KURTULUŞ CEPHESİ - Kasım-Aralık 1996





     Devrim
     Nasıl Yapılır?





      Lenin'in bir devrimin olabilmesi için gerekli nesnel ve öznel koşullara ilişkin belirlemesi böyledir. Lenin, aynı durumu "Sol" Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı adlı yapıtında şöyle tanımlamaktadır:       Lenin'in bu tanımlamalarıyla devrimin koşulları netleşmektedir:
      - Milli krizin varlığı,
      - Öncünün varlığı
      - Kitlelerin bilinçli ve örgütlü olmaları.
      Bu üç temel koşul bir araya geldiğinde, devrim kaçınılmaz hale gelir.
      Ülkemizde yıllar boyu solda tartışılan ve her türlü revizyonist ve oportünist tahrifata konu olan devrim durumu konusu, bu kadar açık ve nettir. Ancak günümüz koşullarında, sorun, salt devrim durumuna ilişkin Marksist-Leninist belirlemelerin ortaya konulması ve bunlara ilişkin revizyonist ve oportünist tahrifatların sergilenmesi değildir. 1980 sonrasındaki pasifikasyonun ve depolitizasyonun yaratmış olduğu ideolojisizlik ve teorinin pratikle ilişkisinin koparılmış olması, kaçınılmaz olarak, genel olarak devrim ve devrimin nasıl gerçekleştirileceği konusunu gündeme getirmektedir. Yani, Marksist-Leninistler için onyıllar önce açık ve net olarak ortaya konulmuş olan temel, bugün hemen hemen tümüyle unutulmuş ya da unutturulmuştur. Bu nedenle, devrimin nesnel ve öznel koşullarına ilişkin ortaya konulacak her belirleme, devrimin ne olduğu ve nasıl yapılacağının bilinmediği koşullarda, soyut bir değerlendirme olarak kalmaktadır. Bunun en açık görüngüsü, uzun süredir ülkemiz solunda mevcut durum değerlendirilmelerinin yapılmaması, milli krizin gelişiminden, dinamiklerinden söz edilmemesidir. Ülkemizde milli bir kriz var mıdır-yok mudur tartışması bile -ki revizyonistler için bu özel bir yere sahiptir- yıllardır yapılmamaktadır. Çünkü, böyle bir tartışma ya da değerlendirme, yeni yetişen devrimci kuşak tarafından ne anlama geldiği belirsiz "soyut" bir tartışma ya da değerlendirme olarak algılanmaktadır. Doğal olarak, böyle bir ortamda, plansız, programsız, devrimin nesnel yasalarını hiçe sayan eylemler ve değinmeler devrimci faaliyet olarak sunulabilmektedir.
      Devrimin ne olduğunun bilinmediği koşullarda, devrim adına yapıldığı iddia edilen faaliyetleri ya da değerlendirmeleri ölçecek ölçütler de söz konusu olamamaktadır. Devrim, somut mücadele hedefi olarak amacı tanımlar ve bu amaca ulaşmak için yürütülecek mücadeleler, onun araçları olmak durumundadır. Amaç ile araç arasındaki ilişki ve uygunluk, ancak amacın açık ve net olarak ortaya konulabildiği koşullarda belirginleşir ve belirlenebilir. İşte bu nedenlerden dolayı, Lenin'in devrim durumuna ilişkin belirlemeleri, günümüz koşullarında bir kenara bırakılmıştır.
      Öncelikle, devrim mücadelesine katılan her bireyin ve örgütün, devrime ilişkin olarak açık ve net bir belirlemesi ve kavrayışı olması şarttır. Devrimi, bir hükümet değişikliği ya da herhangi bir konuda alınmış yeni bir karar ya da uygulama olarak kavrayan bir bireyin ya da örgütün, devrim mücadelesinden anladığı çok farklı bir şey olacaktır.       İşte Mahir Çayan yoldaşın Kesintisiz Devrim-I'de ortaya koyduğu bu devrim tanımı, Lenin'in ortaya koyduğu devrimin nesnel ve öznel koşullarına ilişkin belirlemelerini açık ve net anlaşılır kılmaktadır.
      Gerek Lenin'in, gerekse Mahir Çayan yoldaşın ortaya koyduğu belirlemelere göre, devrim, mevcut politik iktidarın (devlet aygıtının) halkın devrimci girişimiyle parçalanarak ele geçirilmesi yönüyle, devrimci mücadelenin iktidarın fethine yönelik sürdürülüşünün nedenlerini ve hedeflerini tanımlamaktadır.
      Bu belirleme bir kez kavranıldı mıydı, kaçınılmaz olarak, mevcut politik iktidarın niteliğinin belirlenmesi, bu iktidarın mevcut durumu ve kitlelerle ilişkisinin boyutu tahlil edilmek zorundadır. Egemen sınıfların içinde bulundukları durum ve içine düştükleri bunalım, bunalımın niteliği ve "yönetme" düzeyi tahlil edilmeksizin, devrim mücadelesinin planlanması ve yönetilmesi olanaksızdır.
      Ancak aynı Marksist-Leninist belirlemeler, egemen sınıflara ilişkin bu tahlillerin yanında, ezilen sınıfların durumunun da değerlendirilmesi gerektiğini, yani onların durumunu, hoşnutsuzluklarını, memnuniyetsizliklerini ve tepkilerini de tahlil etmek gerektiğini ortaya koyar.
      Bu tahlillerin genel süreç olarak yapılması, dünyanın genel olarak değerlendirilmesini, yani emperyalizm tahlilini kaçınılmaz kılar. Bu yapıldığı koşullarda, ülkenin emperyalist zincirin hangi halkasında olduğu belirleneceği için, ülkenin iç koşullarının gelişim dinamiklerini belirlemek olanaklı olur.
      Böylece, dünyanın ve ülkenin ayrıntılı bir tahlili yapılarak, devrim koşulları ve hedefleri belirlenir. İşte bu devrim stratejisini ortaya çıkarır.
      Devrim stratejisi, devrimci mücadelenin hedeflerini, bu hedefe yönelik mücadelelerin nasıl verileceğini ve rotasını ortaya koyarak, devrimci pratiğin doğrultusunu belirler. Bu doğrultu olmaksızın, devrimci pratik, kendiliğindenci bir tarzda yürür ve olayların seyrine göre rota düzenlemeye çalışır. Egemen sınıfların propaganda ve pasifikasyon yöntemlerinin gelmiş olduğu boyutlar gözönüne alındığında, böyle bir pratiğin nasıl yolunu şaşıracağı kolayca anlaşılır.
      Lenin'in devrim durumuna ilişkin belirlemesinde de ortaya koyduğu gibi, devrimin olabilmesi için nesnel koşulların yanında öznel koşulların da olgun olması şarttır. Bu ise, Lenin'in deyişiyle, "devrimci bir sınıf, buhran döneminde bile 'devrilmeyen' bir hükümeti devirecek kadar güçlü bir devrimci kitle eylemlerini meydana getirme yeteneğine sahip olması"dır. Herkesin bilebileceği gibi, ezilen sınıfların böyle bir eylem içine girebilmesi için, nesnel koşulların yarattığı ortam yanında, bu koşulların bilincinde olmaları ve örgütlü bulunmaları gerekir. Lenin'in deyişiyle, "işçilerin çoğunluğunun (hiç değilse bilinçlenmiş ve aklı eren, siyasal bakımdan etkin işçilerin çoğunluğunun) devrimin gereğini tam olarak anlamış olmaları ve devrim uğruna yaşamlarını feda etmeye hazır olmaları gerekir."
      İşte, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi görevi, böyle ortaya çıkmaktadır.
      Eğer nesnel koşullar mevcutsa, yani devrim durumu ortaya çıkmışsa, devrimci görev, kitlelerin harekete geçirilmesi olmaktadır. Ancak böyle bir eylem için, kitlelerin bilinçlendirilmiş olması zorunlu önkoşuldur. Bu nedenden dolayı, ister devrim durumu ortaya çıkmış olsun, ister çıkmamış olsun, devrimci görev, kitleleri bilinçlendirmek ve örgütlemek olmaktadır. Bu yüzden, her zaman ve her yerde, devrimci mücadele, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi mücadelesi olarak somutlaşmaktadır. Ve bu faaliyetin ne olduğu, nasıl yürütüleceği ve hangi araçları gerektirdiği, bu somutlukta gündeme gelmektedir.
      Kitlelerin bilinçlenmesi ne demektir? Kitleler nasıl bilinçlendirilir? Nasıl örgütlenir? İşte devrimci mücadelenin pratik soruları bunlardır.
      Her zaman olduğu gibi, bu sorular da Marksizm-Leninizm tarafından yıllar önce ele alınmış ve yanıtlanmış sorulardır.
      Lenin, kitlelerin bilinçlendirilmesi sorununu ele alırken, öncelikle "bilinç"in nasıl olması gerektiğini ortaya koymuştur: Siyasal sınıf bilinci.
      Bu bilinç nedir?       Lenin, proletaryanın sınıf bilincinin siyasal bir bilinç olmasının altını çizerken, bu bilincin aynı zamanda sosyalist siyasal bilinç olması gerektiğini açık biçimde ortaya koyar. Böyle bir bilincin oluşumunu Lenin şöyle ortaya koyar:       Lenin, devrim yapılabilinmesi için gerekli öznel koşulların oluşturulması açısından, kitlelerin sosyalist siyasal bilince sahip kılınmalarını, Marksistlerin temel görevleri olarak ortaya koyar. Bu öylesine yalındır ki, devrim kitlelerin eseri olacaktır, doğal olarak, devrim yapacak kitlenin devrimin gerekliliğini ve ne olduğunu kavramış olmaları gerekir. Devrimin gerekliliği bilinci, ister istemez içinde yaşanılan toplumsal yapının tüm ilişkilerinin bir bütün olarak kavranılması demektir. Böylece, proletarya, bir yandan, mevcut düzenin her türlü baskı, zor, yolsuzluk vb. uygulamalarına karşı, hangi kesimleri etkiliyor olursa olsun tepki gösterirken, diğer yandan tüm toplum kesimlerinin, egemen sınıflarından ezilen sınıflarına kadar tüm sınıf ve tabakaların niteliklerini bildiği ve kavradığı oranda kendi sınıf bilincine sahip olabilecektir. Ve ancak böyle bir sınıf bilincine sahip proletarya, demokratik devrimin öncüsü olabilir ve kendi devrimini (sosyalist) gerçekleştirebilir.
      Temel görev bu şekilde, yani kitlelerin bilinçlendirilmesi (sosyalist siyasal bilince ulaştırılması) olarak ortaya konulduğunda, bu bilincin onlara nasıl verileceği sorusu gündeme gelir.
      Yine Lenin'in açık bir biçimde ifade ettiği gibi, böyle bir bilinç için gerekli bilgi, teorik olarak değil, pratik bilgi olarak kitlelere verilebilir. Bu bilgiyi, işçiler, "bir kitaptan edinemezler. İşçi, bunu, ancak canlı örneklerden, belirli bir anda çevremizde olup bitenlerin, herkesin üzerinde konuştuğu ya da birisinin fısıldadığı şu ya da bu olayda, rakamlarda, mahkeme kararlarında vb. belirenin sıcağı sıcağına teşhirinden edinebilir. Bu kapsamlı siyasal teşhirler, yığınları devrimci eylem bakımından eğitmenin zorunlu ve temel bir koşuludur." (abç) [6*]
      İşte siyasi gerçekleri açıklama kampanyası olarak adlandırılan faaliyet, tümüyle kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi faaliyeti olmaktadır.       Ajitasyon ve propaganda faaliyetleri bütünselliği olarak siyasi gerçeklerin teşhir edilmesi, yukarda ortaya koyduğumuz gibi, "canlı örnekler"le gerçekleştirilir. Bu örnekler ele alınarak, bunların ortaya koyduğu gerçekler kitlelere anlatılır. Örneğin, meclisten çıkartılan herhangi bir yasanın, hangi sınıfların çıkarlarına uygun olduğu, bu yolla o sınıfların ya da kesimlerin nasıl bir çıkar elde edeceği açık bir biçimde ortaya konularak siyasal teşhir gerçekleştirilir.
      Konun daha da somutlaşması açısından bir örnek verelim:
      "Herkesin üzerinde konuştuğu ya da birisinin fısıldadığı şu ya da bu olay" olarak bakanların ve milletvekillerinin yolsuzluklarını ortaya koymak, sergilemek tek başına bir işe yaramayacaktır. Çünkü, bu olaylar, yazılı ya da görüntülü basın tarafından yahut kitle içinde konuşulmakta ve yorumlanmaktadır. Devrimciler, bu olayları tek tek sıralayarak onlara yeni bir şey söylemiş olmayacaklardır. Yapılması gereken, bu yolsuzlukların düzenin kendi iç yapısından kaynaklandığını ve bu yapı mevcut olduğu sürece değişmeyeceğini kitlelere anlatmaktır. Bu, parlamentonun niteliğinin ve "parlamenter demokrasi"nin nasıl bir çürüme içinde olduğunun sergilenmesi demektir. Devrimciler, bu olaylardan yola çıkarak, bu ilişkileri ortaya koymalı ve bunun değişmesi için devrimin kaçınılmaz olduğunu kitlelere anlatmalıdırlar. Bunu yaparken, aynı zamanda, mevcut düzen sınırları içersinde, bu türden yolsuzlukların kaldırılabileceğini ileri süren, bu yolsuzlukların "dürüst kişilerin işbaşına getirilmesiyle" çözüleceğini söyleyen düzenin "muhalefet" partilerinin gerçek nitelikleri ve söylemlerinin neden bir aldatmaca olduğu da ortaya konulması gündeme gelecektir. Bu partilerin, ister kendisini "sol" bir parti olarak sunan, isterse Refah Partisi gibi "dürüst" parti olarak sunan partiler olsun, somutta kendi söylemlerini ve vaadlerini yerine getirememeleri ortaya çıktığında kullandıkları yöntemler ve söylemler de bu teşhir faaliyetinin içinde işlenmek zorundadır. Onların, bu yolsuzlukların önlenememesinin nedenleri konusunda ileri sürdükleri anayasal engeller, partiler yasasındaki hükümler, seçim sisteminin getirdiği düzenlemeler ya da seçim masraflarının yüksekliği gibi nedenler, tek tek ele alınarak çürütülmek zorundadır. Tüm bu kampanya çerçevesinde, bu türden yolsuzlukların, düzenin temel niteliği ile, yani mülk sahiplerinin düzeni olması gerçeği ile nasıl çakıştığı kitlelere anlatılmak zorundadır. Öyle ki, düzen sınırları içersinde bunun gerçekleştirilmesini beklemek, düzenin kendi kendisini tasfiye etmesini beklemekle özdeş olduğu kitlelerce kavranılmalıdır. Düzenin "adam satın alma politikası" olmaksızın varlığını sürdürmesinin olanaksız olduğu, çünkü tümüyle belli bir azınlığın iktidarı olarak, oligarşinin iktidarı olarak, kendine uygun insanları satın almadan kendi işlerini başkalarına yaptıramayacağı açık seçik anlatılmalıdır. Böylece, mevcut düzen sınırları içersinde yapılacak reformlarla, iyileştirmelerle bu tür yolsuzlukların önlenemeyeceği, bunun tek yolunun devrim olduğu zihinlere yerleştirilecektir.
      Bunun gibi, sayısız olay ele alınarak, kitlelerin siyasal eğitimleri gerçekleştirilir. Böyle bir faaliyet, kaçınılmaz olarak, kitlelerin, ortaya çıkabilecek değişik olayları vb. değerlendirebilmeleri için belirli bir bilinç ve bilgi sahibi olmalarını getirecektir. Artık dışardan herhangi bir açıklamaya ya da anlatıma gerek duymaksızın, yaşanılan olayları kendisi değerlendirebilecektir. Böyle bir bilince sahip kitle, egemen sınıfların karşı propagandalarından etkilenmeyecek ve hatta bu propagandaların niteliğini bilerek etkisizleşmesini sağlayacaktır.
      Siyasi gerçekleri açıklama kampanyası olarak bu faaliyet, ajitasyon ve propaganda faaliyetleri olarak somutlaşır. Propagandacılar ile ajitatörlerin faaliyetlerini nasıl yerine getireceklerine ilişkin olarak Lenin'in şu belirlemesi, ajitasyon ve propagandanın ne olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır:       Ajitasyon faaliyeti, ülkemiz solundaki anlayışların tersine, kitleleri tepki göstermeye ya da eyleme "kışkırtma" olmayıp, onların bilinçlendirilmesine yöneliktir. "Pratik eylemin bunlardan ayrı olarak bir üçüncü alanını ya da bir üçüncü işlevini bulup çıkartmak, ve 'yığınları, belirli, somut bir eyleme çağırma'yı bu işlevin içine dahil etmek düpedüz saçmalıktır; çünkü, tek başına bir eylem olarak çağrı, ya teorik incelemenin propaganda broşürünün, ajite edici söylevinin doğal ve kaçınılmaz tamamlayıcısıdır, ya da, salt bir yürütme işlevini temsil eder." [9*]
      İşte ajitasyon ve propaganda faaliyetleriyle gerçekleştirilen siyasi gerçekleri açıklama kampanyası, devrimin öznel koşullarının oluşturulmasına yöneliktir. Siyasi gerçekleri açıklama kampanyası yürütmeksizin, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi olanaksızdır. İster yayın yoluyla, ister ajitatörler aracılığıyla yürütülsün, siyasi gerçeklerin teşhiri, devrimci faaliyetin temelini oluşturur. Böyle bir faaliyet, kaçınılmaz olarak devrimci bir örgütün varlığını ve bu faaliyeti sürekli kılacak bir mekanizmaya sahip olmasını gerektirir.
      Diyebiliriz ki, mevcut düzenin her gün ve her saat ortaya koyduğu olguların gerçek niteliklerini sergilemeksizin kitlelerin bilinçlendirilmesi olanaksızdır. Bu somut olguların her bir örneği ele alınarak, bunların sınıfsal niteliklerini, mevcut sistemle ilişkilerini, neden ve nasıl ortaya çıktıklarını vb. ortaya konularak, kitlelerin bu olayları ve olguları kavramaları sağlanmak zorundadır. Bu sağlandığı oranda ve sağlandığı sürece kitlelerin bilinçlendirilmesinden söz etmek olanaklıdır. Lenin'in açık biçimde ortaya koyduğu gibi, siyasal bir bilinç, mevcut düzene, şu ya da bu siyasal görüş açısından değil, sosyalist siyasal görüş açısından karşı çıkan bir bilinç olmaksızın, kitlelerin devrim mücadelesine katılmaları ve devrimi yapmaları olanaksızdır.
      Bu noktadan itibaren, sorun, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının hangi araçlarla yürütüleceği ve bilinçlendirilen kitlelerin hangi mücadeleye yöneltileceğidir. Bir başka deyişle, devrimci örgütün çalışma tarzı nasıl olacaktır? Hangi politik mücadele biçimi temel alınacaktır? Geniş bir siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının temel aracı hangi mücadele biçimi olacaktır?
      İşte, devrimci çizgi ile oportünist çizgiyi, devrimci teoriyi, 'ortodoks' ideolojik-politik söz ebeliğinden ayırd eden temel ölçü buradadır.
      Marksizm-Leninizmin bu soruya yanıtı, doğrudan ülkedeki devrim durumuna bağlıdır. Eğer bir ülkede devrim durumu mevcutsa, devrim aşamasında bulunuluyor demektir. Şayet devrim durumu mevcut değilse, evrim aşaması gündemdedir ve proletarya partilerinin faaliyetleri buna göre biçimlendirilir.       İşte emperyalist hegemonya altına bulunan geri-bıraktırılmış ülkelerden birisi olan ülkemizin nesnel koşulları, devrim için gerekli niteliğe sahiptir. Bu nedenle, ülkemizde, devrimci mücadele, yani devrimin yapılabilmesi için gerekli öznel koşullar, silahlı mücadele temelinde yaratılabilir ve geliştirilebilir. Silahlı mücadelenin bir biçimi olan gerilla savaşı (şehir ve kır gerillası olarak) ülkemiz somutunda verilmesinin nedeni de budur.       Gerilla savaşının, devrimci politik amaçlarla, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının temel aracı olarak yürütülmesi, yani politik kitle mücadelesi olarak ele alınması, silahlı propaganda olarak, politik-askeri bir mücadeleyi ortaya çıkarır.       Siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının temel aracı olarak gerilla savaşının yürütülmesi, kitlelerin bilinçlendirilmesine yönelik olan faaliyetin sadece sürdürülüş biçimini değiştirir. Klâsik politik kitle çalışması olarak tanımlanan çalışma tarzı, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının temel aracı olarak siyasi bir gazeteyi ele alır ve buna bağlı olarak yürütülen sözlü ajitasyon ve propagandayı içerir. Bu temel aracın niteliğine bağlı olarak, klâsik politik kitle mücadelesi, kendine özgü bir örgütsel yapıya ve mekanizmaya sahiptir. Silahlı propaganda ise, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının temel aracı olarak gerilla savaşını ele aldığından, örgütsel yapısı ve mekanizması tümüyle farklıdır. Bu farklılıktan dolayı, klâsik politik kitle çalışmasının örgütsel yapısı ile silahlı propagandanın yürütülmesi olanaksızdır. İşte ülkemizde en çok karıştırılan ve çarptırılan gerçeklerden birisi de budur.
      Devrimin gerçekleştirilmesi için kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi için siyasi gerçeklerin açıklanması ve buna paralel olarak kitlelerin siyasi eğitimlerinin yapılarak siyasal bir bilince ulaştırılmaları genel görev ve faaliyet hedefi olurken, bu görevin yerine getirilmesinin araçları farklı olabilmektedir. Bu farklı araçların ortaya çıkması ve kullanılması, tümüyle dünyanın ve ülkenin somut tarihsel koşullarıyla bağlantılıdır, yani nesnel koşullarca belirlenir. Emperyalist hegemonya altındaki geri-bıraktırılmış ülkelerin somut tarihsel koşulları, klâsik politik kitle mücadelesinin sürdürülmesini, süreç olarak olanaksız kılmaktadır. Oligarşinin siyasal zoru, bizim gibi ülkelerde, sürekli gündemdedir ve yasal herhangi bir çerçeve ile sınırlandırılamamaktadır.
      Bu koşullar altında, sürekli bir yayın etrafında yürütülecek bir faaliyet, kısa bir süre içersinde oligarşinin siyasal zoru ile karşı karşıya kalacaktır. Ve sonuç, sürekli yasaklamalarla yüzyüze kalan bir yayıncılık faaliyeti ve bu faaliyetin sürekli olarak kendisini varetme mücadelesi, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının sürdürülmesini engelleyecek, giderek bu yayın çıkartılamaz olacaktır. Bir süre, yayın, değişik adlarla yeniden ve yeniden çıkartılabilinirse de, oligarşinin siyasal zorunun kapsamının genişlemesine ve dozunun artmasına paralel olarak devrimci enerjinin büyük oranda tüketilmesini getirecektir.
      Yıllardır söylediğimiz bu gerçeklere rağmen, revizyonistler ve oportünistler, bu yolu sürdürmeye devam etmişler ve etmektedirler. Sonuç, her seferinde, "demokrasinin kesintiye uğraması" ile kesintiye uğramak olmaktadır. Yani oligarşinin siyasal zoru askeri biçimde maddeleşmesiyle, bu tür faaliyetler ve örgütlenmeler tümüyle etkisizleşmektedir.
      Ülkemiz koşullarında, oligarşinin siyasal zorunun sürekli gündemde olması ve bu siyasal zor aracılığıyla oligarşi ile halkın tepkileri arasında suni bir dengenin kurulmuş bulunması, kaçınılmaz olarak, devrimci politik mücadelede silahlı aksiyon yöntemlerinin temel alınmasını gerektirmektedir. Silahlı aksiyon yöntemleri içersinde gerilla savaşı, kır ve şehir gerilla savaşı olarak, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının yürütülmesi için en elverişli savaş biçimidir. Gerilla savaşının, esnekliği, çok fonksiyonu yerine getirebilme özelliği, en uygun araç olmasını sağlamaktadır. Bu noktadan itibaren, temel sorun, gerilla savaşı temelinde siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının yürütülmesi ve bu yolla kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesidir.
      Giap'ın, Che'nin "siyasi faaliyet" olarak adlandırdıkları siyasi gerçekleri açıklama kampanyası ve buna bağlı olarak kitlelerin bilinçlendirilmesinin ve örgütlendirilmesinin gerilla savaşı temelinde yürütülmesi, yukarda ortaya koyduğumuz gibi, somut olaylar etrafında gerçekleri açıklayarak kitlelerin siyasal bir bilince sahip olmalarını sağlamaya yöneliktir. Bunun gerillalar tarafından yerine getirilmesiyle, yani ajitasyon ve propagandanın gerillalar tarafından yapılmasıyla, siyasi bir gazete aracılığıyla ve buna bağlı ajitatörler ve propagandistler tarafından yapılması öz olarak birbirinden farklı değildir. Her ikisi de "canlı örneklerden, belirli bir anda çevremizde olup bitenlerin, herkesin üzerinde konuştuğu ya da birisinin fısıldadığı şu ya da bu olayda, rakamlarda, mahkeme kararlarında vb. belirenin sıcağı sıcağına teşhirini" yaparak, kitleleri devrimci eylem bakımından eğitir. Ancak her ikisinin kullandığı araçlar birbirinden farklıdır. Devrimciler, ülkenin somut tarihsel koşullarını tahlil ederek, bu araçlardan birisini temel, diğerini tali (ikincil) olarak belirlerler. Sürekli milli krizin mevcut olduğu, dolayısıyla devrim durumunun sürekli olduğu ülkelerde, silahlı eylem yöntemleri temel alınmak zorundadır. Bu zorunluluk, öznel bir tercih değildir. Ülkemizdeki oportünistler, bu iki mücadele biçimi arasındaki benzerlikleri öne çıkartarak, klâsik politik kitle mücadelesini temel almalarını açıklamaya çalışmaktadırlar. Onlara göre, ikisi arasında yerine getirecekleri siyasal görevler açısından özsel birlik olması, nesnel koşulları dışlayarak bir "tercih" durumu yaratmaktadır. Onlar için, birileri birini, öbürleri öbürünü "tercih" edebilirler. Doğal olarak, kendi "tercihlerini" doğru yaptıklarını kanıtlayabilmek için, silahlı propagandayı temel alan örgütlerin oligarşinin siyasal zoruyla nasıl yüz yüze geldiklerini, nasıl kayıplar verdiklerini ve hâlâ etkili olamadıklarını söylemektedirler. (Öyle ki, mücadele biçimleriyle doğrudan ilgisi olmayan kimi belirlemeleri öne çıkartarak, kendilerini haklı ve mazur göstermeye çalışmaktadırlar. Örneğin, THKP-C'nin teorik belirlemelerinde geçen "silahlı propaganda önce solu toplayacaktır" ifadesini ele alarak, solda bu yönde hiçbir gelişme olmamasını silahlı propagandanın yanlışlığı için kanıt olarak kullanabilmektedirler. Oysa ki, sıradan bir bakış açısı bile, solun tek bir strateji altında birleştirilmesinin devrimci sürecin bir sonucu olacağını bilecek durumdadır. Bu yöndeki bir gelişme, kaçınılmaz olarak, devrimci mücadelenin büyük bir ilerleme gerçekleştirmesi anlamına gelecektir. Ama bunun politik mücadele biçimleriyle doğrudan bir ilgisi olmadığı da açıktır.)
      Bugün ülkemizde, oligarşinin siyasal zorunun ulaşmış olduğu boyut gözönüne alındığında, hiç kimse silahlı mücadele yöntemleri dışındaki araçlarla kitlelere ulaşabileceğini, onları bilinçlendirebileceğini, örgütleyebileceğini açıktan savunacak durumda değildir. Bu nedenle, silahlı mücadelenin neden zorunlu olduğunu, dolayısıyla silahlı propagandanın neden temel olması gerektiğini ayrıca ele almak gerekmemektedir.
      Bir kez daha yinelersek, silahlı propaganda, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının temel aracı olarak gerilla savaşının ele alındığı bir politik mücadele biçimidir. Politik mücadele biçimi olarak silahlı propaganda, iktidarın ele geçirilmesi için gerekli öznel koşulların yaratılması yönündeki devrimci mücadelenin temel biçimidir.
      Silahlı propaganda çerçevesinde, gerilla savaşı,. bir yandan oligarşinin zor güçlerine karşı yürütülen bir savaştır; diğer yandan siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracıdır. Gerillalar, bulundukları alanlarda, somut olaylar etrafında siyasi gerçekleri teşhir ederler. Kırsal alanlarda yürütülen gerilla savaşı, bu çerçevede, tüm gerilla alanı içersinde bu teşhir faaliyetlerini yürütür ve sürdürür. Düşmanın askeri güçlerine karşı durabilecek, onların zor uygulamalarını bertaraf edebilecek durumda olan gerilla gücü, bu alandaki avantajlarını kullanarak kitlelerle temas kurar, onlara siyasi gerçekleri açıklar ve bu yolla onlara bilinç iletir. Herhangi bir yerde siyasi bir toplantı yapmak için oligarşik yönetimden "izin almak" gibi bir sorunla karşı karşıya değillerdir. Ya da herhangi bir siyasi toplantının oligarşik yönetim tarafından yasaklanması ya da dağıtılması gibi durumlar, gerillalar için sadece askeri bir sorun durumundadır. Onların, anayasada yapılacak "demokratikleşme" değişikliklerini beklemek ve bu değişiklikliklerden sonra "demokratik kitle toplantıları" düzenlemek diye bir sorunları da yoktur. Yine onların, oligarşik yönetimin izin verdiği yerlerde toplanmak ve onun yasalarıyla belirlenmiş çerçevede konuşmak diye bir sorunları da yoktur. Dolayısıyla, onlar, kendi silahlarıyla demokrasiyi gerçekleştirmekte ve kitlelerle temas kurabilmektedirler. İşte bu üstünlükleriyle, silahlı propaganda, klâsik politik kitle mücadelesinden çok daha etkili olabilmektedir.
      Şehirlerde yürütülen gerilla savaşında ise, gerilla, gizli faaliyet yürütmek zorundadır. Bu nedenle, kitlelerle sürekli temas halinde olabilmesi olanaklı değildir. "Şehir gerilla savaşının sınırlılığı" olarak ifade edilen kimi sınırlamalar, şehirlerde yürütülen silahlı propaganda faaliyetlerinin, kırsal alanlardan daha farklı bir biçimde sürdürülmesini gerektirmektedir. Ancak, biçimdeki bu farklılıklar dışında, yürütülen faaliyet bir ve tektir: Siyasi gerçekleri açıklama. Şehirlerde yürütülen silahlı propaganda, bu faaliyetinde kimi tali araçları da kullanmak durumundadır. İllegal yayınlar bu faaliyette, kırsal alandan çok daha fazla yer tutar. Ancak bu yayınlar, gerilla eylemleri üzerine oturduğundan, klâsik kitle çalışmasının yayınlarından farklıdır, dolayısıyla dağıtımı ve sorunları ondan ayrıdır.
      Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi çerçevesinde, kır ve şehir gerilla savaşı temelinde sürdürülen siyasi gerçekleri açıklama kampanyası, bir yandan kitlelerin bilinçlendirilmesini sağlarken, diğer yandan tekil düzeyde de olsa, siyasi bilince sahip olanların gerilla savaşı içinde örgütlenmesini sağlamak durumundadır. Bu bağlamda, gerilla savaşı, sadece siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak kalmaz, aynı zamanda politik kitle mücadelesi olarak da işlev görür.
      Gerilla eylemlerinin üzerine oturtulmuş propaganda, bilinçlendirme, siyasi eğitim ve örgütlendirme faaliyetleri, Öncü Savaşının gelişimini belirler. Ülkemizde devrim için gerekli nesnel koşullar mevcut olduğundan, Öncü Savaşı, bu koşullar üzerinde öznel koşulların yaratılması yönünde bir mücadele olarak ortaya çıkar. Ancak bu öznel koşulların yaratılması, yani kitlelerin bilinçlendirilip, örgütlendirilmesi mücadelesi, aynı zamanda, ülkedeki nesnel koşulların daha da olgunlaştırılması yönünde sonuçlar ortaya çıkarır. Böylece, Öncü Savaşının Halk Savaşına dönüşümünün koşulları yaratılarak, mevcut düzenin topyekün yıkılmasına yönelik sonuç alıcı mücadele ortaya çıkar.
      Bu mücadele sürecinde, düşmanın zor güçlerine karşı gerilla güçleri, politik görevlerin yanında, askeri olarak da etkinliklerini sürdürürler. Ancak bu aşamada, kitlelerin bilinçlendirilip örgütlendirilmesi, askeri görevlerden önde gelir. Öncü Savaşı aşamasında kitlelerin büyük birimler halinde (sovyetler) örgütlenmesine yönelinmez. Bu görev, doğrudan Öncü Savaşının Halk Savaşına dönüşmesiyle birlikte gündeme gelir.
      Tüm bu yönleriyle, Öncü Savaşı, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi faaliyeti olarak politik niteliktedir. Bu nedenle, yürütülen mücadele politikleşmiş askeri savaş olarak nitelenir. Öncü Savaşı sürecinde, tüm sorun, kitlelerin bilinçlendirilip örgütlendirilmesi için gerekli siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının doğru bir biçimde pratiğe geçirilmesi ve buna bağlı olarak suni dengenin bozulmasıdır. Bu yapıldığı koşullarda ve yapılabilindiği oranda, devrim somut bir gerçeklik olarak ortaya çıkacaktır.



Dipnotlar


1* Lenin: Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, s: 14-15, Bilim ve Sosyalizm Yay., İkinci Baskı
      Aynı metnin yeni bir çevirisi şöyledir:
2* Lenin: "Sol" Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı, s: 114
3* Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim-I
4* Lenin: Ne Yapmalı?, s: 89-90
5* Lenin: Ne Yapmalı?, s: 90
6* Lenin: Ne Yapmalı?, s: 90
7* Lenin: Ne Yapmalı?, s: 89
8* Lenin: Ne Yapmalı?, s: 86
9* Lenin: Ne Yapmalı?, s: 86
10* Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
11* Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
11* Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III


Sayfa başına gidiş