KURTULUŞ CEPHESİ - Kasım-Aralık 1993
Ulusal Kurtuluş Hareketleri
ve Proletaryanın Öncülüğü
İnsanlığın 3.000 yıllık tarihsel evriminin feodalizmden kapitalizme dönüşme döneminde ortaya çıkan en temel unsurlardan birisi de ulus ve ulusal-devlettir.
Bilindiği gibi, "ulus, tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir".[1*] Bu birlik, tarihsel süreçte, ortak dile sahip bireylerin belli bir ilişki ve topluluk oluşturmalarıyla başlayan bir sürecin son halkasıdır. Dil grupları belli bir yerde (ki genellikle buralar şehirler olmuştur) toplaşmaları, aynı zamanda feodalitenin çözülmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla ulusal-devletler için belli bir temel teşkil eden sınırlandırılmış dil gruplarının uluslar haline gelmesi, kapitalizmle birlikte ortaya çıkar. Topluluğun git gide burjuvalaşması, yani kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi, devlet rejiminin feodal niteliği ile çelişkiye düşer. Feodal devlet, herhangi bir dil gurubunu tanımadığı gibi, o grubun kapitalistleri için özel bir pazar da tanımamaktadır. Feodal devletin egemenleri, hangi gruba ait olursa olsun, tüm pazarda egemendirler. Bu ise, kapitalist için ürettiğini satacak sabit bir pazar bulamaması demekti.
Böylece burjuvazi, kendi topluluğu temelinde sürekli ve kararlı bir pazara sahip olmak için, önce kendi topluluğunu içsel olarak örgütlemeye yöneldi. Ve burjuvazi, homojen dil gruplarının olduğu yerlerde, doğrudan feodaliteye karşı "ulus" adına savaşa girişti. Homojen olmayan toplumlarda ise, her dil grubunun burjuvazisi kendi pazarının sürekliliğini elde etmek için "ulusal haklar" için savaşa girişti.
Böylece ulus, ulusal haklar ve ulusal mücadele burjuvazinin ortak sloganları haline geldi. Ve artık bu andan itibaren topluluklar uluslar olarak tanımlanmaya başlandı.
"Bütün dünyada kapitalizmin feodalizme karşı sonal zaferi dönemi, ulusal hareketlerle ilgili olmuştur. Bu hareketin iktisadi temeli, meta üretiminin tam zaferini sağlamak için yurt-içi pazarı ele geçirmek zorunda olması, aynı dili konuşan halkın yaşadığı bölgeleri siyasal bakımdan birleştirme zorunda olması gerçeğinde yatar ve bu dilin gelişmesini ve yazınsal alanda kök salmasını önleyen bütün engeller ortadan kaldırılmalıdır."[2*]
Böylece de, ulusal pazar, ulusal kültür, ulusal bilinç, insanlığın ortak kavramları haline gelmiştir.
Burjuvazinin tarihte devrimci bir rol oynadığı bu dönemde ortaya çıkan milliyetçilik, burjuvazinin demokratik istemleriyle bütünleşerek, onun bir ideolojisi haline gelmiştir. Bu dönemde görülen tüm ulusal hareketler, burjuvazinin önderliğinde feodalizmin yıkılmasına yönelik demokratik hareketler olarak belirginleşir.
Ancak gelişen kapitalizm, feodalizme karşı zafer kazandıktan ve dünya çapında egemenliğini ilan ettikten sonra yeni bir yöne girmiştir.
"Ürünleri için sürekli genişleyen bir pazar gereksinmesi, burjuvaziyi, yeryüzünün dört bir yanına kovalıyor. Her yerde barınmak, her yere yerleşmek, her yerle bağlantılar kurmak zorundadır.
Burjuvazi, dünya pazarını sömürmekle, her ülkenin üretimine ve tüketimine kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere boğarak, sanayinin ayakları altından, üzerinde durmakta olduğu ulusal temeli çekip aldı. Eskiden kurulmuş olan bütün ulusal sanayiler yıkıldılar ve hƒlƒ da her gün yıkılıyorlar. Bunlar, kurulmaları bütün uygar uluslar için bir ölüm-kalım sorunu haline gelen yeni sanayiler tarafından, artık yerli hammaddeleri değil, en ücra bölgelerden getirilen hammaddeleri işleyen sanayiler, ürünleri yalnızca ülke içinde değil, yeryüzünün her kesiminde tüketilen sanayiler tarafından yerlerinden ediliyorlar. O ülkenin üretimi ile karşılanan eski gereksinmelerin yerini, karşılanmaları uzak ülkelerin ve iklimlerin ürünlerini gerektiren yeni gereksinmeler alıyor. Eski yerel ve ulusal kapalılığın ve kendi kendine yeterliliğin yerini, ulusların çok yönlü ilişkilerinin, çok yönlü karşılıklı bağımlılığın aldığını görüyoruz. Ve maddi üretimde olan zihinsel üretimde de oluyor. Tek tek ulusların zihinsel yaratımları, ortak mülk haline geliyor. Ulusal tek yanlılık ve darkafalılık giderek olanaksızlaşıyor ve sayısız ulusal ve yerel yazınlardan ortaya bir dünya yazını çıkıyor."[3*]
Marks ve Engels'in "Komünist Manifesto"da belirttikleri bu gelişme, ister henüz oluşum halinde olsunlar, isterse uluslaşmış olsunlar, kendi dışındaki toplulukların baskı altına alınmasını getirmiştir. Çünkü kapitalizmin bu baskı olmaksızın dünya çapında sömürüsünü sürdürebilmesi olanaksızdır.
Bu evrede ulusal baskı, kapitalist sömürünün bir parçası olarak gelişirken, buna karşı bir harekette gelişmeye başlamıştır: Ulusal hareketler. Ezilen ulusların burjuvazisi, bu evrede ulusal hareketin başını çeker ve bu evrede, "her ulusal hareketin eğilimi, modern kapitalizmin gereksinmelerinin en iyi biçimde karşılanabileceği ulusal-devletlerin oluşumuna doğru bir eğilimdir. En derin iktisadi etkenler bizi bu amaca doğru sürükler ve bundan ötürü, bütün Batı-Avrupa için, hayır, bütün uygar dünya için kapitalist dönemin tipik, normal devleti, ulusal-devlettir."[4*]
Ulusal-devletlerin bu oluşumu, bir yandan yeni pazarlar için diğer ulusları ezen, kendine bağlayan yada ilhak eden bir hareket ortaya çıkarırken, diğer yandan bu baskıdan, bağlılıktan ve ilhaktan kurtulmak isteyen ulusların kurtuluş hareketlerini ortaya çıkarmıştır.
"Kapitalizm, gelişmesi sırasında, ulusal sorun konusunda iki tarihsel eğilim gösterir: Birincisi, ulusal yaşmın ve ulusal hareketlerin uyanışıdır, her türlü ulusal baskıya karşı mücadele, ulusal-devletlerin yaratılmasıdır.
İkincisi, uluslar arasında her türlü ilişkilerin gelişmesi ve çoğalmasıdır, ulusal çitlerin yıkılması ve sermayenin, genel olarak iktisadi yaşamın, siyasetin, bilimin vb. enternasyonal birliğinin yaratılmasıdır.
Bu iki eğilim, kapitalizmin evrensel yasasını oluşturur. Kapitalist gelişmenin başlangıcında birinci eğilim egemendir, ikinci eğilim olgunlaşmış olan ve sosyalist bir topluma dönüşmeye doğru yol alan kapitalizmin niteliğidir."[5*] (abç)
Kapitalizmin bu iki eğiliminden birincisi, tüm ulusların eşitliği ve her birinin kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğu fikrini yerleştirmiştir. İkincisi ise, proletaryanın tarih sahnesinde kendisi için sınıf olarak yer alması demektir. İşte bu andan itibaren proletaryanın sosyalizm mücadelesi ile ulusal kurtuluş mücadeleleri arasındaki ilişki ve proletaryanın ulusal sorunların çözümündeki yeri ve çözüm tarzı gündeme gelmiştir.
Serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüşmesiyle birlikte ortaya çıkan emperyalist sömürgecilik, bir kez daha ulusal sorunun kapsamını genişletmiş ve sorunu sadece ezen ulus-ezilen ulus sorunu olmaktan çıkarmıştır. Artık ulusal sorun, aynı zamanda sömürgeler sorunu haline gelmiştir.
Emperyalist aşamada bujuvazinin devrimci niteliğini yitirmesi, proletaryaya yeni bir tarihsel görev yüklemiştir. Bu görev tamamlanmamış demokratik devrimlerin tamamlanmasıdır. Böylece burjuva demokratik devrim sorunuyla birlikte ortaya çıkan ulusal sorun da, proletaryanın bu yeni tarihsel görevi içine girmiştir. Artık proletarya için, demokratik ve ulusal sorunların çözücü eylemi gündemdedir.
Doğal olarak bu eylemi, burjuvazinin çözüm eyleminden farklıdır ve farklı bir amaca, sosyalizme doğru yönelir.
Emperyalist sömürgecilikle birlikte, uluslar için ulusal-devlet sorunu, emperyalizmden bağımsız bir ulusal-devlet sorunu haline gelmiştir. Ezilen ulusların burjuvazisinin emperyalist hegemonyanın birer parçası haline gelmesi, ulusal bağımsızlık sorununun proleter bir içerik kazanmasını getirmiştir. Böylece "ayrılma hakkı", ulusların ve sömürgelerin emperyalizmden kurtulma, emperyalizmden ayrı ve bağımsız devlet olma hakkı olarak somutlaşmıştır. Emperyalizmin her ülkede feodaliteyle kurduğu ittifak da, kaçınılmaz olarak ulusal kurtuluş ile demokratik devrimin tek ve bir potada ele alınmasını getirmiştir. Emperyalist devletler tarafından yeniden egemenlik altına alınan yeni ulusal-devletler yerine, emperyalizmden bağımsız halk devletleri tarih sahnesinde yer almaya başlamışlardır. Bu devletler, proletaryanın öncülüğünde yürütülen bir kurtuluş savaşıyla kurulabilirler. Aksi halde, her ulusal hareket, er yada geç emperyalizmin hegemonyası altına girecektir. Bu yüzden, demokratik devrimin hızla sosyalist devrime dönüştürülmesi gerekmektedir ve bunu yapabilecek tek sınıf ise proletaryadır.
"Abartmaktan korkmaksızın, Rus Marksizminin tarihinde ulusal sorunu koyma biçiminin iki aşamadan geçtiği söylenebilir: Birincisi, Ekim'den önceki, ikincisi de Ekim'den sonraki aşama.
Birinci aşamada, ulusal sorun, genel burjuva demokratik devrim sorununun bir parçası olarak, yani proletarya ve köylülük diktatörlüğü sorununun bir parçası olarak düşünülmüş bulunuyordu. İkinci aşamada, ulusal sorun genişleyip sömürgeler sorunu biçimine dönüştüğü zaman; ulusal sorun, devletin iç sorunu olmaktan çıkıp, bir dünya sorunu durumuna geldiği zaman, işte o zaman ulusal sorun genel proleter devrim sorununun bir parçası olarak, proletarya diktatörlüğü sorununun bir parçası olarak düşünülmüştü."[6*]
Bir başka deyişle, artık emperyalist-kapitalist sistem içinde, yani emperyalist sömürü koşullarında kalarak, ekonomik ve siyasal olarak bağımsız ulusal-devlet olma ve bunu koruma olanağı ortadan kalkmıştır.
Bu değişme, Marksist-Leninistlerin ulusal sorun karşısındaki tutumunu ve bu yöndeki "olumlu eylemi"ni belirleyen bir niteliğe sahiptir. Dolayısıyla 1917 sonrasında demokratik devrimlerin kazandığı yeni içerikle bağlantılıdır. Serbest rekabetçi kapitalizmin emperyalizme dönüşmesiyle birlikte burjuvazi devrimci niteliğini genel olarak yitirmiştir ve Ekim Devrimi sonrasında kesin bir olgu durumuna gelmiştir. Bu koşullar altında, kapitalist yönden gelişmiş yada azgelişmiş ülkelerin proletaryasının önündeki tarihsel görev daha zorlu, ama daha net bir hale gelmiştir: Kesintisiz devrim.
Gerek burjuvazinin devrimci niteliğini yitirmesi, gerekse emperyalizmin mevcudiyeti, ulusal sorunu, proletaryanın öncülüğünde gerçekleştirilecek demokratik halk devrimi sorunuyla birlikte ele alınmasını zorunlu hale getirmiştir. Emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerinin egemen olduğu bir dönemde, eski tarzda bir ulusal-devlet kurma hakkı, sorunun sürekli ve kalıcı bir çözümüne olanak tanımaz. Emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerinin temelinde yatan emperyalist işgalin gizlenmesi, günümüzde görünüşte bağımsız ulusal-devletlerin varlığını gerekli kılmaktadır. Bu yüzden ulusal sorun, emperyalizmden bağımsızlık sorunu olarak geniş bir muhtevaya sahiptir. Eski tip sömürgelerin hemen hemen hiç kalmadığı günümüzde, gerçek bir ulusal hareket, ancak proletaryanın öncülüğünde yürütülen bir halk kurtuluş hareketi olmak durumundadır. Emperyalizmin I. ve II. bunalım dönemlerinde olduğu gibi, iç düşman ile dış düşmanın, yani yerli egemen sınıflar ile emperyalizmin birbirinden kesin çizgilerle ayrılabilindiği dönemlerin ulusal kurtuluş hareketleri, bugün yerini halk kurtuluş hareketlerine bırakmıştır. Bir başka deyişle, günümüzde emperyalist sömürüden kurtuluş sorunu, aynı zamanda emperyalist üretim ilişkilerinin tasfiye edilmesi sorunuyla birleşmiştir.
Emperyalizmin III. bunalım döneminin özellikleri bir yana bırakılarak ve emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemleriyle uluslar ve ülkeler için içsel bir olgu haline gelmesi dışlanılarak yürütülecek bir ulusal hareket, kaçınılmaz olarak küçük-burjuvazinin damgasını taşıyacaktır ve emperyalizmle bütünleşmeyi hedefleyecektir. Arap ülkelerinde görüldüğü gibi, küçük-burjuvazinin ulusal hareketi sonucu ortaya çıkan ulusal-devletler, emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerine uygun bir zemin ortaya çıkarmaktadır. Görünüşte bağımsız, ama yeni-sömürgecilik yöntemleriyle emperyalizme bağımlı yeni ulusal-devlet tipi, ulusal baskıların ortadan kaldırılmasından çok, baskının biçiminin değişmesine yol açmaktadır.
Gerçek bir ulusal kurtuluş, demokratik halk devrimi üzerinde yükselebilir ve bu devrimi gerçekleştirecek olan da halktır. Bu halk, eski tarzda bir ulus olmayıp, proletarya, köylülük ve küçük-burjuvaziden oluşan yeni bir ulus biçimidir. Proletarya ve onun öncüsü, ulusu ve ulusal birliği bu yeni biçimiyle oluşturmak durumundadır.
Daha henüz burjuva anlamda kendi kaderini tayin hakkına sahip olmayan ulusal-topluluklar, bu tarihsel zeminde hareket etmek durumundadır. Bu uluslarda temel görev, kendi kaderini tayin hakkının elde edilmesinin, aynı zamanda emperyalizmden ayrılma, ayrı devlet kurma hakkı ile birlikte ele alınmasıdır. Bu da, bu ulusların demokratik halk devrimi yönündeki genel hareketi ile olanaklıdır. Proletaryanın öncülüğünde demokratik halk devrimini hedeflemeyen her ulusal hareket, sonal olarak emperyalizme bağımlı yeni bir ulusal-devlet oluşturmaktan öteye gidemeyecektir.
Açık bir demokratik halk devrimi programına ve hedefine dayanmaksızın, gerçek bir ulusal kurtuluştan söz etmek de olanaksızdır.
Dipnotlar
[1*] Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, s. 15.
[2*] Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 55.
[3*] Marks-Engels, Komünist Manifesto.
[4*] Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 55.
[5*] Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 25.
[6*] Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, s. 247.