KURTULUŞ CEPHESİ - Temmuz-Ağustos 1994
THKP-C/HDÖ İstanbul Davası Tutsakları:
"Burjuvazinin baskı kurumlarından biri olan DGM'leri meşru görmüyoruz. DGM'leri Tanımıyoruz"
(Aşağıdaki metin THKP-C/HDÖ İstanbul davasından tutuklu bulunan örgüt üyelerinin DGM boykotuna ilişkin olarak İstanbul DGM'sinde 20 Haziran 1994 günü yaptıkları açıklamadır.)
Ülkemiz, ekonomisinden politikasına, kültüründen sanatına kadar emperyalizme göbekten bağımlı çarpık kapitalist bir ülkedir.
Emperyalizm, başta ABD emperyalizmi yıllardır, yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarımızı alabildiğine sömürmektedir. İşbirlikçi burjuvazi tarafından ülkemizin tüm kapıları emperyalizme açık hale getirilmiştir.
Burjuva devlet mekanizması içersinde, yönetimde ağırlıkta olan işbirlikçi-tekelci burjuvazi, kendi çıkarları doğrultusunda oluşturdukları yönetimler vasıtası ile varlıklarını koruyabilmek için kitleler üzerinde daima "siyasal zor" uygulamaktadırlar. Bizim gibi ülkelerde "siyasal zor" burjuva yasallık çerçevesiyle sınırlanmış değildir. Genel olarak anayasalarda ifadesini bulan yasal çerçeve burjuva demokrasisi olarak ortaya çıkar. Ama çerçeveyi ilk kıran, kendi yasallığını ayaklar altına alan her zaman burjuvazi olmuştur. Faşist iktidarlar bunun en açık örneğidir.
Bugün burjuvazi her yerde, içinde bulunduğu kriz ve çözümsüzlük sonucu, demokratik yönetim ilkelerini, az ya da çok hızla terk etmiş, yerine oligarşik yönetim ilkelerini geçirmiştir. Bu yeni ilkelerin temelinde, yasama ile yürütme gücü arasındaki dengenin yürütme lehine değiştirilmesi yatar. Burjuvazi emekçi kitlelerin uzun süren kanlı mücadeleleri sonucu kazandıkları demokratik hak ve özgürlükleri tümüyle ortadan kaldıramamaktadır. Bu nedenle de parlamenter demokrasinin (genel oya dayalı) yeni bir düzenlemesine, siyasal gericiliğe dayalı bir biçimine zorlanmıştır. Bu düzenleme, yürütme gücünün halkın genel oyu ile seçilmiş, parlamentoda cisimleşen yasama gücü karşısında daha çok güçlendirilmesi ve bağımsız hareket alanını genişletmesi şeklinde olmuştur.
Bugün ülkemizde meydana gelen gelişmeler, tümüyle sömürge tipi faşizmin kendine uygun yasal bir kılıf bulmasına yöneliktir.
İşte her türlü burjuva demokratik hak ve özgürlüklerini -anayasal olarak var görünse bileve insan haklarını açıkça çiğneyerek ya da yok kabul ederek uygulanan siyasal zor, ülkemizdeki var olan dengesizliğin düzenlenmesinde yani oligarşik yönetim ile halkımız arasında var olan suni dengenin yeniden kurulması ve sürdürülmesinde kullanılan temel araçlardan biridir. Ülkemizdeki oligarşik yönetim "siyasal zor"u ordu ve sivil olarak oluşturdukları yasal ve gayri yasal güçlerince yürütür. Bugün oligarşi "siyasal zor"unu, somut olarak söylersek, sivil ve askeri mahkemeleriyle, ordusu, jandarması, polisi ve sivil silahlı güçleri ve cezaevleriyle sürdürmektedir. Bugün bunun açık bir uygulamasını da DGM'lerde yürütmektedir.
Bugün kitlelerin, düzenin anti-demokratik uygulamalarına karşı tepkilerinin pasifize edilmelerinde kullanılan başka bir araç da "sandıksal demokrasi"dir. Ülkemizde gerçek bir burjuva demokrasisi olmadığından ve işbirlikçi-tekelci burjuvazi tek başına oligarşik yönetimi oluşturamadığından, düzen içi partiler, şu ya da bu oranda yahut biçimde, oligarşinin taleplerini ifade ettikleri gibi, bu taleplerini yerine getirmek için de her türlü "siyasal zor" araçlarını kullanırlar.
Bugün egemen sınıflar iktidarda kalabilmek için tarihsel olarak geri olan kapitalist üretim ilişkilerini korumak zorundadır. Toplumsal desteği kaybeden oligarşik yönetim, geri üretim ilişkilerini ancak siyasal zor kurumlarıyla koruyabilir. Bu kurumlardan biri de genel olarak mahkemelerdir. Bugün özel olarak öne çıkan ise DGM'lerdir. Hukuksal olarak DGM'lere gelinen süreç ise;
Ülkemizde toplumsal muhalefeti bastırmak için 1950'lere kadar hukuksal olarak hukuk dışı olmasına rağmen bu işlevi "istiklâl mahkemeleri" yerine getirmiştir.
1950'lerden sonra ülkemizdeki hukuksal işleyiş de, yeni oluşturulan ilişkilere "sömürge tipi faşizm"in gereklerine göre faşist yasalardan alınan yasalara göre bir hukuksal düzenlenmenin yapıldığı görülmektedir. 1961 Anayasası ile getirilen nispi demokratik hak ve özgürlük kavramları ise, yeni-sömürgecilik ilişkilerine göre düzenlenirken, diğer yandan "demokrasinin" hemen bütün göstermelik kurumları, hak ve özgürlükleri biçimsel olarak "anayasa maddesi" haline getirilmiştir.
Bu düzenlemelerin kimileri hiç uygulanmamış olsa da yine de oligarşik devlet yapısının içersindeki sömürücü sınıfları huzursuz etmeye yetmiş olmalı ki, egemenler sömürülerini daha da katmerleştirmek için 12 Mart faşist cuntası ile birlikte 61 Anayasası'nda yer alan bazı özgürlük ve hak içeren maddeleri kaldırmışlardır.
12 Mart faşist askeri darbesiyle, var olan göstermelik demokratik haklar, 12 Eylül faşist cuntasıyla işbirlikçi-tekelci burjuvazinin sömürü çarklarını emekçi halklar üzerinde engelsiz sürdürebilmesi için faşist generallerin oluşturdukları 12 Eylül hukuku bu gün burjuva devletin tüm kurumlarında işlerliğini göstermektedir.
İşbirlikçi-tekelci burjuvazi 61 Anayasası'nı 12 Mart faşist darbesiyle revizyona uğratarak 20 Mart 1973'de 61 Anayasası'na eklenen bir madde ile DGM'leri meşru olmayan bir şekilde burjuva hukuksal işleyişine sokmuşlardır. Gelişen toplumsal muhalefet sonucu 11 Ekim 1976'da hukuken varlık gerekçelerini yitirdiler. 12 Eylül faşist cuntası ile birlikte gelişebilecek ve yükselebilecek her türlü toplumsal muhalefeti bastırmak amcayla tekrar anayasaya konulmuştur.
Uygulanan emperyalist politikalar sonucu gelinen aşamada, ağırlaşan ekonomik ve siyasal kriz şartlarında işbirlikçi-tekelci burjuvazi, çaresizlik ve çözümsüzlüğünü aşabilmek için sömürü politikalarıyla birlikte yeni baskı yasaları oluşturmaya çalışmaktadır. Bu baskı yasaları ise İller yasası, yeni anti-terör yasası, kamu güvenlik birimi vb. yasalarla oluşacak kurumlardır. Mevcut yasalarla ve yeni oluşturmak istedikleri yasalarla her türlü toplumsal ve ulusal muhalefet terörle mücadele kapsamına sokulmaya, işkenceci polis ve DGM'leri koordinasyonunda suç kapsamına sokulmaktadır.
Egemenler kendi varlıklarını sürdürebilmek için uyguladıkları "siyasal zor" araçlarından biri olan DGM'lerin de bugün burjuvazinin kendisinin oluşturduğu hiçbir hukuk kuralı işlemez, İşkenceci polislerin hazırladıkları gerçek dışı fezlekeler, zora dayalı olarak alınan ve imzalattırılan ifadeler bu mahkemelerin başlıca dayanaklarıdır.
İşkence tezgahlarında başlayıp, cezaevlerinde biten bir sürecin parçası olan DGM'lerindeki duruşmalar, siyasal amaçlarla verilmiş cezaların sonradan açıklandığı bir gözboyama sürecinden başka bir şey değildir. Halkın iradesiyle burjuva parlamentosuna giren, demokrat milletvekillerinin varlığına ve çalışmalarına tahammül edemeyerek tüm dünya kamuoyu gözüönünde her türlü yasama gücünü hiçe sayarak kurumlar üstü bir tutum sergileyip, milletvekillerini yaka paça gözaltına aldıran Ankara DGM başsavcısı Nusret Demiral'ın sergilediği tavırlar, yine demokrat ve ilericileri katleden sivas katliamı davasının basına kapalı olarak sürdürülüp, bu katilleri yirmişer, otuzar bırakmaları taraflı bir tutum sergilediklerinin açık örnekleri olarak faşist DGM'lerin hukukunun nasıl işlediğinin ğöstergeleridir.
Bugün DGM'leri ve faşist anayasa kurumları sadece devrimci, siyasi kimliğe sahip kişiler ve örgütlerin değil hak arayan kamu çalışanlarını, özelleştirme nedeniyle işlerini kaybeden ve direnen işçileri, aydınları, yazarları, sendikacıları, demokratik kitle örgütlerinin ve resmi ideoloji dışında düşünen her yurtsever insanın karşısında bulduğu faşist devletin "zor yasalarını" uygulayan kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya, Haluk Gerger, Ayşe Zarakolu vb. gibi aydınlar ile Münir Ceylan gibi sendikacıların aynı DGM'ler tarafından düşüncelerinden dolayı uzun süreli hapis cezalarıyla cezalandırmaktadır. Yükselen her toplumsal muhalefet, bu mahkemelerin cezai tehditlerini karşısında bulmaktadır.
Yıllardır Kürt halkı üzerinde uygulanan asimilasyon ve soykırım politikaları sonucu gelinen aşamada Kürt halkının demokratik haklarını ve ulusal kimliğini kazanmak için sürdürülen ulusal kurtuluş mücadelesi ve toplumsal muhalefet karşısında çaresizliğe düşen oligarşik yönetim MGK tarafından planlanan, göstermelik sivil irade tarafından uygulanan kitle katliamları, işlenen devlet eliyle faili meçhul cinayetlerle halk için yaşam çekilmez hale getirilmiştir. Hergün düşüncelerinden dolayı devrimci, demokrat ve yurtseverler kelle avcıları konumundaki kontr-gerilla tarafından katledilerek, faili meçhul cinayetler adı altındaki cinayetler listesine katılmakta ve bu cinayetleri işleyenlere karşı devlet eliyle herhangi bir takibat yapılmamaktadır.
Bugün Kürt halkı üzerinde "süpürge harekâtı" adı altında sürdürülen saldırılarla silahsız Kürt köylüsü hedef alınmakta, binlerce yoksul Kürt köylüsü bu saldırılarla katledilmekte yüzlerce köy, kara ve hava saldırılarıyla yağdırılan bombalarla oturulmaz hale getirilmiştir. Birçok il ve ilçede asker, polis ve koruculardan başka kimse kalmamıştır. Kürt halkının büyük bir çoğunluğu devlet tarafından sürdürülen bu saldırılardan dolayı göç ettirilmek zorunda bırakılmıştır.
Oligarşik yönetim sürdürdüğü bu haksız savaşın faturasını uygulanan emperyalist politikalar gereği yeni istikrar paketleri adı altında sömürü politikalarını uygulamaya sokarak emekçi halkımızın alınterinden çıkartmaktadır.
Demokratik hakların kullanılmasına hiçbir zaman tahammül edemeyen burjuvazi, parlamenter sistem içersinde yer alan legal partileri bile anti-demokratik tarzda kapatabilmektedir. Kendi çıkarları doğrultusunda düşünmeyen, Kürt halkının legal alandaki yasal temsilcisi durumundaki DEP'in çeşitli karanlık oyunlarla kapatılması sağlanılıp Kürt halkının iradesiyle seçtiği milletvekilleri ve DEP yöneticileri tutuklanarak bu halka yaşam hakkı tanınmamaktadır.
İşte 12 Eylül faşist anayasasının getirdiği bu uygulamaların ve baskı kurumlarının sivri uçlarından birisini oluşturan DGM'leri reddetmek tüm devrimci, demokrat, ilerici yurtsever kamuoyunun önüne acil bir görev olarak çıkmış bulunmaktadır.
Bu olgular ve gerçeklerden hareketle Kürt devrimci, yurtsever ve ilerici tutsaklarının faşist anayasa kurumlarından DGM'leri tanımama ve duruşmalara çıkmama yönündeki sürdürdükleri eylemlerini destekliyoruz.
Biz THKP-C/HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ davası dosyasından yargılanan tutsaklar olarak burjuvazinin baskı kurumlarından biri olan DGM'leri meşru görmüyoruz.
DGM'ler kendi "meşruluklarını", meşru olmayan 12 Eylül faşist anayasasına dayandırdıklarından,
DGM'ler Türk ve Kürt halkları üzerinde burjuvazinin siyasal zorunu uyguladıklarından,
MEŞRU DEĞİLDİR.
Bu anlamda, bizler, THKP-C/HDÖ davası tutsakları olarak DGM'leri meşru görmüyor ve protesto ediyoruz. 22 Haziran 1994 tarihinden itibaren süresiz olarak duruşmalara katılmayarak protestolarımızı sürdüreceğimizi açıklıyoruz. DGM'ler tarafından yargılanmaya kalkışılan herkesi bu mahkemeleri tanımamaya, duruşmalara çıkmamaya ve ifade vermemeye çağırıyoruz.
20 Haziran 1994
THKP-C/HDÖ İstanbul Davası Tutsakları adına
Tuncay Kurtbaş
Mehmet Çiftçi