KURTULUŞ CEPHESİ - Kasım-Aralık 1994
DS'nin
"Dönüşümü"
Bundan iki yıl önce, Kurtuluş Cephesi'nin Ocak 1993 tarihli 11. sayısında "Öncü Savaşında Yol Ayrımı" başlıklı bir yazı yayınlamıştık. Yazı, DS'nin THKP-C çizgisinden ne denli ayrıldığını ve bu ayrılığın nasıl kendilerini THKP-C'den kopuş noktasına getirdiğini ele alıyordu. Bu durumu şöyle ifade etmiştik:
"Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi Türkiye devrim tarihinde ortaya çıktığı günden bu yana ülkemiz devriminin yolunun Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nden geçtiğini söylemektedir ve bu stratejik çizgi temelinde savaşını sürdürmektedir.
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi'nin solda egemen unsur olan 50 yıllık revizyonizm ve pasifizme rağmen 1971-72 döneminde yürüttüğü Öncü Savaşı kitlelerde büyük bir sempati yaratmıştır. İşte bu sempati, aynı zamanda, değişik kesimlerin Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin adına sahip çıkmalarını ve bu adla yaratılan sempatiyi kendi amaçları için kullanmaya çalışmalarının maddi temelini oluşturmuştur.
12 Eylül öncesinde Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi adını kullanan ya da bu adla hareket eden değişik çevreler ve örgütler arasında olduğu kadar, diğer sol çevrelerde de en çok tartışılan konu Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin stratejik çizgisi olmuştur.
O dönemde kendisini 'Devrimci' Yol olarak tanımlayan ve asıl olarak öğrenci çevrelerinde etkin duruma gelmiş bulunan oportünistler, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin stratejik çizgisi olan Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni savunuyor görünerek, adım adım kendi oportünist görüşlerini yaymaya çalışıyorlardı. Kesintisiz Devrim II-III bu çevrelerde lafta savunulurken, pratikte gün be gün uzaklaşılıyordu. 1978'lere gelindiğinde DY çevreleri Öncü Savaşının 1971 yılında yürütülmesi zorunlu olan 'taktik bir evre' olarak tanımlamaya başlamışlardı. Böylece DY kendilerine yönelik olarak söylenen 'madem Kesintisizleri savunuyorsunuz, neden gereğini yapmıyorsunuz' türünden eleştirilerden kurtulacaklarını umuyorlardı. Onlara göre 'Kazanılmış mevzilerin savaşsız terk edilmemesi ve bunun gibi başlıca politik sebeplerle 12 Mart'ın kanlı saldırganlığına karşı savaşmak zorunda kalındı'ğı için Öncü Savaşı gündeme gelmiştir.[1*] 12 Eylül öncesinde böyle bir durum olmadığına göre, DY hiç de Öncü Savaşı diye bir konuyla uğraşamazdı. Ve ekliyorlardı. Şayet öyle bir dönem gelirse -ki bu askeri darbe olarak tanımlanıyordu- herkes DY'nin hiç de iddia edildiği gibi pasifist ve oportünist olmadığını görecekti!
Aylar ve yıllar DY'nin yeni eklektik teorilerini parça parça ortaya koymalarıyla geçti. Ortaya koyabildikleri tek 'yeni' ise Halk Savaşını bir yana bırakarak ülkede 'devrimci bir iç savaş sürecinin mayalanmakta' olduğu şeklindeki belirlemeleriydi. Ve günler 'o günü', yani 12 Eylül'ü gösterdi. Eklektik bir teoriyi bile tam olarak oluşturamayan DY 12 Eylül açık faşizmi karşısında herkesin bildiği sona ulaştı. (Bugün hâlâ kendilerine uygun bir teori bulamamanın sıkıntısı içinde kendi 'çıplaklıklarını' sergilemeye çalışmaktadırlar).
Silahlı mücadelenin (silahlı propaganda değil) kitleler üzerinde etki yarattığı dönemlerde pek çok revizyonist ve oportunist örgütlerin 'gerilla yapan' şubeler açması ülkemizin orjinalitesi olmamakla birlikte, 1989'dan sonra görülen yanlarıyla tam bir keşmekeş ve kavram kargaşası yaratmıştır. Adında revizyonizmin alamet-i farikası T'K'P' ye özel yer verme çabası içinde olan kimi revizyonistlerin adı sıkça bilinen yerlerde 'gerilla yetiştirerek' nasıl bir sonuca koştuğunu bu ülke solu yaşamıştır.[2*]
Yine bu ülke, yılların 'Mao Zedung düşüncesi'ni savunan ve bilahare Enver Hoca saflarına geçen, ama her fırsatta Che Guevara'ya ve Latin-Amerika'daki gerilla örgütlerine 'maceracı' demekten geri kalmayanların, Latin-Amerika gerilla örgütleri gibi 'M-'li gerillalar oluşturduğunu görmüştür.[3*]
Bugün Devrimci Sol yeni bir örnek vermektedir. THKP-C adına yola çıktığını yıllar boyu ilan eden ve 'emperyalizmin bir yeni-sömürgesi olan Türkiye'de de devrim, tüm III. bunalım dönemi yeni-sömürgelerinde olduğu gibi Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi temelinde gerçekleşecektir' diyen Devrimci Sol, 1977'den beri sürdürdükleri 'partileşme sürecini' tamamlamak üzere olduklarını ilan etmelerinden kısa bir süre sonra artık "Ülkemiz koşullarında 'Birleşik Devrimci Savaş Stratejisi'ni öngören DEVRİMCİ SOL..." haline geldiğini ilan etmektedir.[4*] (Büyük harfler ve altı çizili yerler kendilerine aittir)
Devrimci Sol'un 'yeni devrim stratejisi'nin ayrıntılarını bugün için bilmiyoruz. Ama Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nden kesin bir kopuş durumunda oldukları kesindir. Bu aynı zamanda DS'nin Öncü Savaşı ve Halk Savaşı kavrayışının tümüyle 'kendine özgü' biçimlendirilmesiyle birleşerek Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi çizgisinden temelli bir kopuş durumundadır. Bu nedenle DS'nin ideolojik, politik ve askeri yönelimleriyle -ki asıl olarak kendiliğinden bir sürecin gelişmesiyle ortaya çıkmış olan bir yönelimdir- Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nde somutlaşan ideolojik, politik ve askeri çizgi arasındaki sınır çizgileri net hale getirilmek zorundadır. DS'nin özellikle son iki yıldır izlediği askeri eylem yönelimi, kendi içinde belli bir sistematiği olmayan, belirlenmiş bir stratejik çizginin izlerini taşımayan kendiliğinden biçimlenişiyle Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni önemli ölçüde aşındırdıkları görülüyordu. Yıllar boyu 'Parti yaparsa silahlı propaganda olur, yapmazsa olmaz' türünden değerlendirmelerle silahlı eylem ile silahlı propaganda arasındaki farkın DY tarafından silikleştirilmesinin izleyicisi olarak DS, DY'nin 'partileşme süreci' kavrayışının izleyicisi olarak da, kendine özgü diye tanımladığı pekçok şeyin kökeninde yatan tahrif edilmiş Öncü Savaşı anlayışının sürdürücüsü olmuştur. Bugün ilan ettikleri 'Birleşik Devrimci Savaş Stratejisi', aynı zamanda DY'nin başaramadığını başarmak anlamına gelebilecektir: Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin ideolojik, politik çizgisini ifade eden Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nden kurtulmak. Ortada Mahir yoldaş tarafından yazılmış Kesintisiz Devrim II-III bulunurken, I Nolu Parti Bildirisi ile Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ne bakış açılarını ifade etmeye çalışması da diğer bir handikapları olmuştur. Bütün bunlar, DY'li olarak faaliyet gösterdikleri yıllarda DY'nin oportünist yöneticilerinin Öncü Savaşını reddedebilmek için kullandıkları her türlü tahrifatı doğruymuş zannetmelerinin ürünüdür. DY ile aralarındaki temel farklılığının sadece 'aktivizm' düzeyinde tanımlanacak boyutta olmasının nedeni de budur. Özellikle DS'nin son iki-üç yıldır sürdürdüğü ve SDB'lerin eylemleri olarak tanımladığı süreçte en yapılmadık eylemleri gerçekleştirmiş olmalarına karşın silahlı propaganda bağlamında bir etki yaratamamışlar ve dolayısıyla etkiyi örgütleyememişlerdir.
Yaptıkları ise, sadece legal alanlarda yürütülen ekonomik-demokratik faaliyet içersinden ileri unsurları illegal hücrelere dönüştürerek belli bir eylem kapasitesini korumak olmuştur.
Ama ekonomik-demokratik mücadele alanından gelen unsurların bu alanın özelliklerine göre biçimlenmiş olması, kaçınılmaz olarak gizli çalışmada belli sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ama bu sorunlar hiçbir biçimde Öncü Savaşı ile ilişkili değildir.
Yıllar önce genellikle askeri eylemleri belli bir ekonomik-demokratik mücadeleyi 'aşacak bir programa sahip' olduklarını söyledikleri bir çizgide sürdürürken genel olarak kullandıkları 'kampanya'lar düzenleyebilen DS, son yıllarda, bunu 12 Eylül hesaplaşması adı altında gerçekleştirdiği silahlı eylemlerle tam bir bireysel suikastler dizisine dönüştürmek durumunda kalmıştır. İlk dönemde ister kadrolarının deneyimli olmalarından kaynaklansın, ister oligarşinin hazırlıksız yakalanmasından kaynaklansın başarılı eylemlerin giderek kanıksanması ya da eskisi gibi etkin konumlara yönelememesi karşısında içine girdikleri süreç, ilk ürününü SDB adını verdikleri eylem hücrelerinin 'yetersizliği'nde vermiştir.[5*]
Buna buldukları çözüm ise, 'milis' adını verdikleri ve içeriğini gerçek anlamda doldurmadıkları bir biçimlenme olmuştur. Gizlilik koşullarında ve sadece gizli örgütsel yapının olanakları içersinde hareket eden silahlı eylem kadrolarının zaman içersinde oligarşinin yoğun izleme ve yok etme operasyonlarına maruz kalması -ki Öncü Savaşının en temel unsurudur- karşısında daha gevşek ve gizli örgütsel yapıyla pek az teması olan bir biçimlenmeye gidilmesi, sadece DS'nin kendisi tarafından tanımlanabilinecek bir yönelimdir. Her koşul altında DS'nin yaptığı kendiliğinden gelişen bir sürecin 'aktif' unsuru olmak olmuştur. Bu onların eylem çizgilerini belirlediği gibi, tüm hareketlerini de belirlemiştir. Son dönemde gene DY'den gelme 'iç savaş' değerlendirmeleri bunun bir ürünüdür.[6*]"
Ancak 1992 Eylül ayında DS içinde meydana gelen olaylar, yaptığımız değerlendirmenin somut görünümlerinin ortaya çıkmasını geçiktirmiştir. Ve hatta yazının yayınlanmasından sonra, DS içinde ortaya çıkan ayrışmanın tarafları, yazıda eleştirilen görüşlerin kendilerine ait olmadığını, "karşı tarafın" görüşleri olduğunu söyleyerek, THKP-C çizgisinden kopuşu bir diğerine mal etmeye çalışmışlardır. Bugün kendilerini "parti" olarak ilan edenler, söz konusu yazıda eleştirilen tüm görüşlerin "Bedricilere ait" olduğunu söylerken, kendilerinin böyle bir kopuşla ilgili olmadıklarını sürekli yinelemişlerdir. Ve ne yazık ki, tek "yanıt" Y. Küçük'ten gelmiştir.[7*]
Oysa yazının kaleme alındığı günlerde DS içinde ayrışmadan çok, "partileşme sürecinin tamamlanması" konuşmaları yapılıyordu. Bu konuşmalar yayınlarına yansıyor ve çıkardıkları değişik yayınlarda "parti" hazırlıkları içinde olduklarını ima eden ifadeler yer alıyordu. Bunun en açık ifadesi ise, "DS Merkez Komitesi ile Röportaj"da yer alıyordu. Bu "röportaj"da "Partileşmenin arifesindeyiz" deyişiyle "yakında" tamamlanacak olan "partileşme süreci"nden söz edilmekteydi. Ama 1992 Eylül sonrasında ortaya atılan iddialar ve beyanlar bu "partileşme"nin hiç de yıllar önce ifade edildiği gibi birşey olmadığını, üstelik DS'nin mevcut yapısının bile bir örgütlülükle ilintili olmadığını sergiliyordu. Yine de "parti" kurulabilirdi ve kuruldu.[8*]
İşte bu noktada DS'nin "partileşme sürecini" tamamlayarak 1994 Mart'ında kuruluş kongresini yaptığını belirttikleri ve 1994 Ekim'inde kurulduğunu "ilan" ettikleri "parti" ve "cephe", ülkemizde nasıl bir ideolojik keşmekeş olduğunu da açık biçimde sergilemektedir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, 1978 ortalarında DY'den ayrıldığı tarihten itibaren DS' nin izlemiş olduğu çizgi, hemen her zaman DY'nin oportünizmi ile sakatlanmış olarak var olmuştur. O dönemdeki kendi açıklamalarında DY ile ayrılıklarının "DY yöneticilerinin pasifizmi ve THKP-C çizgisini tasfiye etmeye çalışmaları" olduğunu söylemelerine rağmen, DY'nin hemen hemen tüm temel belirlemelerini olduğu gibi korumuşlardır. Böylece salt eylemliliğe dayanan bir "aktivizm" ile DY ile arasındaki farkı belirginleştirmeye çalışan DS, ideolojik-politik ve stratejik olarak DY'nin devamı olagelmiştir. Bunun en tipik ifadesi ise "partileşme süreci" sloganı ve kavrayışıdır. DY oportünist yöneticilerinin "THKP-C'yi aşan bir parti" kurma paravanası altında başlattıkları "partileşme süreci" nin DS tarafından harfi harfine benimsenmesi, kendilerinin ifadesi ile 16 yıllarını almıştır. Bu sürecin başlarında, yanı 1978-80 arasındaki dönemde DS'nin sürdürdüğü "partileşme süreci"nin gerekçesi ise, hep THKP-C/HDÖ ile ilintilendirilmiştir. DY'nin 1975-80 arasında THKP-C/HDÖ'ye yönelik demagojik söyleminin bir ifadesi olan aşağıdaki sözler, DS tarafından çok kolaylıkla ifade edilebilinmiştir:
"SDB elemanları MLSPB, Acil vs. nin yaptığı gibi, pratikten ve hayattan kopmuş, lüks apartman katlarına kapanmış örgütlenmesi olamaz. SDB elemanları kitleler içinde erimesini bilen, onların nabzını her an hisseden, gizliliği mutlak profesyonel örgütlenmelerdir." [9*]
DS'nin 1989'larda söylediği bu sözler, daha 1977-78 döneminde DY tarafından söylenmişti.
Kendi anlayışları içinde, "kitlelerin içinde eriyen", "lüks apartman katlarına" kapanmamış kadrolar yaratarak "parti" oluşturulacaktı. Oysa bu belirlemelerin temelleri DY'de bulunuyordu ve DY, DS'den çok daha açık biçimde kendi kavrayışlarını ortaya koyuyordu: "Partiyi oluşturacak kadrolar ekonomik-demokratik mücadele içinde pişeceklerdir."
DY'nin 1971'in yarattığı etkiyi kendi oportünist amaçları için kullanmalarının bir ifadesi olan bu söylemlerin gerçek yüzü, aynı dönemde THKP-C/HDÖ'nün yürüttüğü yoğun ideolojik mücadele ise pekçok kesim tarafından görülmüştü ve bunu görenlerden birisi de DS'yi oluşturan İstanbullu DY'lilerdi. Yıllar sonra kendi "partileşmelerini" tamamlayarak "parti"yi kurduklarını ilan ettikleri bir günde kendi dergilerinde DS bu süreci şöyle ifade edebilmektedir:
"DY'nin bu durumu kuşkusuz THKP-C ideolojisinin sözde olmasa da, pratik olarak tasfiye edilmesinden kaynaklandı. DY'nin örgütlenme anlayışı, öncülerin iradi olarak devrimci bir iç savaşı derinleştirmek amacıyla savaşçı bir örgütlenme yaratma anlayışı ile taban tabana tersti. Silahlı mücadeleyi temel alan mücadele anlayışı inkar edildiği için, buna uygun kadrolaşma ve örgütlenme de yapılmadı. Birleşik Devrimci Savaş, politik ve askeri liderliğin birliği, işçi sınıfının ideolojik önderliği vb. konular teorik olarak dahi kadroların gündeminden uzak tutularak, savaşçı örgüt inşa etmekten ısrarla kaçınıldı. Çünkü DY önderliği 'önce halkı örgütleyelim' diyerek kendiliğindenci direniş komiteleri üzerinde bürokratik bir kast oluşturmayı savaşmaktan daha risksiz buluyordu. 'Bugün halkı örgütleyelim, yarın savaşırız' denilerek büyük işler yapıyor havasına giren DY önderleri, savaşma görevinden kaçmaya, halkı ve kitleleri oyalayıp militan ruhu öldürmeye çalışıyordu. Demokratik merkeziyetçilik, her koşulda mücadele eden ve tüm örgütsel yapının temeli olan illegal örgütlenme, disiplin ve kurallar DY'nin örgütlenmelerine ve kendiliğindenci mücadele anlayışına uymuyordu. THKP-C'den fersah fersah uzaklaşan DY, uzun süreli bir halk savaşı yürütecek örgütlenmelerin çekirdeklerini yaratmaktan kaçmıştı."[10*]
Görüldüğü gibi, yıllar sonra DS bir yazısında da olsa DY'yi gerçeğe yakın bir biçimde değerlendirebilmektedir. Ama aynı süreçte ve bugün kendilerinin geldikleri noktayı hiç de açıklamamaktadır.
DS'nin 7. 10. 1994 tarihli "DHKP Haber Bülteni"nin ilk sayısında ve 30. 09. 1994 tarihli "DHKC Haber Bülteni"nin ilk sayısında "parti" ve "cephe"nin çyaratıldığı"nı ilan ederken yazılanların, hiç de tamamlanan bir "partileşme süreci"nin sonucunda oluşturulan "parti" ile ilgisi yokmuşcasına kaleme alınması pek şaşırtıcı olmamaktadır.
Sözünü ettiğimiz çhaber bülten"lerinin ilk sayısında "DS, DHKP-C'dir. DHKP-C, DS' dir." sözleriyle tanımlanan "dönüşüm" açıklamasında "parti"nin tanımı şöyle yapılabilinmiştir:
"Devrimci Halk Kurtuluş Partisi tüm uluslardan işçilerin, emekçilerin, yoksul köylülerin, aydınların partisidir." [11*] (abç)
Ve "parti"ye ilişkin olarak ifade edilen herşeyde bu kadardır. DS'nin "dönüştüğü" "parti" için fazla birşey söyleyebilmek de olanaksız olmaktadır. Çünkü yaptıkları açıklama -şimdilik- bu kadardır ve bu da partinin niteliğini, amaçlarını, programını ve stratejisini belirlemeye olanak tanımamaktadır. Ancak DS'nin "dönüştüğü" "DHKP"nin Marksist-Leninist bir parti olmadığını söylemek, yine de olanaklıdır. çaydınları" kapsayan bir partinin, proletaryanın bağımsız siyasal örgütü olan bir parti ile ilgisi olamayacağı açıktır. THKP-C'yi "aşan" bir parti oluşturmak için 16 yıl "partileşme süreci" yaşayan bir "hareket"in, sonal olarak bir "dönüşüm" olarak da olsa bir parti kurduğunu ilan ettiğinde, herkes, bu partinin niteliğini, hangi sınıfa ait oldu ğunu, programını ve devrim anlayışını ortaya koymasını bekleyecektir. Ve ancak o zaman doğru bir değerlendirme yapmak olanaklı olacaktır. Aksi halde, değişen birşey olmayacaktır.
DS'nin kendi açıklamalarında yukarda sözünü ettiğimiz konularda belli bir açıklama bulunmadığı için, burada "dönüşüm"ün niteliği üzerine değerlendirme yapmak mümkün değilse de, bazı noktaları vurgulamak da gerekli olmaktadır.
İster DY'den alınsın, ister DS'den alınsın, yıllar boyu sözü edilen "partileşme" kavramının içeriğinin Marksist-Leninist bir parti olduğu, yani Marksist-Leninist bir partiden söz edildiği tartışılmaz bir gerçektir. Böyle olunca, ilan edilen partinin, adı ne olursa olsun, Marksist-Leninist bir parti olması (ya da bu çizgide) elbette beklenilen birşeydir. Marksist-Leninist bir partinin de, proletaryanın bağımsız siyasal örgütlenmesi olduğu ve olmak durumunda olacağı da, yine tartışılmaz gerçeklerdendir. Ve yine, Marksist- Leninist bir parti, kendi kuruluşunu ilan ettiğinde, kendisinin ideolojik ve sınıfsal niteliğini ortaya koymak durumundadır. DS yöneticilerinin bunları bilemeyeceklerini düşünmek ise, saf dillik olacaktır. Bu durumda, kuruluşunu ilan ettikleri partinin niteliği, ideolojisi, programı ve devrim anlayışı konusunda tek bir söz söylememiş olmaları nasıl açıklanacaktır? İşte DS'nin bundan sonra yapması gerekenler bunlardır.
Hemen burada bir noktaya değinelim: THKP-C geleneğinden gelmekle birlikte, bir yandan "THKP-C'yi aşma" söylemiyle hareket eden, diğer yandan "tüm milliyetlerden" ya da "tüm uluslardan" söz eden bir örgütlenmenin "Türkiye" sözcüğünü kullanmaması elbette bir başka tartışma konusudur. Ancak kendisini Marksist-Leninist bir parti olarak henüz tanımlamamış bir örgütlenmenin kendi "dönüşümü" ile kendisini bir "halk partisi" gibi sunmasının[12*] yaratabileceği bazı kavram kargaşasına açıklık getirmek gerekmektedir.
THKP, proletaryanın bağımsız politik örgütlenmesidir. THKP, Marksist-Leninist bir Partidir. Bu gerçek Mahir yoldaş tarafından Kesintisiz Devrim II-III'de şöyle ifade edilmiştir:
"Partimiz, diyalektik ve tarihi materyalizmin ilkeleri üzerinde kurulmuş Leninist bir partidir.
Partimiz Marksizm-Leninizmin kılavuzluğu altında, emperyalizmin III. bunalım döneminin çelişki ve ilişkileri ile, bu çelişki ve ilişkilerin Türkiye'ye yansımasının (ülkemizin tarihi, sosyal, politik, ekonomik, psikolojik niteliklerinin) devrimci tespitinden hareketle Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini, devrim stratejisi olarak saptamıştır."
Ve yine Kesintisiz Devrim II-III'de THKP Genel Komitesi' nin kararı şöyle ifade edilmektedir:
"Parti Genel Komitesi'nin kararı, Partimizin çizgisinin, Marksizm-Leninizmin dünyanın ve ülkemizin somut şartlarına uygulanmasının oluşturduğu proleter devrimci çizgidir. Ve eylemleri de, bu Leninist ideolojik ve politik tespitin pratiğe yansımasıdır."
THKP'nin Tüzüğü'nün girişinde Parti'nin niteliği açık biçimde ortaya konulmuştur:
"THKP proletaryanın siyasi partisidir. THKP'nin başlıca amacı, dünyada insanın insan tarafından sömürülmediği, her çeşit baskı ve sömürünün kalktığı bir toplumsal düzenin kurulmasıdır. Bu amaç gerçekleşene kadar THKP, Türkiye proletaryasının siyasi partisi olarak mücadelesini sürdürecektir."
Açık biçimde ifade edildiği gibi, THKP, kesinkes bir proletarya partisidir. Böyle bir çtarih"ten gelenlerin, herşeyden önce bu gerçekleri hiç unutmamış olmaları gerekir. Yıllar boyu her türden revizyonist ve oportünistin amansızca saldırdığı THKP, 24 yıllık tarihi boyunca proletarya partisi olarak var olmuş ve mücadele etmiştir. THKP çizgisinin devamı olduğunu söyleyen onlarca grup ya da örgütlenme ortaya çıkmış olmasına rağmen, THKP'nin bu niteliği hiçbir biçimde tartışma konusu olmamıştır, olamaz da. Çeşitli kesimlerin THKP'yi "küçük-burjuva örgütlenmesi" olarak suçlamaları, THKP'yi oluşturan kadroların sınıfsal kökenlerinden öte bir değer taşımamıştır.
Bugün THKP "tarihinden" geldiklerini söyleyenlerin, bu gerçekleri bir yana bırakmaları gerçekleri değiştirmeyecektir.
Burada 1980 sonrasında ülkemizde ortaya çıkan ideolojisizleştirme sürecini ve teorik keşmekeşi göz önüne alarak bir noktayı daha açıklamak gerekmektedir: THKP, Marksist-Leninist bir parti olarak, yani proletaryanın siyasi partisi olarak oluşturulmuş ve var olamasına karşın adında "komünist" ya da "proletarya" gibi tanımlar neden bulunmamaktadır? Bir başka deyişle, THKP' nin adı ile amaçları arasında bir farklılık bulunmakta mıdır? "Halk" sözcüğü, politik olarak işçileri, köylüleri ve şehir küçük-burjuvazisini ifade ettiğine göre,[13*] bir proletarya partisinin böylesine bir sıfat taşıması olanaklı mıdır?
Şüphesiz THKP kurulurken bu türden soruların sorulabileceği düşünülmüştür. Ancak 1960'larda ve 70'lerde ülkemizde teorik keşmekeş hüküm sürmesine rağmen, solda ideolojik tartışmaların düzeyi, tüm dönemlerden çok daha yüksekti. Bu nedenle, THKP'nin kurulduğu dönemde (ve de sonrasında) bu türden sorular bir polemik konusu haline getirilmemiştir. Aşağıda da göreceğimiz gibi, bir partinin adı ile eyleminin muhtevası arasındaki ilişki, yıllar önce Marksizm-Leninizmin ustaları tarafından açık bir biçimde ortaya konulmuştur.
Lenin, Ekim Devrimi'nin arifesinde kaleme aldığı "Devlet ve İhtilâl" adlı kitabında şöyle yazmaktadır:
"1870 yıllarında, en başta 'uluslararası' konulara olmak üzere, çeşitli konulara ayrılmış yazılarından meydana gelen derlemenin (Internationales aus dem Volksstaat), 3 Ocak 1894 tarihli önsözünde, yani ölümünden bir buçuk yıl önce, Engels, yazılarında 'sosyal-demokrat' değil, 'komünist' sözcüğünü kullandığını, çünkü bu dönemde, Fransa'da prudoncuların, Almanya'da lasalcıların kendilerine sosyal-demokrat dediklerini yazar.
Ve şöyle sürdürür:
'... Marks için de, benim için de, kendi öz görüşümüzü dile getirmek için bu kadar esnek bir deyimi kullanmakta kesin bir olanaksızlık vardı. Bugün durum değişmiştir; ve bu sözcük ('sosyal-demokrat'), gene de elverişsiz (unpassend) kalmasına karşın, ekonomik programı yalnızca genel olarak sosyalist değil, açıkça komünist olan bir parti için, son siyasal ereği tüm devletin, dolayısıyla demokrasinin ortadan kaldırılması olan bir parti için, gerektiğinde pekâlâ kullanılabilir (mag passieren). Ayrıca, gerçek (altı Engels tarafından çizilmiştir) siyasal partilerin adları hiçbir zaman kendilerine tam olarak uymaz; parti gelişir, adı olduğu gibi kalır.'
Diyalektikçi Engels, yaşamının son günlerinde de, diyalektiğe bağlı kalır. Marks ve ben, der, parti için kusursuz, bilimsel bakımdan doğru bir ada sahiptik, ama o zamanlar gerçek proleter partisi, yani proleter yığın partisi yoktu. Şimdi (19. yüzyılın sonu), gerçek bir parti var, ama adı bilimsel bakımdan doğru değil. Ne çıkar; bu ad 'kullanılabilir'; yeter ki parti gelişsin; yeter ki, adının bilimsel bakımdan doğru olmadığı aklından çıkmasın ve onu doğru yönde gelişmekten alıkoymasın!" (Lenin) [14*]
İşte Marksizm-Leninizmin ustalarının yıllar önce yapmış oldukları bu belirlemeler, Marksist-Leninist bir parti olarak THKP için de geçerlidir. Bu nedenlerden dolayı, günümüze kadar hiç kimse THKP adının değiştirilmesini önermemiştir. Ama bugün, belki de "tüm milliyetler" söyleminin bir ürünü olarak, bir "tarih" ten gelenler bir başka "tarihe" gitmektedirler. Daha önce belirttiğimiz gibi, "görülen odur ki, DS sözcüğün tam anlamıyla bir yol ayrımına ulaşmak üzeredir" belirlemesinin bugün kesinlik kazanması üzücüdür.
Ama bu sınıflar mücadelesidir, her türden ideolojik farklılığın sınıfsal temelde ortaya çıkması kaçınılmazdır. Ve tarih, Komünist Manifesto'da belirtildiği gibi, sınıf mücadelelerinin tarihidir.
Dipnotlar
[1*] DY Bildirge, s: 35. Ocak 1977
[2*] Bunların yürüttükleri silahlı eylemler olağanüstü uygun konjonktür yakalayarak gelişebilseydi, gene de sonucun El Salvador'lu Şefik Handal'dan öteye geçemeyeceği ortadadır.
[3*] Latin-Amerika'da "M-"li adlar Küba devriminden gelmektedir. Küba'da Sierra Maestra'daki F. Castro ve Che Guevara'nın içinde bulunduğu gerillanın örgütü "26 Temmuz Hareketi"dir. (Movemento 26 Juli yani, "M-26 Juli")
[4*] Mücadele, S: 24, 12 Aralık 1992
[5*] Bu gerçeği kısa bir süre önce şöyle ifade ediyorlardı: "SDB'lerin sürdürdüğü devrimci şiddet eylemleri esas olarak ve doğrudan alan ve bölgelerde kitlelerin örgütlenmesine yönelik bir misyona sahip değildir." (Mücadele, S: 20, 10 Ekim 1992)
[6*] Bilindiği gibi "iç savaş, birbiri ardı sıra gelen, birbiri üzerine yığılmış, artmış, kızışmış, iktisadi ve siyasal çatışmalardan sonra iki sınıf arasında silahlı çatışma haline dönüşen sınıf mücadelesinin en keskin biçimidir." (Lenin: Nisan Tezleri-Ekim Devrimi, s: 161) Ayrıca emperyalizmin hegemonyası altında olan ülkelerde devrimci savaş doğrudan Halk Savaşı olarak ortaya çıkar ve stratejik hedefi ve kullandığı şiddet aracı dışında kendine özgü özelliklere de sahiptir. Bu yüzden bizim gibi geri-bıraktırılmış ülkelerde devrimci ya da karşı-devrimci bir iç savaştan söz etmek yerine Halk Savaşından söz edilir. Halk Savaşının emperyalist orduların doğrudan savaş içinde yer almadığı evresinde Halk Savaşı sürecinde bir "iç savaş"tan sözedilebilinse de, emperyalizmin III. bunalım döneminde emperyalizmin aynı zamanda içsel olgu olduğu için böyle bir tanımlama yapılamaz.
[7*] Yukarda alıntısını yaptığımız Kurtuluş Cephesi' nin Ocak 1993'de yayınlanan 11. sayısındaki yazımıza sözünü ettiğimiz kişinin "yanıt"ı şöyledir: "Neler tartışmıyorlar? Biri, diğerini eleştirirken, karşısındakilerin 'pass' dememesine çok kızıyorlar ve ben buna seviniyorum. Ben bu sözü, pokerdeki anlamıyla anlıyordum; hiç olmazsa birilerinin 'pass' ya da büyük harflerle yazılan bu harfler, 'politikleşmiş askeri savaş stratejisi' demek oluyormuş; demek hâlâ oradalar. Dünyada, Türkiye'de, Kürdistan'da hiçbir yenilik yok ve bunlar hâlâ, büyüklerinin okuduklarıyla yetiniyorlar." (Y. Küçük, Özgür Gündem, 24 Ocak 1994) (abç)
[8*] Böyle bir cümleden sonra, geleneksel sol-demokrat söylemde, "hoş geldin" ya da "hayırlı olsun" türünden ifadelere yer verilir ve arkasından "ama" ile başlayan, "niye kurdunuz partiyi, biz vardık ya" gibisinden sözlerle biten yazılar yazılır. Biz bu tür söylemlere itibar etmiyoruz. Bizler için, DS'nin kendisini belli bir programa ve tüzüğe bağlı bir örgütlülük olarak ortaya koyması önemlidir. Böyle bir durumun ortaya çıkmasının ne denli gerekli olduğunu, Mayıs 1993 tarihli Kurtuluş Cephesi'nin 13. sayısında yayınlanan "Devrimci Örgüt ve Şiddet" başlıklı yazıda belirtmiştik. Bu bağlamda, DS'nin kendisine belli bir resmiyet kazandırmış olması olumlu bir gelişmedir ve her durumda desteklenmesi gerekir.
[9*] DS Dava Dosyası, s: 182
[10*] Mücadele kapatıldığı için yayın planı değiştirilmiş Devrimci Gençlik, Özel Sayı: 32, 22 Ekim 1994
[11*] DHKP Haber Bülteni, Sayı: 1, 7. 10. 1994
[12*] Sürekli belirttiğimiz gibi, DS bugün için kendi örgütlülüğünün niteliğini açıklamış değildir. Ancak geçmiş dönemdeki kimi belirlemeleri göz önüne alındığında ve "haber bülten"lerinin ilk sayılarına bakıldığında, kendilerini "devrimci halk alternatifi" olarak tanımlama eğiliminde oldukları söylenebilir. Açıklamalarında kendilerini "halk hareketi" olarak ifade etmeleri de, "parti"nin bir "halk partisi" olduğu kanısını desteklemektedir. Ve yine aynı açıklamalarında "devrimci halk iktidarı"ndan söz etmekle birlikte, bir sefer bile sosyalizmden, komünizmden söz etmemeleri dikkat çekicidir.
[13*] Bilindiği gibi, Mahir yoldaş Kesintisiz Devrim-I de şöyle yazmaktadır: "Halk siyasi bir kavramdır. İçinde bulunulan devrimci aşamaya göre biraraya gelen, çıkarları mevcut hakim sınıflara karşı olan sınıfların kompozisyonudur."
[14*] Lenin: Devlet ve İhtilâl, s: 107-108