"Kadınlar katılmaksızın gerçek kitle hareketi olamaz". Bu söz, hemen hemen herkes tarafından sıkca terkrarlanan sözlerin başında gelir. Kadınların, devrimci mücadeledeki rolünü ve yerini özlü bir biçimde anlatan bu sözün böylesine yaygınlığa sahip olması, aynı zamanda mevcut toplumsal ilişkiler içersinde kadının sürekli olarak ikinci planda tutulmasına karşı duyulan bir karşı duruşun da ifadesidir. Toplumun yarısını oluşturan kadınların, toplumsal ilişkiler alanı içersindeki yeri, her ne kadar ikincil tutuluyorsa da, hemen her zaman onların belirledikleri ya da belirleyici olabilecekleri bir süreç mevcut olmuştur. Devrimci mücadelenin, aynı zamanda, kadınların toplumsal ilişkiler alanındaki ikincil tutulmasına karşı bir başkaldırıyı ifade etmesi, her zaman kadın sorunlarına yaklaşımların "sol" bir görünüme sahip olmasını getirmiştir. İster sıradan bir kadın topluluğunun ilişkileri ele alınsın, ister feminist hareketin yaklaşımları ele alınsın, görülecek ilk ortak yan, "sol" bir söyleme sahip olmalarıdır. Ancak sorunun özüne doğru inilmeye başlanıldığında, sosyalist hareketin dışındaki tüm kadın hareketlerinin "sol" söylemlerine karşın, sosyalist hareketin kadın sorununu ele alışına ve yaklaşımına karşı olduklarını görmek olanaklıdır. Bu karşı oluş, temel olarak, kadının sorunun çözümünün devrimin gerçekleştirilmesine bağlanmasında toplandığını da söylemek pek yanlış olmayacaktır.
Kadınların gerçek kurtuluşu söz konusu olduğunda, bu gerçek kurtuluşun, sınıfların ortadan kaldırılması ile olanaklı olduğu bilimsel bir gerçektir. Ancak sınıfların ortadan kaldırılmasının gerçekliğinin uzun bir tarihsel süreci içermesi ile kadın sorunu gibi pekçok toplumsal sorunun güncelliği arasındaki farklılık, kaçınılmaz olarak, güncelin ele alınışını ve güncel olarak çözümlenmesi gerektiğini düşünme alışkanlığı yaratmıştır. Devrimin olası bir gecikmesi ile, toplumsal sorunların güncelliği arasındaki karşıtlık, aynı zamanda çeşitli kadın örgütlenmelerinin devrim mücadelesi dışında ortaya çıkmasının nedeni olmaktadır. Yakından bakıldığında görülecektir ki, devrim mücadelesinin olası gecikmesi, sadece devrime yönelik faaliyetlerin yeterince yürütülmemesinin, devrimci görevlerin yerine getirilmemesinin bir sonucudur. Çünkü emperyalizm koşullarında sistemin bütününde devrimin olabilmesi için gerekli nesnel koşullar mevcut ve olgundur. Bütün sorun, öznel koşulların yaratılması ve bu koşulların yaratılmışlığına bağlı olarak devrim için savaşa girilmesindedir. Bu nedenle de, sorunu salt kadın sorunu ile sınırlı olarak koyarsak, kadın sorunun güncelliği, kaçınılmaz olarak devrimci mücadelenin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasının güncelliği ile çakıştığını görürüz.
Evrim ve devrim aşamalarının iç içe geçtiği bizim gibi ülkelerde, bu iki güncelliğin birleştirilebilmesinin olanaklı olması, kaçınılmaz olarak kadın sorunun konuluşunu devrimci mücadele ile bütünleştirmektedir. (Şüphesiz aynı durum, evrim ve devrim aşamalarının birbirinden kesin çizgilerle ayrılabildiği kapitalizmin iç dinamikle geliştiği ülkeler için söz konusu değildir. Buralarda, uzun süren evrim aşaması, aynı zamanda kadın sorunun mevcut toplumsal ilişkiler içersinde dönüştürülmesini amaçlayan örgütlenmelerin öne çıkmasını getirmektedir. Bu da, kadınları reformist bir faaliyet içersine sokarak, sorunun devrim sorunu ile bağlarının kurulmasını engellemektedir.)
1965-80 döneminin gösterdiği en önemli gerçek, devrimci mücadelenin kadınlar arasında artan bir etkinliğe sahip olabildiği ve bu etki içersinde kadınların çeşitli sorunlarının çözümlenebildiğidir. Devrimci mücadelenin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan geniş ilişkiler ağı, kadın sorunun en önemli yanınını oluşturan ikincil tutulmuşluğun ve bunun ürünü olan aşağılanma, şiddet vb. uygulamalarına toplumsal bir karşı çıkışın örgütlenmesini mümkün kılmaktadır. Devrim mücadelesinin geliştiği koşullarda kadınların etkin katılımı ve bu katılım çerçevesinde kendi sorunlarının etkin bir çözümünün güncelleştirilmesi, mücadelenin devrimle zafere ulaştığı koşullarda çok önemli bir olanağın ortaya çıkmasını getirebileceği açıktır.
Ancak 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte devrim mücadelesinin önemli darbeler alması, kitlesel ölçekte kayıplara uğraması, kaçınılmaz bir biçimde, kadın sorunun güncelliğini ve düzen sınırları içersinde ele alınışını yeniden öne çıkartmıştır. 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan bir dizi "feminist" yazının kendisi de bu öne çıkışın ifadesi olmuştur. Ancak aradan geçen zaman, ülkemizdeki "feminist" hareketin etkisizleşmesini ve giderek de toplumsal alanda önemini yitirmesini getirmiştir. Bu olgu, kendisini her zaman "sol" söylemle ifade edebilen kadın hareketinin devrim mücadelesinden ve onun yarattığı yeni toplumsal ilişkilerden güç aldığının gerçekliği olmaktadır. Kendisini "feminist" olarak kabul eden kadınların, bu gerçeğin dışında bir hareket oluşturma girişimlerinin kısa ömürlü oluşunun nedeni de bu olmuştur.
Tarihsel olarak binlerce sefer tanıtlandığı gibi, devrim mücadelesi, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel her alanda toplumsal eleştirinin yaygınlaşmasını getirmektedir. Böylesine bir ortamda, kadın sorunu da dahil, pekçok sorun güncelleşebilmekte ve kendisinin çözüm olanaklarını somutlaştırabilmektedir. Bu nedenle, kısa ömürlü kadın hareketlerinin yerinin uzun soluklu bir örgütlülüğe dönüştürülebilinmesinin ön koşulu, devrim mücadelesinin yükseltilmesi olmaktadır. İşte bu gerçeklik de, kadınların devrim mücadelesine katılımının gereklililğini bir kez daha ortaya koyar.
Günümüzde en önemli sorun, kitlelerin politize olduğu, devrimci kitle hareketlerinin yaygınlaştığı koşullarda, toplumsal sorunların ele alınışı ve çözümlenmesi değildir. Bu bağlamda, kadınlara yönelik şiddetten cinsel tacize, aşağılanmalarından ikinci sınıf yurttaş davranışlarına maruz kalmaları, evişine kölece bağlanmaları gibi sorunların, devrimci kitle hareketi içersinde çözümleri, gelecekte güncelleşebilecektir. Günümüzde temel sorun, devrim mücadelesinin içinde yer alan kadınlar ve bunların nitelikleri sorunu olmaktadır.
"Erkek egemen bakış açısı" olarak tanımlanan, özünde toplumsal ilişkiler alanında erkeğin belirleyiciliğini esas alan mevcut toplumsal düzenin ideolojik kavrayışı, devrim mücadelesinin içersinde de kendisini varedebilmektedir. Erkeklerin, doğdukları andan itibaren, mevcut düzen içersinde, kadına göre daha farklı yetiştirilmeleri, ister istemez devrimci mücadelede de kendisini ortaya çıkarmaktadır. Kadınlara, tüm yaşamları boyunca dayatılan pekçok sınırlama ve kural, aynı biçimde ve oranda erkekler için söz konusu olamamaktadır. Kadınların bireysel olarak kurabilecekleri ilişkiler, gidebilecekleri yerler, hemen hemen tümüyle belirlenmiştir. Erkekler ise, kadınlara nazaran daha "özgür" hareket edebilmektedirler. Bu da, devrimci mücadelede kadınların aynı sınırlandırılmış ilişkiler ağı içersinde kalmalarına neden olabilmektedir. Bu öylesine bir sınırlandırılmışlıktır ki, illegal örgütsel faaliyet alanında kadınların aynı sınırlandırılmışlığı aşabilmelerini neredeyse olanaksızlaştırmaktadır.
Devrimci silahlı mücadelenin ülkemizdeki gelişimi, kadınların devrimci mücadelede etkin olmalarını getirmişse de, toplumsal ilişkiler alanındaki sınırlandırılmışlık, onların faaliyetlerini, erkek kadrolara göre ikincil hale getirebilmektedir. Bunun sonucu ise, kendi içersinde hiçbir ayrım ve ayrımcılık taşımayan bir Marksist-Leninist örgütlenmede, kadın kadroların belirli toplantılar ve ilişkiler dışında, sürekli olarak ikincil, yardımcı unsur olarak faaliyette bulunmalarını ve o şekilde görülmelerini getirmektedir.
Devrimci mücadelenin defalarca tanıtladığı gerçek, bu mücadelenin tüm zorluklarına kadınların, erkeklere göre çok daha uzun süre karşı durabildikleri ve bu zorluklara karşı direnebildikleridir. Erkeğe bağımlı ve erkeğin sözünden dışarı çıkmayan bir eş olabilmeye göre yetiştirilmiş kadınların, bu çarpık ve aşağılayıcı toplumsal işlevlerinin getirdiği kimi özellikleri, devrimci mücadelede olumlu bir işleve dönüştürebilmektedir. Sınıfsal konumlarının eşitliği koşullarında, bir kadın devrimcinin, erkeğe göre daha kararlı, disiplinli ve özverili olabilmesi en açık olgulardandır. (Bu, aynı zamanda, devrim mücadelesinde, kadının, kendisini aşağılayan toplumsal ilişkilere karşı kendini kanıtlamasının da bir ifadesidir.)
Devrimci mücadele içersinde kadınların gösterdiği kararlılık, disiplin ve özveri, görevlerin yerine getirilmesinde özel bir öneme sahiptir. Ancak mevcut düzenin toplumsal ilişkileri tarafından belirlenen sınırlandırılmışlıklar, kadın kadroların, yürüttükleri faaliyet ve üstlendikleri göreve uygun olarak gelişmelerini ve yetki sahibi olmalarını engellediği de bir gerçektir. Genel olarak erkek kadroların "yanında", ikincil, yardımcı, "kamufle edici" unsur olarak bulunan kadın kadrolar, bu faaliyet sınırlılığı içersinde gerekli deneyime de sahip olamamaktadırlar. Salt örgüt birimleri arasındaki haberleşmede etkin olabilen kadın kadrolar, örgütsel faaliyetin diğer alanlarına ilişkin olarak daha geniş bilgiye sahip olmalarına karşın, gerekli deneyime sahip olamamaları, kimi durumlarda çarpıklıklar yaratabilmektedir.
Devrimci mücadelede kadınların tüm kararlı, disiplinli ve özverili faaliyetlerine karşın karşılaşabildikleri diğer bir olumsuzluk da evlilik koşullarında ortaya çıkmaktadır. Erkeğin, gerçek bir Marksist-Leninist bilince sahip olmamasıyla belirlenen bu olumsuzluk, "erkek egemen bakış açısı"nın bir türevi olarak ortaya çıkmaktadır. Evlilik ilişkisi içersinde belirliyici olanan erkek olması, kadını yeniden eski türden bir bağımlılık ilişkisi içersine sokmaktadır. Erkeğin kadını bir "mülk" olarak görmesiyle belirlenen bu bağımlılık, kadının "kötü toplumsal ilişkilerde karşılaşacağı olumsuzluklar"dan "korunması" adı altında gizlenebildiği gibi, kendilerini "koruyamayacakları" şeklinde fiziki eşitsizliğin öne çıkartılmasıyla da gizlenebilmektedir.
Oysa ki, tüm toplumsal ilişkiler alanında olduğu gibi, devrimci mücadelede de, kadınların, en olumsuz koşullar altında bile, kendi kimliklerini, kendi kişiliklerini ve onurlarını koruyabildikleri ve koruma yeteneğine sahip oldukları açık bir gerçektir. Fiziki şiddete karşı, fiziki olarak karşı durabilmeleri her ne kadar olanaksız olsa da, bu şiddet karşısında -şiddet anında olmasa bile- devrimci mücadelenin güvencesi altındadır. Bu durum, devrimci mücadelede, doğrudan devrimci kurallar tarafından belirlenmiş ve tanımlanmış durumdadır.
Burada, devrimci mücadele içersinde bulunan kadınların karşılaşabileceği olumsuzlukların bir dizinini ortaya koymak durumunda değiliz. Ancak karşılaşılabilecek tüm olumsuzlukların, mevcut toplumsal düzen tarafından belirlenmiş olduğu ve bunu aşamamış bireylerin bu mücadelede yer almalarından kaynaklandığı açıktır. Ama aynı durum erkek kadrolar için de geçerlidir. Ancak kadın kadroların bu süreçten etkilenişleri ve gördükleri olumsuzluklar, hiçbir biçimde erkek kadroların durumlarıyla kıyaslanamaz. Her koşulda, devrimci örgüt, bu gerçekliği pratikte uygulanabilir bir çözüme kavuşturmak zorundadır. Bu zorunluluk, "korumaya muhtaç kadın" kavrayışından çok, devrimci mücadele içersinde kendini devrimcileştirememiş erkek kadroların varlığını esas almak durumundadır. Bu nedenle, her yerde ve her koşulda, kadın kadrolara karşı gösterilen tüm davranışlar sorgulanmalı ve değerlendirilmelidir. Bu konuda hiç kimse kendisini dışta bırakması söz konusu olamaz. Liberalizmin belki de en tehlikeli sonucu, bu konuda gösterilen kayıtsızlık olarak ortaya çıkaır. Her türden küçük-burjuva davranış biçiminin amansız bir düşmanı olan proleter devrimciler, kadın kadrolar konusunda, çok daha dikkatli ve yargılayıcı olmak zorundadırlar. Çünkü onlar, devrim mücadelesine etkin bir biçimde katılma kararı verdiklerinde, karşı durmak zorunda oldukları şeyler, herhangi bir erkek kadronun tasarlayamayacağı kadar çoktur. Onlar sadece mevcut düzenle bağlarını koparmakla, belli bir yaşam tarzını terk etmekle yetinmek durumunda değillerdir. Onlar için, mevcut düzene geri dönüş çok daha az olanaklıdır. [*]
Devrimci mücadele, sözcüğün gerçek anlamıyla, kadın ile erkek arasındaki eşitsizliğin ve ayrımcılığın mevcut olmadığı bir ilişki üzerinde sürdürülür. Yeni toplumsal ilişkilerin belli bir ölçekte gerçekliğine denk düşen Marksist-Leninist örgüt, kadınerkek ayrımının ortadan kaldırılmışlığı temelinde mücadelesini sürdürür. Bu mücadelede, kadroların cinsiyetleri değil, yerine getirdikleri görevler ve kadro olarak nitelikleri önemlidir. Ancak mevcut toplumsal ilişkilerin ideolojik ve pratik etkisi, hemen her zaman somutta kendini ortaya çıkarabilmektedir. Bu da, yapılması gerekenler ile yapılanlar arasında bir çelişki yaratmaktadır. Bunu ortadan kaldırmak, her devrimcinin üzerine düşen bir görevdir. Bu sınıf mücadelesidir. Bu mücadelede yer alanlar, her zaman mevcut düzene karşı tutumlarıyla belirlenirler. Öncü Savaşında savaşmak zorunda olduğumuz, karşı durmak durumunda bulunduğumuz engeller sayısızdır. Bu engellerin aşılabilinmesinin tek yolu, savaşı kararlı, disiplinli ve özverili olarak sürdürmekten geçer. Kadın yoldaşların, kendi varlık koşullarıyla sahip oldukları kararlılık, disiplin ve özveri, bu mücadelede başarının en önemli unsurlarından olduğu asla unutulmamalıdır. Bir savaşçı, bir örgütcü, bir yönetici ve bir kadro olarak, bir kadın yoldaşın önündeki cinsiyet ayrımcılığına dayalı engel kaldırılmadığı sürece, devrimci bir örgüt haline gelebilmek olanaksızdır. Bu nedenle, kadın yoldaşlara karşı tutumlar, çok daha özenle değerlendirilmeli, eleştirilmelidir. Bu konuda gösterilecek en küçük bir hoşgörü bile önemli olumsuzluklar yaratabileceği unutulmamalıdır. Tüm zorluklara rağmen, yönetici düzeyine gelebilmiş bir kadın kadro karşısında gösterilebilecek en küçük bir "erkek egemen bakış açısı" ürünü davranış, söz vb., sadece yöneticiye karşı yapılan bir "hata" olarak değerlendirilemez. Bu tür davranışlar, tesbit edilir edilmez, en kesin bir biçimde eleştirilmeli ve cezalandırılmalıdır. Aynı biçimde, yönetici konumundaki kadroların, kadın yoldaşlarına karşı tutumlarındaki "erkek egemen bakış açısı"nın ürünü her türlü davranış vb. şiddetli bir biçimde eleştirilmeli ve ortadan kaldırılması için kesin bir tutum sergilenmelidir.
Ancak tüm bunlar yapılırken, herhangi bir kadın kadronun, hiçbir zaafı ya da toplumsal ilişkiler alanından getirdiği eksiklikleri bulunmadığını düşünmek de yanlıştır. Bunlar, kadın-erkek ayrımı olmaksızın, devrim mücadelesinde her zaman var olan ve her zaman mücadele edilmesi gereken olgulardır. Genel olarak proletaryanın mücadelesinde ortaya çıkan küçük-burjuva zaaflar, herkes için geçerli olan bir sınıfsal tutumdur. Bunlara karşı yürütülen mücadele, proletarya ideolojisinin içersinde yer almaktadır. Bu konuda, kadın ya da erkek ayrımı yapılmaksızın kesin bir tutum takınmak, proletarya ideolojisinin kesin hegemonyası için şarttır. Bu yöndeki olumsuzlukları ya da zaafları öne çıkartarak, kadın kadrolar karşısında gösterilmesi gereken tutumları küçümsemek büyük bir hata olacaktır. Devrimcilerin görevi, kadın-erkek ayrımının en küçük bir izinin bile olmadığı koşullarda devrim mücadelesini yürütmektir. Bu da, artan oranda profesyonel devrimcinin ortaya çıkmasını sağlamakla olanaklıdır. Zaferin tek güvencesi budur.
Dipnot
(*) Yanlış anlamaya yer vermemek için hemen belirtelim, mevcut düzene geri dönüş kadınlar için olanaksızdır anlamına gelmemektedir. Devrimci mücadelenin tarihinin de gösterdiği gibi, devrim mücadelesinden kopuşlar, erkek ya da kadın kadrolar açısından hiçbir farklılık göstermemektedir. Burada sözünü ettiğimiz, mevcut düzen ilişkileri alanına bir erkeğin, bir kadına göre daha kolaylıkla geçebileceğidir.