KURTULUŞ CEPHESİ - Eylül-Ekim 1993
İSKİ, SHP vs.
Oligarşinin
"Adam Satın Alma" Politikası
Ağustos ayına girildiğinde İstanbul Belediyesi'ne bağlı İSKİ'de (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi) Genel Müdür Ergun Göknel'e ait "yolsuzluk dosyaları" basının birinci sayfalarını kapladı. Ergun Göknel'in aldığı rüşvetler yanında, eşinden boşanmak için verdiği 9 milyar lira, resimli roman tefrikaları gibi yayınlanmaya başlandı. Olay, doğrudan SHP'li belediyeye ve SHP'li bir kişiye ait olduğundan, "sosyal-demokratlar" birinci dereceden sorumlu tutulmaya başlandı.
Olayların perde arkası, hemen hemen tüm gazetelerde ayrıntılı bir biçimde yer alırken, rüşvet ve suistimal olayına karışanların listesi yayınlandı. Liste yayınlanmakla birlikte, kamuoyunun dikkati, sadece "alan"a çevrildi. "Verenler", sadece olayın "mağduru" olarak gösterildi.
Oysa, rüşvet olayları, sömürücü sınıfların düzenlerinin çürümüşlüğünün bir ifadesi olarak yüzyıllardır varlığını sürdürdüğü gibi, 1923 sonrası Türkiyesinde neredeyse alışılagelmiş olaylardandır. Ve kamuoyunun, E. Göknel'in "şahsında", "duyarlı" kılınmaya çalışıldığı iddiaları ise, sadece demagojiden ibarettir. Söz konusu olan, oligarşinin, kendi işlerini yürütebilmek için "adam satın alması"dır.
Lenin, burjuvazinin "adam satın alma" politikasının, yani rüşvet vermesinin tarihsel temellerini ortaya koyarken şöyle yazmaktadır:
"Öyleyse, kapitalizm demokrasiyle nasıl uzlaşır? Sermayenin mutlak kudretini dolaylı yoldan yürüterek. Bunun iki ekonomik yolu vardır: 1) Doğrudan rüşvet; 2) hükümet ile hisse senetleri borsası arasında ittifak. (...burjuva sistemde mali-sermaye herhangi bir hükümete ve herhangi bir memura dilediği gibi rüşvet vererek [onları-ç] satın alabilir!')
Bir kez meta üretimi, burjuvazi ve para gücü egemen olunca, hangi hükümet, hangi demokrasi olursa olsun, (doğrudan yada hisse senetleri borsası yoluyla) rüşvete ulaşabilir'."."[1*] (abç)
T. Özal'ın"benim memurum işini bilir" sözleriyle, 1980 sonrasında meşruluk kazanan rüşvet olaylarının temelinde, oligarşik yönetim ve ülkenin emperyalizme bağımlılığı olduğu, bu olayla bir kez daha gizlenmeye çalışılmıştır. 12 Eylül döneminde oligarşinin "adam satın alma politikası" sürekli hale getirilmiş ve özellikle bürokrasi içine yerleştirilen "teknokratlar" aracılığıyla resmi bir tarifeye bağlanmıştır. Uzun yıllar ANAP hükümetleri aracılığıyla sürdürülen "adam satın alma politikası", yani rüşvet olayları, 1980 sonrasındaki biçim ve amacı, emperyalizm ve oligarşinin çıkarları tarafından belirlenmiştir.
Ancak DYP-SHP koalisyonunun kurulmasından sonra, 12 Eylül'le birlikte toplumdaki çürümenin ulaştığı düzey daha belirgin hale gelmiştir.
Özal'ın "transformasyon" adını verdiği, devşirmecilik yöntemiyle, oligarşi için yeni beyinleri "sol"dan sağlama girişimi, asıl olarak rüşvete dayalı biçimde sürdürülmüştür. Bir takım eski "solcular", tüm değerleri, oligarşinin kendilerine sağladığı olanaklar karşılığında satışa çıkarmışlardır. Bu satışın teorisyenliğini yapan M. Belge gibilerinin deyişi ile, "soyut bir gelecek için, somut bugünden vazgeçilemez" felsefesi, hemen hemen tüm sol unsurları etkilemiştir.
İşte bu ortam içinde, 1989 yerel yönetimler seçimlerinde önemli bir başarı gösteren SHP, hemen hemen tüm büyük belediyelerde yönetime gelmiştir. Seçimlerin hemen arkasından, belediyedeki çeşitli görevlerin dağılımında en gözde bölüm İmar Komisyonları olmuştur. Bu, Özal'ın yarattığı "işbitiriciliğin" sosyal-demokrat kesime yansımasının açık ifadeleri olmuştur. *eşitli arsa alım-satımları, imar izinlerinin kişisel çıkarlarla dağıtıldığı bir yerel yönetim sistemi, SHP'lilerle sürdürülmeye başlanılmıştır. Ve bunlar arasında, "SHP'de çalışan" pek çok eski "devrimci" unsur bulunmaktadır.
Ancak SHP'li belediyeler, ANAP hükümetinin çeşitli engellemeleri ile parasal olarak zor durumda olduklarından, DYP-SHP koalisyonu kurulana kadar fazlaca "kârlı" değillerdi. DYP-SHP koalisyonunun kurulmasıyla birlikte, SHP çevrelerinde yaygın düşünce, "artık sıranın kendilerine geldiği" idi. Yıllarca, ister yerel yönetimlerde olsun, ister mecliste olsun, sadece "halk için" çalıştıklarını, ama halkın, yine sağ partileri desteklediğini, kendilerinin iktidar olmanın "nimetlerinden" hiç yararlanmadıklarını, sonuçta "çulsuz" kaldıklarını söylüyorlardı. Bu, SHP'lilerin artık eskisi gibi davranamayacaklarının ilk ifadeleriydi. Ellerine geçen "bu fırsatı" kaçırmak istemiyorlardı. Çünkü sosyal-demokratlar, öyle kolay kolay iktidar olamıyorlardı ve bu onlar için, ancak yirmi-otuz yılda bir çıkacak fırsattı!
İşte bu düşünceler, ilkin yerel yönetimlerin İmar Komisyonlarında, sonra her alanda yaygın bir rüşvet ve suistimallerin ortaya çıkmasına neden oldu. En basit ve en "acemice" olanı, SHP'nin kadın bakanı Güler İleri'nin, Bolu Dağı'nda kocasıyla yediği yemeğin faturasını bakanlığa ödettirmeye kalkmasıyla ortaya çıktı. (Tıpkı ilk Özal hükümetinde İsmail Özdağlar'ın "acemice" rüşvet almaya kalkması gibi.) Küçükçekmece Belediyesi'ndeki rüşvet ve suistimal olayları öylesine yaygın bir üne sahip oldu ki, hemen herkes bu belediyeden bir yer kapmaya çalışır oldu. İSKİ olayı, bu gelişmelerin son bir halkasını oluşturmaktadır.
İSKİ olayının iki ana yönü bulunmaktadır.
Birincisi, doğrudan oligarşinin ekonomik ilişkilerine ilişkindir. İSKİ, İstanbul'daki metro inşaatının yetkili kurumu olarak, açtığı ihaleyle büyük önem kazanmıştır. İstanbul Belediyesi'nin Taksim-4. Levent arasında yapmaya karar verdiği metro inşaatı, doğrudan tekelci-sanayi burjuvazisinin istemi doğrultusunda olmuştur. Çünkü 4. Levent, Koç ve Sabancı Holdinglerin iş merkezleri inşa ettikleri bölgedir.
İşte bu metro inşaatı için açılan ihalede Taksim-Şişli arasını Doğuş Holding, ENKA Holding ve Garanti-Koza şirketlerinin oluşturduğu ortaklık almıştır. Şişli-4. Levent arasındaki metro inşaat ihalesi ise, TEKFEN Holding tarafından alınmıştır. İki ihalenin toplam bedeli 1,5 trilyon liradır. Bu ihalelerin her birinden 80 milyar lira rüşvet alındığı iddia edilmektedir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, oligarşi yaygın bir biçimde "adam satın alma" politikasını yürütmektedir. Bu nedenle, en üst düzey müdürlerden en küçük devlet memuruna kadar, milyarlarca lira "hediye" dağıtılmaktadır. Özellikle bayramlar ve yılbaşları, bu rüşvetlerin dağıtılması için kullanılmaktadır. Çoğu durumda, bu rüşvetler, doğrudan somut bir işin görülmesi için verilmemektedir. Tersine, bürokrasinin olası gecikmelerini engellemek ve gelecekteki işlerin kolayca yerine getirilmesini sağlamak için bu rüşvetler dağıtılmaktadır. Bunun temelinde yatan neden ise, oligarşinin, gerek 12 Mart'ta, gerekse 12 Eylül'de yaptığı tüm girişimlere rağmen, devlet bürokrasisi içindeki küçük-burjuva tutumları (tam olarak) kıramamış olmasıdır. Özellikle tarihsel olarak CHP'li olarak bilinen bürokrasi, 1970'lerde gösterdiği sosyal-demokratik tutumla, yer yer emperyalizmin ve oligarşinin çıkarlarına aykırı davranabilmektedir. Bu yüzden, oligarşi, gerek soldan yeni personel devşirmek için, gerekse bürokrasinin bu tür geleneksel tutumunu ortadan kaldırmak için "adam satın alma" politikasını uygulamaya başlamıştır. Doğal olarak, bu satın almada hedef kesim, geleneksel sosyal-demokratlar ve eski "solcu"lar olmuştur.
İşte İSKİ olayı, birinci olarak, oligarşinin bu politikasının doğrudan bir sonucudur.
İkinci yön, Ergun Göknel'in ünlü "Taksim Toplantıları"nın organizatörü olmasıyla, eski "solcuların" "entellektüel satın alınma"larıdır. Hangi yoldan olursa olsun, elde edilen paraların, "Taksim Toplantıları" adı altında çeşitli "solcu" kişilere dağıtılması, 12 Eylül sonrasındaki yozlaşmanın, çürümenin düzeyini göstermeye yeterlidir.
Dahası, "Taksim Toplantıları"nın, ülkemizdeki siyonist çevrelerce de desteklendiği bilinmektedir ve aynı çevreler Ergun Göknel'le işbirliği içinde oldukları, "sıkıştığında" kendisine maddi olarak yardımda bulundukları, son olayla birlikte ortaya çıkmıştır.
"Taksim Toplantıları"nın en temel özelliği, toplantıların banda, videoya alınamaması, makale, yazı ve haberde konu edilememesidir. Bu kurallara uymayanlar, daha sonraki toplantılara çağrılmamaktadır. Dolayısıyla, toplantılar, oligarşinin gizli toplantıları olarak yapılmakta ve oligarşinin istediği kişilerle, "demokratik bir ortam"da pazarlık edebilmesini sağlamaktadır. Genellikle, oligarşinin kendisine muhalif olarak düşündüğü kişiler bu toplantılara çarılmıştır. Sürekli izleyicileri arasında Vehbi Koç, İshak Alaton, šzeyir Garih, Can Kıraç gibi oligarşinin önde gelen isimleri bulunmaktadır. Solcu olarak bilinen isimler arasında, Doğu Perinçek, Murat Belge, Yalçın Küçük'ün adları geçmektedir. (Toplantılar "kurallı" olduğundan kimlerin, ne zaman ve nasıl katıldıkları tam olarak bilinmemektedir. Ancak bu olaydan sonra, bu toplantılara katılmış tüm "solcular"ın açıklama yapmaları şarttır.)
Kurtuluş Cephesi'nin 14. sayısında oligarşinin "anti-terör" stratejisi irdelenirken, oligarşinin "adam satın alma" politikası şöyle ifade edilmiştir:
"... tekelci burjuvazinin ekonomik gücünün, her alanda 'adam satın almaya', yani rüşvete dayalı bir politika için kullanılmasıdır. Bu, özellikle ekonomik ve siyasal düzeyde, tekelci burjuvazi için engel oluşturan güçlerin yada fraksiyonların sözcüsü yada yetkili kişilerinin parayla satın alınması ve böylece bu güçlerin dağıtılması demektir. (Bir çeşit 'böl ve yönet' politikası.)"
Bu politika, burjuvazi açısından yeni bir politika değildir. Söz konusu olan, ülkemizde oligarşinin bu politikayı yaygın bir biçimde uygulayabilecek duruma son on yılda geldiğidir. Bir başka deyişle, oligarşi, son on yılda, egemenliğini mutlak bir biçimde ilan etmiştir.
Özal döneminde, Özal ailesinin borsa yoluyla elde ettiklerini ileri sürdükleri paralar, Lenin'in de ifade ettiği gibi, burjuvazinin adam satın alma yollarından birisidir. İSKİ olayı ile açık biçimde ortaya çıkan gerçek ise, sadece belli kesimlerin değil, toplumun her kesiminin rüşvet yoluyla satın alma konusu olduğudur. Özal döneminin yaygın rüşvet olayları, "yolsuzluk dosyaları" olarak aylarca kamuoyuna açıklanmasına rağmen, hiçbirşey yapılmadan raflarda tozlanmaya bırakılması, aynı zamanda, oligarşinin yeni hükümeti de satın alabildiğinin kanıtı olmuştur. Sadece kişiler yer değiştirmiştir.
İSKİ olayının bir kez daha ortaya koyduğu gerçek, ülkemizde oligarşinin, tüm toplumsal çürümüşlüğün, yozlaşmanın tek sorumlusu olduğudur. Sol adına, solculuk adına oligarşinin adam satın alma politikasına çanak tutanlar, oligarşinin paralı uşakları olarak kendilerini gizleyemez hale gelmişlerdir. Sorun sadece Ergun Göknel'in kişiliği sorunu değildir. Olaylarda 29 gazetecinin bu kişiden "maaş" aldığı iddiaları bile, olayın genel bir çürüme, yozlaşma olayı olduğunu göstermektedir.
Devrimcilerin bu olaydan çıkarmaları gereken ders, 12 Eylül döneminde başlatılan depolitizasyon sürecinin, aynı zamanda, bir yozlaşma, çürüme süreci olduğunu; solda ortaya çıkan her türden parasal sapkınlıkların temelinde bu çürümenin yattığını görmek ve göstermektir. Ve yapılması gereken, hâlâ kendilerini solla ilişkilendirenlerin, aynı zamanda oligarşinin adamları olduğunu kitlelere açıklamaktır.
Dipnotlar
[1*] Lenin, Emperyalist Ekonomizm, s. 54.