KURTULUŞ CEPHESİ - Kasım-Aralık 1994
Emperyalizme Bağımlılığın Yeni Halkası:
Özelleştirme
Mecliste "Özelleştirme Yasası" Kasım ayının son günlerinde çıkarken, tüm basın ve yayın kurumları elbirliği ederek bu yasanın ne denli yararlı olacağını günlerce kitlelerin bilincine yerleğştirmek için elinden geleni yaptı. Öyleki neredeyse tüm toplumun alığştığı yolsuzluklar, rüşvetler ve suistimallerin KİT'lerin "özelleştirilmesi"yle birden ortadan kalkacakmışcasına bir propaganda sürdürüldü. Bununla da yetinilmeyip, sanki ülkede herşey değişecekmişcesine bir hava estirilmeye çalışıldı. "Özelleştirme"ye karşı çıkanlar "gerici" ilan edilirken, "özelleştirme" yanlıları kendilerini "devrimci" olarak sunmakta birbirleriyle yarış ediyorlardı. Birşeyler devrilmişti şüphesiz, ama bu sadece KİT'lerin kurulmasında ve bugüne kadar var olmasında kullanılan halkın yarattığı değerlerdi. Halkın 70 yılda yarattığı değerleri el çabukluğuyla bir yerlere devşirmek, T. Özal döneminde "işbitiricilik" olarak adlandırılırken, bugün "devrimcilik" olarak sunulabilmiştir.
Civan olayı ile birlikte "özelleştirme"nin bankalardan başlaması gerektiğini ilan edenler, TBMM'den çıkardıkları yasaya bankaların iki yılda "özelleştirileceğini" yazmayı ihmal etmediler. Daha 5 Nisan paketi diyerek halktan ek vergiler almak için yasa çıkartırken, yasanın altına "futbolcuların transfer ücretlerinin 2000 yılına kadar vergiden muaf" olduğunu eklemekten çekinmeyenlerin başka türlü yapmaları da beklenemezdi. Ama oligarşinin propaganda araçları öylesine güçlü çalışıyordu ki, futbolcuların transfer ücretlerinin neden vergi dışı bırakıldığını soranların dikkatlerini bile başka yöne çekebilmiştir. Böylesine güçlü bir propaganda aygıtının herşeyi ters yüz edebilmesi elbette kolay olmaktadır. Ama yaşam gerçekleri gün be gün ortaya koyacaktır.
Artık oligarşi de, "özelleştirme" propagandistleri de rahatça uykuya dalabileceklerini düşünmektedirler. *ıkacak birkaç çatlak ses de onların rahatını bozabilecek gibi görünmemektedir.
Oligarşi "özelleştirme" ile ne yapmak istemektedir?
Aslında sorunun yanıtı basittir: Yıllarca halkın gelirleriyle oluşturulmuş devlet kuruluşları tasfiye edilerek ya da emperyalistlere satılarak devreden çıkartılacaktır. Buraya kadar sorun yoktur. Ama KİT'lerin tasfiye edilmesine ya da emperyalistlere satılmasına oligarşi neden gerek duymuştur?
Herkesin bildiği gibi, KİT'ler yıllar boyu tekelci burjuvaziye ucuz girdi sağlayan kaynaklar durumundadır. Ayrıca tekelci burjuvazinin sıkıştığı her dönemde, ucuz kredi kapısı hep devlet bankaları olmuştur. Palazlanan burjuva unsurlar, hemen her zaman devlet kuruluşlarının ürünlerini yok pahasına satın alarak ya da devlet ihalelerini kapatarak kendilerini geliştirmiş ve güçlendirmişlerdir. Kimi dönemlerde oligarşinin satın almak istediği kişiler, hep bu KİT'ler aracılığıyla satın alınmıştır. Onlara KİT'lerden sağlanan yüksek maaşlar satın alınmaları için yeterli olmuştur. Ve tüm bunları olurken, tüm KİT'lerin halkın gelirleriyle kurulduğunu ve beslendiğini en iyi bilen oligarşidir. Ve şimdi KİT'lerin satılmasında büyük bir çaba göstermektedir.
Gerçekte değişen bir şey yoktur. KİT'ler, gerek oligarşi için, gerekse emperyalizm için eskisi kadar önemli değildir. Çünkü emperyalist ülkelerdeki sermaye birikimi büyük ölçüde yoğunlaşmıştır. Emperyalist sermayenin artan birikimi kaçınılmaz olarak emperyalist tekellerin kâr oranlarında sürekli bir düşmeye neden olmaktadır. Biriken her sermaye yatırıldığı alandaki eski sermayeyi olduğu kadar, kendisini de verimsizleştirmekte, kâr oranlarını düşürmektedir. Bu durumda emperyalist tekellerin yapabilecekleri tek şey kendi sermayeleri için yeni yatırım olanakları bulmaktır. Aksi halde kâr oranlarındaki düşme, giderek hızlanacak ve büyük bir ekonomik buhran ortaya çıkacaktır. Emperyalist sermayenin kâr oranlarını yükseltmesi ve kendini yeniden değerlendirmesi için gerekli olan yeni yatırım alanları ise, mevcut devlet kuruluşlarının faaliyet alanları olmaktadır.
Emperyalist tekellerin elinde biriken sermayenin bu sorunu ile birlikte, geri-bıraktırılmış ülkelerin emperyalist ülkelere olan büyük borçlarının geri ödenmemesinin getirdiği mali sorunlar (ki ikisi de emperyalizmin tarihinin en ağır ekonomik buhranı ile yüz yüze kalmasına neden olacaktır) dünya çapında "özelleştirme" kampanyası ile çözülmeye çalışılmaktadır. Amaç, geri-bıraktırılmış ülkelerdeki eski teknolojiye dayalı KİT'lerin tamamını satın almak değildir. Amaç, bu devlet kuruluşlarının verimli ve gerekli olanlarını (kendi ölçütleriyle kârlı olanlarını) satın almak, kalanlarını ise kendi sermayesi için yeni yatırım alanları açmak için tasfiye etmektir. Böylece gerek atıl kalan sermayesini harekete geçirebilecek, gerekse üretken sermayesinin kâr oranlarını yükseltebilecektir. Yine aynı şekilde emperyalist tekeller için geri-bıraktırılmış ülkelerde nakit sermayeye dayalı üretim birimleri kurmak belirleyici değildir. Onlar için önemli olan sermayelerinin yeniden değerlenmesi, kâr oranlarının yükselmesidir. Bu açıdan amaç yeni pazar olanakları ortaya çıkarmak ve mevcut pazarları genişletmektir.
Yeni-sömürgecilik yöntemleriyle geri-bıraktırılmış ülkelerde kendi pazarını genişleten emperyalizm, 1980 sonrasında yeni-sömürgecilik yöntemlerinde ortaya çıkan bunalımı ve tıkanıklığı bu şekilde aşabileceğini hesaplamaktadır. 1960'lardan itibaren dünya çapında yaygınlaşan yeni-sömürgecilik uygulamalarının yarattığı pazarlar da artık emperyalizme yetmemektedir. Yapılan düzenlemelerle 1980 ekonomik buhranını geçiştirebilen emperyalist ekonomiler, geri-bıraktırılmış ülkelerdeki iç pazarı daha da geliştirmekten başka seçenekleri bulunmamaktadır. SSCB'nin dağıtılmışlığı koşullarında ortaya çıkacağı beklenen yeni pazarların kendilerine maliyetinin yüksek olması, kaçınılmaz olarak geri-bıraktırılmış ülkelerin iç pazarlarını yeniden öne çıkartmıştır.
Emperyalist tekeller, geri-bıraktırılmış ülkelerin iç pazarlarında büyük bir yer tutan ve önemli ölçüde talebi karşılayan KİT'leri şu ya da bu biçimde tasfiye ederek, bunların karşıladığı talebi kendi metalarına yöneltmek istemektedir. Bu nedenle, sözcüğün tam anlamışla KİT'lerin özelleştirilmesiyle ilgilenmemektedirler. Onların tek istediği iç pazardan devlet kuruluşlarının çıkartılması ve kendi metaları için yer açılmasıdır. Üretimin çok uluslaşmasının getirdiği avantajlarla metalarını en ucuza üretebildiği yerde üreten emperyalist tekeller için sorun, bu metalarını pazarlayabilmektir. Bizim gibi ülkelerde emperyalizmle baştan bütünleşmiş işbirlikçi-tekelci burjuvazinin görece güçlenmişliği emperyalist tekeller için uygun bir ortam yaratmıştır. Bu işbirlikçiler aracılığıyla oluşturmuş olduğu orta ve hafif sanayiyi daha da geliştirerek, KİT'lerden boşalan yeri doldurabilecektir. İşte ülkemiz oligarşisinin "özelleştirme"nin başını çekme nedeni de budur. Bu yolla işbirlikçiliklerinin getirdiği kârlarını daha da artıracaklardır.
Sözün özü, KİT'lerin özelleştirilmesi, propaganda da kullanıldığı gibi, halk kitlelerinin çıkarlarıyla ya da daha iyi yaşam koşullarıyla (ucuz mal satın alarak yaşam koşullarının iyileşeceği beklentisi) uzaktan yakından alakası yoktur. Tek amaç, emperyalist tekellere yeni pazarlar yaratmak, böylece yeni talep bulmaktır. Ama kapitalist ekonominin temel özelliklerinden birisi de kâr oranlarını yükseltme yönündeki her faaliyetin, bir dönem sonra kâr oranlarında düşmeye yol açmasıdır. Bu açıdan KİT'lerin özelleştirilmesi, kısa dönemde tekellerin kâr oranlarının yükselmesine neden olsa bile, uzun sürede etkisiz kalacaktır.
Konunun diğer boyutu ise, kitlelerde yaratılmak istenen "beklentiler"dir. Neredeyse enflasyonun tek nedeni olarak gösterilmeye çalışılan KİT'lerin tasfiyesi ile ortaya çıkacak işsizlikten çok, daha büyük bir kesimin enflasyonun düşmesi ve bu yolla yaşam koşullarının iyileşmesi beklentisi, aynı zamanda özelleştirmenin yarattığı en önemli sorun durumundadır. Ve buna karşılık olarak, ne emperyalist tekellerin, ne de oligarşinin yapabileceği pek birşey yoktur. Tek yapabilecekleri, ellerinde tuttukları geniş propaganda aygıtları ile kitleleri aldatmayı sürdürebilmektir. Ki bu da hemen hemen olanaksızdır. Futbolcuların transfer ücretlerinin vergi dışı bırakılmasıyla, kitleleri nerede ve nasıl aldatmaya çalışacakları da ortaya çıkmıştır. Ama halkın deyişiyle, "ne yazık ki top karın doyurmaz".
İşte bu noktada oligarşinin elindeki tek güç, yani devlet ve onun siyasal zoru sahnedeki baş rolünü oynamayı sürdürecektir. Bu açıdan, önümüzdeki süreç, kitle pasifikasyonunun oligarşinin siyasal zoru ile sağlanmaya çalışıldığı bir süreç olacaktır. Bu siyasal zorun ilk hedefi, her zaman olduğu gibi devrimciler olacaktır, ama kitlesel ölçekte bu siyasal zor KİT' lerin tasfiyesi ile ortaya çıkacak işsizliğe karşı direnen kesimler olacaktır. Bu açıdan, başka yollarla pasifize edilemedikleri koşullarda Zonguldak ve Karabük işçileri başta olmak üzere tüm KİT çalışanları oligarşinin siyasal zorunun tehdidi altındadır. Bu gerçekler kitlelere kavratılmalı ve buna karşı örgütlenmeleri sağlanmalıdır.