KURTULUŞ CEPHESİ - Mart-Nisan 1994
Nevroz
ve Ulusal Kültür
"21 Mart günü Orta-Doğu halkları için 'yeninin', 'güzelin' simgesidir.
İnsanlığın tarihsel evriminde tarımsal üretimin egemen olduğu dönemlerde insanların doğayla olan ilişkileri, kaçınılmaz olarak bahar günlerini özel bir gün haline getirmiştir. Kış aylarının durağanlığının aşıldığı, hareketsizliğin yerini harekete bıraktığı bu günler her toplulukta benzer biçimde karşılanmıştır. Ama halkların aynı üretim ilişkileri içinde bulunmalarından doğan benzer davranışlar, tarihsel hareket içinde bazı özgül gelişmeleri de beraberinde getirir.
Bütün Orta-Doğu halklarında ortak bir gün olan 21 Mart, Kürt halkının ulusal baskıya karşı duruşunun ve mücadelesinin bir simgesi haline gelmiştir. Böylece Nevroz, yalın bir biçimde tarımsal üretim içindeki toplulukların ortak bir günü olmaktan çıkmış, tarihsel gelişmenin önündeki engellerin kaldırılmaya çalışıldığı, bu uğurda mücadelelerin yürütül-düğü bir yere sahip olmuştur.
Orta-Doğu halklarında 21 Mart-Nevroz olarak ortak bir güne sahip olmaları ile bu-günün Kürt halkının mücadelesinin bir simgesi haline gelmesi arasındaki farklılıklar, aynı zamanda oligarşinin bugünü çarpıtması için harekete geçmesine neden olmuştur. 'Türklerin de bayramı' olarak Nevroz'un resmi ağızlardan ifade edilmesi, asıl olarak Nevroz'un bugün artık Kürt halkı için ulusal baskıya karşı mücadelesinin bir simgesi haline gelmesinden kaynaklandığını bilmeyen hemen hemen hiç kimse yoktur.
21 Mart gününün Kürt halkı için kazandığı yeni içerik kendisini demirci Kawa efsanesi ile birleştirilmesi her ulusal harekette görülebilecek durumları ifade eder. Ama halklar için efsanenin ifade ettiğinden öte somut varlık koşulları belirleyici olur ve olmaktadır. Her Nevroz gelişinde oligarşiyi kaplayan tedirginlik ve telaş işte halkların bu somut varlık koşulları tarafından belirlenmiştir.
1992 Nevroz olayları olarak tarihe geçen gün, bir halkın tarihsel mücadelesinde kısa bir an olarak kalacaktır. Ama her Nevroz gelişinde bu olaylar bir kez daha anımsanacak ve bir kez daha mücadele ile karşı-mücadele arasındaki ilişki sorgulanacaktır.
Nevroz için çok şeyler yazıldı, söylendi. Aynı şeyleri bir kez daha burada yinelemiyorsak, nedeni, bugünün Kürt halkının mücadelesinde kazandığı özgün yerin tartışmasız bir yere ulaşmasıdır. Artık her Nevroz ulusal baskının lanetlendiği, ulusal baskıya karşı mücadelenin tarihsel gerekliliğinin tanıtlandığı bir gün haline gelmiştir. Bugünün 'yeni bir atılım günü' olarak simgesel değerde ele alınması, Nevroz gününün önemini ortaya koyar. Ama günün simgesel değerlerinin her aşındırılması da, aynı oranda değişik aşındırmaları beraberinde getirecektir.
1992 Nevroz'u oligarşinin 'ayaklanma ve karşı-ayaklanma taktikleri' üzerine başlattığı yoğun propaganda ortamında karşılanması ve kutlanmaya çalışılması, Nevroz'un gelecekteki olası 'içi boşaltılması' girişimlerinin, reformizmin günü haline getirilmesinin zeminlerini de hazırladığı unutulmamalıdır...
1993 Nevroz'u Kürt halkı için mücadele günü olmaya, ulusal baskıya karşı duruşunun simgesi olmaya ve kendi kaderini tayin etme hakkının ifadesi olmaya devam edecektir. Ve özgür, demokratik bir gün olarak Nevroz, kardeşliğin, dostluğun, güzelliğin günü olarak tarihsel yerini alacaktır." [1*]
21 Mart Nevroz Bayramı'nın tüm bu özelliklerine rağmen, her zaman olduğu gibi bu yıl da, milliyetçiliğin, ırkçılığın bir kez daha ifade edildiği, demagojinin yaygınlaştığı bir gün olarak ele alınmıştır. Ama yukarda da ifade ettiğimiz gibi, bunlar, hiçbir zaman Nevroz'un Orta-Doğu halkları için bir mücadele günü olması gerekliliğini ortadan kaldırmamıştır ve kaldıramaz da. Ancak son yıllarda giderek yaygınlaşan kimi milliyetçi-ırkçı yaklaşımlar, 1994 Nevroz'una girerken yeni bir görüntü ortaya çıkarmaya başlamıştır.
Bu yeni görüntü, Çiller'in ağzından devletin Nevroz gününü "resmi bayram" olarak ilan edeceği sözleriyle örtüşmektedir. Bir bakıma Nevroz "paylaşılamayan" bir gün haline gelmiştir. Yukarda da belirttiğimiz gibi, tarımsal üretimin egemen olduğu tüm toplumlarda baharın gelişi, tıpkı hasat günü gibi bir şenlik içinde kutlanır. Bu aynı zamanda, bu toplumların kültürel oluşumlarının bir ögesidir. Böyle bir günde, her topluluk üyeleri bir araya gelir ve kendi toplumsal varlık olmalarını bir kez daha ortaya koyarlar. Ancak halkların uluslar haline gelmeleriyle birlikte, toplumsal üretim ilişkilerinin topluluklarda ortaya çıkardığı kültür ögeleri, her ulusal-topluluğun bir diğerinden ayrıştırılması için kullanılır olmuştur. Burjuvazinin başını çektiği bu ayrıştırma, salt kendine özgü bir pazara sahip olma amacından kaynaklanır.
Böylece burjuvaziyle birlikte tarih sahnesinde rol oynayan milliyetçilik, yani bir ulusa ait tüm ögeleri, özellikle de kültürel ögeleri, salt kendi ulusal-topluluğuna aitmişcesine ele alan ve sunan ideolojik-politik çizgi, her düzeyde ulusal ögenin abartılmasına yönelir. Bunun varabileceği en son sınır, kendi ulusal-topluluğunun ırksal özelliklerinin "en üstünü" olduğudur. Hitler'in Almanya'da ortaya çıkışıyla birlikte Alman "ırkı"nın "üstünlüğü" saptırmasına dayalı faşizmin dünya halklarına nelere mal olduğunu kitleler unutmamıştır. Ancak ırkçılığın sadece faşist bir ideolojiyle birlikte görüleceği de doğru değildir.
Son tahlilde, ırkçılık, milliyetçilik üzerinde yükselir ve şovenizme dönüşen milliyetçilikle beslenir. İster "beyaz ırkın" "üstünlüğü" şeklinde ortaya çıksın, ister faşist iktidarlar olarak ortaya çıksın, her zaman uluslar arasında kin ve nefret duyguları uyandırmadan kendisini var edemez. Bu yüzden de her zaman uluslar arasında savaşlara yol açar.
Ülkemizde son yıllarda Kürt ulusal hareketinin giderek milliyetçiliğe kaymasına paralel, "Türk milliyetçiliği"nin faşist MHP'nın ırkçılığı ile özdeşleşmeye yönelmesi görülen olgulardandır. Kendi iç dinamiği ile gelişmemiş, dolayısıyla uluslaşma sürecine, dünya-tarihsel evrimin çok sonrasında girmiş bir topluluğun, böylesine çarpıklıklarla birlikte var olması, neredeyse "kaçınılmaz" hale gelmiştir. Öyle ki, hemen hemen benzer durum Kürtler arasında da ortaya çıkmıştır. Kendi ulusal kurtuluşunun baş düşmanı olmak durumundaki bir ideolojik sapıklığın, yani "Türk milliyetçiliği"nin, neredeyse tüm ırkçı özelliklerini bire bir yinelemeye yönelen bir kesimin Kürtler arasında yankı bulması, bir kez daha ulusal kültür sorunlarını öne çıkarmaktadır. Bu nedenle, ırkçılık noktasında bir açılımın zemini olarak, ulusal ögelerin ve tarihsel-kültürel değerlerin abartılmasına dayalı sapıklıklar, halkların demokratik kültür değerlerini yok etmektedir.
Bu konuda verilecek bir örnek bile, bu gerçekleri ortaya koymaya yetecektir. S. Mihutulî imzalı bir yazıda,[2*] yazarın kendi kendine hazırladığı aşağıdaki şemadan da görüleceği gibi, Kürt halkının "Ari"liğinin ilan edilmesinden öte, Avrupa "Ari"lerinin de Kürtlerden "gelme" olduğunu da ilan etmesi, neredeyse Hitler'in "Kavgam" kitabıyla ve M. Kemal'in "Güneş-Dil" teorisiyle benzeş sonuçlara varmaktadır. Bu noktada, "ezilen ulusun milliyetçiliğinin hoş görülmesi" sınırları çoktan aşılmıştır.
İşte böyle bir ortamda, "özgür, demokratik bir gün olarak Nevroz, kardeşliğin, dostluğun, güzelliğin günü olarak tarihsel yerini alması" herşeyden daha çok önem kazanmaktadır.
Dipnotlar
[1*] Kurtuluş Cephesi, Sayı: 12, s: 19
[2*] Selahaddîn Mihutulî: Kürt Coğrafyasının Yağmalanan Değerleri, Özgür Gündem, 2 Şubat 1994