürülmüştür. Bu kampanyada, yargılanıp idam edilenlerin Ekim Devrimi'nde ve Bolşevik Partisi içindeki konumlarından kaynaklanan tanınmışlığı özel olarak öne çıkartılmıştır.
SBKP saflarında ortaya çıkan ve Moskova Duruşmalarıyla sonuçlanan süreç ele alındığında, görülen ilk olgu, yargılanan kişilerin, otuz yılı aşkın süredir Marksist saflarda yer aldıkları ve pek çoğunun Bolşevik Partisinin ilk kuruluşundan itibaren Lenin'in yanında bulundukları olmaktadır. Doğal olarak, böylesine bir geçmişe sahip olan kişilerin "idam edilmiş" olmaları, bir "tasfiye hareketi" ya da emperyalist-troçkist propagandanın sözleriyle söylersek "Stalinist temizlik" olarak değerlendirilmektedir. Bu, aynı zamanda ideolojik mücadelede zor yöntemlerinin kullanılması olarak da ifade edilmektedir.
Aynı olayın gösterdiği ikinci olgu ise, tüm bu süreç içinde, yargılanan ve idam edilen eski bolşeviklerin, Bolşevik Partinin ilk kuruluş döneminden itibaren sürekli bir sapma içinde bulundukları ve bu boyutuyla Lenin ve parti çizgisi ile sürekli bir çatışma içinde olduklarıdır. Öyle ki, kimi dönemlerde bu sapmaları, Bolşevik Partinin ideolojik-politik çizgisine temelden ters düşen boyutlarda olmuştur. Bunun sonucu ise, sürekli olarak eleştirilmeleri, sapmalarının ayrıntılı bir biçimde ortaya konulması ve dönem dönem özeleştiri yaparak yeniden parti saflarında yer almaları olmuştur. Doğal olarak, böyle bir gelişme, sürekli bir sapma içinde olan ve sık sık özeleştiri yaparak yeniden parti saflarına kabul edilen bu kişilerin, parti için sürekli bir sorun olduğunu göstermektedir. Ve partinin, böylesine uzun bir süre boyunca (otuz yılı aşkın bir süre), bu kişilerin sapmalarıyla uğraşmaması gerektiği sonucu çıkarılabilmektedir.
Aradan geçen tüm zamanlar içinde, yukarda ortaya koyduğumuz iki olgu, Marksist-Leninist hareket içinde ve dışında sürekli bir tartışma ve polemik konusu olmuştur.
Bu yazımızda, "Moskova Duruşmaları"nın süreç olarak nasıl ortaya çıktığı ve bu noktaya ulaştığını ayrıca ele almayacağız. Bu konu, THKP/HDÖ'nin Merkez Yayın Organı Kurtuluş'un 4. sayısında ortaya konulmuştur. Bizim burada vurgulamak istediğimiz, bu olayın, dünya proletarya hareketi içinde ortaya çıkmış ilk örnekten yola çıkarak, proletarya partilerinin sapmalara karşı nasıl bir tutum izlediklerini bazı yönleriyle ortaya koymaktır.
Öncelikle belirtmeliyiz ki, proletarya partisi bir sınıf partisidir, dolayısıyla belli bir sınıfın, yani proletaryanın sınıfsal çıkarlarını savunan bir partidir. Ve proletarya partisi, bugüne kadarki tüm tarihte ortaya çıkmış olan düzen içi partilerin tersine, sınıfsal niteliğini oluşturulduğu ilk andan itibaren açıkça ilan etmiştir. Tarihte görülmüş olan diğer sınıf partilerinin tersine proletarya partisi, proletaryanın sınıfsal çıkarlarının insanlığın evrensel ve genel çıkarlarıyla birleşik olduğunu, dolayısıyla kendi sınıfsal çıkarlarını "evrensel çıkar" gibi sunmaya ihtiyacı olmadığını ilk andan itibaren ortaya koymuştur.
"... kendisinden önce hükmetmekte olan sınıfın yerini alan her yeni sınıf, kendi amaçlarına ulaşmak için de olsa, kendi çıkarını, toplumun bütün üyelerinin ortak çıkarı olarak göstermek zorundadır, ya da şeyleri fikir planında açıklamak istersek: bu sınıf, kendi düşüncelerine evrensellik biçimi vermek ve onları, tek mantıklı, evrensel olarak tek geçerli düşünceler olarak göstermek zorundadır. Bir sınıfa karşı çıkması yüzünden, sırf bu yüzden, devrimci sınıf, kendisini, bir sınıf olarak değil de, hemen bütün toplumun temsilcisi olarak sunar, tek egemen sınıfın karşısında toplumun tüm kitlesi olarak görünür. bu, onun için mümkündür, çünkü başlangıçta, onun çıkarı gerçekten de egemen olmayan bütün öteki sınıfların ortak çıkarlarına hala sıkı sıkıya bağlıdır, ve çünkü, eski koşulların baskısı altında bu çıkar, henüz özel bir sınıfın özel çıkarı olarak gelişememiştir. Bu yüzden, bu sınıfın zaferi, kendileri egemenliğe ulaşamayan öteki sınıfların pek çok bireyleri için de yararlıdır; ancak, bu bireyleri egemen sınıfa çıkabilecek duruma getirdiği ölçüde, yalnız bu ölçüde yararlıdır... Bundan çıkan sonuç şudur: yeni yönetici sınıfa karşı yürütülmesi sözkonusu olan savaşın da, bu kez, egemenliği ele geçirmiş olan daha önceki bütün sınıfların yapabildiklerinden daha kesin ve daha köklü bir şekilde eski toplumsal koşulları yıkmak gibi bir amacı vardır." [3*]
Proletarya ideolojisi ve bunun somut örgütü olarak proletarya partisi, sınıfsal niteliğini açıkça ilan etmekle, aynı zamanda proletarya ideolojisinin, proletaryanın "özel çıkarını" burjuvazinin egemenliği altındaki sınıfların çıkarlarıyla ortak olduğunu göstermek amacıyla "evrensel çıkar" gibi sunmaya ihtiyacı olmadığını ilan etmiş olmaktadır. Bunun açık sonucu ise, proletaryanın, burjuvaziye karşı mücadelesinde diğer ezilen ve sömürülen sınıflarla ittifak kurmasında "yanıltıcı" ya da "yalanlaştırıcı" bir ideolojiye ve ideolojik propagandaya ihtiyacı olmadığıdır. O, bir sınıf ideolojisidir ve onun örgütü bu ideoloji etrafında oluşturulmuş bir sınıf partisidir. Proletaryanın tarihsel olarak, bugüne kadarki tüm ezilen ve sömürülen emekçi sınıfların son temsilcisi olması gerçeği, onun, evrensel bir sınıf olması gerçeğiyle örtüşür. Böyle bir sınıfın, mevcut burjuva ilişkiler dünyasında diğer ezilen ve sömürülen sınıflar karşısındaki konumu, kendi sınıfsal konumunun bağımsızlığı ve açık olarak tanımlanmışlığı temelinde ortaya çıkar.
İşte böyle bir sınıfın, proletaryanın, insanlığın gerçek ve nihai kurtuluşunu gerçekleştirecek tek sınıf olarak ortaya çıktığı ilk andan itibaren, onun ideolojisi yalın bir sınıf ideolojisidir ve kendi sınıfsal içeriği kapsamında evrensel niteliğe sahiptir. Bu nedenlerden dolayı, proletarya partisinin salt sınıfsal niteliği, diğer sınıf ve tabakalardan gelen unsurların, kendilerini proletarya ile özdeşleştirebildikleri oranda bu partiye katılabileceklerini açık biçimde ortaya koyar. Bugüne kadar proletarya partileri içinde ortaya çıkmış olan pek çok sapma, proletaryanın dışındaki sınıflardan gelen bu unsurların ortaya çıkardığı ideolojik sapmalar olmuştur.
Ancak, tüm sapmaların, salt proletaryanın dışındaki sınıflardan, özellikle de küçük-burjuva aydın kesimden gelen unsurların proletaryayla tam olarak özdeşleşememelerinin bir ürünü olduğunu söylemek de tek başına doğru olmayacaktır. Proletarya partisi, eğitim görmemiş, kültürel olarak geri bıraktırılmış bireylere sahip olan proletaryanın partisidir. Doğal olarak, parti olarak, bir yandan proletaryanın iktidar mücadelesini yürütürken, diğer yandan kendi sınıfını her alanda eğitmek durumundadır. Bu eğitim, genel çerçevede ideolojik eğitim olarak, aynı zamanda ekonomik, politik, kültürel vb. alanları kapsayan entellektüel bir eğitim niteliğine sahiptir. Böyle bir eğitim, bireylerin burjuva toplumu içinde elde edemedikleri ve elde etmeleri olanaksız bilgilerle donanmalarını sağlayarak, bu bireyleri birer "aydın" durumuna yükseltir. Burjuva dünyasının kendi yaşam tarzını ve değerlerini günlük olarak yeniden üretmesi ve bu yöndeki üretiminde elindeki tüm propaganda araçlarını kullanması, kaçınılmaz olarak küçük-burjuva aydınlarının yaşam tarzlarının yüceltilmesiyle birlikte gelişir. Bunun sonucu olarak, proletarya partisi saflarında eğitilmiş bireyler, bu yüceltilmenin etkisi altına alınmaya çalışolır. Tarihte sıkça görüldüğü gibi, egemen sınıflar, her zaman ezilen sınıfların en gelişmiş beyinlerini kendi sınıfına devşirmek için elinden gelen çabayı sarf eder. İşte burjuvazinin bu çabaları, zaman zaman proletarya saflarında etkili olabilmekte ve proletarya partisinin eğittiği bireylerin sapmalarına da neden olmaktadır. Bu açıdan, proletarya partisi saflarında ortaya çıkan sapmalar, salt proletarya dışındaki sınıflardan gelen unsurların sınıfsal kökenlerinden kaynaklanan bir olgu durumunda değildir. "Moskova Duruşmaları"nda yargılananların bir kısmının geçmişte birer proleter olmaları bu gerçeğin açık bir ifadesidir. Ekim Devrimi'nden kısa bir süre sonra başgösteren Kronştand ayaklanması da benzer bir gerçeğin somutluğu olmuştur.
Diyebiliriz ki, böylesi koşullar içinde, bir sınıf partisi olarak proletarya partisi, kendi saflarında ortaya çıkan sapmalara karşı kesin ve açık bir ideolojik mücadele yürütmek ve bu mücadele sonucunda sapmaları doğrultmak ya da saflarından uzaklaştırmak durumundadır ve her durumda bunu sınıfsal bir perspektifle yapmak zorundadır. Hiç kimse, proletarya partisinin, kendi saflarında diğer sınıfların çıkarlarını benimsemiş unsurların faaliyette bulunmasına gözyummasını isteyemez ve bu tür unsurların saflarından çıkartılması karşısında kendisini "demokratik olmamakla" suçlayamaz. Aynı şekilde, proletarya partileri, Bolşevik Partisinin tarihinin açık biçimde gösterdiği gibi, ideolojik mücadelede zor yöntemlerini kullanmamıştır. Ancak o bir sınıf partisidir, doğal olarak diğer sınıfların kendi saflarında örgütlenmesine izin veremez. Bu yöndeki faaliyetler, proletarya partilerinin kendi kuralları çerçevesinde (tüzük) ele alınır ve sonuçlandırılır. Bu kuralların içerdiği disiplin işlemleri, hiçbir biçimde ideolojik farklılıkların zor yöntemleriyle bastırıldığı şeklinde yorumlanamaz.
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, "Moskova Duruşmaları"nın ortaya koyduğu ikinci olgu, proletarya partisi saflarında ortaya çıkan sapmaların uzun süreli bir ideolojik mücadeleye neden olduğu ve bu süreç içinde bu bireylerin özeleştiri yapmaları üzerine kendilerini düzeltmeleri için olanak tanındığıdır. Böyle bir durumda, aynı bireylerin, değişik dönemlerde birden çok özeleştiri yapmış olmaları ve her seferinde yeniden parti içinde çalışmalarına izin verilmesi kimilerine şaşırtıcı gelebilecektir. Ama proletarya partisinin sınıfsal niteliğini ve bu sınıfın, yani proletaryanın sınıf özelliklerini gözönüne alan bir değerlendirme, bu durumun ne denli doğal olduğunu görecektir.
Proletarya, sınıf olarak, insanlık tarihinin bugüne kadarki tüm pisliklerini temizleyecek tarihsel bir sınıftır. Bu nedenden dolayı, insanlık tarihi kadar eski tüm ideolojik yargıların, değerlerin ve bunun ürünü tutum ve davranış biçimlerinin amansız bir düşmanı olduğu gibi, bunların ortadan kaldırılmasını sağlayacak güce ve olanağa sahip tek sınıftır. Bu nedenlerden dolayı, proletarya partisi, kendi saflarında ortaya çıkan sapmaların doğrultulması için amansız bir ideolojik mücadele yürütür ve sapma içindeki bireylerin sapmalarını açık biçimde görmelerini sağlar. Bunlar ortaya konulduktan sonra, bireylerin özeleştirileri, proletarya partisi için özel bir değere sahiptir. Küçük-burjuva dünya görüşüyle ele alındığında, özeleştiri, bir küçük-burjuva bireyin, o an kendisine yönelik eleştirilerden kurtulmak, soluklanmak ve yeni bir girişim için geri çekilmek anlamına gelebilecektir. Bu yönüyle, bir küçük-burjuva, proletaryanın özeleştiri karşısında gösterdiği büyük değeri, istismar etmek, kendi kişisel geleceğini kurtarmak için kullanmaktan kaçınmayacaktır. Ancak özeleştirinin böylesine istismar edilmesi, onun proletarya için, sınıf olarak değerini en küçük ölçüde ortadan kaldırmaz. Özeleştiri, proletaryanın kendi sınıfsal özelliğinin bir parçasıdır, dolayısıyla öyle kalmaya devam edecektir. Varsın kimi zaman küçük-burjuva bireyleri bu özelliğini kendi kişisel çıkarları için kullanmaya çalışsın. Sonuçta, proletarya, kendi saflarından bu tür bireyleri uzaklaştırmakta fazlaca zorluk çekmeyecektir.
Tüm bu yönleriyle, üzerinden altmış yıl geçtikten sonra bile "Moskova Duruşmaları" proletarya ve partileri için önemli bir deneyim olarak tarihsel niteliktedir. Bu olayların da gösterdiği gibi, proletaryanın sınıf mücadelesinin ideolojik yönü zorlu ve amansız bir mücadeleyi gerektirir ve bu mücadele sürekli kılınmak zorundadır. Proletaryanın zaferi, ancak bu mücadelelerle gerçekleşecektir. Burjuva ve küçük-burjuva ideologları ne derse desin, proletarya kendi yolunda yürüyecektir.
Dipnotlar
1* Lenin: Bir Adım İleri, İki Adım Geri, s: 156-157
2* Lenin: Bir Adım İleri, İki Adım Geri, s: 10
3* Marks-Engels: Alman İdeolojisi