KURTULUŞ CEPHESİ - Mart-Nisan 1998
Karl Marks
5 Mayıs 1818/14 Mart 1883
Karl Marks, 5 Mayıs 1818'de Almanya'nın Trier kentinde doğmuş ve 14 Mart 1883 tarihinde Londra'da yaşamını yitirmiştir.
1848 Şubat'ında F. Engels'le birlikte kaleme alıp yayınladıkları "Komünist Manifesto"yla birlikte, günümüze kadarki tüm tarihsel süreci belirleyen proletaryanın sınıf mücadelesinin ideolojisi olan Marksizmin bu büyük kurucusu, tüm burjuva ideologlarının yıllarca "çürütmeye" çalıştıkları, "değersizleştirmeye" uğraştıkları diyalektik ve tarihi materyalizmi ve kapitalizmin sistemli ve bütünsel bir tahlilini yaparak proletaryanın mücadelesinin teorisini ve programını ortaya koymuştur.
Olayları ve gelişmeleri diyalektik yöntemle ele alarak tahlil etmek ve materyalist bakış açısıyla değerlendirmek Marks'ın tüm ekonomik, sosyal ve siyasal belirlemelerinin temelini oluşturmuştur. Hegel'in diyalektiğini "ayaklarının üzerine" oturtan Karl Marks ve tüm çalışmalarındaki büyük yardımcısı ve ortağı F. Engels, kendilerinden önceki materyalizmin tutarsızlığı, eksikliği ve tek yanlılığının anlaşılması gerektiğini ortaya koymuşlar ve "toplum bilimi ... materyalist temel ile uyum haline getirmek ve bu temele dayanarak onları yeniden kurmak" üzere çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Materyalizm, genel olarak, bilinci, varlığın bir sonucu olarak açıkladığına göre - diyor Marks, insanlığın toplumsal yaşamına uygulandığında materyalizm, toplumsal bilinci de toplumsal varlığın sonucu olarak açıklaması gerekir. Ve bu konudaki belirlemelerini "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı"nın önsözünde şöyle ortaya koymuştur:
"Varlıkların toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun ekonomik yapısını, belirli toplumsal bilinç biçimlerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entellektüel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır."
Bu belirlemeleriyle Karl Marks, mevcut toplumsal sistemin tahliline yönelmiştir. Bu çalışmalarının ortaya çıkardığı en büyük yapıtı "Kapital" olmuştur.
Karl Marks, "Kapital"de, mevcut toplumsal sistemi tahlil ederken, bu sistemin özünün sermaye ve sermaye birikimi olduğunu ortaya koyarak, bunun kapitalizm olduğunu ilan etmiş ve bunun meta üretimi olduğunu açık bir biçimde ortaya koymuştur. Bu nedenden dolayı, Karl Marks, "Kapital"in ilk bölümlerinde ağırlıklı olarak meta ve meta üretimi üzerinde durmuştur.
Metaların, insanların gereksinmelerini karşılayan birer nesne olması ile bir başka şeyle değiştirilebilen bir nesne olması arasındaki ilişkiyi belirleyen Marks, metanın değerinin ikili niteliğini sergilemiştir. Kullanım-değeri ve değişim-değeri.
Metaların insanların belli gereksinmelerini karşılayan niteliğiyle belirlenen kullanım-değerinden çok, değişim-değeri ve bu değişim-değerinin gerçek niteliği Marks'ın çalışmalarının ilk bölümünde açık biçimde ortaya konulmuştur. Birbirinden farklı ve hatta birbirleriyle kıyaslanamaz değişkenlik içinde bulunan değişik kullanım-değerlerine sahip metaların, somutta durmadan birbirleriyle değiştirilebilinmesi ve birbirine eşitlenmesinin ardındaki gerçeğin, bu metaların üretimini sağlayan emek olduğunu, dolayısıyla bu metaların emek ürünleri olduğunu belirleyen Marks, meta üretiminin, içinde tek tek üreticilerin farklı ürünleri ürettikleri (emeğin toplumsal bölünümü) ve değişim süreci içinde, bütün bu ürünlerin, birbirine eşitlendiği, bir toplumsal ilişkiler sistemi olduğunu saptamıştır. Bu boyutuyla, bütün metalarda ortak olan şeyin, yani onların birbirleriyle değişimini sağlayan şeyin, insan emeği ve bu insan emeğinin de somut emek biçiminin değil, soyut emek biçiminin olduğu tartışmasız bir biçimde Marks tarafından ortaya konulmuştur. Böylece metaların değerinin onların üretimi için toplumsal bakımdan gerekli emek kitlesi ile belirlendiğini saptamıştır.
Marks, tahlilini geliştirerek, meta üretiminin kapitalizmde sermayenin üretimine dönüştüğünü saptayarak, bu sermaye üretiminin temelinde toplumsal emeğin sömürüsünün yattığını belirlemiştir. Artı-değer olarak bilinen bu belirleme, kapitalist kârının ve sermayenin sürekli büyümesinin temelini oluşturmaktadır.
Marks, kapitalizmin ortaya çıkması için iki tarihsel önkoşulun sözkonusu olduğunu belirlemiştir. Birinci önkoşul, belirli miktarda paranın genel olarak meta üretiminin, nispeten yüksek bir gelişme düzeyi koşulları altında, bireylerin ellerinde birikimidir. İkinci önkoşul ise, emek-gücünü satarken, bütün sınırlama ve engellerden uzak, genel olarak topraktan ve bütün üretim araçlarından arınmış ve kendi varlığını ancak emek-gücünü satarak sürdürebilen bir emekçi sınıfın, yani proletaryanın varlığıdır.
Tüm bu saptamalarıyla kapitalist sistemi tahlil etmeyi sürdüren Marks, sermayenin birikimi ve gelişimini ayrıntılı bir biçimde ortaya koymuştur.
Kapitalist üretimin temel özelliğinin sermayenin yeniden üretimi olduğunu saptayan Marks, bu sermayenin proletaryanın artı-emeğine elkonulmasıyla büyüdüğünü, yani artı-değerin kapitalistler tarafından el konularak bir bölümünün sermaye haline dönüştürülerek sermayenin genişlediğini ve bu genişleme sürecinin kaçınılmaz olarak aşırı üretim buhranlarına neden olduğunu gözler önüne sermiştir. Ancak bu saptamaları içinde Marks, sermayenin ilk oluşumu, ilk birikimi ile kapitalist üretim süreci içinde sermayenin oluşumu ve birikiminin birbirine karıştırılmaması gerektiğini özel olarak vurgulamıştır. Bu bağlamda "kapitalist birikimin tarihsel eğilimi"ni "Kapital"de şöyle ortaya koymuştur:
"Sermayenin ilkel birikimi, yani tarihsel doğuşu nasıl olmuştur? İlkel birikim, köleler ile serflerin doğrudan ücretli-emekçiye dönüşmeleri ve böylece düpedüz bir biçim değişikliğine uğramaları ile olmadıkça, ancak, doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, yani sahibinin emeğine dayanan özel mülkiyetin çözülüp yokolması anlamına gelir. Özel mülkiyet, ancak, toplumsal, kollektif mülkiyetin antitezi olarak, emek araçları ile emeğin dış koşullarının özel kişilere ait olduğu yerlerde varolur... Bireylerin malı olan dağınık üretim araçlarının toplumsal ve yoğunlaşmış birimler haline, pekçok insanın cüce mülkiyetinin birkaç kişinin dev mülkiyeti haline dönüştürülmesi, büyük halk yığınlarının, topraktan, geçim araçlarından ve emek araçlarından yoksun hale getirilmesi, halk yığınlarının bu korkunç ve ıstıraplı mülksüzleştirilmesi işlemi, sermayenin tarihinin başlangıçını oluşturur. Bu, bir dizi, zor yöntemlerini içerir.. Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, acımasız bir vahşetle ve en bayağı, en rezil, en küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir. Tecrit edilmiş, bağımsız emekçi bireyin, deyim yerindeyse, kendi emek koşullarıyla kaynaşmasının sonucu olan özel mülkiyetin yerini, öbürlerinin itibari olarak özgür emeğinin, yani ücretli-emeğin sömürülmesine dayanan kapitalist özel mülkiyet alır.
... kapitalist üretim tarzı, kendi ayakları üzerinde duracak hale gelir gelmez, emeğin daha geniş ölçüde toplumsallaşması, toprak ile diğer üretim araçlarının toplumsal olarak daha fazla sömürülen ve dolayısıyla ortak üretim araçları olarak geniş ölçüde kullanılan üretim araçları haline dönüştürülmesi ve özel mülk sahiplerinin daha fazla mülksüzleştirilmeleri yeni bir biçim alır. Şimdi mülksüzleştirilecek olan kimse, artık, kendi hesabına çalışan emekçi değil, bir çok emekçiyi sömüren kapitalisttir. Bu mülksüzleştirme, kapitalist üretimin kendi içinde taşıdığı yasaların işlemesiyle, sermayenin merkezileşmesi ile gerçekleşir. Bir kapitalist, daima birçoklarının başını yer."
Marks, sermayenin ilkel birikiminden sonraki süreçte, sermayenin kapitalist üretim sürecindeki birikimini ve bu birikim süreci içinde sermayenin büyümesi sürecini tahlil ederek, bu süreç içinde kapitalistlerin kâr oranlarının düşme eğilimi yasasını yerli yerine oturtmuştur. Sermayenin ve metaların aşırı üretimi olarak gelişen kapitalist üretim sürecinin, bu aşırı üretim sonucu karşı karşıya kaldığı buhranların kaçınılmazlığını bu çerçevede ele alan Marks, kapitalist üretim süreci içinde sermaye birikiminin diğer kapitalistlerin mülksüzleştirilmeleriyle birlikte ortaya çıktığını ve bunun da kapitalist ekonomik buhranlarla somutlaştığını saptamıştır.
Marks'ın kapitalist toplum tahlilleriyle belirlenmiştir ki, kapitalist üretimdeki anarşiyle birlikte gelişen metaların aşırı-üretimi, aynı zamanda sermayenin aşırı-üretimi olarak gelişir. Sermayenin sürekli büyümesi ve bu büyümeye paralel olarak kâr oranlarının düşme eğilimi içinde olması, aynı zamanda kapitalist üretim sürecinde ortaya çıkan ekonomik buhranların devrevi niteliğini belirler.
"Kâr oranında bir düşme ile birlikte, emeğin üretken bir biçimde kullanılması için bireysel bir kapitaliste gerekli olan asgari sermayede bir yükselme olur... Belli yükseklikte bir noktadan sonra, bu artan yoğunlaşmanın kendisi de, kâr oranında yeni bir düşmeye yol açar. Küçük, dağınık sermaye kitleleri, böylece zorla, spekülasyon, kredi sahtekarlıkları, sermaye dolandırıcılığı ve bunalımlarla dolu maceralı bir yola itilmiş olurlar. Sermaye fazlalığı denilen şey, daima, aslında, kâr oranındaki düşmenin kâr kitlesi ile telafi edilmediği sermaye fazlalığı -bu, yeni filizlenen sermaye sürgünleri için daima doğrudur- ya da kendi başına iş görmeyen sermayeleri, büyük işletmelerin yöneticilerinin emrine kredi biçiminde veren sermaye fazlalığı için geçerlidir. Bu sermaye fazlalığı, nispi bir aşırı-nüfus yaratan aynı nedenlerden ileri gelir ve bu yüzden, zıt kutuplarda bulundukları halde -kullanılmayan sermaye bir kutupta, işsiz çalışan nüfus öteki kutupta- nispi aşırı-nüfusu tamamlayan bir olgudur.
Bireysel metaların değil, sermayenin aşırı-üretimi, bu nedenle -sermayenin aşırı-üretimi daima, metaların aşırı-üretimini kapsamakla birlikte- yalnızca sermayenin aşırı birikimidir...
Kapitalist üretimin amacı, sermayenin kendisini genişletmesi, yani artı-emeğin ele geçirilmesi, artı-değer, kâr üretimidir. Bu nedenle sermaye, emekçi nüfusa oranla, ne bu nüfus tarafından sağlanan mutlak emek-zamanı ve ne de nispi artı emek-zamanı daha fazla artırılamayacak kadar (bu son durum, emeğe olan talebin, ücretlerde bir yükselme eğilimi doğacak kadar güçlü olduğu bir zamanda herhalde sözkonusu olamaz) büyür büyümez; dolayısıyla, artan sermayenin, ancak kendisinde meydana gelen büyümeden önceki kadar ya da hatta daha az artı-değer ürettiği noktada, mutlak bir aşırı sermaye üretimi olacaktır; yani artmış olan sermaye S+ DS, S sermayesinin DS kadar genişlemeden önce ürettiğinden daha fazla kâr üretemez ya da hatta bundan daha az kâr üretebilir. Her iki halde de, genel kâr oranında şiddetli ve ani bir düşme olabilir, ama bu kez bu düşme, sermayenin bileşiminde, üretici güçlerdeki gelişmenin neden olduğu bir değişiklikten değil, daha çok (ücretler arttığı için) değişen sermayenin para-değerinde bir yükselme ve buna karşılık da artı-emeğin gerekli-emeğe oranında bir düşme olması nedeniyle meydana gelen bir değişikliğin sonucu olabilir.
Gerçekte bu, sermayenin bir kısmının tamamen ya da kısmen atıl kalması (çünkü, bu sermayenin kendi değerini genişletmeden önce, bir kısım faal sermayeyi bir yana itmesi zorunludur) ve öteki kısmının, hiç kullanılmayan ya da kısmen kullanılan sermayenin baskısı yüzünden daha düşük kâr oranında değerler üretmesi biçiminde görülebilir."
Bu saptamalarının ışığında Marks, eski sermayenin fiili değer kaybının kendiliğinden olamayacağını, bunun bir mücadele olmaksızın meydana gelmeyeceğini söyleyerek, eski sermaye ile yeni sermaye (ya da ek sermaye) arasındaki çatışmanın kaçınılmazlıığını ortaya koyar. Bu çatışmada, yeni ya da ek sermayenin, eski sermayenin bir kısmını atıl kalmaya zorlayarak kendine yer açabileceği durum ile eski sermayenin, kendi yerini koruyarak ek ya da yeni sermayeyi kendine katılmaya zorlayabileceği durumlar yaratabileceğini söyleyen Marks, bunun somutluğunu şöyle ortaya koyar:
"Sermayenin hangi kısmının özellikle etkileneceğini rekabet savaşımı belirleyecektir. İşler yolunda gittiği sürece, rekabet, genel kâr oranının eşitlenmesi halinde gördüğümüz gibi, kapitalist sınıf arasında bir kardeşlik havası estirir ve böylece her biri ortak yağmadan kendi yatırımı oranında pay alır. Ama sorun, kârın değil zararın paylaşılması halini alır almaz, herkes kendi payına düşen zararı en aza indirme ve bunu bir başkasının sırtına yükleme çabasına düşer. Kapitalist sınıf için, kayba uğramak kaçınılmazdır. Her kapitalistin, bu zararın ne kadarını yüklenmek zorunda kalacağı, yani bunu ne ölçüde paylaşmak durumunda kalacağı, göstereceği güce ve kurnazlığa bağlıdır ve o zaman rekabet, düşman kardeşler arasında bir savaşa dönüşür. Her bireysel kapitalistin çıkarları ile bütünüyle kapitalist sınıfın çıkarları arasındaki uzlaşmazlık, tıpkı daha önce, aralarındaki çıkar özdeşliğinin pratikte rekabet yoluyla ortaya çıkması gibi, suyüzüne çıkar."
Tüm bu ilişki ve çelişkileriyle kapitalist toplumun gelişim süreci içinde onun "mezar kazıcısı" proletarya tarih ve siyaset sahnesinde yerini alır. Ve bu sürecin sonunu Marks, Kapital'de şöyle ortaya koyar:
"Emek-sürecinin, gitgide boyutları büyüyen kooperatif şekli, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın yöntemli bir biçimde işlenmesi, emek araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir emek araçlarına dönüştürülmesi, bütün emek araçlarının bileşik toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların dünya pazarları ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin uluslararası bir nitelik kazanması, bu merkezileştirilmesi ile elele gider. Bu dönüşüm sürecinin bütün avantajlarını sömüren ve tekellerine alan büyük sermaye sahiplerinin sayılarındaki sürekli azalmasıyla birlikte, sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü de alabildiğine artar; ama gene bununla birlikte, sayıları sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler, yaygınlaşır. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim tarzının ayakbağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler."
"Kişisel emekten doğan dağınık özel mülkiyetin kapitalist özel mülkiyete dönüşmesi, halen toplumsallaşmış üretime fiilen dayanan kapitalist özel mülkiyetin toplumsal mülkiyete dönüşmesinden kuşkusuz kıyaslanamayacak kadar daha uzun süreli, daha şiddetli ve çetin bir süreçtir. Birinci durumda, halk yığınlarının birkaç gaspedici tarafından mülksüzleştirilmesi sözkonusudur; ikincisinde ise, birkaç gaspedicinin, halk yığınları tarafından mülksüzleştirilmeleri sözkonusudur."
İşte Marks'ın öğretisi, insanlığın bu tarihsel gelişim sürecinin ortaya konulduğu bilimsel bir öğreti olarak proletaryanın sınıf mücadelesinin ideolojisi olmuştur.