KURTULUŞ CEPHESİ - Ocak-Şubat 1996
Yurtdışında
Yeni Birlik Arayışları
Son yıllarda yurtdışındaki devrimci faaliyetlerde yeniden baş gösteren arayışlar içersinde, en eski diyebileceğimiz tür, devrimci örgütler arasında ittifak arayışlarıdır. 1995'in ikinci yarısında, özellikle de seçimlere yaklaşılırken başlayan bu tür arayışlar, son olarak kendisini DHKP-C olarak örgütleyen DS'nin açıklamalarıyla ortaya çıkmıştır. Legal yayınlanan dergilerinin son sayfalarına yerleştirilmiş bir açıklamaya göre, yurtdışı, ülkedeki mücadelenin bir "cephe gerisi" olarak tanımlanmakta ve bu "cephe gerisi" belli bir "cephe" oluşturulabilineceğinden söz edilmektedir.
Şöyle demektedirler:
"Cephe savaşı, oligarşinin çürüyen düzenine karşı mümkün olduğu kadar geniş kesimleri bir araya getirmek, saflaştırmak, savaştırmak anlamına geliyor...
Belirtilen bakış açısı yurtdışında da anti-emperyalist, anti-faşist olarak gördüğümüz sol siyasi yapılarla eylem ve güç birliği platformu oluşturmak çabasına dönüşmüş durumdadır." [1*]
Yazıdan anlaşıldığı kadarıyla, yurtdışında geçen onbeş yıl içinde yapılan çeşitli ittifak, birlik, cephe girişimleri ve oluşumlarından belli "dersler" çıkartıldığı gözlenmektedir. Ancak bu dersler, sadece "ideal söylem ve programlara" takılmamak şeklinde ifade edilmektedir. Böylece geçmişin değerlendirilmesi, kendi içinde öznelliğe ve ortaya konulan hedeflerin "ideal"liğine bağlı olarak yapılmaktadır. Oysa ki, eski dönemlerdeki tüm ittifak arayışları, her zaman, şu ya da bu yapılanmanın kendi öznel ihtiyaçlarını kendi kaynaklarıyla sağlayamaması ya da sağlayamayacağı düşüncesi temelinde ortaya çıkmıştır. Genellikle PKK ekseninde gelişen bu tür ittifak arayışları, hiçbir kesintiye uğramaksızın günümüze kadar süre gelmiştir. 1993 yazında kurulduğu ilan edilen ve PKK'nin "Türk solu"ndan "altı" grupla oluşturduğu söylenen "devrimci demokratik güç birliği" son örneklerden birisidir. Ve bu "güç birliği"nin sonu birkaç ayda gelmiştir.
En geri, reformist bir amaca sahip olduğunu açıkca ortaya koyan bu "güç birliği"nin birkaç ayda dağılıp yok olması, aynı zamanda kurulan ittifakların ya da güç birliklerinin ancak geçici ve kısa vadeli belli bir amaç için yapılabilineceğini de göstermiştir. Bu konuya ilişkin olarak Kurtuluş Cephesi'nin Temmuz-Ağustos 1993 tarihli 14. sayısında ortaya konulduğu gibi, bu tür ittifak ya da cephelerin, devrim amacını ve devrimin yolunu birleştiren ve tekleştiren niteliğe sahip olmadığı sürece işlerliğe sahip olamayacağı açıktır.
Bugün DS'nin DHKP-C olarak kısmi bir biçimde ortaya koyduğu anlayış, şüphesiz "ideal" ölçülere dayanmayacağı için (ki bu kendilerinin ifadesidir), bir bakıma "güç ve eylem birliği" olarak anlaşılabilir. Bu konudaki görüşlerimizi de 1993 yılında şöyle ifade etmiştik:
"'Güç ve eylem birlikleri' ile yukarda ortaya koyduğumuz Cephe ittifakı birbirinden ayrıdır. 'Güç ve eylem birliği', belirlenmiş bir konuda ve belirlenmiş bir faaliyet için güçlerin bir araya gelmeleridir. Burada konu ve faaliyetin kesin belirlenmişliği yanında, faaliyet süresince güçlerin birleşik, zamandaş ve eşgüdümlü hareket etmeleri esastır. Böyle bir ilişki ise, kaçınılmaz olarak, faaliyet süresi ile sınırlı olsa da, sürekli bir yönetim mekanizmasının kurulmasını öngerektirir. Mekanizmanın işleyiş kurallarının belirlenmesine paralel olarak faaliyet sürdürülebilecektir. Ancak PKK'yla birlikte oluşturulan son 'güç birliği'nin ilan ettiği hedefler, böyle bir birliğin değil, (reformist niteliğini bir yana bırakırsak) Cephe'nin hedefleri olacak kadar geniştir. Dolayısıyla hatalı bir biçim üzerine oturtulmuştur.
'Güç ve eylem birlikleri' için verilebilecek en somut örnek cezaevlerinde ortaya çıkmıştır. Cezaevlerindeki baskılara karşı ortak mücadele etme gereği, tüm diğer alanlardan çok daha açıktır. Değişik dönemlerde ve değişik cezaevlerinde farklı kesimlerle değişik oluşumlara gidilmiştir. Kimi durumlar, gelişmelerin sürekli izlenmesini gerektirdiğinden oluşturulan siyaset temsilcileri komiteleri yarı-sürekli yönetim işlevine sahiptir. Ancak bunun yanında değişik amaçlarla daha sınırlı birlikler kurulabilinmektedir de. Bu yönüyle oldukça esnek bir ilişki zinciri oluşturmaktadır. Cezaevlerinde ortak hedeflerde ve eylem biçimlerinde anlaşma sağlandığı koşullarda birlikler kurulabilmektedir. (Zaman zaman bu durum bazı kesimler tarafından istismar edilebilmekteyse de, uzun yıllardır etkili bir biçimde sürmektedir.)
İşte dünya ve ülkemiz koşullarında ortaya çıkan bu deneyimler doğru biçimde kavrandığı sürece devrim yolunda her türden ittifak, birlik ve cephe kurmak olanaklı olacaktır. Bunun yolu ise, bugünden yarına karşılıklı ilişkilerin (isterse enformasyon düzeyinde olsun) kurulmasından geçer. Bir başka deyişle, devrimci ve yurtsever örgütlerin, kendi bağımsız politik eylemlerinin kitlesel yanlarına ilişkin faaliyetlerinde karşılıklı bir ilişki kurulması ileriye yönelik bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Ama bu faaliyetlerde 'rekabetçi' tutumlardan kaçınılmalıdır.
Bütün bunların üstünde, en temel sorunun Marksist-Leninist örgütlerin karşılıklı ilişkileri ve bu ilişkilerin doğru bir zeminde sürdürülmesidir. Bu konuda THKP/HDÖ'nün yayınladığı KURTULUŞ'un 4. sayısında ortaya konulan perspektifler, günümüz koşullarında da geçerliliğini korumaktadır."
Ancak burada ortaya koyduklarımız, pratikte ortaya çıkan sorunları kapsamadığı gibi, bu sorunlara sadece genel düzeyde dikkat çekmekle yetinmiştir. Örneğin, böyle bir birliğin, birleşik, zamandaş ve eşgüdümlü hareketi ve bu hareket için belli bir yönetim mekanizmasının kurulması sorunu, pratikte neredeyse çözümsüz bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü, her siyasal örgütlenmenin, gerek yönetimi, gerekse kadroları, kendi anlayışına uygun çalışma ve örgütlenme tarzına sahiptir. Böyle olunca, farklı çalışma ve örgütlenme anlayışına sahip unsurların birleşik faaliyeti ve yönetimi "ideal" düzeyde kalmakta, pratikte birbiriyle ilişkisiz çalışmalar olarak ortaya çıkmaktadır.
İkinci olarak, Kurtuluş Cephesi'ndeki açıklamada ifade edilen cezaevleri örneği, kendi içinde taşıdığı bir dizi olumsuzlukla birlikte sürdürülmektedir. "Zaman zaman bu durum bazı kesimler tarafından istismar edilebilmektedir" ifadesiyle, bu olumsuzluklara dikkat çekilmiştir. Pratik bir uygulama olarak söylersek, cezaevi koşulları içersinde, tek tek bireyler ve örgütlenmeler, birbirlerine gözle görülmez bağlarla bağlıdırlar. Cezaevinde meydana gelen en küçük bir olay, herkesi içine alan sonuçlar ortaya çıkarır. Böyle bir ortamda, bir kesimin kendi "özgün" siyasal planına göre yürüttüğü eylemlilikler ile bir başka kesimin eylemliliği (örneğin son Bursa cezaevinde yaşandığı gibi tünel eylemi) birbiriyle çatışabilmektedir. Böyle bir çatışma ortamında, bir devrimcinin kendisini diğer gelişmelerden soyutlaması ya da ilgisiz kalması, belki mantıki olarak açıklanabilir bir durum olsa bile, somutta olanaksız olabilmektedir. Yanınızda ya da yakınınızda saldırıya uğrayan insanların varlığı bir olguyken, başınızı çevirip kendi işinize bakamazsınız. "Nasıl olsa biz cezaevi koşulları içersinde yapılabilecek en devrimci eylemi, yani özgürlük yürüyüşünü gerçekleştiriyoruz" diyerek, gelişmelere sessiz kalmak, çok özel durumlar dışında, devrimciliğin kendisi ile çelişir. Siz bir çok devrimcinin özgürlüğünü kazanmasına yönelik bir eylemlilik içersindeyken, bir başka örgütlenmenin unsurlarının bunun dışında bir eylemlilik içinde olması, kimi durumda o örgütlenmenin bulunulan cezaevinde firar etmesini gerektiren unsurlarının ya da kadrolarının olmaması ile de çakışabilmektedir. Böyle bir durumda, özgürlük eylemi ile diğerlerinin cezaevi eylemliliklerinin birbirini dışlaması kaçınılmaz olacaktır.
Aynı şekilde, herhangi bir örgütlenmenin içerdeki kendi unsurlarına belli bir plan doğrultusunda kamuoyu oluşturmak ya da bir başka nedenle eylemlilik içine soktuğu bir dönemde, diğer örgütlerin aynı program ve plana yakın ya da uzaklığı, parçalı ve bölünmüş eylemliliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu konuda 1995 Eylül'ünde PKK'nin sürdürdüğü açlık grevleri ve bunun ardından başlayan diğer açlık grevleri örnek olarak verilebilir. İlk durumda PKK, kendi unsurlarıyla ve kendi hedefleriyle açlık grevine girmiş ve belli bir süre sonra bitirmiştir. Amacı, gerek içerdeki unsurların açlık grevi ile, gerekse bunları dışarda desteklemek amacıyla yapılan açlık grevi, yürüyüş vb. ile kamuoyu oluşturmak ve kitlesindeki ataleti, durgunluğu ortadan kaldırmak olarak belirginleşmiştir. Fakat PKK'nin açlık grevlerinin sona ermesinden sonra, başta Ümraniye olmak üzere, pekçok cezaevlerindeki koşulların ağırlaşmışlığı yeni bir açlık grevi dalgası ortaya çıkarmıştır. Bu ikinci açlık grevleri, kendi içersinde bir dizi karışıklığı içermekle birlikte, belli bir sona ulaşmış, kısmi çözümler elde edilmiştir. Ancak bu kez, DS'nin kendi "özgün" hedefleri doğrultusundaki eylemliliği başlamıştır. Daha doğru deyişle, açlık grevlerinin yarattığı koşulların sürekliliği sağlanarak kendi unsurlarının "düzenle tüm bağlarını koparmalarını" sağlamak amacıyla sürekli bir eylemlilik içine girmiştir. İster istemez, böyle bir eylemlilik, tüm cezaevi ilişkilerini etkilemektedir. Bunun en açık sonucu, uzun dönemli bir faaliyetin planlanamaması ve yürütülememesidir. İşte Bursa cezaevinde bunun sonucu yaşanmış ve Aralık ortasında tünel açığa çıkmıştır.
İşte bu ve benzeri bir dizi pratik sorun nedeniyle, görünüşte çok iyi ve akılcı gözüken pekçok güç ve eylem birlikleri, sonal olarak işe yaramaz ve işlemez hale gelmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, isterse sadece yurtdışı olarak tanımlansın, her güç ve eylem birliği, kendi pratik sorunlarını önceden belli bir kurala ve yönteme bağlı olarak çözmeyi ortaya koyamadığı sürece kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur.
Burada sözünü ettiğimiz, örneğin yurt-dışında, ülkedeki belli bir olay ya da gelişme karşısında bir yürüyüş düzenlemesi ya da imza kampanyası açılması türünden kendi içinde sadece iletişim kurmayı gerektiren eylemlilikler değildir. Bu tür eylemlilikler, sadece örgütler arasında kurulacak bir iletişim ile kolayca sağlanabilir. Yoksa "cephe gerisi" olarak tanımlanan yurtdışında "cephe" kurmak, ancak ortak savaş anlayışına ve alanına sahip örgütler arasında olanaklıdır. Bu da, açık ve herkesi kapsayan çağrılarla yapılmayacak kadar dar ve sınırlı bir ilişki demektir.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen çözüm elbette vardır. Devrim anlayışları birbirine zıt ya da karşıt örgütlenmelerin bile, belli bir program dahilinde kısa ve orta vadeli bir ilişki ve cephe oluşturmaları olanaklıdır. Ama bunlar, oluşturulması için pekçok ön koşul ve emek isteyen faaliyetler durumundadır.
Eğer söz konusu olan yurtdışı ise, bu alanda yapılabilecek ortak belli eylemlilikler yanında, sürekli ve kalıcı ortak tavırlar geliştirilmesi, hepsinden önemli sonuçlar doğuracağını düşünmek gerekir.
Evet, söz konusu olan yurtdışı ise, bu alanda, devrimci örgütlerin, ama kendisine gerçekten devrimci diyen örgütlerin, kısa vadede değil, uzun vadede sonuçlar doğuran belli bir ortak tavır içinde olmaları olanaklıdır ve hatta gereklidir. Bu ortak tavır, öncelikle yurtdışının kendi içersinde taşıdığı bir dizi olumsuz olgunun ortadan kaldırılmasına yönelik bir tavır olarak ortaya çıkar. Kendini belli bir örgütlenmeye dayayarak ya da onun adını kullanarak, kendisi için "mutlu ve huzurlu" bir yaşam sağlamaya çalışanlardan tutun da, mülkiyet hırsına kapılmış "solcu"lara, çıkarı neredeyse oraya giden, gerektiğinde şu ya da bu örgütle ilişkiye geçebilen, gerektiğinde alevicilik oynayabilen vb. bir dizi olumsuz tiplerin kol gezdiği bir alanda, her devrimci örgütün bunlar karşısında uzlaşmaz ve kararlı bir tutum takınması, pek çok güç ve eylem birliği kurmaktan daha önemli sonuçlar yaratacaktır. Bağış kampanyalarında yaşanan bir dizi olumsuzluk, parasal ilişkilerde ortaya çıkan bir dizi şaibe, hemen her durumda devrimci örgütlerin ortak bir kararlılık içinde olmamalarının yarattığı boşluğun ürünü olduğu bilinmek zorundadır. Tüm bunlar yanında (ve bunların maddi temeli olarak), yurtdışındaki geri toplumsal ilişkiler alanının sol tarafından sürekli "kullanılması" ve kaçınılmaz olarak bu geri toplumsal ilişkiler karşısında "sessiz" kalınması pekçok devrimci değerin yozlaşmasına ve değersizleşmesine neden olmaktadır. Bir "iltica" olgusunun bile devrimci örgütler için ne denli yozlaştırıcı bir ortam yarattığını bilmezlikten gelmek olanaksızdır. Örgüt adlarının bu alanda nasıl kullanıldığının öykülerini anlatmak bile günler sürer.
Bu konuda yurtdışından son günlere ilişkin bir örnek olarak, kimin tarafından başlatıldığı bilinmeyen, ancak pekçok çevrede elden ele dolaştırılan bir imza kampanyası verilebilir. Eroin kaçakcısı olduğu konusunda, hiç kimsenin, hiçbir şüphesi olmadığı H. Baybaşin'in serbest bırakılması için yürütülen bu imza kampanyası, olayları izlemeyen geniş kitleler için "Kürt iş adamı" olarak lanse edilirken, Baybaşin'in kimliğini bilen kesimler için bir dizi olumsuzluklar yaratacağını söylemek için kahin olmak gerekmemektedir. Ancak bu imza kampanyasının doğrudan bir üstleneni, yürüteni ortalıkta olmamakla birlikte, genellikle ilerici, yurtsever ve devrimci kesimler arasında sürdürülmeye çalışılması söz konusudur. Bu tür girişimlerin önünün alınması ya da gerçek niteliğinin teşhir edilerek, kitlelerin uyarılması, yurtdışındaki tüm devrimci örgütlerin görevi olduğu da kesin bir gerçektir.
Bu bağlamda, ortak değerlere bağlı, onlara sahip çıkan ve bunların yozlaştırılmasına, bozulmasına, değersizleştirilmesine ve kişisel amaçlar için kullanılmasına karşı çıkan, bu karşı çıkışını sürekli kılan bir devrimci ilişkiler ortamının yaratılması, yurtdışında yapılabilecek en acil ve uzun dönemli faaliyet olarak ortaya çıkmaktadır.
Bunların ayrıntılaştırılması, gerçek ve maddi temellerinin belirlenmesi ve ortak davranış biçimlerinin tanımlanması, devrimci örgütler arasındaki belli ilişkilerin kurulması ile sağlanabilecektir. Yeterki, bunlara karşı, sadece kısa dönemde değil, uzun dönemde de sürekli ve kararlı bir mücadele yürütülmek istensin. Aksi halde, her örgütlenmenin ya da örgütle ilişkisi olan bireyin, kendi çerçevesindeki "gerekleri" ve "gereksinmeleri", her zaman yurtdışı ilişkilerini belirleyecektir ve bunun sonucu olarak da devrimci örgütlerin prestij kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır. DHKP-C adına yapılan son bağış kampanyasına ilişkin açıklamalarda da görüleceği gibi, hemen her sol örgütün kaşılaştığı sorunlar bir ve aynıdır.
Bizce, bu ilişkiler alanında atılacak adımlar, kalıcı sonuçlar verdiği ve yurtdışında belirgin bir devrimci ilişkiler ağını kitlenin günlük yaşamı içinde var edebildiği sürece, üzerinde konuşulabilecek ve konuşulmaya değer ittifak ve cephe ilişkileri için zemin ortaya çıkacaktır. Önemli olan bunları kavramak ve yapmak için "günlük" ya da "özgün" çıkarlardan çok, kalıcı devrimci değerlere ağırlık vermektir.
Dipnot
(1*) Legal Kurtuluş, Sayı: 25, 30 Aralık 1995