KURTULUŞ CEPHESİ - Mayıs-Haziran 1994
Devrim,
Enflasyonu Nasıl Ortadan Kaldırır?
Ülkemizde, yıllarca tüm düzen partilerinin üzerinde en çok konuştukları, polemik yaptıkları, demagojiye başvurdukları konuların başında enflasyon ve enflasyonu nasıl aşağıya çekecekleri üzerine olmuştur. Oligarşinin her hükümeti, bir önceki hükümeti enflasyonu artırmakla suçlayarak işe başlamış ve bir süre sonra enflasyondaki artışla birlikte muhalefet partilerinin saldırılarına muhatap olmuştur. ANAP'ından DYP'sine, SHP'sinden RP'sine tüm düzen partileri, halk kitlelerine, onları ezen, yoksullaştıran "enflasyon canavarı"nı "sadece kendilerinin durdurabileceği"ni söyleyerek oylarını artırmaya çalışırken, hiçbirinin gerçekçi bir programa sahip olmadıkları kullandıkları popülist sözlerden belli olmaktadır.
Oligarşinin düzen partilerinin enflasyonu durdurmak ve ortadan kaldırmak diye bir sorunları, gerçekte hiç yoktur. Çünkü ülkemizdeki enflasyonun temelinde, emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin uyguladıkları ekonomi-politikalar yatmaktadır. Bu ekonomik politikalar, yüksek enflasyon koşullarında tekelci sanayi burjuvazisinin gelişmesini ve emperyalist tekellerin kârlarının artmasını hedeflemektedir. Bir başka deyişle, ülkemizdeki enflasyonun temelinde, emperyalizmin kendine yeni pazarlar bulma amacı yatar. Emperyalizm (ve dolayısıyla işbirlikçi-tekelci burjuvazi) kendi metalarını satabilmek için geri-bıraktırılmış ülkelerde iç pazarı genişletmekte ve böylece kendi metalarına yeni talep yaratmaktadır. Bir yandan devlet subvansiyonları ile kendi yatırımlarını korumaya alırken, diğer yandan devletler aracılığıyla yeni talepler yaratılmaktadır.
Emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerinin bir sonucu olan enflasyon, geri-bıraktırılmış ülkelerin sürekli ödemeler dengesi açığı vermesi, dış borçların sürekli artması ve iç borçlanmanın olabilecek en üst düzeye kadar kullanılmasıyla birlikte, sürekli bir olgu olmuştur. Bu nedenle, emperyalizme bağımlılık koşullarında geri-bıraktırılmış ülkelerde enflasyon hiçbir biçimde ortadan kaldırılamaz ve kaldırılması da beklenilemez. Hangi siyasal parti iktidara gelirse gelsin, emperyalizme bağımlılığın yarattığı bu çerçeveyi kıramaz. Kırma iddiasında olanlar ise, iktidara geldikleri andan itibaren, olayların hiç de kendilerinin bildiği gibi olmadığını görerek "hizaya sokulurlar".
Sorun, bir ülkenin kendi öz kaynakları ve kendi emek-gücü ile gelişmesi, kalkınması ve halk kitlelerinin yaşam koşullarının sürekli yükseltilmesidir. Bu bağlamda, enflasyon sorunu, kalkınma sorununun bir parçası olmaktadır. Dış borçlanmayla sağlanacak bir kalkınma, kaçınılmaz olarak bu borçların ve faizlerinin ödenmesiyle birlikte kendisini yeniden sıfırlamaktadır. Çünkü emperyalist ülkelerden alınan borçlar, sonal olarak emperyalizme bağımlı sanayilerin kurulmasında kullanılmakta ya da bu sanayilerin gereksinme gösterdiği yan ürünlerin üretilmesi için (ki genellikle devlet eliyle) gerekli yatırımlara gitmektedir. Emperyalizme bağımlı sanayilerin kurulması, buralardan elde edilen kârların yeniden emperyalist ülkelere "kâr transferi" adı altında geri dönmesini sağladığından, yatırımda kullanılan dış kredilerin ödenmesi için geriye bir şey kalmadığı gibi, dış borçların faizlerini ödeyebilecek bir kârın bile ülkede kalmasını engellemektedir. Böylece, kapitalist ekonominin en basit kuralı bile işletilmemektedir.
Bilindiği gibi, kapitalist herhangi bir alanda yatırım yaparken, gerek kendi öz kaynaklarından sağladığı, gerekse kredi olarak aldığı parayı sermaye olarak kullanır. Her zaman bu sermayenin, maliyet üstü bir gelir getirmesi gerekir. Bu da, metaların üretilmesi için gerekli değişen ve değişmeyen sermaye öğelerinin toplamıdır. Buna kapitalistin aldığı kredilerin faiz miktarı da dahil edilir. Eğer, diğer herşey sabit olmak koşuluyla, kapitalistin kâr oranı, aldığı kredilerin faiz oranından yüksek olursa, üretim genişletilmiş bir üretim olarak devam eder. Aksi halde, kapitalistin tüm kârı, mali-sermayeden aldığı kredilerin faiz ödemelerine gider ki, bu durumda iflas kaçınılmaz olur. Bu sonuçtan kaçınmak için, kapitalistin her yeni borçlanması, süreci hızlandırır ve yıkımın boyutlarını büyütür. Buna karşın, kapitalist kendi metalarını değerlerinin çok üstünde satabilirse, yani kendisinin ödemek zorunda bulunduğu faiz oranlarının üstünde bir fiyattan metalarını satabilirse, bir süre için kendini ayakta tutabilir. Bu da, meta fiyatlarının gerçek değerlerinin üstünde bir fiyattan satılması demektir ve sonuçta tüketicinin sırtına yüklenen bir ekonomik maliyet olur.
Ama aynı süreçte, tüketicilerin alım gücünde bir değişiklik olmadığı sürece, kapitalistin metasını satabilmesinin sınırı, tüketicinin mevcut gelirleri ve birikimleri ile sınırlıdır. Böylece bu sınıra ulaşıldığında, pazarda metalar satılamaz ve meta-sermaye para-sermaye haline dönüşemez. Kapitalist bu durumda "nakit sıkıntısı" içine girerek, tüm ödemelerini (kredi borçlarının ana para ve faiz ödemeleri ile üretim için gerekli hammadde ve yarı-mamül madde için yapacağı ödemeleri) durdurur. Bunun yansısı, kendisine kredi veren bankaların kredilerini tahsil edememeleri, hammadde ya da yarı-mamül madde üreticilerinin ürünlerini satamamaları ya da sattıkları metaların parasını geri alamamaları vb. dir. Yani topyekün bir buhran patlak verir. İşte devlet bu noktada devreye girerek ya da bu noktaya gelineceği bilindiğinden sürekli devrede tutularak, kapitalist metaların satılabilmesi için yapay bir talep yaratmaya, kapitalistin ödemelerini yapabilmesini sağlayacak krediler bulmaya, verdiği kredileri geri alamayan bankaları subvanse ederek buhranın etkisini yavaşlatmaya yönelir. Böylece devlet, tüm kapitalistler adına, kapitalistlerin tüm açmazlarının tamamlayıcısı ve üstlenicisi olarak devreye girer.
Devlet, burada halktan topladığı vergileri ve "hazine kaynaklarını" (karşılıksız para basma, "emisyon hacmini artırma") kullanmak durumunda olduğu için (dış borçları şimdilik bir yana bırakırsak), öncelikle vergileri artırmak ve karşılıksız para basmak durumundadır. Ancak bu vergi artışı, tüm kesimlere yönelik olmayıp, çalışan kesimlere yönelik olmak zorundadır. Karşılıksız para basmak ise, milli gelirdeki net artışları artan oranda para miktarının piyasaya sürülmesi olarak, meta fiyatlarının daha yüksek fiyatlarla satın alınmasını getirmektedir. Bu, iç talebin kısılmasını getirerek, kitlelerin daha sınırlı tüketimini ve yaşamasını ("kemer sıkma") bir "kader" haline getirmektedir. Ancak iç talebin kısılmasının asıl somut ifadesi ise, çalışan kesimlerin gelirlerinde düşüş olmasıdır. Bu düşüşler, doğrudan çalışma süresini uzatarak ya da ücretleri dondurarak yapılamayacağı koşullarda (artı-değer oranının mutlak artırılışı), reel ücretlerde sürekli düşüş sağlanarak gerçekleşirilir. İşte enflasyon reel ücretlerin sürekli düşürülmesinin en temel aracı durumundadır. (Yılbaşından bu yana ülkemizde açıkça görüldüğü gibi, altışar aylık ücret artışı toplamı %54 iken, enflasyon oranı (Mayıs ayı için) %125 olmuştur.)
Mevcut emperyalist sömürü mekanizmasının içinde enflasyonun bu çok yönlü kullanımı, bu olguyu sürekli hale getirmektedir.
Sözün özü, ülkemizdeki sürekli enflasyonun nedeni emperyalist sömürüdür ve bu sömürü tarafından belirlenmiş ekonomi-politikalardır. Bu nedenle, bir bütün olarak ekonomik kalkınma ve büyümenin bütünsel bir devrimci ekonomi-politikası, emperyalist ekonomi-politikanın yerine geçirilmediği sürece, bu sorunlar sürüp gidecektir.
Emperyalist ekonomi-politikanın ortadan kaldırılmasının ilk adımı, ülkenin emperyalizme olan bağımlılığını ortadan kaldırmaktır. Bu yapılmadığı sürece, emperyalizmden bağımsız bir ekonomi-politikanın uygulanabilme olanağı yoktur. Yani, sorunun çözümünün ilk halkası anti-emperyalist ve anti-oligarşik bir devrimle siyasal iktidarı ele geçirmektir.
İşte bu devrimin sonucu kurulacak halk iktidarının uygulayacağı ekonomi-politika sorunların kalıcı çözümüdür ve enflasyonun sonudur.
Herşeyden önce ekonomik kalkınma ya da büyüme, halk kitlelerinin yaşam koşullarının sürekli iyileşmesi demektir. Bu bağlamda ekonomik kalkınma, nüfus artışını da göz önüne alarak, bu nüfüs artışını aşan bir düzeyde [1*] üretimin artırılması ve böylece kişi başına düşen ürünlerin (üretim malları üretimi ile tüketim malları üretimi olarak) artırılması demektir. Bir başka deyişle, ekonomik kalkınma "genel" bir üretim artışı olmadığı gibi, kısa dönemde ve birden kitlelerin tüketim düzeyinin yükseltilmesi demek değildir. Tersine kitlelerin tüketim düzeyinin zaman içinde yükseltilmesi ve bunun sürekli hale getirilmesidir.
Ekonomik kalkınma ya da büyümenin bu gerçekliği, yeni-sömürgecilik koşullarında geri-bıraktırılmış ülkelerde emperyalizme bağımlı bir kapitalizmin gelişmesiyle ortaya çıkan olgular açısından önemlidir.
Yeni-sömürgecilik koşullarında, orta ve hafif sanayinin geliştirilmesi, bireylerin görece tüketimini artırmış ve nispi bir refah ortamı sağlamıştır. Ancak emperyalist sistemin kendi bunalımları sonucu görece bu gelişmeler, zaman içinde görüntüsel (T. Özal'ın ifadesiyle "vitrin") olarak kalmaktadır. Bunun sürekli bir kısır döngü yaratması, aynı zamanda, mevcut yapının "düzeltilmesi" ya da "istikrarlı hale getirilmesi" teorilerinin yayılmasını getirmektedir. Bu teoriler, giderek sosyal reformizmin programı haline gelirken, "çoğulcu sanayileşme-çoğulcu demokrasi" anlayışları doğurmaktadır. Bu anlayışlar, ifadesini "sosyal-demokrasi"de bulmaya çalışırken, "kalkınmanın bağımsız bir tarzda gerçekleşemeyeceği", "karşılıklı bağımlılığın zorunlu olduğu" tezleriyle emperyalizmle olan ilişkilerin sürdürülmesini esas alır, mevcut yapı içinde gelir dağılımının "dengeli" hale getirilmesiyle sorunun çözümleneceğini ileri sürer. (Bugün Karayalçın'ın temsil ettiği reformizm gibi) Ancak sorun, aynı zamanda üretimin artırılması sorunu olduğu için, yatırımların finansmanı, zorunlu (vergiler) ya da gönüllü tasarrufları (banka mevduatları vb.) artırarak bulunmak zorundadır. (Burjuva ekonomistler bunlara "sağlam kaynaklar" demektedir.) "Artan oranlı gelir vergisi", "tarımın vergilendirilmesi" bu reformizm için büyük öneme sahiptir. Bunun dışındaki finansman kaynakları olarak dış borçlanma, onların dilinde "dengeli" olarak kullanılmalıdır. Böylece emperyalizme bağımlılığı önsel olarak kabul ettikleri için, hiçbir zaman ekonomik kalkınmayı sürekli hale getiremezler. Yapabilecekleri, 1983-1989 arasında T. Özal'ın yapabildikleri ile sınırlıdır. (Zaten bu kesimler bu dönemde hızlı bir Özalcı kesilmişlerdir.)
Sorun açıkça ortaya konulmalıdır:
SSCB'nin dağıtılmışlığı koşullarında emperyalist propaganda ile hergün sürekli ifade edildiği "global" bir dünyada, emperyalist sömürü ilişkilerinin dışında, emperyalizmden bağımsız olarak, tek bir ülkede, emperyalizmden yalıtık ve ayrıksı olarak ekonomik kalkınma olanaklı mıdır? Böyle bir durumda kalkınma için gerekli kaynaklar nereden bulunacaktır?
Bu sorunun olumlu yanıtı, sadece bir devrimci iktidarla olanaklıdır.
"Başta ABD emperyalizmi olmak üzere, tüm emperyalist ülkelerin ve çokuluslu tekellerin açgözlü sömürüsünün ve yerli işbirlikçilerinin talanının sonucunda ortaya çıkmış olan çarpık ve geri bir sanayiye sahip ülkemizde, demokratik halk devrimi, gerçek ve bağımsız bir sanayileşme ve ileri bir tarımsal ekonomi yaratarak, halkın yaşam düzeyini sürekli yükseltmek amacıyla, halkın öz insiyatifine, emeğine ve örgütlü gücüne dayalı bir ekonomik yapı oluşturmaya olanak sağlar.
Halka dayalı, demokratik katılımı esas alan ve emeği tüm değerlerin yaratıcısı olarak gören halk iktidarın ekonomi-politikası, herşeyden önce yeni-sömürgeciliğin hızla tasfiyesini amaçlar. Reformist değil, devrimci nitelikte olan bu ekonomi-politikanın yürütülmesinde, halk iktidarı, yeni-sömürgeciliğin tasfiyesi ve oligarşik sömürünün ortadan kaldırılması için gerekli önlemleri alacaktır.
Bu amaçla:
a) Sanayi, tarım, madencilik, mali ve hizmetler sektöründe yabancı şirketlerin doğrudan yatırımlarına son verilecektir. Bu sektörlerde emperyalist ülkelere ait tekelci şirketlerin ve filyallerinin tüm mal varlıkları, tazminat ödenmeksizin millileştirilecektir. Diğer ülkelere ait şirketlerin mal varlıkları, gerçekleştirdikleri kâr transferleri ve ana sermayeleri gözönünde tutularak hesaplanacak bir tazminat karşılığında millileştirilecektir.
b) İstisnasız tüm sektörlerde faaliyet gösteren, yerli tekelci ve işbirlikçi sanayi ve ticaret burjuvazisine ait tüm şirketler ve kuruluşlar ile bunların kişisel ya da ailesine ait mal varlıkları, tazminat ödenmeksizin millileştirilecektir. Bu şirket ve kuruluşların, yabancı şirket ve kuruluşlarla ortaklık halinde olmaları durumunda, yabancı ortaklara hiçbir tazminat ödenmeyecektir. İşbirlikçi tekelci burjuvazinin yabancı şirket, kuruluş ya da devletlerle yapmış oldukları her türlü anlaşma, sözleşme ve garantiler iptal edilecektir.
c) Emperyalist devletlere, şirketlere, mali kuruluşlara ya da uluslararası finans kurumlarına (IMF, Dünya Bankası, IFC vb.) oligarşinin özel ya da devlet adına yapmış olduğu, kısa, orta ve uzun vadeli her türlü borçlar iptal edilecektir. Diğer ülkelerle yapılmış olan ekonomik ve sosyal amaçlı devlet kredi ve borçlarının ödenmesinde ise, uzun vadeli bir plan dahilinde, ana para olarak tasviyesi esas alınacaktır. Ancak, Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi'nin açık çağrısından sonra, devrimci savaş sürecinde bu ülkelerin oligarşinin devletine vermiş oldukları ekonomik ve sosyal amaçlı borç ve krediler hiçbir biçimde ödenmeyecektir.
d) Kimya, madencilik, metalurji, petrol ve petrol ürünleri, otomotiv, inşaat, askeri malzeme üretimi, ulaşım, haberleşme, ilaç, tütün, çay üretimi ve diğer temel ihtiyaç maddeleri sektöründe şirket ve kuruluşların faaliyetlerine son verilecektir. Diğer sanayi kollarında, 30'dan fazla işçi çalıştıran tüm şirket ve kuruluşlar devletleştirilecektir. Bunlara ödenecek tazminat miktarı, İşçi Komiteleri'nce belirlenecektir. Halk iktidarında karşı-devrimci faaliyette bulunan ve toplumsal çıkara aykırı faaliyet sürdüren özel sanayi kuruluşları, tazminat ödemeksizin devletleştirilecektir.
e) Dış-alım ve dış-satım devletleştirilecektir.
f) Tüm özel bankalar, mali kuruluşlar ve özel sigorta kuruluşları devletleştirilecektir. Bunlar ve diğer devlet bankaları birleştirilerek tek bir merkez bankası oluşturulacak ve bu banka ülkedeki tüm bankacılık işlemlerini yerine getirecektir.
Altın, gümüş vb. değerli madenlerin ticareti sınırlandırılacak ve bu alanda faaliyet gösteren kuyumcu, sarraf vb. kişi ve kuruluşların elindeki stoklar kamulaştırılarak Merkez Bankasına devredilecektir.
g) Lüks tüketim malı üretimine son verilecek ve bu malların ithalatı yasaklanacaktır.
h) Gece kulübü, bar, pavyon, gazino ve büyük özel mağazalar kapatılacaktır.
i) Büyük özel marketler, özel turizm tesisleri devletleştirilecektir. Deniz kıyılarının yağmalanmasıyla yapılmış olan tüm özel lüks konutlar, villalar vs. kamulaştırılacaktır.
j) Önemli bir ekonomik gücün ve emeğin yok olmasına yol açan bürokrasi yeniden düzenlenecek ve bürokratik işlemler basitleştirilecektir.
k) Sanayi ürünlerinde standartlaşmaya gidilecektir.
l) Özel sanayi kuruluşlarının merkezi plana göre üretim yapmaları sağlanacaktır. Bu kuruluşların plan hedefleri üstünde üretim artışları sağlamaları için gerekli teşvikler yapılacaktır. Küçük-sanayiler için, organize sanayi bölgeleri oluşturulacak ve var olanlar yeniden düzenlenecektir. Alınan bu ekonomik önlemlere paralel olarak merkezi planlamaya özel önem verilecektir.
Alınan önlemler ve uygulamalarla ortaya çıkacak toplumsal sermaye ve emek-gücü, mevcutlarıyla birlikte merkezi plana göre kullanılacaktır. Merkezi planın amacı, halkın genel yaşam düzeyini sürekli yükseltmek ve bireylerin maddi ve zihni gereksinmelerini karşılamak olacaktır.
Merkezi plan şu temel ölçütlere göre yapılacaktır:
1) Nüfus artışı gözönüne alınarak, bu artışı aşan düzeyde ve kişi başına düşen miktarı zaman içinde artıran ve de bunun sürekliliğini güvence altına alan bir üretim artışı sağlamak,
2) Üretimde daha fazla doğal kaynak kullanılmasını sağlamak,
3) Üretimi rasyonelleştirerek ve demokratik biçimde örgütleyerek, kaynak başına mevcut verimliliği artırmak,
4) Eskimiş, aşınmış ve verimliliği düşük fabrika ve donatımı yenilemek ve ileri teknoloji kullanmak,
5) Tüketim malları üretiminde ileri teknoloji kullanımına hızla ve öncelikle geçmek,
6) Tarımsal verimliliği arttırmak için makinalaşmaya ve kimyasal girdi kullanımına ağırlık vermek, üretim kooperatifleri ve kollektif çiftlikler yoluyla büyük üretim alanları yaratmak,
7) Temel tüketim malları (dayanıklı) üretiminde artışlar sağlamak amacıyla üretim malları üretimine öncelik vermek,
8) Sanayi yatırımlarında sermaye-yoğun teknikler kullanılmasına ağırlık vermek,
9) Toplumsal ve kültürel alanlarda, sağlık, eğitim ve konut üretimi öncelikli olmak üzere, yatırımlarda mevcut kaynakları ve emek-gücünü kullanmak,
10) Çalışma durumundaki tüm bireylere iş bulmak.
Bu ekonomi-politikanın uygulanmasında, her düzeyde devlet gelirleri olarak vergiler yerinde düzenlenecek ve vergi sistemi değiştirilecektir.
Bu nedenle :
aa) Başta KDV olmak üzere, tüm vasıtalı vergiler kaldırılacaktır,
bb) Her türlü bürokratik işlemden alınan harç ve resimler kaldırılacaktır,
cc) Gelir vergisinde asgari geçim miktarı vergi dışı tutulacak ve bunun üstündeki gelirden artan oranlı vergiler alınacaktır. Her durumda, gelir vergisi oranları, ücretli işçiler ve devlet ya da kamu kuruluşunda çalışanlar için %20'nin; özel bireysel işinde çalışan esnaf, zanaatkar ve özel meslek sahipleri için %25'in; ücretli emek kullanan esnaf ve zanaatkarlar için %35'in; özel sanayi kuruluş sahibi ve hissedarlarından %45'in üstünde olmayacaktır. Tarımdaki özel üreticilerden, asgari geçim miktarının yıllık tutarının üstündeki gelirlerinden, Tarım ve Köy Gelişim vergisi olarak %20 oranında tek bir vergi alınacaktır.
dd) Kurumlar vergisi, üçten fazla işçi çalıştıran tüm özel işyerlerinden, Genel İşçi Komiteleri Konseyi'ne bağlı işyerlerinden ve büyük tarımsal işletmelerden alınacaktır. Net ürün geliri üzerinden alınacak bu vergi %50'yi geçemeyecektir.
ee) Dışalım ve dışsatıma ilişkin vergiler kaldırılacaktır. İç ticaretten alınan vergi oranı %50 olacaktır.
ff) Miras ve intikal vergisi, mirasın konusuna bağlı olarak ve yıllık asgari geçim miktarı gözönünde tutularak, beş yıllık zaman için tahakkuk edecek gelir vergisi, kurumlar vergisi, emlak vergisi miktarı düşüldükten sonra, kalan kısım üzerinden %70 olarak alınacaktır.
gg) Bireysel mülkiyete ait (kentlerde) seksen metrekarenin üstündeki konutlardan, özel işyerlerinden, perakende ticaret ve hizmet binalarından, değeri üstünden ve artan oranlı olarak emlak vergisi alınacaktır.
Kiraya verilmiş bireysel mülkiyete ait konutlardan, işyerlerinden, depolardan vb. emlak vergisi yanında, yıllık kira geliri üzerinden, artan oranlı ek gelir vergisi alınacaktır.
hh) Özel binek otolarından, traktörlerden, motorsikletlerden vb. alınan Motorlu Taşıtlar Vergisi tümüyle kaldırılacaktır. Taşıtın niteliğine ve çalışma konusuna bağlı olarak ticarette kullanılan araçlar ile lüks binek otolarından alınacak Motorlu Taşıtlar Vergisi, sürücüler birliği temsilcileri ile Genel Halk Komiteleri Konseyi temsilcilerinin oluşturacağı bir kurul tarafından belirlenecektir." [2*]
İşte tüm burjuva ve küçük-burjuva ekonomistlerinin şiddetle karşı çıktıkları, "ideolojik" olarak tanımladıkları devrimci ekonomi-politika genel olarak böyledir. Oysa bu ekonomi-politikanın hiçbir alternatifi yoktur ve geri-bıraktırılmış tüm ülkelerin tek kalkınma yoludur.
İlkin bu ekonomi-politika sağlam ve sürekli kaynaklara sahiptir. Çünkü, ilk planda mevcut kaynakların rasyonel kullanımını içerir.
Bu amaçla, 1) Toplam doğal kaynakların kullanımında genişleme sağlanması, 2) İşsiz nüfusun istihdam edilmesiyle toplam işgücünü artırması, 3) Tarımsal toprakların genişletilmesi, 4) Kaynak başına mevcut verimliliğin, örgütsel gelişmelere bağlı olarak artırılması, 5) Eskimiş, aşınmış ve bu yüzden verimliliği düşük fabrika ve donanımın değiştirilmesi söz konusudur.
Öte yandan lüks tüketim malları üretiminin ve bu malların ithalatının durdurulmasıyla; verimsiz ve niteliksiz emek-gücünün verimli ve nitelikli hale getirilmesiyle; savurgan ve rasyonel olmayan üretim aygıtının yeniden örgütlenmesiyle ve işsizlerin istihdam edilmesiyle ortaya çıkacak kaynaklar diğer kaynaklarla birlikte önemli bir potansiyel sağlamak durumundadır.
Bu mevcut kaynakların yeniden örgütlenmesi ve biçimlendirilmesiyle ortaya çıkacak kaynaklar yanında, yabancı sermaye yatırımlarının kâr transferlerinin durdurulması, dış borçların iptal edilmesi ve emperyalist ülkelere patent hakkı, lisans, know-how, mühendislik hizmetleri için yapılan ödemelerin durdurulması net kaynaklar ortaya çıkartmaktadır.
Örneğin, 1980'de, yıl içinde ülkemize gelen nakit yabancı sermaye miktarı 33 milyon dolar iken, aynı yıl ülke dışına transfer edilen kâr miktarı 47 milyar dolar olmuştur. Bu kâr transferi 1990 yılına gelindiğinde, toplam yabancı nakit sermaye girişindeki büyük artışla birlikte, 2 milyar doları aşmıştır. Yine T. Özal döneminde menkul kıymetler borsasının faaliyete geçirilmesiyle, bu alanda spekülasyon yapan yabancı sermayenin dışarıya transfer ettiği "borsa kârı" 1994 yılının ilk dört ayında 4 milyar dolar olmuştur. Bu durum dış borç faizleri açısından da aynıdır. 1993 yılı itibariyle 67 milyar 356 milyon dolara ulaşan dış borçlar için 1993 yılında yapılan toplam ödeme 7 milyar 973 milyon dolar olmuştur. Bunun 3,5 milyar dolarlık kesimi faiz ödemeleridir.
Tüm bunlara diğer kalemlerdeki transferler eklenecek olursa, yıllık olarak ülkemizden dışarıya transfer edilen kaynak miktarı 20 ile 25 milyar dolar arasında olmaktadır. Bu transferlerin salt son on yıllık toplamı ise, 150 milyar doları bulmaktadır. [3*] 1993 yılında Gayri Safi Milli Hasıla, yani ülke içindeki tüm üretim ve gelirler 170 milyar dolardır. Salt son on yılda ülke dışına transfer edilen paranın ülke içinde kullanılmış olması durumunda, ülke ekonomisinin en az iki misli daha büyük olacağı açıktır.
Tüm bunların yanında, lüks tüketim malları üretimi için kullanılan verimsiz emek-gücü, otomobil, yat, kotra, helikopter gibi özel ve lüks malların tükettikleri petrol giderleri, petrole dayalı elektrik santralleri, düşük fiyatla yapılan hammadde ihracatından uğranılan kayıplar vb. ekonomiye yeniden kaynak olarak katılacaktır.
Devrimci halk iktidarının uygulayacağı ekonomi-politika, ayrıca kapitalist ekonominin kaçınılmaz ürünü olan sanayide eksik kapasite kullanımını ortadan kaldıracaktır. Hemen her dönemde mevcut sanayinin bir bütün olarak kapasite kullanımı ortalama %45-50 arasındadır. Yani mevcut sanayi kuruluşları kapasitelerinin yarısı kadar üretim yapabilmektedir. Bu durum kamu kesiminde (KİT'ler) çoğu zaman %15'lere kadar düşebilmektedir. Bunun sonucu olarak ürün başı maliyetler neredeyse iki-üç misline çıkmaktadır.
Ülkemizde emperyalist sömürü ilişkileri içinde işbirlikçi-tekelci burjuvaziye ucuz sanayi girdisi sağlayarak, onların kârlarını yükselten, ama öte yandan uğradıkları zararlar devlet bütçesinden karşılanan KİT'ler olgusu bulunmaktadır. Bu çarkın kırılmasıyla birlikte KİT zararları doğrudan ortadan kalkacağı gibi, işbirlikçi burjuvaziye göre ayarlanmış kapasite kullanımının yükeltilmesiyle büyük bir üretim artışı gerçekleşecektir. Bu da ürün başına maliyetin düşmesini getirerek, ürünlerin kitlelere daha düşük fiyatlarla satılmasını sağlayarak, onların yaşam düzeyinin yükselmesini getirecektir.
Diğer yandan, emperyalizmin, özellikle Amerikan emperyalizminin kendi ekonomisini askerileştirmesiyle birlikte geri-bıraktırılmış ülkelere her türden askeri malzeme satışını artırmışır. Savunma harcamaları adı altında emperyalizmin silah hurdalığı haline getirilen geri-bıraktırılmış ülkeler, bu işe yaramaz silahların karşılığı olarak, yıllık olarak devlet bütçesinin %30'unu emperyalist ülkelere vermek durumunda kalmaktadır. Bu da yaklaşık olarak 3-5 milyar dolar tutmaktadır.
Tüm bunlara toprak devriminin getireceği üretim artışları eklenecek olursa, ülkemizde büyük bir kalkınma hızının yakalanmasının olanaklı olacağı görülecektir.
Böyle bir ekonomi-politika uygulamaya sokulmasıyla birlikte, emperyalist sisteme bağımlılığın ürünü olan enflasyon da ortadan kalkacaktır. Daha önce de belirtiğimiz gibi, bizim gibi ülkelerde ortaya çıkan enflasyonun temelinde emperyalist tekellerin kendi ürünlerini satabilmek için, yapay bir talep yaratmaları yatmaktadır. Kitlelerin reel gelirlerindeki artışlarla değil de, devlet subvansiyonlarıyla sağlanan bu talep, piyasadaki emisyon hacminin sürekli artmasını getirmektedir. Bunun yanında emperyalizme bağımlı sanayilerin getirdiği döviz talebi, ürünlerin maliyet fiyatının çok altında ülke dışına satılmasını zorunlu kıldığından, aradaki fark hazine tarafından karşılanmaktadır. Aynı şekilde, ithal edilen lüks tüketim malları için yapılan gümrük indirimleri ve bunlara ödenen döviz, emisyon hacminin artışını etkilemektedir. Tüm bunlara emperyalist tekellerin kâr transferleri ile iç piyasadan çektikleri paralar eklenince, ortaya yüksek enflasyon oranı çıkmaktadır. Doğal olarak enflasyonun nedenlerinin ortadan kaldırılmasıyla, kendisi de ortadan kalkacaktır.
Buna itiraz olarak, halk iktidarının yeni yatırımlar için hazine kaynaklarını kullanmak zorunda kalacağı ileri sürülebilir. Ve buna örnek olarak da çeşitli halk iktidarlarında (Vietnam, Nikaragua) ortaya çıkan yüksek enflasyon oranları gösterilebilir.
Evet, Vietnam, Nikaragua gibi kimi halk iktidarlarında %1000'lere varan enflasyon ortaya çıkmıştır. Ancak bunun temelinde bu ülkelerde uygulanan ekonomi-politikaların SSCB'nin varlık koşullarına ve COMECON ülkelerinin bütünsel ekonomisine göre ayarlanması yatmaktadır. Kendileri büyük bir ekonomik darboğaz içinde olan bu ülkelerin dağıtılmışlığı koşullarında, yapılmış tüm planların çökmesi kaçınılmazdır ve öyle de oldu.
Oysa yukarda ortaya koyduğumuz ekonomi-politika, bir ülke ekonomisinin bütün olarak planlanması ve düzenlenmesiyle ilgilidir ve her koşulda kendi öz kaynaklarına dayanır. Bu kaynaklar dışında ortaya çıkabilecek ya da var olabilen dış kaynaklar (eşitliğe dayalı, ürün değişimini esas alan ticari ilişkiler), bu ekonomi-politikanın planlama dışı kaynakları olarak belirlenmiştir.
Öte yandan, beş yıllık kalkınma planları, statik değil dinamik ölçekte ele alınacağından, merkezi planlamanın revizyonist bozulmaları da ortaya çıkmayacaktır. Bu nedenle yeni yatırımların plan dahilinde gerçekleşmesi, hiçbir biçimde enflasyonist etki yaratmayacaktır.
Sözün özü, demokratik halk devrimi ile kurulacak halk iktidarında, gerçek ve emperyalizmden bağımsız bir sanayileşme ve ileri bir tarımsal ekonomi yaratılarak, halkın yaşam koşullarının sürekli yükseltilmesi söz konusu olacaktır. Böyle bir ekonomik gelişmenin sağlanabilmesi için ülkemizde gerekli maddi ve emek-gücü temeli mevcuttur.
Dipnotlar
[1*] Bir ülkenin ekonomik kalkınmasında nüfus artışının gözönünde bulundurulması ve bunu aşan oranda bir büyümenin sağlanması, ülkemizde oligarşinin "nüfus planlaması" konusundaki kampanyasının amacını da ortaya çıkarır. Vehbi Koç başta olmak üzere, Leyla Alaton vb. işbirlikçi burjuvazinin temsilcilerinin "nüfus planlaması"nı hemen her şeyin önüne koymaları ve ülkemizdeki nüfus artış oranını ekonomik sorunların temeline yerleştirmeleri devlete tümüyle egemen olmalarıyla başlamıştır. Artan nüfusun salt beslenme sorunu bile, oligarşinin kendi devleti aracılığıyla "kâr getirmeyen gereksiz masraf" olarak görüldüğünden bu konuyu sürekli gündemde tutmaktadırlar.
[2*] THKC/HDÖ: Demokratik Halk Devrimi Programı
[3*] Bu konudaki veriler "devlet sırrı" gibi saklandığından hesaplamalar, yıllık ödemeler dengesi bilançoları üzerinden bazı oranlamalarla elde edilmiştir.