KURTULUŞ CEPHESİ - Kasım-Aralık 1993
DS'nin
Sol İçi "Cinayetler Listesi"
ve THKP-C/HDÖ
(Solda meydana gelen şiddet uygulamalarına ilişkin, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi/Halkın Devrimci Öncüleri - Avrupa Temsilciliği Komitesi'nin (THKP-C/HDÖ-ATK) 6 Nolu açıklamasını yayınlıyoruz.)
DS (Devrimci Sol)[1*] "Yurtdışı Mücadele" adlı yayınının Eylül 1993 tarihli 10. sayısında DS içinde yılbaşından bu yana gelişen olaylar ve bunlar içinde meydana gelen öldürmeler üzerine gösterilen tepkilere "yanıt" yayınladılar. DS'nin yanıtı, "en iyi savunma saldırıdır" mantığı ile hazırlanmış bir dizi ağır hakaretlerle dolu olup, sonunda bir "sol-içi cinayetler listesi" yer almaktadır.
DS'nin "yanıt"ı, kendi içinde bir oportünizm eleştirisi kimliği taşıyor görünmesine rağmen, kendisi için "olumlu" söz söylemeyen herkesi ve her örgütü kapsatılarak, sap ile saman birbirine karıştırılmıştır.
Şüphesiz, "yanıt"ın muhatabı oportünizm ve DS'nin bizzat kendisidir. Ancak, yazıda yer yer THKP-C/HDÖ'nün adından bahsedilmekte ve THKP-C/HDÖ tarafından öldürüldüğü ileri sürülen bir takım isimler ve olaylar verilmektedir. Bugüne kadar, bir tek sefer olsun, THKP-C/HDÖ'ye mal edilen olaylara ilişkin olarak gerçeği öğrenmeye çalışmayanların, "eldeki bilgiden derlenmiştir" diyerek kulaktan dolma bilgilerle liste yayınlamaları, kendi "adalet" anlayışlarıyla övünen DS'ye uyup uymadığına kendileri karar verecektir.
Evet, THKP-C/HDÖ'ye mal edilen "olaylar" ve !cinayet"ler listesi DS'nin "elindeki bilgilerden derlenmiş" haliyle şöyledir:
1) "1979'da Balıkesir'de bölgenin meşhur bir parkının paylaşılması nedeniyle çıkan çatışmada DY'liler bir HDÖ'lüyü iradi bir eylemle öldürdüler. Çıkan çatışmada karşılıklı birer kişi öldü."[2*]
2) "Acilciler Adana'da bir TKP'liyi vurdu. (Serdar Soyergin'in asılmasına yol açan çatışma)"[3*]
3) "1979'da HDÖ'lüler Savaşçılardan Ahmet Parlak'ın kardeşini vurdu."[4*]
4) "Nebil Rahoma'nın vurulması."[5*]
5) "1993'de Paris'te, eski HDÖ'lü biri Devrimci Sol'cu Düzgün Aksakal'ı öldürdü." [6*])
İşte DS'nin "en iyi savunma saldırıdır" mantığıyla, kendi içindeki kanlı hesaplaşmayı yansıtmaya çalışırken THKP-C/HDÖ'ye yönelik iddiaları -"şimdilik"- bunlardır.
Herşeyden önce, herkes ve DS şunu bilmelidir:
Birinci olarak, devrimci bir örgüt, silahlı mücadele sürecinde, her zaman ve her yerde silahlara kumanda etmesini bilmek durumundadır. Emperyalizme ve oligarşiye yönelik silahların, başka hedeflere yöneltilmesi kabul edilemez. Bu nedenle, devrimci savaşta, sivil halka zarar veren her türlü eylem yanlıştır. Muharebenin zorunluluklarından doğan sivil halk kayıpları, devrimci silahlı güçlerin muharebeye ya da çatışmaya zorunlu kılındıkları koşullarda bile haklı ve mazur gösterilemez.
İkinci olarak, sol bağlamındaki ideolojik-politik farklılıklar asla silahla çözümlenemez ve "eleştiri silahı" "silahların eleştirisi"ne yerini bırakamaz.
Üçüncü olarak, devrimci örgüt, ister "hegemonyacı" zihniyetten kaynaklansın, isterse "büyüklük (!) kompleksinden" kaynaklansın, devrimci ilkeleri bir yana bırakan, kendine yönelik her türden zor hareketini etkisizleştirme yükümlülüğüne sahiptir.
Dördüncü olarak, devrimci örgütler arası ilkeler, devrimci örgütün kendine yönelik, sindirme, yıldırma vb. amaçlı zor fiillerine karşı edilgen kalması gerektiği şeklinde yorumlanamaz. Solda "şiddet kullanımının ilke olarak reddedilmesi", bu ilkeye uyanlara karşı şiddet kullanımına zemin teşkil edemez. Bu nedenle, bu ilke, yaptırım gücü olan kurallarla bütünleştirilmek zorundadır.
Beşinci olarak, her devrimci örgütün, Leninist örgüt anlayışının bir gereği olarak, kendi resmi tüzüğünde yazılı disiplin hükümlerini uygulaması, "ideolojik farklılıkların zorla bastırılması" ya da "sol-içi çatışma" olarak ifade edilemez; tersi tutum anti-Leninist, anarşist bir anlayışa denk düşer.
Altıncı olarak, her sorumluluk sahibi sol kişi, örgütler ya da yapılanmalar, olayların gerçekliğini sorgulamadan ve soruşturmadan, olaylar hakkında peşin hüküm vermemelidir. Muhataplar, her zaman devrimci örgütlerin yetkili organları olmak zorundadır.
Bu temel belirlemeler, THKP-C/HDÖ'nün 1972 yılından bu yana yürüttüğü faaliyetlerinde temel ilkeler olmuştur.
Bunların ışığında DS'nin "listesi"ni sırayla ele alalım:
Birinci olay: Balıkesir 1979.
DS'nin iddia ettiği gibi, olay 1979 yılında değil, 1978 yazında olmuştur ve "meşhur bir parkın payalaşılması nedeniyle" değil, DY'lilerin "hegemonyacı" zihniyetlerinin bir ürünü olarak örgüt kadroları ve sempatizanlarının faaliyetlerini engellemek amacıyla yapılan bir silahlı saldırıdır. DY, Balıkesir Savaştepe Eğitim Enstütüsünde THKP-C/HDÖ'nün etkinliğini kırmanın yolunun "gövde gösterisinden" geçtiğini düşünerek, şehir içinde sempatizanlara saldırmıştır. Küçük-burjuvazinin "güce tapma" fetişizminin en yaygın biçimde egemen olduğu öğrenci çevrelerinde bu tür yıldırma, sindirme fiilleri sıkça görülen bir durumdur ve DY'liler -birlikte oldukları 1978 Mayıs'ına kadar DS'liler de bunun içindedir- bunu yaygın biçimde kullanmışlardır.
DY'lilerin şehir ortasında silahlı olarak gerçekleştirdikleri saldırı, karşılıklı kavgaya dönüşmüş ve bunun üzerine DY'liler ellerindeki silahlarla ateş açmışlardır. Bu ateş sırasında bir DY'li yaralanmış ve hastahanede yaşamını yitirmiştir. DS'nin "bildiği" gibi "karşılıklı birer kişi" ölmemiştir. Hiçbir örgüt kadrosu ya da sempatizanı silahlı olmadığı gibi, silah da kullanmamıştır. [7*]
Ancak olaydan sonra bazı DY'liler, olayı çarpıtarak "arkadaşlarının HDÖ'lüler tarafından" öldürüldüğünü polise bildirmişler ve olay günü, bir başka bölgede örgütsel faaliyette bulunan THKP-C/HDÖ Genel Komitesi ve Marmara Bölge Komitesi üyesi olan bir yoldaşımızın silahı kullandığı şeklinde savcılıkta ihbarda bulunmuşlar ve ifade vermişlerdir. Bu ifadelerini mahkemede de tekrarlamışlar ve yoldaşımız olay günü "nerede olduğunu" "kanıtlayamadığından", bu ihbarcılar yüzünden 10 yıl cezaevinde tutsak kalmıştır.
Kısacası, DS'nin iddia ettiğinin tersine, DY'nin "hegemonyacılığı"nın ürünü bir saldırı söz konusudur ve ihbarcılıkla birleşik olarak devam ettirilmiştir. DY'nin yöneticilerinin beyan ettikleri gibi, bu olay, aynı zamanda, "legal bir hareketin illegal bir örgütü polis tehdidi ile legal alanlardan sürme" çabalarından birisidir. Bu gibi çeşitli girişimler, DS'lilerin de içinde yer aldıkları 1976-78 yılları arasında İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, ülkenin pek çok yerinde DY'liler tarafından yapılmıştır. Bunlar, DY'lilerin o dönemde kullandıkları deyimle "Acilcileri dıştalama ve soyutlama" faaliyetlerinin bir parçasıdır.
İkinci olay: "Serdar Soyergin'in asılmasına yol açan çatışma".
Evet, bir THKP-C/HDÖ savaşçısı 12 Eylül askeri faşist cuntası tarafından idam edilmiştir. Ama DS'nin iddiasının tersine, idam cezasının gerekçesi Tank Yüzbaşısı A. Angın'ın, Serdar Soyergin ve Süleyman Aydemir yoldaşlar tarafından öldürülmesidir. Bu yüzbaşı, 12 Eylül döneminde öldürülen tek subaydır. Bu yüzden 12 Eylül askeri faşist cuntası gözdağı vermek amacıyla yoldaşımıza idam cezası biçmiştir.
"Bir TKP'liyi vurma" ise, tümüyle Adana'da, bildiği ya da bildiğini varsaydığı örgüt üyelerinin kimliklerini her fırsatta ve her yerde sıralayan, polisle açık bir işbirliği içinde bulunan bir kişinin cezalandırılmasıdır. Bu kişi, daha önce uyarılmıştır. Serdar Soyergin yoldaş sendikal alanda çalışma yaparken polise ihbar edilerek tutsak edilmesinde bu kişi de yer almıştır.
Olayın gerçekliği budur. Bu olayı "liste"lerken DS'nin kullandığı üslup devrimci bir örgüte yakışmayacak tarzdadır. "Serdar Soyergin'in asılmasına yol açan çatışma" ifadesindeki "asılmasına yol açan" sözcükleri üzerinde DS bir kez daha düşünmelidir. Eğer söylemek istedikleri, yoldaşlarımızın karşılarına çıkan askeri birlikle çatışmaları ve bu çatışmada yüzbaşıyı öldürmelerinin yanlışlığı ise, bu yanlışı (!) yoldaşlarımızın her zaman yapacaklarını bilmelidirler.
Üçüncü olay: Kars'ta THKP-C/Savaşçıları'ndan bir kişinin öldürülmesi.
Bu olay, yerel düzeyde gerçekleştirilmiş bir fiil olup, örgütün kararlarına ve ilkelerine karşın gerçekleşmiştir. Bu nedenle, örgütümüz, öldürme eyleminin sorumlusunu cezalandırmış ve bu konuda ilgili örgüte bilgi vermiştir. Kişisellik boyutunda da olsa, ilerici bir kişinin ölümünden duyduğumuz üzüntü büyüktür. Böyle bir olay, örgütümüzün 21 yıllık faaliyetinde tektir. Ne öncesi, ne de sonrası olmuştur, olacaktır.
Dördüncü olay: "Nebil Rahoma'nın vurulması".
DS'lilerin, özellikle de yöneticilerinin çok iyi bildikleri gibi, N. Rahoma, örgütümüzün üyesi olup, İstanbul İl Komitesi'nde görev yapmış biridir. Ve yine DS yöneticilerinin çok iyi bildiği gibi, örgütün malzemelerini ve paralarını, örgütten ihraç edilmiş unsurlara gizlice vermek, bir örgüt üyesinin pusu kurularak öldürülmesindeki komploda yer almak ve devrimci ahlaka aykırı tutumlarından dolayı, THKC Tüzüğü'nün 24. maddesi gereğince yargılanmış ve suçu sabit görülerek, Tüzüğün aynı maddesi gereğince ölüm cezasına çarptırılmış ve cezası infaz edilmiştir. Bu konuda gerekli açıklamalar 1980 yılında yapılmıştır.[8*]
THKC Tüzüğü'nün ilgili maddesi şöyledir:
"THKC üyeleri için ölüm cezası şu koşullarda verilir: Her kime karşı olursa olsun işkence yapmak; düşman adına casusluk faaliyetinde bulunmak; kişisel nedenlerle bilerek ve planlayarak adam öldürmek; THKC'nin askeri malzemelerini çalmak, kişisel çıkar amacıyla bunları satmak, kiralamak ya da saklamak; bilerek sivil halkın ölümüne ya da yaralanmasına neden olmak; yağma ve talan yapmak, askeri cepheden firar etmek; moral bozucu davranış ya da beyanda bulunmak ve ırza saldırı ya da tecavüzde bulunmak.
Ölüm cezası, üyenin bağlı olduğu komitenin yazılı istemi ile THKC-Merkez Yürütme Komitesi'nce verilir. Bu süreçte cezalandırılması istenen üyenin savunması alınır ve karar THKC-Genel Yönetim ve Askeri Harekât Komitesi'nin onayı ile infaz edilir. Bu süreçte tüm kararlar için oy birliği şarttır."
Görüldüğü gibi, örgütümüz resmi tüzüğüne bağlı olarak hareket etmektedir. Her örgüt üyesi, bu tüzüğe bağlıdır ve ancak tüzüğü kabul etmesiyle üye olabilir. Tüzük hükümlerinden doğan yetki ve sorumlulukların devrimci yasallığı da buradan gelmektedir. Devrimci adalet, böyle bir yasallığa dayalı olarak, önceden belirlenmiş hükümlerle bütünleştirilerek devrimci adalet olur. Önceden belirlenmiş, resmi ve herkesi kapsayan bir tüzük olmaksızın gerçek bir devrimci örgütlülükten söz etmek olanaksızdır. Alelacele yazılan "geçici" ibareli "tüzükler"le, düne ilişkin cezalandırılmaların meşrulaştırılması sözkonusu olamaz. Kişilerin cezalandırılmasında suçlar kadar, bu suçların önceden resmen suç olarak ilan edilmiş olması da şarttır.
Beşinci olay: "1993'de Paris'de, eski HDÖ'lü biri"nin "DS'cu Düzgün Aksakal'ı öldürmesi".
Sözü edilen bu olayda sözü edilen kişi, "eski HDÖ'lü" olmayıp, eski bir Partizan Yolcu'dur. İkinci olarak, DS, sonuçtan sözederken, olaydan hiç bahsetmemektedir. Olay, çek-senet işi olup, DS'liler "akraba" ilişkileriyle bu işe karıştırılmışlardır. Örgütümüzle hiçbir ilişkisi olmadığı gibi, DS'la da bir ilişkisi olacağını sanmıyoruz.
İşte DS'nin "cinayetler listesi"nde geçen olaylar kısaca bunlardır.
Bir kez daha yineleyelim, örgütümüz her zaman ve her yerde sol-devrimci örgütler arasındaki silahlı ya da silahsız her türden şiddet kullanımına karşı olmuştur ve olmayı da sürdürecektir. Ancak bu tutumumuz, bu ilkeye uyanlarla ilişkilidir. Bu tutumumuzun, bir "güç gösterisi" için kullanılmasına, örgütsel bir zaaf olarak değerlendirilmesine hiçbir zaman izin vermeyeceğiz.
DS içinde bir yıldır meydana gelen olayların muhatapları bizler değiliz ve olamayız da. Tarafların kendi aralarında devrimci bir tarzda çözmeye yanaşmadıkları bir sorunu dıştan müdahelelerle çözmek olanaksızdır. Bizlerin yapabilecekleri sınırlıdır. Bizlere "herkes tavır aldı, bir siz kaldınız" denilmektedir. Varsın öyle denilsin. Biz tavrımızı "bu kanlı gidiş devrimci sorumluluk gereği durdurulmalıdır" diyerek ifade ettik. DS (hangi kesim olursa olsun), bizi bu olayların bir yanı haline getirme girişimlerinden vaz geçmelidir.
Bizler, devrimci insanların kolay yetişmediğini çok iyi biliyoruz. Onları, önceden belirlenmiş belli kurallarla hareket etmelerini sağlamak her devrimci örgütün ya da oluşumun görevidir. Devrimci örgütler arasındaki ilişkilerin durumu herkesce bilinmektedir. Az da olsa var olan ilişkilerin özenle korunması gerekir. Bunun bir yolu da doğruların, devrimci örgütlerin yetkili organlarından öğrenilmesidir.
THKP-C/HDÖ
Avrupa Temsilciliği Komitesi
Ekim 1993
Dipnotlar
[1*] Sol dergileri izleyen bir okuyucu "hangi DS ? DS-DK mı, yoksa DS-BY mi?" diye soracaktır. Örgütlerin ya da yapılanmaların kişisel adlarla tanımlanması yanlıştır. Her kesimin kendisini tanımladığı biçimde ifade etmek durumundayız ve her kesimin beyanları, yayınları açıktır.
[2*] Yurtdışı Mücadele, S: 10, Eylül 1993.
[3*] Yurtdışı Mücadele, S: 10, Eylül 1993.
[4*] Yurtdışı Mücadele, S: 10, Eylül 1993.
[5*] Yurtdışı Mücadele, S: 10, Eylül 1993.
[6*] Yurtdışı Mücadele, S: 10, Eylül 1993.
[7*] "Silahlı olmadığı gibi, silah da kullanmamıştır" diyoruz, çünkü DS içindeki çatışma ve öldürme fiillerinde, liste" düzenleyicileri kendilerinin silahsız olduklarını, karşı tarafın silahlarını alarak onları vurduklarını iddia etmektedirler. Balıkesir'deki olayda, bu türden fantastik şeylerin de olmadığını belirtelim.
[8*] DS yöneticileri bu cezalandırmayı çok iyi bildiklerinden olsa gerek, "liste"de N. Rahoma'nın hangi örgütten olduğu ve neden cezalandırıldığını belirtilmemişlerdir.