KURTULUŞ CEPHESİ - Temmuz-Ağustos 1994
Küçük-Burjuva Aydınlarının
Demokrasi Çıkmazı
12 Eylül 1980 öncesinde olduğu gibi, bugün de ülkemizde en çok tartışılan konuların başında "demokrasi" konusu gelmektedir. Hemen hemen hergün gazetelerde ya da televizyonlarda "demokrasi" konusunda yazılar çıkmakta, tartışmalar yapılmaktadır. Özellikle 27 Mart Yerel Seçimleri'nde RP'nin %20 oy almasıyla birlikte "laiklik" sorunuyla birlikte ele alınan "demokrasi" tartışması, 5 Nisan Kararları'yla birlikte hükümet tarafından gündeme getirilen "demokrasi paketi"yle birlikte daha da hızlandı. Birbiri ardına yapılan "darbe" tartışmaları, şeriatçılığın "demokrasi yoluyla iktidara gelmesi" korkularıyla birlikte, "demokrasinin geliştirilmesi" tartışmaları haline dönüştü.
Bütün bunlara DEP'in Anayasa Mahkemesi kararı ile kapatılması eklenince ortaya tam bir kavram keşmekeşi çıktı. Hemen herkesin bir fikir ileri sürdüğü tüm tartışmalarda ortaya çıkan tek gerçek, "demokrasi"nin ne olduğunun bilinmemesiydi.
Kürt sorunundan laikliğe, ekonomik buhrandan banka ifaslarına kadar, hemen herşey "demokrasi" çerçevesinde ele alınırken bu tartışmalarda var olmayan tek şey, demokrasinin sınıfsal niteliğiydi.
Soyut demokrasi kuralları öylesine yoğun bir biçimde ortaya konuldu ki, pekçok insan böyle bir demokrasinin sadece RP'nin işine geleceğini düşünmeye başladı. Bunun sonucu ise, "laik cumhuriyetin tek koruyucusu" ordunun yüceltilmesi oldu. Zaten Kürt ulusal hareketi karşısında sürekli yıpranan ordunun böylesine bir kurtarıcı olarak gösterilmeye ihtiyacı vardı. Ve küçük-burjuva demokrat aydınları sayesinde bu da gerçekleşmeye yöneldi.
Tıpkı demokrasi tartışmaları gibi, laiklik tartışmaları da kavram keşmekeşi içersinde sürdürüldü. Hemen hergün medyada boy gösteren küçük-burjuva demokratları, kitleleri laiklik konusunda "bilinçlendirme" adına laiklik ile İslamiyeti uyumlulandırmaya çalıştılar. "Hazırlıklı" gelen şeriatçılar karşısında "hazırlıksız" olmalarını gerekçe gösterirken, konunun en temel kavramlarda yattığını ve bunların netleştirilmesiyle bağlantılı olduğunu birkaç kişi dışında hiç kimse görmek istemedi.
Soyut bir demokrasi kavramı çerçevesinde küçük-burjuva aydınlarının şeriat korkusu, soyut bir "inanç" sorunu ile bütünleştirildi. En basit deyişle, şeriatçıların demokratik yolları izleyerek demokrasiyi ortadan kaldıracakları korkusunun "inanç"la ilintilendirilmesi, RP'nin "yumuşak üslubu" ile birlikte ortaya çıkması mevcut karmaşayı artırmakan öte bir işe yaramadı. Birkaç aydının "demokrasinin de kendini koruma mekanizmaları olmalıdır" türünden sözleri ise, bu kargaşa içinde kayboldu.
Soyut demokrasi kavrayışının küçük-burjuva aydınlarında yarattığı kargaşa ortamında, "şeriatçılığa karşı ordu müdahelesi" doğrudan ifade edilmese de, "laikliğin temel koruyucusu ordu" kavrayışına da değinen pek olmadı. Tabi bütün bunların zemininde ordunun gerçekleştirdiği darbelerde küçük-burjuva aydınlarının da zarar görmüş olması ve Cezayir'de yönetimin askerileştirilmesinin pek işe yaramadığının görülmesi yatıyordu. Ama içten içe yönetimin askerileştirilmesinin bir çözüm olabileceği düşüncesinin bu kesimlerde varlığını sürdürdüğü açıktı.
Bugün ekonomik buhranın ağırlaştığı koşullarda demokrasi tartışmasının "karın doyurmadığı" demagojisi yapılırken, yukarda ortaya koyduğumuz olgular yok sayılmaktadır. Demokrasi ile ekonomi arasındaki ilişkinin, küçük-burjuva aydınlarının soyut demokrasi kavrayışlarıyla belirsizleştiği de açıktır. Siyasal iktidar sorunu olarak demokrasi, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi demek olduğu yeterince ortaya konulamadığı koşullarda bu demagoji elbette etkili olacaktır. Sorun net biçimde ifade edilmelidir:
Soyut bir demokrasi yoktur ve demokrasi siyasal bir sorundur, sınıfsal niteliğe sahiptir.
Küçük-burjuva aydınları, bir yandan dinsel fanatizm karşısında geleneksel tutumlarını sürdüremezken, diğer yandan Özal döneminde yedeklendikleri oligarşiden ayrılmaktadırlar. Ancak bu kararsızlık ve kopuş, kendi alternatifini bulamadığından etkili bir sonuç da yaratamamaktadır. 1970'lerin sonlarına doğru devrimci kesimlerden kopan ve 1980 ortalarında Özal politikalarıyla oligarşiye yedeklenen küçük-burjuva aydınlarının tek müttefikinin proletarya olduğu, tüm bunlara rağmen bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Bu gelişmeler karşısında soldaki hava ise, tam bir boş vermişlik olarak ortaya çıktı. Genellikle kendilerini legalleştirme ile legal mücadeleyi birbirine karıştıranlar kendi dünyalarında olayları izlemekle yetinirken, diğer kesimler genel birkaç deyinmenin ötesinde pek birşey söylememeyi yeğlediler. Özellikle konu laiklik olduğunda sessiz kalınması en önemli açmaz olarak ortaya çıktı. Kurtuluş Cephesi olarak uzun süredir yaptığımız tüm uyarılara rağmen sessizlik, bir tavırsızlık ve pasifizm olarak soldaki oportünizmle birleşti.
"Kitlelerin içine girerek, kitlelerin acil gereksinmeleri etrafında, kitleleri örgüleyip, eyleme sokma ve kitlelere siyasi bilinç götürüp örgütleme, yani emekçi kitlelerin ekonomik ve demokratik hak ve istemleri etrafında kitleleri örgütleyip, siyasi hedefe yönlendirme" legalizmin yeni biçimiyle bir kez daha egemen oldu.
5 Nisan Kararları çerçevesinde ekonomik buhranın ağırlaştığını gören bazı sol yapıların ekonomik mücadeleyi politik mücadeleye dönüştürme çabaları salt istem boyutunda kalırken, tüm faaliyetleri herhangi bir sendikanın yerine getirmesi gereken işlevlerle sınırlıydı. DS'nin "Alevi-Sünni, laik-dinci çatışması değil, sömürüye karşı ekmek kavgası" sloganında olduğu gibi, yalın bir ekonomizme gömülündü.
Oysa,
"Demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılamadığı -rafa kaldırıldığı- daha doğru bir deyişle oligarşi tarafından kullanılmasına 'izin' verilmediği, ordusu, polisi ve diğer güçleri ile emekçi kitlelere tam bir tenkil politikasının izlendiği bütün geri-bıraktırılmış ülkelerde, bu tip klâsik 'kitle çalışması' ile ekonomik ve demokratik mücadeleyi, politik mücadeleye dönüştürmek isteyen örgütler, düşmanın askeri üstünlüğü ve baskısı karşısında, güçsüzlüğe düşecekler, giderek de iyice sağa kayacaklardır.
Bu yol 'oligarşik diktatörlük ile halktan gelen baskı arasında kurulmuş olan suni dengeyi bozacak yerde onu devam ettirecektir'(Che)
Evet, devam ettirecektir. Elbette bu yoldan gidildiğinde de görünüşte bazı ilerlemeler olacaktır. Ancak bu yolun savunucuları, giderek başlangıçta savaşçı niteliklere sahip olsalar bile, bu niteliklerini kaybedecek, yozlaşacak ve giderek bürokratlaşacaklardır. Yitirilen devrimci öz ve de pasifize edilmiş beş-on emekçi; işte bu görüşün yolu basitleştirilince budur." [*]
Görüldüğü gibi, küçük-burjuva aydınlarının sınıfsal ve politik iktidar sorunundan soyutlanmış demokrasiyi öne çıkarttıkları bir dönemde, bazı sol hareketler ekonomik mücadeleyi öne çıkarmışlardır. Böylece birbiriyle ilintisi açık olan iki konu, iki ayrı alanda, birbirine karşı bir biçimde ifade edilir olmaktadır. Son dönemdeki pekçok ekonomik mücadele alanında görüldüğü gibi, devrimciler sıradan bir sendika görevlisinin yapabileceği işleri yapmış ve bunları devrimci bir görevmişcesine kitlelere sunabilmişlerdir.
Bugün sorun demokratik halk devrimi sorunudur ve siyasal özgürlüklerin elde edilmesi olarak kendisini somutlaştırır. Bir RP'nin bile, ekonomik ve toplumsal sorunları iktidar sorunuyla bağlantılı sunması, bu gerçeklerin kitleler tarafından ne denli anlaşılabilir olduğunu göstermektedir. Küçük-burjuva aydınlarının soyut demokrasi kavrayışıyla içine düştükleri açmaz ile kitlelerin yüz yüze oldukları ağır ekonomik yaşam koşulları proletaryanın öncülüğündeki demokratik halk devrimi mücadelesinde kendi gerçekliğini bulabilecektir. Bu bağlamda, devrimciler, her yerde ve her zaman demokratik halk devrimi programı ile mücadeleyi yükseltmelidirler. Yoksa ne küçük-burjuva aydınlarını dışlayarak, ne de kitlelerin ekonomik talep uğruna yürüttükleri mücadeleyi devrim mücadelesiymiş gibi göstererek bir yere varmak olanaksızdır.
Dipnotlar
[*] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III