KURTULUŞ CEPHESİ - Temmuz-Ağustos 1994
Oligarşinin Yeni Adam Satın Alma Aracı:
Alevicilik
"... tekelci burjuvazinin ekonomik gücünün, her alanda 'adam satın almaya', yani rüşvete dayalı bir politika için kullanılmasıdır. Bu, özellikle ekonomik ve siyasal düzeyde, tekelci burjuvazi için engel oluşturan güçlerin ya da fraksiyonların sözcüsü ya da yetkili kişilerinin parayla satın alınması ve böylece bu güçlerin dağıtılması demektir. (Bir çeşit 'böl ve yönet' politikası.)" [1*]
T. Özal'ın ağzından, hemen her gün duyduğumuz "transformasyon" sözcüğü, onun ölümünden beri hemen hemen hiç duyulmaz olmuştur. Oligarşinin "adam satın alma politikası"nın bir ifadesi olan "transformasyon", egemen sınıfların yüzyıllar boyu kendilerinden olmayan kesimlerden, özellikle ezilen ve sömürülen kesimlerden kadro transfer etmesidir. Özellikle sömürülen sınıfların en iyi beyinlerinin egemen sınıfların hizmetine devşirilmesi olarak "transformasyon", bir yandan egemen sınıflara yeni kadrolar sağlarken, diğer yandan sömürülen sınıfları kendi yetişmiş insan gücünden mahrum bırakır. Böylece iki yönlü sonuçlar doğurur.
Tarihte açıkça görüldüğü gibi, sömürücü egemen sınıflar, kendilerine yönelik muhalefeti bir yandan devlet zoruyla (siyasal zor) sindirip, baskı altına alırken; diğer yandan bu toplumsal muhalefet hareketini bölüp parçalamaya çalışırlar. İşe bu bölme ve parçalama eylemlerinin en temel unsuru olan "transformasyon", "adam satın alma"nın diğer bir ifadesidir. Ancak egemen sınıfların egemenliklerini sürdürebilmek için yaptıkları bununla sınırlı değildir.
Genel olarak "böl ve yönet" politikası olarak bilinen politikalar, bireysel bazda olduğu kadar, kitlesel bazda da kullanılır. "Balkanlaştırma" olarak adlandırılan devletler ve toplulukların küçük parçalara bölünerek yönetilmesi, yine egemen sınıfların kendi iktidarlarını koruma çabalarından başka birşey değildir. "Balkanlaştırma" politikasında olduğu gibi, bir bölge halklarının küçük devletçiklere bölünerek ve birbirlerine düşman edilerek ya da birbirlerini "tehlike ve tehdit" olarak görerek emperyalist politikalara uygun hale getirilmesi, belirli bir devlet sınırları içinde de kolayca uygulanabilmektedir. Özellikle sınıfsal ayrışmaya denk düşmeyen, tersine sınıfsal ayrışmayı bozan ve sınıfsal faaliyetleri bölen her türlü bölme faaliyeti egemen sınıfların temel politikalarındandır.
Bu politikaları Machiavelli "Prens" kitabında şöyle ifade etmişir:
"Üstünde durulması gereken şudur: İnsanlar ya elde edilmeli ya da kökü kazınmalıdır; hafif baskılara karşı intikam almaya kalkarlar, fakat ağır baskılara karşı direnemezler. Bir insana baskı yapılması gerektiği zaman öyle davranmalı ki, intikam almaya fırsat bulamasın." [2*]
Ülkemiz tarihinde görülen pekçok siyasal olayda egemen sınıfların bu politikalarını görmek olanaklıdır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde oluşturulan Hamidiye Alayları, İdris Bitlisi olayı vb. tümüyle egemen sınıfların siyasal iktidarını sürdürme faaliyetlerinin parça sıdır. Ülkemizde her dönemde halk kitlelerinin mevcut siyasal ikidara karşı mücadelesi olmuş ve aynı zamanda bu mücadeleyi zorla bastırma girişimleri oraya çıkmışır. Aynı süreçte kitlelerin mücadelesini bölmek ve birleşik mücadele etmelerini engellemek için her olay kullanılmıştır. Osmanlıdan bu yana gelen "Moskof düşmanlığı", devrimci mücadeleye karşı anti-komünist propagandanın temeline yerleştirildiği ülkemizde, şeriatçılar "dinsizlere" karşı bir güç olarak çıkartılmıştır. İşte bu ve benzeri durumların en son örneği ise, Alevilik üzerinde verilmektedir.
İslamiyet içindeki iktidar mücadelelerinin bir ürünü olarak ortaya çıkan değişik mezhep ve tarikatların varlığı, her dönemde egemen sınıflar için kullanılabilir bir araç olmuştur. Devlet, kimi zaman bu kesimlerden birisini özel korumaya alarak diğerine karşı kullanmış, bir başka dönem ise tersini yapmıştır. Ancak 12 Eylül sonrasında uygulamaya sokulan "adam satın alma politikaları", Cumhuriyet tarihinin en geniş uygulama alanı bulan politikalarından birisidir.
İlkin sola uygulanan bu politika, hemen sünni tarikatlar arasında uygulanmaya başlanmıştır. Bu uygulamanın gözle görülür en büyük sonucu ise İhlas Holding'tir. Özal Hükümetlerinin ilk döneminde Türkiye gazetesine verilen büyük krediler, bu gazetenin satışlarını 2 milyona yaklaştırmıştır. Böylece, bir yandan Işıkçılar tarikatı güç haline getirilirken, yaratılan istihdamla da önemli bir dinci kesim işe sokulmuştur. Yine aynı şekilde faşist milislere yönelik uygulanan bu politika etkili sonuçlar vermiştir. İşte şimdi sırada Aleviler bulunmaktadır.
Ancak hemen belirelim ki, oligarşinin Özal aracılığıyla yürüttüğü bu politika, Özal'ın ölümünden sonra aynı biçimde sürdürülmek durumunda değildir. Ama başlatılmış olan uygulamaların da hemen sona ermesi de beklenemez. Görülen, bu politikaların eskisi kadar hızlı ve yaygın kullanılmasının bir süre için söz konusu olamayacağıdır. Zaten C. Boyner'in parti girişimi de bunu göstermektedir. (C. Boyner şürekası, Özal'ın soldan devşirmeye yöneldiği, ama henüz tamamlayamadığı uygulamanın unsurlarını içermektedir.)
Alevilik üzerinde oligarşinin politik hesabı tümüyle devrimci mücadeleye karşı olmakla ilintilidir. Aleviliğin içerdiği kimi dinsel tutumların toplumsal içeriği, özellikle de tarihsel olarak sürekli bir muhalefet hareketi olmasının getirdiği unsurlar, her dönemde egemen sınıflara yönelik politik mücadelelere katılmalarını getirmiştir. 1980 öncesinde devrimci mücadelenin en yoğun kitlesel destek bulduğu bazı bölgelerde Alevilerin yoğunlaşmış bulunması bu gerçeği göstermektedir.
İşte oligarşinin Alevilik üzerindeki politikası, bu devrimci potansiyeli yok etmek üzerine kurulmuştur. Oysa bu devrimci potansiyel, bu bölgelerde Aleviliğin olmasından değil, bu bölgelerin sınıfsal ayrışmayı yaşayan ve sınıf çelişkilerinin keskinleştiği yerler olmasından kaynaklanmakadır. Ama bunlar oligarşi için önemli değildir. Onun bütün amacı, Alevi kesimleri kendi dini sorunlarıyla uğraşır kılmak ve buna paralel olarak kendilerini bir "ümmet" ya da "cemaat" haline getirmektir. Bu yöndeki girişiminde "Alevicilik" başlı başına bir araç olmak durumundadır. 1980'lere kadar devrimci mücadelenin ekisiyle önemli ölçüde güç kaybeden kimi çevreleri (özellikle dedelik kurumunu) yeniden güçlendirmek oligarşinin ilk hedeflerinden birisidir. Bu faaliyette gerekli "giderler" dolaylı biçimde devlet tarafından karşılandığından, eski Alevi egemenlerinin faaliyetlerinde büyük artış olmuştur. Ancak hedef olarak konulan "Alevi cemaati" oluşturmada ana parasal kaynak Diyanet İşleri bütçesi gösterilmektedir. Alevicilik yolunda ilerleyen kesimlerin ifade ettiği gibi, 8 trilyon 400 milyar liralık Diyanet bütçesinin "en az dörtte biri" böyle bir gelişmenin ödülü olarak sunulabilmektedir. Özellikle yoksul emekçi kesimlerden oluşan bir kesim için bunun nasıl bir etki yapacağı üzerinde politikalar yürütülmektedir.
Oligarşinin Aleviciliği destekleyerek sürdürdüğü politikasından kısa vadede beklediği, Alevi kesimlerinin her türlü toplumsal mücadeleden uzak tutulmasıdır. Sivas Katliamı'ndan sonra görüldüğü gibi, katledilen devrimci, demokrat ve yurtsever insanlar, el çabukluğuyla "can" olmuşlardır. Oysa şeriatçı ve faşist kesimlerin katliama girişirkenki temel gerekçeleri "dinsizler" ve Pir Sultan Abdal'ın ülkemiz devrimci mücadelesinde şekillenen simgesi olmuştur. Sivas Katliamı, tıpkı Maraş, Çorum katliamları gibi, devrimci mücadeleye yönelik bir gözdağı ve imha hareketidir. Sivas Katliamı sonrasında yapılan yoğun propagandayla (ki başını Aleviciliğe soyunanlar çekmektedir) Alevi kesimler kendi içlerine döndürülmek istenmektedir. Bir yandan katliam tehdidi sürekli kılınarak kendilerini savunmaya yöneltilirken, diğer yandan açılan kanallarla "savunmanın" silahlı devrimci mücadelede değil, devletle "uzlaşmada" yattığı gösterilmeye çalışılmaktadır.
Bugün sorun, Alevilerin, kitle olarak oligarşinin mi, yoksa devrimcilerin mi yanında yer alacakları sorunu değildir. Sorunu böyle ele almak, oligarşinin belirlediği koşullara boyun eğmek ve destek vermek demektir.
Bugün sorun, devrimci mücadelenin kendi sınıfsal temelleriyle ve sınıf güçleriyle yürütülmesi sorunudur. Dinsel ya da ulusal farklılıkları esas alarak ve bunu bir kitlesel nitelik olarak belirleyerek devrimci mücadeleinin sürdürülmesi olanaksızdır.
Sorun, Alevi kitlesinin, "Aleviler" olarak nasıl bir politik tutum takınacakları değildir.
Sorun, Alevi kesimlerinin "Alevi kitlesi" ya da "Alevi cemaati" haline getirilmesine boyun eğmek değil, bu kitlenin sınıfsal boyutlarını esas almak ve buna göre devrimci mücadeleyi, propagandayı ve örgütlenmeyi sürdürmektir.
Dipnotlar
[1*] Kurtuluş Cephesi, Sayı: 15, s: 11
[2*] Machiavelli: Hükümdar, s: 21