KURTULUŞ CEPHESİ - Mayıs-Haziran 1996
"Mahir" Adlı Kitap Üzerine
Turhan Feyizoğlu adlı bir yazarın "Mahir" adlı bir kitabı Mart ayında yayınlandı. Bir yıl kadar önce çeşitli çevrelerde, Mahir Çayan yoldaşın "biyografisi"nin hazırlıklarının bitmek üzere olduğu duyrulmuşken, Nisan ayında Cumhuriyet gazetesinin bir haftalık yazı dizisi ile, geniş ölçekte duyrulan kitap, 584 sayfalık kalın bir cilt olarak okuyucuların karşısına çıktı.
İlk bakışta, Mahir Çayan yoldaşın yaşam öyküsü (biyografi) gibi sunulan kitap, daha yazarın önsözüyle birlikte, günümüzdeki popülist-arebesk kültür ortamının bir ürünü olduğu görülebilecek kadar sıradan bir gazete haberleri derlemesi olarak okuyucunun karşısına çıkmaktadır. Annesinin adının Meryem, babasının adının Kemal olduğunu ilk sayfa arkasından öğrendiğimiz yazar Turhan Feyizoğlu, önsözünde, karşılaştığı ekonomik zorluklar ile bilgi toplamanın zorluklarından söz ederek, nasıl bir kavrayış içinde olduğunu ortaya koymuştur. Üstelik, ekonomik zorlukları ilk sırada anarak, ne kadar "parasız" olduğunu söylemeye özen göstermiştir. (Ki bu da kitabın neden 584 sayfa olduğunu açıklamaktadır.)
İkinci zorluk olarak ortaya koyduğu, bilgi toplama zorluğunu, yazar, kimi belgelerin kaybolmuş olmasına, kimilerinin konuşmaktan kaçınmalarına vs. bağlayarak, 584 sayfada Mahir Çayan yoldaşla ilgisi pek fazla olmayan yüzlerce sayfadaki "masallar"a gerekçe bulmaktadır.
Bugüne kadar Mahir Çayan yoldaş hakkında, sağda solda söylenen bir kaç "öykü" dışında pek fazla birşeyin "bilinmemesi", yazarın "yeni şeyler bulmuş olabileceği" düşüncesiyle kitaba ilgiyi artırabilirse de, sorunun illegal bir örgütün işleyişine ilişkin olduğunu bilenler için "yeni bir şey" bulunamayacağı açıktır. İşte "Mahir" adlı kitabın en temel sorunu da burada odaklanmaktadır.
Mahır Çayan yoldaş, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi' nin kurucusu ve önderi olarak, illegal faaliyet içinde bulunmuş ve silahlı devrimci mücadelenin bir savaşçısı olarak şehit düşmüş bir devrimcidir. Revizyonizmin uzun yıllar etkin ve yönlendirici bir güç olduğu ülkemizde, ilk kez belirlenmiş bir devrim stratejisi ile savaşan Marksist-Leninist bir parti kurulmuştur. İllegal silahlı devrimci bir partinin ilişkilerini, karşı karşıya kaldığı olayları biyografi derlemesine kaynaklık edebilmesi, en son düşünülebilecek bir durumdur. Ne yazık ki, Turhan Feyizoğlu, illegal silahlı devrimci bir örgütün iç işlerine bakmaya kalkmış ve sonuçta bula bula, THKP-C'nin döneklerinin anlatımlarını bulmuştur. Neredeyse tüm kitabın yapısı, bu döneklerin anlatımlarına göre düzenlenmiştir.
Oysa ki, devrimci mücadeleyle az çok tanışıklığı olan herkesin kolayca görebileceği gibi, devrim yapmış Marksist-Leninist partilerin bile, illegal faaliyet dönemlerine ilişkin çok fazla belge mevcut değildir ve olamazda. Böyle bir belge bulunabilinmesi, sadece o örgütlenmenin içsel zaafı olarak ortaya çıkabilmektedir. Çünkü bu türden belgeler, şu ya da bu biçimde düşmanın eline geçtiği takdirde, çok eski bir döneme ilişkin bile olsa, illegal faaliyetlere zarar verecek sonuçlar üretebilecektir. Bu nedenle, Marksist-Leninist illegal partiler, çok özel durumlar dışında, kendi faaliyetlerine ilişkin olarak belge derlemek durumunda olmamışlardır. Buna en iyi örnek Bolşevik partidir.
Bolşevik parti tarihine bakılacak olursa, Krupskaya'nın anıları dışında Lenin'in faaliyetlerine ilişkin fazlaca bilgi olmadığı görülecektir. Belki bir biyografi yazarı için çok ilginç gelen bir dizi olay, bugün bile bilinmemektedir. Bilindiği varsayılan pekçok bilgi ise, kulaktan kulağa geçen ve dolayısıyla bozulmuş, değiştirilmiş bilgi kırıntılarından ibarettir. Ama Lenin'in biyografisini yazmaya çalışan bir yazar, popülist yanlardan çok, yaşanılan tarihsel süreçte meydana gelmiş politik olaylar karşısında Lenin'in tutum ve davranışlarını irdelemekten öteye geçmemesi, sadece bundan kaynaklanmaz. Lenin'in, devrim tarihindeki konumunun onu Lenin haline getirdiğini unutmadığı sürece, her yazar, Lenin'in politik olaylar karşısındaki tutumunu ele almak zorundadır. Bu konuda E. H. Carr'ın "Bolşevik Devrimi" adlı üç ciltlik yapıtı örnek olarak verilebilir. Keza troçkist Tony Cliff'in dört ciltlik "Lenin" kitabı bir diğer örnektir.
Turhan Feyizoğlu, devrimci bir örgütün kurucusu, önderi ve savaşcısı olarak Mahir Çayan yoldaşı, herhangi bir popüler kişilik gibi ele almakla en büyük hatayı yapmıştır. Bu ele alış, kaçınılmaz olarak, yazarı, Mahir Çayan yoldaşa ilişkin "öykü" bulmaya yöneltmiş ve sonuçta lise dönemindeki bir öğretmen sürgünü olayı ile kala kalmıştır. Zorlamayla yaratmaya çalıştığı bir "aşk" öyküsü ise, yazarın ne denli popülist eğilimli olduğunun, Mahir Çayan yoldaşa duyulan büyük saygı ve sempatiyi, kendi ekonomik zorluklarını çözmek için kullanmaya kalktığının bir göstergesidir. (12 Eylül sonrasında "işsiz" eski "solcular"ın ekonomik sorunlarını çözüşünün bir yeni örneğidir bu.)
Kitabın ne denli boş olduğunu gösteren örneklerden birisi de, Mahir Çayan yoldaşın Fransa'ya gidişiyle ilgili bölümdür. Sadece Fransa'ya gittiğini ifade eden birkaç cümlenin ötesinde hiçbirşey "bulamamış" olması, elbette sadece yazarın "eksikliği" değildir. Ancak "Sen Mişel" meydanında "sakal" bırakıp bırakmadığını merak eden bir yazarın da fazla bir şey bulabilmesi de olanaksızdır.
Turhan Feyizoğlu, tipik bir Turhan Feyzioğlu olarak davranmış olması, belki kitabının satışını düşünmek durumunda kalmasını açıklayabilir. Ancak Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Cephesi'nin kurucusu, önderi ve savaşçısı olan Mahir Çayan yoldaşın, devrimci faaliyetlerine yer vermemekde özen gösterdiği de bir gerçektir.
Kitabın bütününe bakıldığında, 1965-72 dönemine ilişkin tarihsel olayların bile fazlaca önemsenmediği, yazarın yakın ilişki içinde olduğu kişilerin içinde yer aldığı olayları öne çıkardığı ve bu yakın olduğu kişilerin çarpık kafa yapılarına uygun olarak, insanların olayların içinde "savruldukları", neyi neden yaptıklarını bilmedikleri sürekli olarak işlendiği görülmektedir. Hatta kimi durumlarda yazar, daha da öteye geçerek, kendisiyle konuşan, tanışıklığı olan kişilerin adlarından söz edebilmek için, olmadık yerlerde alt başlıklar açmaya yönelmiştir. Böylece yaşayan ölülere "itibar" sağlamaya kalkmıştır. Örneğin, kitabın kendi indeksine bakıldığında Ulaş yoldaşın adının geçtiği sayfa sayısı 40 iken (ki kitabın 584 sayfa olduğunu unutmamak gerekir), bir Oktay Etiman 48 sayfada, Ertuğrul Kürkçü 73 sayfada, M. Ramazan Aktolga 81 sayfada, Yusuf Küpeli 115 sayfada yer almaktadır. Bu örnek bile, kitabın adıyla hiçbir ilişkisi olmadığını göstermeye yeter.
Şüphesiz 584 sayfalık bir kitap içinde yer alan sayısız "öykü" tek tek ele alınarak, ne denli eksik ya da yanlış olduğu ortaya konulabilir. Ancak, kitabın temel eksikliği Mahir Çayan yoldaşın THKP-C'nin kurucusu, önderi ve savaşçısı olarak değil, bir popüler "kişi" olarak sıradanlaştırılmasıdır. Mahir Çayan yoldaş, "Mahir" kitabında, "insan" yönüyle ele alındığı ileri sürülecek olunsa da, bunun 1980 sonrasındaki pasifikasyonun ideolojik boyutlarıyla ilgisi kesinkes ortaya konulmak zorundadır.
Elbette Mahir Çayan yoldaş da bir insandır. Her insan gibi, yemek yemiştir, uyumuştur, hastalanmıştır vb. Ancak bir biyografi yazarı için, salt bunlar önemli olduğu söylenebilirse de, Mahir yoldaşın kişiliğini belirleyenin devrimci kişilik olduğu gözden kaçırılmamak zorundadır. Yazar, bunların hiçbirisini dikkate almayarak, aynı zamanda Mahir Çayan yoldaşa saygısızlık yapmıştır. THKP-C döneklerinin ağzından olayları aktarmakla da, THKP-C'nin tarihini çarpıtan yazar, tüm bunların sorumluluğundan "biyografi" yazdığını söyleyerek kurtulması olanaksızdır. Bataklığın insanlarıyla söyleşerek yazılacak bir kitap, bataklık insanlarının adlarıyla anılmalıdır. Mahir yoldaşın adı ise, bu bataklık insanlarına karşı verilen savaşın adıdır.
"Bilindiği gibi, Türkiye solunda uzun yıllar revizyonizm, pratiğe ışık tutmayan entellektüel tahlilleri, kuyrukçu çalışma tarzı ve iğrenç ilişkileri ile etkin ve yönlendirici unsur olmuştur...
Genellikle soldaki samimi unsurlar da, bu havaya göre şartlanmışlardı. Sürekli olarak herkes, hergün dergilerde ve her yeni ayrılıkta yeni bir Amerikanın keşfini bekliyordu. Oysa, dünyanın hiçbir ülkesinde devrim hareketi, önce teorik planda binlerce sayfalık yazıları yazıp, sonra da pratiğe geçmemiştir. Ulemaların yazıları arasında artık samimi unsurlar ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
İşte biz bu hava içinde, biraz da bu havanın etkisinde kalarak doğru çizgiyi, ayaklarımız bu bataklıkta olduğu için ağır ağır yürüyerek bulduk. Aynı yavaşlıkla da pratiğe geçtik. (Teoriyi devrim yapmak için okuduk, öğrendik. Ancak bu ulema olduk anlamında yorumlanmamalıdır. Biz, sosyalizmin öğrencileriyiz. Ve bu öğrencilik hayatımız boyunca devam edecektir.)
Bu gerçeği de Kurtuluş'un birinci sayısında şu şekilde ortaya koymuştuk: 'Bu hareket, revizyonizmin uzun yıllar etkin olduğu bir ortamda yeşermiş, gelişmiş ve güçlenmiştir. O yüzden işler ne kadar sıkı tutulursa tutulsun, başlangıçta, şu veya bu ölçüde, bu ortamın izlerini içinde taşıyacaktır. Tersini düşünmek idealizmdir. Bu kalıntılar savaş içinde, savaşıla savaşıla atılacaktır.'"
İşte popülist olma peşindeki yazarın "Mahir" kitabında asıl olarak işlediği ve anlattığı konular, bu savaş içinde, savaşıla savaşıla atılanlara ilişkindir.
Ve kitabın sonuna gelindiğinde, Kızıldere' nin anlatımı, yazarın ne denli apolitik bir kişi olduğunu daha açık biçimde göstermektedir. "Evin samanlık kısmında saklanmış, ertesi gün güvenlik kuvvetlerine teslim olmuş" kişinin değişik zamanlardaki anlatımlarının bir bölümü verilerek, Kızıldere'nin Türkiye devrimindeki yeri görmezlikten gelinmiştir. Oligarşinin ülke tarihinde ilk kez on devrimciyi açık biçimde katletmesi ve burada şehit düşen devrimcilerin devrim tarihine bıraktıkları deneyim gözlerden uzak tutulmuştur. "Kızıldere bir son değil, bir başlangıçtır" sloganının içeriği böylece boşaltılmak istenmiştir. "O sırada ne yapacağını sadece Mahir biliyordu" ifadesinin arkasına saklanan yazar, Mahir yoldaşın bildiklerini yazılı ve sözlü olarak defalarca ortaya koyduğunu yazmaktan özenle kaçınmıştır. Ertuğrul Kürkçü'nun Niksar' da ilk verdiği ifadesinin küçük bir bölümünü aktaran yazar, ifadenin bütününde anlatılanları es geçerek, bu tutumunu kitap sonuna kadar sürdürmüştür. Özellikle yazarın, Ertuğrul Kürkçü' nun ağzından Mahir yoldaşın Karadeniz'e ilişkin planlarını okumuş ve duymuş olması gerekir. Kır gerillasına ilişkin bu planlar Kızıldere'nin bir rastlantı olmadığı, orada bulunulmasının belirli bir plan gereği olduğu bu anlatımlarda açık biçimde ortaya konulmaktadır. Bunların ortaya konulması, elbette yazarın amacına uygun değildir. Yazar, kitabın bütününde sürekli olarak Mahir yoldaşı tek başına hareket eden ve sadece ne yapılacağını kendisinin bildiği bir "şef" gibi göstermek istemesi, kitabın beş-on sayfasındaki olumlulukların silinmesi için yeterli olmaktadır. Yazarın yapmak istediği tek şey, Mahir yoldaşın adını kullanarak kendi ekonomik sorunlarını çözmek olmuştur.
Belki "kan konuşmaz", ama tarihsel mücadele, her zaman kendi hesabını kendisi görmüştür.
Yazar, sadece bu gerçeği bilerek 584 sayfayı yeniden değerlendirmesi, tarih karşısında yapabileceği tek şey olacaktır. Ancak o zaman, bataklık insanlarının yerinin bataklık olması gerektiğini kavrayacak ve yaşayan ölüleri diriltmek için çaba harcamayacaktır.
Sonuç olarak, Turhan Feyizoğlu'nun kitabı, sadece adında Mahir geçen, ama Mahir'le ilgisi olmayan herşeyin yer aldığı bir kitaptan başka birşey değildir.