Devrimci İktidar
ve İktidar Organları
Ya da Halk Meclisleri... Sovyetler...
temsilcileri meclisleri (sovyetler) ilk kez Rusya'da, 1905 yılında, Rus işçilerinin devrimci hareketi büyük bir yükseliş gösterdiği sırada ortaya çıktı. Petersburg Sovyeti, daha 1905 yılında, iktidarı ele geçirme yolunda ilk içgüdüsel adımları attı. O sırada Petersburg Sovyeti, siyasal iktidarı fethetme yönünde görüşler geliştiriyordu, ama güçü sınırlıydı. Çarcı karşı-devrim hareketi güçlenip işçi hareketini söndürmeye başlar başlamaz, kısa süreli bir can çekişmeden sonra Sovyetlerin varlığı sona erdi.
1916 yılında, Rusya'da yeni ve yaygın bir devrimci yükseliş başlarken, işçi sovyetlerinin derhal örgütlenmesi fikri ortaya atıldığında, Bolşevik Partisi, işçileri, sovyetleri hemen kurmamaları yönünde uyardı ve işçi sovyetlerinin, devrimin başladığı ve iktidar için verilecek dolaysız kavganın gündeme geldiği sırada kurulmasının daha uygun düşeceğine dikkatleri çekti.
1917 Devriminin başlangıcında, Rusya'daki işçi temsilcileri sovyetleri, derhal işçi ve askeri temsilcileri sovyetlerine dönüştüler, geniş halk kitlelerini etki alanlarına çektiler ve kısa zamanda büyük bir otorite kazandılar; çünkü gerçek iktidar gücü onların yanında ve elindeydi. Liberal burjuvazi, ilk devrimci darbeler sonucunda düştüğü şaşkınlıktan kurtulduğunda ve sosyal-hainler, Sosyalist-Devrimciler ve Menşevikler, Rus burjuvazisine iktidar gücünü yeniden ele geçirmesi için yardım etmeye başladıklarında, Sovyetlerin önemi azaldı. Ancak Temmuz 1917 olaylarından ve Kornilov'un karşı-devrimci seferinin başarısızlığa uğramasından sonra, geniş kitleler harekete geçip, karşı-devrimci burjuva uzlaşmacısı hükümetin çöküşü kesinlik kazandığında, işçi sovyetleri yeniden canlanmaya başladı ve kısa bir süre sonra ülkede belirleyici bir önem kazandı...
Söz konusu olan bu olgular, sovyetlerin yaratılabilmesi için belirli önkoşulların gerektiğini göstermektedir. İşçi sovyetleri örgütlemek ve onları işçi ve asker temsilcileri sovyetlerine dönüştürmek, ancak aşağıdaki üç koşulun varlığı halinde mümükündür:
a) İşçi, asker ve bütün emekçi halkın geniş tabakalarını kucaklayan devrimci bir kitle hareketinin yükselişi,
b) Ekonomik ve siyasal bunalımın, iktidar gücünün eski hükümetin elinden kaymasına yol açacak biçimde keskinleşmesi,
c) İktidar mücadelesi yürütme konsunda ciddi bir hazırlığın bulunması.
Bu önkoşullar eksik olması halinde, komünistler, sovyet fikrinin sistemli ve ısrarlı biçimde propagandasını yapmalı, onu kitleler arasında yaygınlaştırmalı, halkın geniş tabakalarına, sovyetlerin, tam anlamıyla komünizme geçişte devletin alması gereken, amaca uygun tek biçim olduğunu kanıtlamalıdırlar. Fakat yukarda sıralanan koşullar yokken sovyetlerin fiilen örgütlenmesi imkansızdır...
Fransa, İtalya, Amerika ve İngiltere'deki bazı tekil grupların, geniş işçi kitlelerini kapsamayan, bu nedenle de iktidar yolunda girişilecek doğrudan mücadeleyi yürütecek nitelikte olmayan Sovyetler yaratma çabaları, gerçek bir sovyet devrimi için gerekli ön çalışmalara zarar vermekten başka bir şeye yaramıyor. Bu türden yapay bir serada oluşacak 'sovyetler', en iyi ihtimalle, sovyet iktidarına yandaş küçük propaganda topluluklarına dönüşür, fakat kötü ihtimalle de bu başarısız 'sovyetler' geniş halk tabakalarının gözünde sovyet iktidarı fikrini küçük düşürecektir...
Devrimsiz sovyetler mümkün değildir. Proletarya devrimi olmaksızın sovyetler, bir sovyetler parodisine dönüşür. Gerçek kitle sovyeti, proletarya diktatörlüğünün tarihi olarak belirlenmiş biçimi olarak görünmektedir. Sovyet iktidarının bütün dürüst ve ciddi yandaşları, sovyet fikrini titizlikle kullanmalı, hiç durmaksızın kitleler arasında onun propagandasını yapmalı, fakat sovyetlerin doğrudan doğruya gerçekleştirilmesine, ancak yukarda sıralanan koşulların varlığı halinde girişmelidir."
(Komintern II. Dünya Kongresi, 5 Ağustos 1920)
Kendisini DHKP-C olarak örgütleyen DS' nin yayın organlarında aylardır işlediği ve değişik kesimlerle "tartıştığı" "Demokratik Muhalefet Meclisi", geçtiğimiz ay içersinde Gazi Mahallesinde yapılan toplu sünnet töreniyle birlikte ilk "halk meclisi" olarak ilk adımı attığı ilan edildi. Ve ilk faaliyeti olarak toplu sünnet töreni düzenleyen "Halk Meclisi" sonrasında kendi yayınlarında şu çağrıyı yapmışlardır:
Sol, Kitle Örgütleri, Demokratik Kuruluşlar
Halk Meclisini Yaşatmalı, Güçlendirmeliyiz
Adım atılmıştır. Şimdi kendine devrimciyim diyen, dahası Gazi halkının ayaklanmasını olumlayanlara düşen tek bir şey vardır; bu meclisi desteklemek, katılmak, onun başarısı için, diğer emekçi semtlerine bir örnek oluşturması için, yaygınlaştırılması için çalışmak. Meclisin ne kadar muhalefet, ne kadar iktidar organı olacağı, ne kadar siyasallaşacağı işte bu pratik içinde sınanacaktır." [
1*]
Görüldüğü gibi, yapılan çağrının başlığında "adım atılmıştır" denilerek, ortaya çıkan "fiili" durumun kabul edilmesi istenmekte ve buna bağlı olarak da toplu sünnet töreniyle kurulduğu ilan edilen "Halk Meclisi"nın, niteliğinin ne olacağı "pratik içinde" ortaya çıkacağı söylenmektedir. Öyle ki, bu "meclis" in "ne kadar iktidar organı olacağı" ve de "ne kadar siyasallaşacağı" sorusu bu "pratik"e bırakılmaktadır. Yani, söz konusu olan "meclis", kendi sözleriyle, bugün için ne "muhalefet" meclisi durumundadır, ne "iktidar organı"dır, ne de "siyasal" bir niteliğe sahiptir. Durum böyle ise, ortada belediye meclislerine bile benzemeyen, sadece bir mahalle ya da bir semtle sınırlı bir
sosyal dayanışma girişimi sözkonusudur. Bu açıdan ele alındığında, böyle bir sosyal dayanışmanın desteklenmesi ve giderek ekonomik ve siyasal alanları da kapsayan bir dayanışma faaliyetine yönelmesi yönünde çalışmalar yapılmasından söz etmek olanaklıdır. DS'nin kendi beyanları da, söz konusu edilen "meclis"in, sosyal dayanışma için biraraya gelinmesiyle oluşmuş bir bileşim olduğunu açıkca ortaya koymaktadır.
Sözün özü, yapılan tüm yayınsal propagandalara karşın, Gazi Mahallesinde oluşan "meclis"in sosyal dayanışma bileşiminden başka birşey olmadığını açık biçimde ortaya koymaktadır. Ve Marksist-Leninistler için soru bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Kendilerinin aylardır sürdürdükleri "demeokratik muhalefet meclisi" propagandasından sonra ortaya sosyal dayanışma bileşiminin çıkması, elbetteki söylenenler ile yapılan arasındaki çelişkinin tartışılmasını getirmek durumundadır. İşte bu tartışma, ülkemizdeki ideolojik ve teorik düzeyin ne denli düşük olduğunu ve Marksizm-Leninizm adına ne denli farklı ve yanlış şeylerin savunulduğunu ortaya koymaktadır.
Kendisini DHKP-C olarak örgütleyen DS, Aralık 1995 seçimleri sonrasında "demokratik muhalefet meclisi" adını verdiği bir öneriyle ortaya çıkmıştır. Bu öneri, mevcut düzenin parlamentosuna
alternatif bir parlamentonun oluşturulması şeklinde geniş bir çerçeveye sahip gibi sunulmuştur. Bu bağlamda, değişik siyasal görüşlerle ve değişik kitle örgütleriyle görüşmeler yapılmış ve bunu kendi yayınlarında yayınlamışlardır. Legal alanda ele alınması olanaklı olan bu alternatif "meclis" önerisi, içeriği doğru tanımlanabildiği oranda ve mevcut düzenin "meclisi"nin tecrit olmasına paralel alternatif bir kurum olarak gündeme gelebilecek bir öneri durumundaydı. Özellikle mevcut düzenin "meclisi" içinde ilerici, demokrat ve yurtsever milletvekillerinin çalışamaz hale geldiği, çalıştırılamadığı koşullarda, bu "meclis"in boykot edilmesine dayanan bir alternatif "meclis" girişimi, çoğu zaman içinde yaşanılan somutlukta yeni bir gelişme ve halkın mücadelesini ilerletici bir uygulama olarak ortaya çıkması olanaklıdır.
Örneğin, 1920'lerde İtalya'da ortaya çıkan alternatif "meclis", Mussolini'nin faşist partisinin parlamentodaki baskıcı uygulamaları ve bir milletvekilinin öldürülmesiyle birlikte gündeme gelmiştir. Hemen hemen tüm muhalefet partilerinin katıldığı bu alternatif meclis, DS'nin öneridiği "demokratik muhalefet meclisi"nin tam karşılığı durumundadır. (Şüphesiz böylesine bir benzerlik, DS'nin önerisinin İtalyan pratiğinden çıkartıldığı anlamına gelmemektedir. DS'nin önerisi, Aralık 1995 genel seçimlerinde HADEP'in TBMM' ye girememesiyle ortaya çıkan durumu değerlendirmek üzere yapılmıştır ve ilk açıklamalarında bu durum bir neden olarak ortaya konulmuştur.)
Ancak DS'nin tüm yaptığı, "demokratik muhalefet meclisi" olarak ortaya attıkları öneriyi, sürekli olarak yeni eklemelerle, mevcut düzene alternatif bir organ, halk kitlelerinin kendi yönetim organlarının bir üst bileşimi düzeyine kadar genişletmek olmuştur. Böylece, yapılan öneri, kendi çerçevesini aşmış ve giderek herşeyi kapsayan, herşeye alternatif bir organ oluşturma haline gelmiştir. "İşçi meclisleri", "memur meclisleri", "halk meclisleri" gibi bir dizi meclis ortaya çıkartılmıştır. Tüm bunlar, daha önceki yıllarda kendi yayın organlarında sürekli ifade edilen ve varlıklarından söz edilen "devrimci memurlar", "devrimci işçiler", "devrimci öğrenciler" biçimindeki sözylemin yeni bir ifadesi durumunda olmuşlardır. Bu "genişletme" içinde DS, giderek hiçbirşeyi dışarda bırakmayan bütünsel bir öneri sahibi olmaya yönelmiştir. İşte bu herşeyi içerme kavrayışı, kaçınılmaz olarak herşeyi karmakarışık bir hale getirmiştir.
Bu konuda ilk adım olarak ifade edilen Gazi Mahallesindeki "halk meclisi"nden önce, kurulmasına "karar" aldıkları "işçi meclisleri" ne bakmak yeterli olacaktır.
"İşçilerin taban örgütlülüğü" olarak tanımlanan "işçi meclisleri" şöyle tanımlanmaktadır:
"İşçi Meclisleri bir işyerindeki işçilerin tartışma, karar alma ve uygulamada ortak ve eşit sorumlulukla doğrudan içinde yer aldıkları taban örgütlenmeleridir." [2*]
DS'ye göre, bu "taban örgütlülüğü" olarak "işçi meclisleri", "sürekli" olacaktır ve bugüne kadar "denenmiş" tüm işçi örgütlülüğünden farkı da burada ortaya çıkacaktır. Üstelik bu örgütlülük için,
"sendikasız işyerlerindeki çalışmalara ise daha farklı bir ağırlık vermelidir". Ve sormaktadırlar,
"işçi meclisleri düzen sendikalarının alternatifi" midir? "Buna aslında hem 'evet', hem de 'hayır' cevabını vermek mümkün. Cevabın niteliğini belirleyecek olan da daha çok soruyu soranın kim olduğuna ve niyetine bağlı." diyerek yanıt vermektedirler. Böylece, ne yönde ve nasıl gelişeceği belirlenmeyen, sadece örgütlü olunması gerekliliği düşüncesine dayandırılan bir öneri yapılmaktadır. Bir başka deyişle, örgütlü olunsun da nasıl olursa olsun türünden bir yaklaşım sergilenmektedir. Ancak kendi sorularının yanıtının sonuna gelindiğinde, yaklaşımın ne denli "geniş" olduğu da ortaya çıkmaktadır:
"Devrimci-demokrat sendikacı, bu işe sen sevinmiş olmalısın. Sen de hep örgütsüzlükten, tabanı harekete geçirememekten yakındın. İşte sana örgütlülük, işte sana sınıf ve kitle sendikacılığını göstermek için bir olanak. Ama çok daha fazla çalışmalısın, daha yolun başındayız. El ele verirsek çok şeyler başarırız. Ama yine de İşçi Meclisleri senin de alternatifin olarak kalsın. Yakında 'İller Yasası' çıkıyor. O çıkmazsa başkası çıkar ya da ona da gerek görmeden bakarsın düşman sendikanın kapısına kilidi asıverir. O zaman İşçi Meclisi hem meclis hem sendika olur." [3*]
Yani, "İşçi Meclisi" sendikaların kapatıldığı koşullarda bile faaliyet gösteren örgütlülükler olacaktır.
Kendi deyişleriyle, galaksiden gelinmemiştir. Bu ülkeden, bu ülkenin somutundan söz edilmektedir. Sendikaların ne zaman kapatıldığı ve ne zaman kapılarına kilit asıldığı bilinmektedir. Bu dönemler, yönetimin askerileştirildiği dönemlerdir. Böyle olunca, DS' nin işçi meclisleri, yönetimin askerileştirildiği koşullarda bile faaliyet gösterebilen ve hatta böyle dönemlerde aynı zamanda sendikaların görevlerini de yerine getirebilecek olan bir örgütlülük durumundadır. Ama böyle bir örgütlülüğün varolabilmesi için herşeyden önce gizli olması ve her dönemde, ister gizli faşizm dönemi olsun, illegal olması gerekmektedir. Oysa, buna ilişkin tek bir sözcük bile geçmemektedir.
Bu örnekten de anlaşılacağı gibi, DS'nin tüm önerileri, ortaya konulan her olumlu ya da olumsuz eleştiriye göre, bir genişleyen, bir daralan içeriğe sahiptir. Önerilerinin kapsamının genişliğine bakıp birşeyler söylendiğinde verecekleri yanıt hazırdır:
"böyle kitleler var da biz mi göremiyoruz? Galaksilerden insan mı getireceğiz?"
Yok, eğer yaptıkları önerilerin kapsamını belirsiz buluyor, bu nedenle daha belirgin bir kapsamdan söz ediyorsanız (
"işyeri komiteleri, direniş komiteleri, dayanışma komiteleri" vb.), ona da yanıtları hazırdır:
"Bunlar denenmiştir, ne işçileri bütünüyle kucaklaşabilmişlerdir, ne de kendi varlıklarını sürekli kılabilmişlerdir". [
4*]
Ve böylece kendi önerilerinin ne denli doğru olduğunu, herkese kanıtlamış olmaktadırlar! Artık yapılması gereken,
"baştan işçi sınıfının mücadelesinin bütününü her aşaması ve her boyutuyla (ekonomik-
demokratik-
siyasal) süreklileştirecek örgütlenmeler olarak düşünülmüş" [
5*] örgütlenmeyi, yani işçi ya da halk "meclisleri"ni oluşturmaktır!
Ülkemizden söz ediliyorsa, yani "galaksilerden" söz edilmiyorsa, bu ülkenin kendi somut tarihsel koşulları bir yana bırakılarak, masa başında örgütlenme modelleri icat edilemez. Ülkemizde sürekli bir milli krizin varlığından, dolayısıyla devrim durumunun sürekliliğinden, sömürge tipi faşizmden, oligarşinin siyasal zorunun askeri biçimde maddeleşmesinden vb. söz etmeksizin, çeşitli örgütlenmeler üzerine öneriler yapılması hiçbir değere sahip değildir. İkinci olarak, kendisini devrimci, yani Marksist-Leninist olarak tanımlayan örgütlerin, Marksizm-Leninizmi bir yana bırakarak, sıradan bir burjuva liberalinin politik kavrayışıyla politikalar önermesi ya da örgütlenmelerden söz etmesi, kendi kendisini dışlamaktan öte bir anlamı yoktur. Şüphesiz kitlelerin bilinç düzeyinin istenilen boyutta olmadığını söyleyerek, onların seviyesine uygun hareket etmekten ve ona uygun örgütlülükleri önermek ve desteklemekten söz etmek olanaklıdır. Ama bu da, halk dalkavukluğundan başka birşey olmayacaktır.
DS'nin tüm yapmak istediği, 1980 öncesinde DY'nin yaptıklarını yapmak ve DY boyutunda bir genişliğe ve popülerliğe ulaşmaktır. Bu öylesine açıktır ki, yıllarca eleştirdikleri DY'nin "direniş komiteleri"ni, kendi "meclis" önerilerinde
"işçi sınıfı mücadelesine belli bir katkısı mutlaka olmuştur" [
6*] diyerek olumlayabilmişlerdir. Zaten yakından bakıldığında kendi önerdiklerinin hemen hemen tamamının DY tarafından değişik düzeylerde 1980 öncesinde önerildiği görülecektir. Örneğin DY'nin bir dönem kendine mal etmeye çalıştığı "alternatif işyeri komiteleri" ile DS'nin "işçi meclisleri" birbiriyle çakışmaktadır. Tek farkla ki, "alternatif işyeri komiteleri", 1980 öncesindeki kitlelerin politize olduğu koşullarda ortaya atılmış ve kendi içersinde ayrıntılaştırılmış bir öneri iken, DS'ninki, henüz ruşeym halindedir. Yine DS'nin mahalle birim alınarak yapmayı düşündükleri "halk meclisleri" ile DY' nin "direniş komiteleri" bir ve aynıdır. Öyle ki, DY, 1980 öncesinde "direniş komiteleri" ile sünnet törenlerinden, kurban derisi toplamaya, düğün, nişan gibi sosyal faaliyetlere kadar her faaliyet içinde bulunmuşken; DS, bunları yapacak "halk meclisleri"nin kurulmasından söz etmektedir.
Yine de, 1980 öncesinin kitle mücadelelerinin yükseldiği dönemde, DY, tüm reformist önerilerini ortaya koyarken, bunların Marksist-Leninist belirlemelerle çelişkilerini gidermek için özel bir çaba göstermiştir. Dolayısıyla, bir "direniş komiteleri" önerisini ortaya attığında, bunların "gelecekteki halk iktidarının nüveleri" olarak tanımlamıştır. DS, henüz bu düzeyde bir ideolojik gelişmeye bile sahip değildir.
Bu ve benzeri yanlarıyla DS'nin "meclis" önerileri, kitlelerin bugün içinde bulunduğu depolitizasyona uygundur. Kitlelerin 1980 sonrasında içine sokuldukları depolitizasyon süreci, kaçınılmaz olarak,
sosyal alan dışında her türlü faaliyeti -ki buna ekonomik alan da dahildir- politik bir faaliyet şekline sokmuştur ve politikayla ilgili her türlü kitlesel girişimin zor ile bastırılacağı fikri sabitlik derecesinde kafalarına sokulmuştur. Bu nedenle, kitlelerin, en küçük bir politik içeriğe sahip ya da politik içerik kazanacağı düşünülen faaliyetler içine katılımı engellenilmiştir. Kitlesel faaliyet yürütülecek tek alan olarak bırakılan sosyal alan ise, nişan, düğün gibi faaliyetler ile piknik yapmak gibi faaliyetler olarak kalmaktadır. Doğal olarak bu alanlara sıkıştırılan kitle ilişkileri içinde devrimci unsurlar, bu ilişkilerin içine girerek, bu ilişkileri politize etme yönünde faaliyette bulunmaya itilmişlerdir. Ve ancak bu sayede kitle ile belli bir ilişki kurulabilmiş ve sürdürülebilmiştir. Ama daha sonra bedeli çok ağır ödendiği gibi, bu ilişkiler, sosyal ilişkinin sınırlarının ötesinde, politik alanda ya da örgütsel alanlarda sürdürülebilir ilişki olamamışlardır. Öncelikle devrimcilerin bu tür sosyal ilişkiler alanı içinde kitlelerle bağlantı kurarken, bu alanın sınırlarını ve bu alana sıkıştırılmışlığı gözönünde bulundurmaları gereklidir.
Söz konusu olan kitlelerin politik örgütlenmesi olduğunda, bu örgütlenmenin adının Sovyetler olduğu hiçbir biçimde gözlerden uzak tutulmamalıdır. Sovyetler, işçi ve köylü kitlelerinin temsilcilerinin oluşturduğu meclis ya da şura durumundadır. Dolayısıyla, işçi temsilcileri meclisi ya da komitesi deyişiyle, işçi sovyetleri deyişi arasında fark yoktur. Yazımızın girişinde yer alan Komintern kararında görüldüğü gibi, bunların ne zaman ve nasıl kurulacağı açık ve nettir. Bu türden meclislerin, şuraların, sovyetlerin kurulmasının koşulları yokken yapılacak her girişim ya
"küçük propaganda topluluklarına dönüşür" ya da geniş halk kitlelerinin gözünde bu örgütlerin değer yitirmesine neden olur. Bunları gözönüne almaksızın, "biz yaptık oldu" türünden faaliyetler, kısa vadede belli bir ajitatif sonuçlar yaratsa da, uzun vadede Komintern'in ortaya koyduğu sonuçları verecektir.
Dipnotlar
1* Kendilerinin legal Kurtuluş'u, 26 Ekim 1996, s: 10
2* Kendilerinin legal Kurtuluş'u, 5 Ekim 1996, s: 39
3* Kendilerinin legal Kurtuluş'u, 5 Ekim 1996, s: 39
4* Kendilerinin legal Kurtuluş'u, 5 Ekim 1996, s: 39
5* Kendilerinin legal Kurtuluş'u, 5 Ekim 1996, s: 39
6* Kendilerinin legal Kurtuluş'u, 5 Ekim 1996, s: 38