L'Humanitè Günleri
Proletaryanın sınıf mücadelesinin en köklü ve en geniş kapsamlı mücadelesine sahne olan ülkelerin başında, hiç şüphesiz Fransa gelir. 1789 Devrimi ile, burjuvazinin aşağıdan yukarı feodaliteyi tasfiye ettiği ilk ülke olarak Fransa, bu tarihten itibaren, burjuvaziye karşı proletaryanın sınıf mücadelesinin alanı olmuştur.
1848 Devrimlerinden 1850 ayaklanmasına ve 1871 Paris Komünü'ne kadar onlarca yıl süren sınıf mücadelesi, Fransız Sosyalist Partisi'nin kurulmasına doğru evrilmiştir.
Fransız Sosyalist Partisi (FSP), giderek Jean Jeures başkanlığında pasifist bir çizgiye oturmuş ve Marksist temellerinden uzaklaşmıştır. Bugünkü Avrupa'nın sosyal-demokrat partilerinin ilklerinden olan FSP'nin bu dönüşümü, kaçınılmaz olarak Marksistlerin ayrı bir parti çatısı altında örgütlenmelerini getirmiştir. İşte III. Enternasyonal'le birlikte kurulan Fransa Komünist Partisi, Fransa'daki sınıf mücadeleleri tarihinin yeni bir evresini temsil etmektedir.
Fransa Komünist Partisi, 1904 yılında FSP' nin yayın organı olarak çıkan ve o dönemde FSP'nin politik yönelimine uygun bir ad taşıyan L'Humanitè'yi proletaryanın tarihsel mücadelesinin bir bütün olarak temsilcisi olduğunu gösterecek tarzda kendi yayın organı haline getirmiştir.
İnsanlığın gerçek ve kalıcı kurtuluşu olarak komünist toplumun öncülerinin, insanlığı (L'Humanitè) kendisine bir yayın organı adı haline getirmeleri, aynı zamanda, proletaryanın iktidar mücadelesinin geniş kapsamını açık bir biçimde ortaya koyar. Hümanizm olarak hümanizme karşı olan komünizm, FKP'nin L'Humanitè'siyle, insanlığın gerçek kurtuluşuna yönelik bir mücadelenin simgelerinden birisi olmuştur.
Ancak 1950'lerden itibaren revizyonizme kayan FKP, kendi tarihiyle tam bir çelişki içine düşmüştür. Günümüze kadar revizyonizmin her yeni revizyonuyla kendini revize eden FKP, kaçınılmaz olarak, pasifist bir çizginin temsilcisi olmuştur.
Geçtiğimiz Eylül ayının 13 ile 15'i arasında 30. kez yapılan L'Humanitè Festivali, böyle bir tarihsel zemin üzerinde yükselmiştir.
Genel olarak, sözcüğün Avrupai anlamıyla festival, Türkçe anlamıyla panayır görünümünde olan L'Humanitè günleri, üç gün boyunca gelen yüzbinlerce insanla, dünyanın en eski proletarya hareketinin başkentinde, Paris'te, dünden yarına uzanan uzun bir tarihsel sürecin bugünkü konağı olmuştu.
Fransız proletaryasının kanlı ve uzun savaşlarının bu başkentinde, revizyonizmin olanca ağırlığı altında ezilen, bir dönemlerin "euro-komünizm"in taraftarı olmaya yönelen ve Gorbaçov rüzgarlarına kapılarak adını bile değiştirmeye kalkan FKP'nin L'Humanitè festivali, Avrupa'daki 1 Mayıs'larda görülen "festival" havasının her yönüyle görünür olduğu gerçek bir festival niteliğindeydi.
Avrupalı komünist partilerin, adını değiştirmeden kalan en büyük partisi FKP, memur niteliğindeki parti kadrolarıyla, "tatilini yapan", "eğlenen" "komünist" tipiyle bu festivalde kitlelerin karşısına bir kez daha çıkmıştı. Doğal olarak , orta vadede bile bir devrim umudu olmayan ve böyle bir umudu taşımayan yüzbinlerce "ziyaretçi"siyle, yine de Avrupa'nın ortasında kızıl renklerin göründüğü bir proletarya alanı otuzuncu kez doluydu.
Geleneksel bir festival alanının, panayır yerinin "ticari" görünümü, tüm bayrakların ve renklerin üstünde yer alması, "eskileri" ezerken, aynı zamanda kendi çıkış yolunu da ortaya koyan bir somutluk oluşturuyordu.
Fransa'nın her bölgesinden, ilinden gelmiş FKP birimlerinin standları, kendi yörelerinin geleneksel ve folklorik özelliklerini sergilerken; festivale katılan yabancı ülke partileri ya da grupları, açtıkları standlarda "kendi ülkelerinin spesiyalitelerini tanıtmak" adı altında ticari sergiler görünümündeydi.
Bu ortamda kimi Türkiyelilerin açtığı standlar, bir komünist bayram alanında işporta tezgahında satıcılık yapanlara benziyordu. Ne kendileri için, ne Türkiye devrimi için bir "forum" oluşturamayan "tükenmişler", yaptıkları ticaretin "zavallılığı" ile ezilmiş duruyorlardı. Yaptıkları işe politik bir çehre kazandırabilmek için koydukları kitaplar, yıllardır durdukları ardiyelerden getirdikleri tozlarıyla sapsarı bir yana atılmış duruyordu.
Benzer bir görünüm, buraya "gezmek" için gelen Türkiyelilerin yüzlerinden de okunuyordu. Yılların getirdiği alışkanlıklarla, değişik standları "gezmek" bile, onlar için "yorucu", "bıktırıcı" bir "iş" durumuna gelmişti. Politika dışı yaşamları, onların, "garip", "bıkkın", "yaşamdan bezgin" yüzlerinden okunuyordu.
Tüm bu ortam içinde, komünist olarak, politik olarak birşeyler yapmak isteyenlerin çabaları ve girişimleri, "kalabalığın" içinde kayboluyordu.
Ancak L'Humanitè festivalinin bu genel görünümü içinde, yarına ilişkin pek çok şey ayrıntılarda gizlenmişti. Fransız proletaryasının o ünlü özelliklerini bu ayrıntılarda bulmak olanaklıydı.
işçiler biraraya geldikleri zaman, amaçları ilkin öğreti, propaganda vb. gibi şeylerdir. Ama aynı zamanda böylelikle yeni bir gereksinme, toplum gereksinmesini de edinirler, ve araç olduğu sanılan şey, amaç durumuna gelmiş bulunur. Sosyalist Fransız işçilerinin biraraya geldikleri görüldüğü zaman, bu pratiksel hareketin en parlak sonuçları gözlemlenbilir. Sigara, içki içme, yemek yeme vb., artık orada toplanma bahaneleri ya da birleşme araçları değildirler. Topluluğun amacı durumuna gelmiş bulunan toplantı, ortaklık, konuşma onlara yeter, insani kardeşlik onlarda boş bir söz değil, ama bir doğruluktur ve insanlığın soyluluğu, çalışma ile sertleşmiş bu çehrelerde parlar."
İşte proletaryanın bu özellikleri, festival alanının şu ya da burasında insanların karşısına çıkıyordu. O ıştılı yüzler, toplumsal varlıklarını ortaya koymanın ve komünistliklerini ifade edebilmelerinin mutluluğunu da yansıtıyordu.
Yüzbinlerce insanın oluşturduğu büyük bir kalabalık içinde, yıllarını partiye vermiş yaşlı yüzler, verdikleri mücadelenin tüm yıpratmışlığına rağmen, gözlerindeki pırıltıyla, onurla duruyorlardı. Gözlerindeki pırıltıyla çevrelerine bakan çehreler, yılların getirdiği kırışıklıklarına meydan okuyor gibiydiler. Zaman zaman yanlarından geçen değişik ülkelerden gelme insanların sesleri, yüzleri, onların onurlu çehrelerini daha da aydınlatıyordu.
İşte böyle bir ortamda, bu onurlu çehrelerle karşılaşmak hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Dilinizi bilmese de, dilini bilmeseniz de, paylaştığınız, paylaşabileceğiniz pek çok ortak yanınızın olduğunu, bu yaşlı, ama onurlu çehrelere yaklaştığınızda hissetmeniz şaşırtıcı olmayacaktır. Herhangi bir standa, her hangi bir yerinde karşınıza çıkıveren bu yüzler, çevrelerindeki festival insanlarından farklılıklarını sizlere gösterecektirler. Yüzbinlerce insan içinde, bu yüzlerden birisinin, bir köşede, bir sırada size bakışını üzerinizde hissedebilirsiniz. Onun yanına yaklaşıp, bir "merhaba" demek, ona, onlarca yıldır komünist olması karşısında duyduğunuz saygıyı söylemek istediğinizde, o festival kalabalığının gürültüsünün kaybolduğunu duyacaksınızdır.
O, Nazi işgalinde FKP üyesi olarak savaşmış bir partizan ya da İspanya iç savaşında bulunmuş bir enternasyonalist olarak karşınızda gülümseyen bir çehreyle duruyor olacaktır. İşte o an, o yaşlı komünist karşısında, proletarya devrimi için 20-25 yaşlarında yaşamlarını yitirmiş devrimcileri anımsayacaksınızdır. Onların, öylesine yaşlanmaya hiç bir zaman vakitleri olmadığını düşüneceksiniz. Ama yine de, o mücadeleninin içinde yer almış ve yanı başında yoldaşlarını yitirmiş yaşayan komünistleri gördüğünüzde, yaşamları yitirenleri hep anımsadıklarını duyumsayacaksınızdır ve üstelik tek başlarına kalsalar da bunu hep yaptıklarını düşüneceksinizdir.
İşte böyle bir ortamda, o yaşlı komünistlerden birisinin yanına genç birinin yaklaştığını göreceksinizdir. Belki farklı ülkelerin insanları oldukları için, konuşamayacaklarını sandığınız bir anda, yaşlı komünist partizan ile o genç komünist arasında bir iletişim kurulduğunu göreceksiniz. Belki o genç komünist, yaşlı komünist partizana, verdiği mücadele için saygısını ifade etmeye çalıştığını fark edeceksinizdir. Aynı dili konuşmasalar da, yaşlı partizan, genç komünistin kendisine bakışından ne demek istediğini anladığını göreceksiniz. Ve o yaşlı çehreye yansıyan duygu, hüzünle karışık bir sevgi olarak belirecektir. "Demek ki, yaptıklarımız hiç de boşa gitmemiş" diye düşünecektir yaşlı partızan. Ve genç komünist büyük bir saygı ve özenle elini sıktığında yaşlı partizanın, gözlerinin derinliklerinde beliren sevgiyi, gözlerinin buğulanmasıyla fark edeceksiniz. Genç komünistin gözlerindeki pırıltı, yüzündeki gülümseme karşısında birşeyler söylemek isteyecektir yaşlı partizan, ancak dilini anlamadığını düşünerek, çaresiz bir halde sadece gözlerinin içine bakmakla yetinecektir. Ama onun ne söylemek istediğini anladığınızdan emindir. Çünkü o, sizin gibi bir komünisttir ve komünist olmaktan onur duymaktadır.
O an, festival ortamının tüm ticari yanı, panayır görünümü birden bire silinmekte ve Fransız proletaryasının yüzelli yıllık tarihi sahneye çıkmaktadır. Hemen ötenizde göreceğiniz "Komün Dostları" standı, bu duygularınızda yanılmadığınızı size gösterecektir. Ve geleceğin devrim olduğuna olan bilincinizin ne denli doğru ve gerçekci olduğunu kavradığınızı hissedeceksinizdir.
İşte, L'Humanitè festivalı, Fransız proletaryasının tarihini ayrıntılarında gizlemeye bir süre daha devam edecektir. Ta ki, proletarya, eski günlerindeki gibi kendi dilini, Fransızcayı, düzgün bir aksanla konuşmaya başladığı ana kadar.