KURTULUŞ CEPHESİ - Ocak-Şubat 1994
Kapitalizm
ve Kriz Teorileri
Genel kural olarak, kapitalist-emperyalist ülkelerde ekonomik buhranlar derinleşmeye yöneldiğinde, bir dizi "kriz teorileri" ortaya atılır. Bu öylesine bir kural haline gelmiştir ki, son yirmi yılda görülen iki büyük ekonomik buhran döneminde yapılan tüm tahliller hep bu "kriz teorileri"ni kanıtlamak için kullanılır olmuştur.
İlk bakışta kriz teorileri mevcut durumun bir tahlili gibi görünse de, kapitalizmin yapısal sorunlarıyla ilgili olduğu için, aynı zamanda, aynı dönemde nelerin yapılabileceğinin belirlenmesidir. Daha tam deyişle, ekonomik buhranların derinleşmeye yöneldiği dönemlerde yapılan "kriz teorileri", buhranların çözümünü içermek durumundadır. Ama kapitalizmin ekonomik, toplumsal (sosyal) ve politik bunalımlarının ve bu bunalımların derinleşmesi durumlarının tahlili, her zaman iki yöne sahip olmaktadır. Birinci yön, kapitalizmin çerçevesi içinde bunalımların gelişimi ve çözümü; ikinci yön ise, kapitalizmin çerçevesi dışında bunalımların çözümü. İşte bu iki farklı ve birbirine zıt yönler, aynı zamanda kriz teorilerinin içeriğini oluşturur.
Kapitalizmin çerçevesi içinde bunalımların gelişiminin irdelenmesi ve bundan belli sonuçların çıkartılması, tüm burjuva ekonomistlerinin temel uğraşısı durumundadır. 1929 Dünya ekonomik buhranı döneminde ortaya atılan kriz teorilerinden Keynesci teorinin uygulama alanı bulması bu bağlamdaki tahlil ve çözümlemelerin bir görüngüsüsdür. Aynı şekilde 1980 dünya ekonomik buhranı döneminde Friedmancı kriz teorisinin popülerliği de aynı özelliklere sahip olmasından kaynaklanmaktadır.
Marksist-Leninistler için, kapitalist bunalımlar mevcut durumun doğru bir tahlilinin yapılması için gerekli olduğu kadar, bunalımların yarattığı ya da yaratacağı durumların devrimci mücadele sürecinde ne yönde etkide bulunacağının belirlenmesi açısından da gereklidir. Marks, 1850 yılında "Yeni bir devrim, ancak yeni bir bunalımın ardından gelebilir. Ama biri ne kadar kesinse, öteki de o kadar kesindir" [1*] derken, devrim ile kapitalizmin bunalımları arasındaki ilişkiyi kesin bir biçimde ifade etmiş bulunmaktadır.
Marksist-Leninist tahliller, burjuva ekonomistleriyle aynı olgulardan yola çıkılmasına karşın, bu olguların yorumlanmasında temelden farklıdır. Bu nedenle, kimi zaman burjuva ekonomist tahliller Marksist-Leninist bir tahlilmişçesine kullanılabilinmektedir. Böylece, devrimci mücadele burjuva ekonomik tahlillerine tabi kılınabilmektedir. Bu tabiyet, çoğu zaman burjuva ekonomist görüşlerin "sol" bir görünüm altında sunulmasıyla birlikte ortaya çıkmaktadır. 1980'lerde açık biçimde görüldüğü gibi, isimlerinin başında "Prof." ünvanı bulunan kimi ekonomistlerin kriz teorileri ve tahlilleri "sol" etiketle sunulmuş ve bunun sonucu olarak 1980 ekonomik buhranının çarpık bir kavranışı solda egemen olmuştur. İlhan Tekeli, A. Savaş Akad, Çağlar Keyder gibi ekonomistlerin kriz tahllileri, F. Fröbel, J. Heinrichs, O. Kreye, Wallerstein gibi "Batılı" ekonomistlerin tahlilleriyle birleştirilerek ülkemizde egemen kılınmıştı.
Aynı dönemde politika alanında Gramsci' nin "keşfedilmesi" bir rastlantı değildi. Gramsci' nin "sivil toplum" üzerine yaptığı belirlemeler (politik toplumun, yani -iktidarın- fethinden önce sivil toplumda hegemonya kurmak gibi) ile bu ekonomist tahliller arasında paralellik bulunuyordu. Emperyalist ülke ideologlarının teorilerinin, bu yolla ülkemizde egemen kılınmasıyla birlikte, solda tam bir ideolojik çürüme ortaya çıkması da kaçınılmaz olmuştu.
1980 döneminde sözünü ettiğimiz ekonomistler aracılığıyla yaygın olarak kabul edilen kavramlar "ihracata yönelik sanayileşme" "yeni ekonomik düzen", "kapitalizmin yapısal krizleri" ve "birikim dönemleri" olmuştur.
Bilineceği gibi, "ihracata yönelik sanayileşme", geri-bıraktırılmış ülkelerde var olduğu kabul edilen "ithal ikameci sanayileşme"ye karşıt olarak sunulmuştu. Oysa, "ihracata yönelik sanayileşme", emperyalizmin 1980'de içine girdiği ekonomik krizin (derinleşmiş buhran) faturasının geri-bıraktırılmış ülkelere öddettirilmesinden başka birşey değildi. "İhracata yönelik sanayileşme" adı altında, emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerinin içine girdiği tıkanıklığın aşılması esas alınmıştı. Yeni-sömürgecilik yöntemleri, geri-bıraktırılmış ülkelerde dışa bağımlı bir sanayileşmenin yaratılmasıyla birlikte yürütülüyordu. Dışa bağımlı bu sanayileşme, kaçınılmaz olarak geri-bıraktırılmış ülke ekonomilerinin sürekli dış ödemeler dengesi açığı vermesi demekti. 1980 dünya ekonomik buhranıyla birlikte, geri-bıraktırılmış ülkelerin dış borçları en üst düzeye çıkmış ve geri ödenmesi hemen hemen olanaksız hale gelmişti. İşte bu borçların tasfiye edilebilmesi için geri-bıraktırılmış ülkelerin ellerindeki herşeyi satmaları gerekiyordu. Böylece elde edecekleri dövizler, emperyalist ülkelere olan borçların ödenmesini sağlayacak ve emperyalist ülke ekonomileri de bu "taze para" ile ekonomik buhranını aşabilecekti. "İhracata yönelik sanayileşme", bu amaçla ortaya atılmışır. Bu teorinin sol görünüm altında geri-bıraktırılmış ülkelerde sunulması ise, sadece ideolojik niteliktedir. Amaç, bu ülkelerdeki toplumsal muhalefeti, bir yandan zorun askeri biçimde maddeleştirilmesiyle baskı altında tutmak, diğer yandan ideolojik olarak saptırmaktı.
Yine aynı dönemde ortaya atılan "yeni ekonomik düzen" kavramı ve teorileri (ki ülkemizde bunun savunucularının başında Çağlar Keyder ve A. Savaş Akad gelmekteydi), 1990 sonrasında Amerikan emperyalizminin açıkça ilan ettiği "yeni dünya düzeni"nin ilk ideolojik oluşumu olarak metropollerde biçimlendirilmişti.
"Yapısal krizler" ya da "birikim dönemleri" teorileri de, hemen hemen benzer tarzda ideolojik saptırma araçları olarak sunulmuştur. Ancak bunlar diğer iki kavrama göre daha teorik ve uzun dönemli kavramlar olduğu için, etkileri daha kalıcı olmuştur. Emperyalist ekonomilerin son iki yıldır karşı karşıya oldukları durgunluk bu kavramların ve bunlarla oluşturulan teorilerin ne denli etkili olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Son dönemde yapılan kimi ekonomik tahlillerde bu kavramların temel işlevi taşıdığı görülmektedir.
İşte bu olgunun en son örneği Özgür Gündem sayfalarında "Krizin Açık Tanımı" başlığıyla şöyle ifade edilmektedir:
"Kapitalizmin tarihinde iki tür krize rastlanılıyor. Toplumsal sabit sermayenin yenilenmesi ve toplam arz ile toplam talep arasında uyuşmazlıklar dolayısıyla ortaya çıkan çevrimsel krizler. 19. yüzyılda yaklaşık 7-10 yıllık aralarla, günümüzde ise biraz daha sık yaklaşık 4-5 yıllık aralıklarla ortaya çıkmaktadır. Bu tür krizler, genellikle kısa sürerler ve etkileri bakımından daha çok hafiftirler. Buna karşılık ekonominin varolan teknolojik temelinin bütünden yenilenmesinin gündeme geldiği ve etkileri çok daha derinden hissedilen bir ikinci kriz türü mevcuttur. Kapitalizmin tarihinde yaklaşık 25-30 yıllık canlı birikim dönemlerinin aynı uzunlukta daralma ve deprasyon dönemlerinin izlenmesi biçiminde ortaya çıkan 'uzun dalgalar' bu krizlerin temelidir. Bu dalgaların daralma dönemlerine denk düşen krizlere genel kriz ya da büyük kriz adı verilir. Genel krizlerde kapitalizm sadece ekonomik alanda değil, toplumsal ve politik yaşamın bütün alanlarında derin sarsıntılar ve değişimler yaşar. 1974'den beri içinde yaşadığımız dönem, dünya kapitalizmi için böyle genel bir kriz dönemidir." [2*] (abç)
Yazarın herhangi bir amaç gütmediği varsayılacak olursa, bu "tanım" sadece "bilgi" olarak ele alınabilir. Böyle bir "bilgi" ise, herşeyden önce nesnel olmak zorundadır. Ama"tanım" hiç de nesnel bir özelliğe sahip değildir. Dolayısıyla bu "tanım"dan yola çıkacak her tahlil baştan sakatlanmış olacaktır.
Kapitalizm üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan bir üretim tarzı olarak kendi içinde sürekli bir dengesizlik ve bunalım üretir. Kapitalist üretimin niteliği gereği (kâr için üretim) ekonomi devrevi olarak buhranlarla yüz yüze kalır. "Kapitalizmin irsi hastalığı" olarak tanımlanan bu ekonomik buhranlar, sözcüğün tam anlamıyla "aşırı üretim buhranları"dır. Kapitalist üretimde tek tek alanlarda görülen "aşırı üretim buhranları", kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelmesiyle birlikte genel nitelik kazanmıştır. Bu nedenle kapitalizmde ekonomik buhranlar (aşırı üretim buhranları) kapitalizmin egemen olduğu tüm alanlarda kendisini ortaya koyar, yani genel niteliktedir.
"Fakat, makineleşmiş endüstrinin ağırlığını bütün ulusal endüstri üzerinde duyuran bir etki yapabilecek derecede kök saldığı, endüstrinin bu duruma gelmiş olması dolayısıyla dış ticaretin iç ticareti önem itibarıyla geri bırakmaya başladığı, dünya piyasasının yeni dünyada, Asya ve Avusturalya'da bir biri peşi sıra gittikçe daha geniş alanlara el attığı ve nihayet dünya piyasasında boy gösteren sanayici ülkelerin yeterli bir sayıya ulaştığı andan, ilk olarak işte bu andan itibaren, bir diğerini izleyen safhaları yıllar olan, daima genel bir buhranla sonuçlanan, birinin sonu bir yenisinin başlangıcı olan ve durmadan yenilenen devirler (zyklus, cycle) görülmeye başlanmıştır." [3*]
Serbest rekabetçi kapitalizm koşullarında (ki yukarda aktardığımız "tanım"da "19. yüzyıl" olarak ifade edilmektedir) ekonominin devrevi hareketi 7-10 yıllık bir dönemi kapsar. Bu döneme cycle ya da çevrim adı verilir.
Bir cycle (çevrim), bu evrede, dört aşamadan oluşur: durgunluk, çöküş, canlanma ve refah (boom). Durgunluk ve çöküş aşamasında kapitalist üretim hemen hemen durur ve bu evrelerden çıkış koşulları, serbest rekabetçi dönemde, sabit sermayenin yenilenmesiyle ortaya çıkar. Üretim sürecine yeni makine ve tekniklerin uyarlanmasıyla yenilenen sabit sermaye, kâr oranlarını yukarıya çeker. Buhran ve çöküş aşamalarında aşırı üretim ortadan kalktığı için, kapitalist üretim daha yoğun ve hızla artar.
Marks'ın sözleriyle söylersek, "burjuva toplumunun üretici güçlerinin, burjuva ilişkileri çerçevesi içinde mümkün olanca hız ve bereketiyle geliştirdiği" genel refah dönemi kapitalizm koşullarında böyle ortaya çıkar. [4*]
Ancak her durumda aşırı üretim buhran-ları, kapitalizmin temel çelişkisini (üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkiyi) keskinleştirir. Serbest rekabetçi dönemde kapitalizm üretici güçleri geliştirdiğinden, temel çelişkinin kes-kinleşmiş olması devrim durumu ortaya çıkarmaz. Marks'ın deyişiyle, bu dönemde "gerçek bir devrim söz konusu olamaz" [5*]
Ekonomik buhran sonrasında sabit sermayenin yenilenmesi, aynı zamanda yeni teknolojinin üretime uygulanması demektir. Serbest rekabetçi kapitalizm tekelci kapitalizme dönüşmesiyle birlikte ortaya çıkan sürekli ve genel bunalım ise, üretici güçler ile kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin antago-nizma kazanmasıyla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla aşırı üretim buhranlarından farklıdır.
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımı (ya da emperyalizmin bunalım dönemleri) kapitalizmin temel çelişkisinden kaynaklanan bir dizi çelişkinin keskinleşmesine yol açar. Böylece sosyalist devrimin nesnel koşullarının ortaya çıkışının ifadesidir. Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının varlığının devrimlerin nesnel koşulunu ortaya çıkarması bu bunalımın asıl içeriğidir. Dolayısıyla bu bunalımın kendi içinde kesikli olduğu ya da dönemsel olarak (örneğin 25-30 yıl gibi) ortaya çıktığını iddia etmek, sosyalist devrimlerin nesnel koşullarının dönemsel olarak ortaya çıktığını ileri sürmekle özdeştir. İşte bu nedenle burjuva ekonomistleri "sol" görünüm altında kapitalizmin sürekli ve genel bunalımını çarpıtırlar ve onu kesikli olarak sunmaya gayret ederler. Bu aynı zamanda tüm pasifist devrim teorilerinin ideolojik kaynağı durumundadır.[6*]
Daha önce belirttiğimiz gibi, 1980'lerde geniş biçimde ekonomik ve güncel yazında ortaya çıkan "kriz" teorileri böylesine bir özellik taşımaktaydı. Burjuva iktisadından devriklenen bu "kriz" teorilerinin temelinde, kapitalist "birikim" ve bu birikimin "dönemsel olarak" kendini yeniden yenilemesi oturtulmaktaydı. Bu dönemde bu teorinin sunucularından Ç. Keyder şöyle yazıyordu:
"Kapitalist dünya ekonomisinin tarih içindeki seyri devrevi hareketle olur. Bu hareketler uzun büyüme devrelerinin, yine uzun bunalım devrelerini takibinden oluşur. Her uzun büyüme dönemi öncekine oranla, farklı bir dünya işbölümü, farklı teknolijik bağlar, farklı kontrol ve aktarım mekanizmaları, farklı bir kurumsal yapı getirir. O kadar ki, biz bu dönemleşmeyi kapitalizmin gelişmesi içinde birbirini takip eden 'birikim tarzları' olarak da algılayabiliriz. İlginç olan bu devrevi hareketlerin veya birikim tarzlarının yerleşip çözülmesinin, son iki yüzyılda bayağı düzenli bir zamanlama ile gözlendiği. Genel olarak söylenen bütün devrenin yaklaşık 50 yıl sürdüğü; yani yaklaşık 25 yıllık bir büyümenin arkasından yaklaşık 25 yıllık bir bunalım döneminin geldiği(dir)."[7*] (abç)
Görüldüğü gibi, Ç. Keyder, daha 1983'de kapitalizmin "kriz"lerinin teorisini yaparken, 1994'de teori yapmaya kalkanlardan çok daha bütünsel bir "tanım"a sahiptir. Bu nedenle Özgür Gündem'de E. Kılıç'ın kriz "tanım"ının kulakta kalmış bir teoriye ait olduğunu söylemek pek yanlış olmayacaktır.
Gerek Ç. Keyder'in, gerekse E. Kılıç'ın benimsedikleri bu "uzun dalgalar" halinde ortaya çıkan ve "birikim dönemleri" olarak adlandırılan bu "büyük kriz"e biraz daha yakından bakalım:
Bu kriz teorilerinin bütün çıkış noktası 1920'lerde, gerek Marksist araştırmacıların, gerekse burjuva iktisatçılarının kapitalizmin bunalımlarının yasalarını bulmaya yönelmeleriyle ortaya atılan çeşitli değerlendirmelerdir. Bunlar içinde en çok sözü edileni Sovyet ekonomisti N. D. Kondratiev'in dönemlemesi olmuştur.
"Kondratiev dönemlemesi" olarak da bilinen bu dönemleme, kapitalist pazardaki fiyat hareketlerinden yola çıkarak, ekonomik buhranlar ve siyasal olaylarla bu fiyat hareketlerinin bir iç bağlantısı olup olmadığını araştırmaya dayanmaktadır. İncelemelerini 1925 yılına kadar sürdüren Kondratiev, 20-25 yıllık ekonomik gelişme yıllarını, yine aynı zaman süresinde ekonomik gerileme dönemlerinin izleyebildiğini söylemiştir.
Kondratiev'in incelemelerinin 1990'lara kadar genişletilmiş bir modelinde görüleceği gibi, bu 50'şer yıllık "uzun dalga"lar, neredeyse düzenli bir ritimde ortaya çıkmaktadır. İşte 1980 dünya ekonomik buhranı döneminde burjuva ekonomistlerin dört elle sarıldıkları "uzun dalgalar" teorisinin dış görünüşü böyledir.
Ama yakından bakıldığında, kapitalizmin evriminin aynı biçimlerde gelişmediği görülmektedir. Herşeyden önce serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüşmesiyle birlikte, kapitalist dünya ekonomisinin işleyişinde bazı değişiklikler olmuştur. Lenin'in "Emperyalizm" kitabında açık biçimde sergilediği bu değişiklikler, kaçınılmaz olarak "uzun dalgalar"ın içeriğinde değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Bu değişikliğin en temel unsuru, kapitalizmin üretici güçleri eskisi gibi ve eski tarzda geliştiremediği, bu güçlerin geliştiricisi olmaktan çıktığıdır. Bu nedenle tekelci aşamada, kapitalizmin sürekli ve genel bunalıma girdiği kesin bir belirleme olmuştur. Bu bunalım, kapitalist ekonominin devrevi hareketinden görece bağımsızdır. Bu nedenle, bu sürekli ve genel bunalımın kendi içindeki evrimi ile ekonominin devrevi ("çevrimsel") hareketi arasında bire bir ilişki kurulamaz.
Ama bu tekelci aşamada kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının kendi içinde evrilmediği demek değildir. Bu bunalım kendi içinde evrilmekte ve yer yer biçimsel değişimlere uğramaktadır. İşte bu değişimlere bağlı olarak, sürekli ve genel bunalımın değişik evrelerinden (dönemlerinden) söz etmek olanaklı olmaktadır. "Emperyalizmin III. bunalım dönemi" belirlemesi işte bu evrelemenin bir ifadesidir.
Kondratiev'in dönemlemesinde de görüleceği gibi, kapitalist ekonominin devrevi hareketi ile sürekli ve genel bunalım aynı şey değildir. Bu nedenle de, "uzun dalgalar" teorisi, sadece kapitalizmin kendi bunalımlarını kendisinin ve kendi kendine aşacağının düşüncesini yaygınlaştırmaya yönelik bir ideolojik saptırma olmaktadır.
Tekelci aşamada kapitalizmin içine girdiği ürekli bunalımın asıl içeriği, kapitalizmin üretici güçlerin gelişiminde sürekli bi engel niteliği kazanmasıdır. Böyle bir süreçte, kapitalizmin temel çelişkisi giderek keskinlik kazanmaktadır. Ancak yukarda da belirttiğimiz gibi, bu süreç düz bir çizgi izlememektedir. Sürekli ve genel bunalımın değişik dönemlerinin ortaya çıkması, emperyalist sistemin bir bütün olarak işleyişinin biçimsel değişiklikleriyle bağlantılıdır.
Sözün özü, emperyalist dönem kapitalizmin sürekli ve genel bunalımlar çağıdır. Ancak emperyalist dönem içinde de emperyalizmin değişen özellikleriyle belirlenen bunalım dönemleri vardır. Emperyalizmin bunalım dönemlerinin ayırt edici özellikleri şu kriterlerle açıklanabilir:
1- Emperyalist sömürünün sürdürülüş biçimi,
2- Emperyalistler arası çelişkinin durumu,
3- Emperyalizmle alternatif ve potansiyel güçler arasındaki durum.
Bu üç unsurun sentezi emperyalist sistemin bir bütün olarak işleyişini belirler ve buna göre bunalım dönemlerinin tanımlanması olanaklı olur.
Bu belirlemeler ışığında bu güne kadar emperyalizmin bunalım dönemleri şunlardır:
a) I. bunalım dönemi (1903-1917) [8*]
b) II. bunalım dönemi (1917-1945)
c) III. bunalım dönemi (1945 sonrası)
Bu dönemlerin her biri kendi içinde birden çok ekonomik çevrime sahne olmuştur. Bu nedenle de bu dönemler ile ekonominin devrevi hareketi arasında bire bir ilişki kurulamaz.
(Daha geniş bilgi için Bkz. "Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I", Eriş Yay.)
Bunalım dönemlerinin belirlenmesinin devrim durumu ve devrimci stratejiyle olan ilişkisi nedeniyle, bu konuda yapılan her türlü çarpıtma ya da yanlışlık, doğrudan proletaryanın ve partisinin mücadelesinde sonuçlar doğuracak nitelikte olduğu için, gerek revizyonistler, gerekse burjuva ideologları bu konuyu sürekli belirsizlikler içinde tutmak isterler.
1980 dünya ekonomik buhranı sırasında yeniden ortaya atılan "birikim modeline göre dönemleme" teorilerinin kapitalizmin kendi "yapısal bunalım"ını kendisinin aşacağı anlayışıyla birlikte varedilmiş olmasının nedeni de budur.
Bu nedenledir ki, günümüzde kapitalist dünya ekonomisinin metropollerden gelişerek derinleşen yeni ekonomik buhranıyla birlikte, aynı çarpık bunalım teorilerinin gündeme sokulması beklenilmelidir.
Emperyalizmin bunalımlarının varlığı, sistemin bütününde devrimlerin nesnel koşullarının mevcudiyeti demektir. Bir bunalım döneminde ortaya çıkan ekonomik buhranlar, bunalımın derinleşmesi üzerinde etkide bulunur. Ama bunalımın ortaya çıkardığı bir dizi çelişki ve ilişki, ekonominin devrevi hareketinden görece bağımsız olarak geliştiğinden, devrim durumunun gelişmesi ekonomik buhranlarla bire bir ilişkilendirilemez. Aksi halde dönemsel olarak ortaya çıkan ve günümüzde devrenin süresinin kısalması koşullarında, bu anlayışlar devrimci mücadelenin sürekli bir çaba ve kararlılık gerektirmeyeceği düşüncesinin yayılmasına neden olur. Bunun sonucu ise, ekonomik buhranın derinleştiği evrelerde mücadelenin yükseltilmesi gerektiği ve buhranın etkisinin azalmasına paralel geri çekilme döneminin başladığı şeklinde pasifist bir anlayıştır.
Bugün kapitalist dünya ekonomisinin buhranı yeni bir durgunluk evresine girmiştir. Pasifist teorilere göre, bu evrede (ki birkaç yıl sürecektir) mücadele yükseltilmeli ve "yüklenilmelidir". Aksi halde "tren kaçacaktır".
1975 yılında yazılmış şu satırlar sanıyoruz bu teorilerin niteliğini açıkça ortaya koyacaktır:
"Emperyalist ülkelerde 1974 başlarında ortaya çıkan ekonomik durgunluğun yeni özelliklerini kasıtlı olarak yanlış değerlendiren, buhranı aşırı ölçüde büyüten buhran spekülatörleri türemiştir ülkemizde. İddiaya göre, emperyalizmin tarihinde böyle buhran görülmemiştir. Sorun, sürekli ve genel bunalım yönünden ele alınsaydı doğru olabilirdi; ancak ekonomik buhranın oluşturduğu ve oluşturacağı şartların milli bunalımın şartlarını oluşturacağı iddia edildiğinden, sorun, temelde ekonomik bunalım yönünden ele alınmaktadır. Aslında meselenin özünü bilen bilinçli ve usta tahrifatçıların elinde olan bu yayın organı [9*] ekonomik bunalımı aşırı ölçüde büyüterek, buradan (klâsik teoriye göre) milli buhranın olgunlaşmakta olduğu sonucunu çıkarmakta ve böyle fırsat ele geçmez diyerek bütün pasifistlere toparlanma çağrısı yapmaktadır.
Amaç gerçeklerin bilimsel analizi değil de çığırtkanlık olunca, ekonomik bunalımın analizinden doğal olarak bazı yeni metodlar bulunur. Önce üretimde, hisse senetlerinin değerlerinde düşüş, işsizlik ve enflasyon oranının artışı gibi rakamlar, araya yükselip yükselip de birden düşen cinsinden birkaç da grafik yerleştirilir ve ekonomik konularda fazla bilgisi olmayan bir okuyucu da bu dehşet verici kanıtlar karşısında ekonomik buhranın ne kadar ağırlaştığını hemencecik anlar (!)
1974 başlarında emperyalist sistemde kendini hissettiren ekonomik buhran metropoller açısından bilimsel olarak incelendiğinde gerçeğin hiç de böyle olmadığı görülür. Buhran tüketim malları sektöründe başlamış ve özellikle dayanıklı tüketim malları satışı düşmüştür. ABD'de ev yapımı Ekim 1972'den beri %50, oto üretimi ise 1974'ün ilk dokuz ayında geçen yılın aynı dönemine göre %25 düşmüştür. Tüketim malları sektöründe başlayan buhran işsizliği artırır ve bu sektörün donatım mallarına olan talebi düşer. Ancak birinci sektörde buhran başladığı halde ikinci sektörde üretim bir süre daha eski seviyesinin altına düşmez; bunun nedeni geçmişte verilen siparişlerdir, üretim malları üretiminin uzun bir süre almasıdır. 'Sipariş verildiği anda, siparişin gerçekleştiği an arasındaki gecikme, buhranın hazırlanmasında önemli bir rol oynar.'
Donatım mallarına olan talep yavaş değil aniden düşer, fabrikalar kapanır ve işsizlik artar. İkinci sektördeki buhran birinci sektördekini daha da ağırlaştırır ve buhran derinleşerek devam eder. Buhranın şiddeti ikinci sektöre yansıma derecesine bağlıdır.
Pasifistlere toparlanma çağrısı yapan Sosyalist Birlik buhranın ikinci sektörü etkileme derecesi üzerinde durmamış; çünkü böyle birşey henüz mevcut değildir. 1974'de ABD'de toplam mal ve hizmet arzı azaldığı halde, sermaye malları için yapılan harcamalar artış göstermiştir. (Sabit fiyatlarla) Harcamalar sadece geçmiş siparişlere ait değildir, yeni istekler de halen artmaktadır. 1975 içinde, üretim araçlarında modernleşme eğiliminin güçlü kalması veya pek az düşme göstermesi beklenmektedir. Tüketim malları sektöründe başlayan buhranın üretim malları sektörüne ne ölçüde yansıyacağı henüz belli değildir; buhran iki aşamalı cycle teorisine uygun olarak oldukça yavaş gelişmektedir. Sadece artan enflasyon oranı sonucu durgunluk etkileri geçmişe göre daha fazla şiddetlenmiştir".[10*]
Görüleceği gibi, kapitalist ekonominin aşırı üretim buhranlarına göre devrimci mücadeleyi yönlendirmek isteyenler yıllar önce ortaya çıkmışlardır. Onlar, gerek 1974 buhranından, gerekse 1980 buhranından derslerini almasalar da, bunlara pek kulak asan kalmamıştır. İşte, 1980 dünya ekonomik buhranı, bu nedenledir ki, "uzun dalgalar" teorisinin yapılmasını getirmiştir. Tüm amaç, kapitalizmi evrensel bir sistem olarak insanların bilincine yerleştirmektir. Böylece kitlelere, kapitalizmin kendi bunalımlarını "yeni birikim modeli" ile çözebileceği beklentisi yerleştirilir. Oysa sözü edilebilecek bir şey varsa, o da, emperyalizmin sürekli ve genel bunalımının, onun yok oluş sürecinde olduğunun göstergesi olduğudur. Ve kapitalizm, ancak bir devrimler zinciriyle yeni bir bunalım dönemine girmeden ortadan kaldırılamamış olursa, yeni bir bunalım dönemine, "yeni birikim modeli" ile değil, diğer iki temel ilişki ve çelişkiyle birlikte yeni sömürü biçimlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte girecektir. Bu da sömürünün olmadığı bir dünya için mücadeleyi daha da şiddetlendirmekten başka birşeye yaramayacaktır.
Dipnotlar
[1*] Marks: Fransa'da Sınıf Savaşımları, Seçme Yapıtlar, C:I, s: 350
[2*] Ercan Kılıç: Soğuk Savaş Sonrası Kapitalizm, Özgür Gündem, 25 Ocak 1994
[3*] Burada bir noktayı belirtmekte yarar vardır. Pasifistler genellikle ekonomik buhranın derinleştiği dönemlerde bu teorilerini açıkça ifade ederler. Buhranın giderek etkisizleşmesine paralel olarak bunalım ve buhranlardan söz etmez olurlar. Yaptıkları bütün iş, ekonomik buhranın derinleştiği dönemde kendi pasifist teorilerinin ideolojik kaynaklarını kitlelere benimsetmektir. Buhran döneminde buhranlardan söz ettikleri için de, bu amaçları çoğu kez görülmez. Ekonomik buhran hafiflediğinde ise, teorinin mantığı gereği devrimci mücadele "evrimci" bir rotaya girmesi gerekeceğinden pasifizmlerini kolayca gizlemiş olacaklardır.
[4*] Marks: Kapital, C: I, s: 404, Odak yay.
[5*] Marks: Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s: 9
[6*] Marks: age, s: 9
[7*] Çağlar Keyder: Toplumsal Tarih Çalışması, s: 320
[8*] Emperyalizmin bunalımında bir dönemin bitişini ve yeni bir dönemin başlangıcını belirleyen tarih genellikle sembolik olmaktan öteye bir anlam taşımaz. Önemli olan tarih değil, sistemin yeni işleyiş biçimini kavramaktır. Herhangi bir tarihte yeni bunalım döneminin özellikleri birdenbire ortaya çıkmaz, eskinin özellikleri ise birdenbire kaybolmaz. Bu yönden yeni bir bunalım döneminin başlangıç tarihi, yeni dönemin özelliklerinin oluşmasında veya bir önceki dönemde mevcut, ancak belirgin olmayan özelliklerin öne çıkmasında başlıca etken olan olayların tarihine göre belirlenir.
[9*] THKP-C/HDÖ: Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I s: 82-83, Eriş Yay.
[10*] Burada sözü edilen yayın organı 1974 yılında 5 sayı çıkan Sosyalist Birlik dergisidir.