KURTULUŞ CEPHESİ - Mart-Nisan 1996
Oligarşinin Aile Planlama Vakfı'nın
İkiyüzlülüğü
Büyük kampanyalarla piyasaya sürülen Cem Boyner'in seçimlerde hiçbir varlık gösterememesi, bir an için kendisinin unutulmasına neden olmuştu. Ancak seçimlerin üzerinden çok fazla geçmeden, Cem Boyner, yeniden kamuoyunun karşısına çıktı. Ancak bu kez, yeni bir "Umut"la birlikte. Herkesin bildiği gibi, bu olay, Cem Boyner'in karısının doğum yapmasıyla ilgiliydi.
Bu olayın üzerinden pek fazla zaman geçmediki, Vehbi Koç öldü. Ölümü arkasından M.Ali Birand ve ekibine yaptırılan reklam filimleriyle, işbirlikçi tekelci burjuvazinin doğuşu ve gelişimi kamuoyuna sergilendi. Ancak bu sergileniş içinde "emekli" Vehbi Koç' un iki "büyük" amacı özel olarak vurgulandı: Koç Üniversitesi ve Aile Planlama Vakfı.
İşte oligarşinin bu iki ismi, benzer konularda yeniden karşımıza çıktılar. Bu konunun başlığı, Aile Planlama Vakfı ya da nüfus gelişiminin kontrol altına alınması olmaktadır.
Koçların, Alatonların, Boynerlerin üye oldukları Aile Planlama Vakfı, ülkemizin tüm sorunlarının çözümünde nüfus artışının kontrol altına alınmasının özel bir yere sahip olduğunu ileri sürmektedirler. Onlara göre, ülkemiz sınırlı olanaklara sahip bir ülkedir. Bu olanakların artan nüfus artışı karşısında yetersiz kalması ve sonuç olarak yoksulluğun artması kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenle, herkes "bakabileceği kadar" çocuğa sahip olursa, sınırlı olanaklar herkese yetecektir.
İşte Koçların Aile Planlama Vakfı'nın amacı, ülkenin ekonomik kaynaklarının sınırlılığı karşısında, sürekli artan nüfus artışını denetim altına alarak, herkesin "mutlu" olmasını sağlamak olarak sunulmaktadır. Bu ekonomik gerekçenin tam olarak anlatılamadığı koşullarda, Aile Planlama Vakfı, tüm faaliyetlerini "kadını kazanmaya" yöneltmiştir. Çok çocuk doğuran kadının nasıl yıprandığını hazırladıkları reklam filimleriyle sürekli işlemektedirler. Böylece, kadınları, kendi yaşamlarının tehlikede olduğunu vurgulayarak, kazanmayı hedeflemektedirler. Bu yapılabilindiği oranda, "nüfus planlaması" olanaklı hale gelebilecek ve böylece de kendi ekonomik gerekçelerinden çıkartılan amaçlara ulaşılmış olacaktır.
Bireysel ailelere söyledikleri çok açıktır: Şu anda elinize geçen aylık ücretle, ancak kendinizin karnını doyurabilmektesiniz. Çocuk yaparak ya da fazla çocuk yaparak kendinizi sürekli olarak yoksulluğa mahkum ediyorsunuz. Geçim sıkıntınızın nedeni, bizzat kendinizsiniz. Böyle olduğu halde, oturup örgütleniyor, sonra yürüyüşler, eylemler ve grevler yaparak ücretlerinizin artırılmasını istiyorsunuz. Oysa bizim size verdiğimiz ücretler yeterlidir ve ülkenin ekonomik çıkarları açısından bu düzeyde olmalıdır. Ücretlerinizin yetmemesinin tek nedeni, çocuklarınızdır. Onları yapmakta bu kadar acele etmeseydiniz ya da gereğinden fazla çocuk yapmasaydınız. Leyla Alaton'un dediği gibi, "köpekler gibi üreyeceğinize, insan gibi yaşayın"!
İşte bu söylemle oligarşinin "işsizleri" ile "emeklileri"nin oluşturduğu Aile Planlama Vakfı, her türlü doğum kontrol yöntemlerinin ve araçlarının yaygınlaştırılması için, kürtaj uygulamalarının yasallaştırılması için sürekli bir faaliyet içinde olmuştur. (Benzer bir faaliyet de, Erozyonla Mücadele Vakfı (TEMA) aracılığıyla sürdürülmektedir.)
Oysa "nüfus sorunu" ve "nüfus planlaması", ne ülkemiz oligarşisinin keşfettiği bir şeydir; ne de ilk kez ülkemizde gündeme getirilmektedir. Tam tersine, ülkemizdeki işbirlikçi tekelci burjuvazinin tarihinden çok daha eskiye dayanan bir tarihe sahiptir bu sorun ve burjuvaziyle birlikte ortaya çıkmıştır. Özellikle 1789 Fransız Devrimi ile "baldırıçıplaklar", dünyanın her yanındaki burjuvaziyi korkutmuştur. Aristokrasi ile burjuvazinin hesaplaşmasını, kendi bildikleri yöntemlerle, yani "avamca" sonuçlandıran kitlelerin Fransız Devrimi'ndeki "terörü"nün ilk sonuçlarından birisi, 1798 yılında İngiltere'de Papaz T. Malthus'un yazdığı kitap olmuştur.
T. Malthus'un "Toplumun Gelecekteki Gelişimine Etkileri Açısından Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme" adlı kitabı, devrimlerden korkan burjuvazinin yardımına koştu.
Yoksul kitlelerin ayaklanması karşısında büyük korkuya kapılan burjuvazi, Malthus'un kitabıyla, hem kendi korkularına bir hedef, hem de ideolojik ve politik bir saldırı aracı ele geçirmiştir.
Malthus'un tüm yazılarının tek amacı vardır: Tüm bireylerin rahat, mutlu ve daha özgür koşullarda yaşadığı, kendilerinin ve ailelerinin geçimine ilişkin hiçbir kaygı taşımayan insanlardan oluşan bir toplumun var olabileceğini savunanları çürütmektir. Malthus'u göre, "nüfusun gücü, yeryüzünün, insanın geçimini sağlama gücüne kıyasla, sınırsız ölçüde büyüktür... Nüfus kısıtlanmadığında, geometrik oranla çoğalır. Geçim araçları ise, ancak aritmetik oranla artar... Bu nedenle, geçim araçlarının sağlanmasındaki güçlük, nüfus üzerinde güçlü ve sürekli bir kısıtlamayı gerektirir."
Malthus, nüfus artışı ile üretim artışı arasında gerçek dışı bir ilişki kurarak geliştirdiği bu teorisi, ilk anda, bir "doğa yasası" olarak sunulmuştur. Malthus için, eğer bu bir "doğa yasası" ise, kaçınılmaz olarak, güçlüler güçsüzleri yok edecektir, dolayısıyla fazla nüfusun ortadan kalkmasına neden olan her olay, "doğru, haklı ve tanrısal"dır. Bu yüzden, büyük salgınlar (veba vb.), büyük kıtlıklar, büyük savaşlar, hep bu "doğa yasası"nın ürünleridir ve yararlı şeylerdir.
Görüldüğü gibi, Malthus, nüfus artışı ile üretim artışı arasındaki ilişkiyi çarpıtmakla, aynı zamanda, insanlığın yıkımına, kıyımına neden olan her türlü insanlık dışı uygulamayı onaylamakta ve savunmaktadır.
Ancak Malthus, kitabının birinci baskısındaki bu ifadeleri, ikinci baskıya yazdığı önsözde "yumuşatmaya gayret ettiğini" söyleyerek, belirlemelerine karşı gösterilen tepkileri azaltmaya çalışmıştır. Daha sonraları neo-malthusçular tarafından öne çıkartılan bu "yumuşatılmış" ifadeye göre, eğer yoksullar, bir aileyi geçindirecek duruma gelene kadar, gönüllü olarak evliliği ve dolayısıyla çocuk yapmayı geciktirecek olurlarsa, belli bir düzelme umudu var olabilir.
İşte günümüzde, Koçların, Boynerlerin, Alatonların Aile Planlama Vakfı ile sürdürdükleri propagandanın tarihsel zemini budur. Bu zeminin, neo-malthusçular tarafından yumuşatılmış haliyle sürdürülmesi, teorinin, insanlığa karşı her türlü eylemi haklı ve meşru gösterme niteliğini ortadan kaldırmamaktadır.
Şüphesiz Malthusçu nüfus teorisinin emekçilere karşı olan niteliğini sergilemek tek başına yeterli olmamaktadır. Çünkü teorinin dayanakları olarak ortaya konulan veriler, doğrudan ekonomik veriler durumundadır. Bu verilere göre, dünyada (ya da bir ülkede) ekonomik kaynaklar "sınırlıdır". Doğal olarak sınırlı olduğu bir kez kabul edilmiş olan bu ekonomik kaynakların belli sayıda insanlar tarafından "bölüşümü" basit bir aritmetik işlemi olmaktadır. Eğer dünyada (ya da bir ülkede) mevcut "sınırlı" ekonomik kaynakların yoksulluk olmadan paylaşılması sözkonusu olacaksa, bunun için belirli bir nüfusun olması gerekir. Bunun üstündeki her nüfus, yaşayan insanların "rızkına" ortak olmakta ve giderek de yoksulluğun nedeni olmaktadır. İster gönüllü, ister gönülsüz, bu fazla nüfus ortadan kaldırılmadığı sürece, açlık, sefalet, yoksulluk, geçim sıkıntısı kaçınılmaz olacaktır.
Malthusçuluğun bu ekonomik temeli, ister istemez kapitalist sistemin niteliğinin sergilenmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Eğer kapitalist ekonominin gelişimi ve devrevi hareketi gözönüne alınmazsa, Malthusçu teori, kaçınılmaz olarak kendine belli bir "haklılık" zemini bulabilmektedir. Özellikle kent küçük-burjuvazisi arasında oldukça geniş bir taraftar bulabilen bu ekonomik belirlemeler, kapitalizmin bütünsel bir eleştirisi olmaksızın etkisizleştirilemez.
Marks, Engels, Lenin, her zaman Malthusçu teorinin ekonomik temellerini ele almışlar ve bu temelin ne denli yanlış olduğunu sergilemişlerdir. Ve bunu yaparak, aynı zamanda, nüfus sorunu karşısında burjuvazinin iki yüzlülüğünü de sergilemiş olmaktadırlar.
"Bu öğretinin kaynağı olan Malthus, nüfusun geçim araçları üzerinde sürekli bir baskı yarattığını öne sürmekte, üretim arttıkça nüfusun da aynı oranda arttığını ve nüfusun varolan geçim araçlarının ötesinde çoğalma eğiliminin, yoksulluğun ve tüm kötülüklerin kaynağı olduğunu söylemektedir. Çünkü insanların sayısı pek çok olunca, bunların şu ya da bu yolla ortadan kaldırılmaları gerekir: Ya bunlar şiddet yoluyla öldürülmelidirler, ya da açlıktan ölmelidirler... Bu düşünce çizgisinin vardığı sonuç, bu fazlayı oluşturanlar yalnızca yoksullar olduğuna göre, açlıktan ölmelerini kolaylaştırmak, bu durumun çaresiz olduğuna ve bir tüm olarak sınıfları için çoğalmanın mutlak bir asgaride tutulmasından başka bir kurtuluş yolu olmadığına inandırmak dışında, onlar için yapacak başka bir şey yoktur. Ya da eğer bu işe yaramayacak olursa, her işçi sınıfı ailesinin iki-üç çocuğa sahip olmasına izin verilen ve fazlasının acı çektirmeden öldürülmelerinin sağlanması yolundaki 'Marcus'un önerisi gibi, yoksul çocuklarını acı çektirmeden öldürecek bir devlet kurumunun kurulması her zaman iyidir. Yardımseverlik büyük bir suçtur, çünkü, bu, fazla nüfusun çoğalmasına yolaçar." [1*]
Engels, Malthuscu teoriden sonuç olarak kapitalist sistemin yıkılması gerektiği fikrinin çıktığını da şöyle ifade eder:
"Bu teori ve bir bütün olarak iktisat sayesinde dikkatimiz, yeryüzünün, insanlığın üretici gücüne çekilmiştir; ve bu ekonomik umutsuzluğun üstesinden geldikten sonra, aşırı nüfus korkusundan artık tamamen kurtulduk. Bu teoriden toplumsal bir dönüşüm için en güçlü ekonomik savlar çıkarıyoruz. Üstelik, Malthus, tamamen haklı olmuş olsa bile, bu dönüşüme derhal girişilmesi gerekiyordu; çünkü Malthus'un aşırı nüfusa karşı en kolay ve etkili önlem olarak öne sürdüğü, üreme iç-güdüsünün ahlâkın dizginlenmesi, ancak böyle bir dönüşüm ve bu dönüşümün kitlelere getirdiği eğitim ile sağlanabilir. Bu teori sayesinde, biz, insanın en ağır bir biçimde aşağılanmasını, onun rekabete olan bağımlılığını görmüş olduk. Bu, bize, özel mülkiyetin, son tahlilde, üretilişi ve yokedilişi de yalnızca talebe bağlı olan insanı nasıl bir meta haline getirdiğini, rekabet sisteminin bu yoldan milyonlarca insanı nasıl katlettiğini ve halen de katletmeye devam ettiğini gösterdi. Bütün bu gördüklerimiz ve bütün bunlar, bizi, özel mülkiyeti, rekabeti ve çıkar karşıtlığını ortadan kaldırarak insanın aşağılanmasına son vermeye itiyor." [2*]
Marks, nüfus planlaması konusunu, burjuvazi açısından şöyle değerlendirir:
"Burjuvazi, işçinin varlığını bir asgariye indirgedikten sonra, onun üreme sayısını da bir asgariye indirgemek ister.
Ama burjuvazinin sözlerinde ve öğütlerinde, fazla bir ciddiyet olmadığı şundan bellidir:
Birincisi: Modern sanayi, erginlerin yerine çocukları çalıştırmakla, çocuk dünyaya getirenlere gerçek bir prim uygulamış oluyor.
İkincisi: Büyük sanayi, fazla-üretim anları için, işi olmayan işçilerden kurulu bir yedek orduya sürekli olarak gereksinme duyar. Burjuvazinin, işçilere karşı, başlıca amacı, genel olarak emek-metasını mümkün olduğu kadar ucuza ele geçirmek değil midir? Bu da, ancak, bu metanın arzı, talebine oranla mümkün olduğu kadar fazla olursa, yani olabildiği kadar fazla nüfus varsa elde edilmez mi?
Demek ki, fazla nüfus burjuvazinin çıkarınadır, ve burjuvazi, işçilere, yerine getirmesinin olanak dışı olduğunu bildiği iyi bir öğüt verir.
Sermaye, ancak işçileri çalıştırarak çoğalabildiğine göre, sermayenin çoğalması, proletaryada bir artışı içerir ve görmüş olduğumuz gibi, sermaye ile emek arasındaki ilişkilerin niteliğine uygun olarak, proletarya, göreli olarak, daha da hızlı bir biçimde çoğalmaktadır.
Bununla birlikte, yukarda anılan, doğal yasa demekten pek hoşlandıkları teori, yani nüfusun geçim araçlarından daha çabuk artması teorisi, burjuvazinin vicdanını rahatlatması, onun katı yürekliliğini ahlâki bir görev haline getirmesi, toplumsal sonuçları doğal sonuçlar haline dönüştürmesi ve, son olarak da, proletaryanın açlıktan kırılmasını diğer doğa olayları karşısındaki aynı serinkanlılığıyla, küçük parmağını bile oynatmadan seyretme fırsatını burjuvaziye sağlaması ölçüsünde burjuvazi tarafından, son derece olumlu karşılanmıştır; öte yandan, bu teori, burjuvanın, proletaryanın yoksulluğunu sanki onun kendi kabahati imiş gibi kabul edip cezalandırmasına olanak verir. Proletarya, aklını kullanarak, doğal içgüdüsünü frenlemekle ve ahlâki denetimiyle, doğal yasanın kötü gelişmesini önleyebilir." [3*]
İŞÇİ SINIFI VE YENİ-MALTHUSÇULUK
V. İ. Lenin
16 HAZİRAN 1913
Pirogov Doktorlar Kongresinde düşük (kürtaj) sorunu konusu büyük bir ilgi uyandırmış ve uzun tartışmalara yolaçmıştır. Bu haber, bugün uygar diye adlandırılan devletlerde ana karnındaki ceninin yoketme yolundaki uygulamaların çok büyük ölçüde yaygınlık kazandığı konusunda rakamlar aktaran Lichkus tarafından verilmektedir.
New York'ta yılda 80.000 düşük ve Fransa'da ise her ay 36.000 düşük yapılmaktadır. St. Petersburg'da beş yıl içinde düşük yüzdesi iki katına çıkmıştır.
Pirogov Doktorlar Kongresinde, suni düşük yapan bir ananın herhangi bir cezaya çarptırılmamasını, doktorların ise ancak "kazanç amacıyla" düşük yaptıklarında cezalandırılmalarını öngören bir karar kabul edilmiştir.
Tartışmalarda, çoğunluk, düşüğün cezalandırılmaması gerektiği konusunda görüş birliğine varmış, ve yeni-malthusçuluk (gebeliği önleyici hapların vb. kullanılması) denen sorun, meselenin toplumsal yönü olması nedeniyle de, doğal olarak rötüşa uğramıştı. Ruskoye Slovo'nun verdiği habere göre, örneğin, Bay Vigdorçik "gebeliği önleyici önlemlerin iyi karşılanması gerektiğini" söylemiştir ve çok büyük alkışlar arasında Bay Astrahan şöyle bağırmıştır:
"Anaları çocuk doğurmaya inandırmalıyız, öyle ki çocuklar eğitim kurumlarında sakatlanabilsinler, öyle ki kötü talih bunları bulabilsin, öyle ki, bunlar intihara sürüklensinler!"
Eğer haber doğruysa, Bay Astrahan'ın bu feryatları gürültülü alkışlarla karşılanmıştır, beni şaşartmayan bir olgu bu. Dinleyiciler darkafalı psikolojisine sahip burjuvaziden, orta ve küçük-burjuvaziden oluşmuştur. Bunlardan en bayağı liberalizmden başka ne bekleyebilirsiniz ki?
Ne var ki, işçi sınıfı açısından, tümüyle gerici niteliği ve "toplumsal yeni-malthusçuluğun" çirkinliği yönünden Bay Astrahan'ın yukarda aktarılan sözlerinden daha ters bir ifade pek çok bulunabilir.
"... Çocuk doğrudun ki sakatlanabilsinler ..." Sırf bunun için mi? Neden bizim kuşağı sakatlayan, çökerten bugünkü yaşam koşullarına karşı vermekte olduğumuz savaşımdan daha iyi, daha bir birlik içerisinde, daha bilinçli ve daha kararlı savaşım vermesinler?
Bu, köylünün, zanaatçının, aydının, genel olarak küçük-burjuvazinin psikolojisiini proletaryanınkinden ayıran köklü bir farklılıktır. Küçük-burjuvazi, yıkıma gitmekte olduğunu, yaşamının giderek daha zor olduğunu, varolma mücadelesinin daha acımasız olduğunu, kendi durumunun ve ailesinin durumunun giderek daha umutsuzlaştığını görüyor ve bunu duyuyor. Bu, tartışma götürmez bir olgudur, ve küçük-burjuvazi buna karşı çıkmaktadır.
Ama nasıl karşı çıkıyor?
Umutsuz bir biçimde yokolan, geleceğinden umudu kesmiş, morali bozulmuş ve ürkek bir sınıfın temsilcisi olarak karşı çıkıyor. Yapacak bir şey yok... acılarımıza ve meşakkatlerimize, yoksulluğumuza ve aşağılanmamıza yolaçan daha az çocuk olsa -küçük-burjuvazi böyle yakınıyor.
Sınıf bilincine sahip işçi, bu görüşü tutmaktan uzaktır. Ne denli içten, ne denli yürekten olursa olsunlar, bu türden yakınmalarla bilincinin köreltilmesine izin vermez. Evet, biz işçiler ve küçük mülk sahibi yığınlar, kaldırılamaz bir baskı ve acılarla dolu bir yaşam sürdürüyoruz. Bizim kuşağın karşı karşıya bulunduğu güçlükler, babalarımızın çektiklerinden daha da zordur. Ama bir yönden, biz, babalarımızdan daha şanslı sayılırız. Biz dövüşmeyi öğrenmeye başladık ve hızla öğreniyoruz, ve en iyisini babalarımızın yaptığı gibi, birey olarak dövüşmek değil, bizim kafamıza yabancı gelen burjuva lafebelerinin sloganları için değil, kendi sloganlarımız için, sınıfımızın sloganları için dövuşmeyi öğrendik. Babalarımızdan daha iyi dövuşuyoruz. Çocuklarımız bizden daha iyi dövüşecekler ve zafer onların olacaktır.
İşçi sınıfı yokolmuyor, büyüyor, güçleniyor, cesaret kazanıyor, kendini sağlamlaştırıyor, kendini eğitiyor ve kavgada çelikleşiyor. Serflik, kapitalizm ve küçük üretim açısından kötümseriz, ama işçi sınıfı hareketi ve amaçları yönünden son derece iyimseriz. Yeni yapının temellerini daha şimdiden atıyoruz ve çocuklarımız bu yapıyı tamamlayacaklardır.
Yalnızca, "Tanrıya şükür, kendi kendimize geçinip gidiyoruz. Eğer çocuğumuz olmazsa bu kadar yeter." diye ürkekçe fısıldaşan duygusuz ve bencil küçük-burjuva çiftlere uygun düşen yeni-malthusçuluğun kayıtsız şartsız düşmanı oluşumuzun nedeni -tek nedenibudur.
Hiç söylemeye gerek yok ki, bu hiç de bizi düşüklere ya da gebeliği önleme vb. konusunda tıbbi yayınların dağıtılmasına karşı bütün yasaların kayıtsız şartsız kaldırılmasını talep etmemizi önleyemez. Böylesine yasalar egemen sınıfların yutturmacasından başka bir şey değildir. Bu yasalar kapitalizmin ülserini iyileştirmez, sadece özellikle ezilen sınıflara acı veren uğursuz bir ülsere dönüştürür. Tıbbi propaganda özgürlüğü ve erkek ve kadın yurttaşların temel demokratik haklarını koruma bir başka şeydir, yeni-malthusçuluğun toplumsal teorisi bir başka şeydir. Sınıf bilincine sahip işçiler, her zaman modern toplumda en ilerici ve en güçlü sınıfa, büyük değişmelere ve en iyi biçimde hazırlanmış sınıfa gerici ve korkakça teoriyi aşılama girişimlerine karşı en amansız savaşımı verecektir.
Dipnot
(1*) Engels: Bir Ekonomi Politik Eleştirisi Denemesi, 1844
(2*) Engels: Bir Ekonomi Politik Eleştirisi Denemesi, 1844
(3*) Marks: Ücretli Emek ve Sermaye, s: 81