KURTULUŞ CEPHESİ - Temmuz-Ağustos 1993
Ulus, Ulusal Baskı
ve Toplumlar
Ulus, insanlık tarihindeki gelişmenin kapitalist evresinde ortaya çıkmış bir toplumsal-tarihsel örgütlenmedir. Stalin'in tanımlamasıyla, "ulus, tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir"[1*](abç) Tarihsel bir olgu olarak, "ulus ve buna ilişkin sorunların kavranabilmesi ve çözümlenmesi için, herşeyden önce tarihin materyalist biçimde ele alınması zorunludur.
"Marksist teorinin kesin gereği odur ki, herhangi bir tarihsel sorun incelendiğinde, o sorun belirli tarihsel sınırlar içinde formüle edilmelidir ve eğer özel olarak bir ülke söz konusuysa (örneğin bir ülke için ulusal program gibi) o ülkeyi öteki ülkelerden aynı tarihsel dönem içinde ayırdeden özellikler hesaba katılmalıdır."[2*]
Tarih, "birbirinden ayrılmış kuşakların ardıllığı, tüm önceki bir kuşak tarafından diğerine kolayca aktarılmış malzemeler, sanayi fonları, üretici güçlerin kullanımı ve dolayısıyla bir taraftan tamamiyle değişim koşulları içindeki geleneksel etkinliğini sürdürmesi, diğer taraftan tamamiyle değişilmiş bir etkinlikle eski kuşakların değiştirilmesinden başka bir şey değildir".[3*] Bu nedenle tarihsel süreçler süreklilik gösterir. Marksizmin, tarihi, bu bağlamda, kesintisiz bir süreç olarak ele alması, ulus ve ulusal sorunun bu kesintisiz sürecin belli bir evresine ilişkin olarak ele alınması gerektiğini gösterir.
Tarihin materyalist kavranışının ortaya koyduğu bu bilimsel belirlemeler ulusların ortaya çıkışını ve ulusal hareketlerin tarihsel konumunu belirleyen niteliklere sahiptir. Bir ulusal hareketin, tarihsel olarak haklılığı ve ilerici, devrimci içeriği de bu bilimsel belirlemeye dayanır. Bu belirleme, ulusların tarihsel bir olgu olduğunu ve feodalizm koşullarında gelişen ve yükselen kapitalizmin ürünü olduğunu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya koyar.
"Bütün dünyada kapitalizmin feodalizme karşı nihai zaferi dönemi, ulusal hareketle ilgili olmuştur. Bu hareketlerin iktisadi temeli, meta üretiminin tam zaferini sağlamak için yurtiçi pazarı ele geçirmek zorunda olması, aynı dili konuşan bir halkın yaşadığı bölgeleri siyasi bakımdan birleştirme zorunda olması gerçeğinde yatar ve bu dilin gelişmesini ve edebiyatta kök salmasını önleyen bütün engeller ortadan kaldırılmalıdır."[4*]
Ulusların ortaya çıkışının tarihsel temeli kapitalizm ve burjuvazidir. Bu nedenle ulus kavramı, feodalizmden kapitalizme geçiş koşullarında ortaya çıkmıştır ve ulusal haklar, ulusal-devletler hep bu dönemin ürünüdür. Kapitalistin türdeş insan topluluklarını, özellikle aynı dili kullanan insan topluluklarını bir araya getirmesi ve böylece kendine özgü bir iç pazar oluşturması, kaçınılmaz olarak siyasal bir yönetim aygıtı, yani devlet aygıtını gerektirmektedir. Bu devlet aygıtı, ulusal-devlet olarak, örgütlenmek ve kapitalistin iç pazarını güvenceye alacağı bir biçime sahip olmak zorundadır. Bunun bir adım ötesi ise, değişik ulusal-devletlerin karşılıklı ilişkilerinin belli bir kurala bağlanması olmuştur. İşte bu karşılıklı ilişkiler ağı, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı olarak ifade edilmeye başlanmıştır.
"Burjuvazi, nüfusun, üretim araçlarının ve mülkiyetin dağınık durumuna giderek daha çok son veriyor. Nüfusu biraraya toplamış, üretim araçlarını merkezileştirmiş ve mülkiyeti birkaç elde yoğunlaştırmıştır. Bunun zorunlu sonucu, siyasal merkezileşme oldu. Ayrı çıkarlara, yasalara, hükümetlere, vergi sistemlerine sahip bağımsız ya da birbirleriyle gevşek bağlara sahip eyaletler, tek bir hükümete, tek bir hukuk düzenine, tek bir ulusal sınıf çıkarına, tek bir sınıra ve tek bir gümrük tarifesine sahip tek bir ulus içinde biraraya geldiler."[5*]
Ulusların oluşumunun bu tarihsel sürecinde, ulusları oluşturan toplulukların bir tarihe sahip olmaları, ulusların çok eski dönemlerden beri varolduğu anlamına gelmemektedir. Varolan ulusal-topluluğun, insan topluluğu olarak, ortak bir dil kullanan insan topluluğu olarak sahip oldukları geçmişin (tarihin) üzerinde yükselmesi, eski dönemdeki ilişkilerin "ulusal" ilişki olarak tanımlanmasıyla karıştırılamaz. Ulusların varolmadığı bir tarihsel dönemde "ulusal baskının" "daha az olduğunu" ileri sürmek, ulusal bilincin de bulanıklaşmasına neden olabilecektir.
PKK Genel Sekreteri A. Öcalan böyle bir yaklaşımı sergilemektedir:
"Federasyonla tabir edilmek istenen halkların birlik biçimidir. Bu bölgede gelişen İslamiyet tarihi ve imparatorluklar tarihi incelenirse, bunların önemli oranda federasyonlaşmaya benzer bir oluşum yaşadıkları görülür. İncelenmesi gereken bu sürecin hiçbir döneminde bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin uyguladığı baskı ve asimilasyon politikası yoktu. Halklar dil ve kültürlerini oldukça özgür bir ortamda geliştirebiliyorlardı. Bu Abbasiler'de de böyle, Osmanlılar'da da böyle. Asıl baskı ve asimilasyon kapitalist dönemde tehlikeli bir hal almaya başlamıştır. Ve halkların soykırımını beraberinde getirmiştir. Ben bu anlamda feodal dönemin kapitalist döneme oranla halklar açısından daha az ezici ve baskıcı olduğunu düşünüyorum. Feodal dönemde diller ve kültürler üzerinde de baskı yok denecek kadar azdır. Ancak kapitalist dönemle bakıldığında dil jenositlerinin, fiziki jenositlerin daha az olmadığı görülür. Dolayısıyla kapitalizm bu anlamda daha da gericidir."[6*]
PKK ilk oluşum yıllarında yayınladığı "Kürdistan Deviminin Yolu" broşüründe ulusların oluşumu ve ulusal birliğin kuruluşu sürecinde feodalizm ve kapitalizmin tarihsel konumunu Marksist bir perspektiften ortaya koyarken, bugün farklı bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Bu Kürt ulusal hareketi içinde gerici sınıfların ideolojik etkinliğinin düzeyiyle bağlantılı olarak değerlendirilmese bile, Marksist pespektiften önemli bir kopuşun ortaya çıktığını göstermektedir.[7*]
Tarihsel gelişim sürecinde kapitalizmle birlikte ortaya çıkan ulusların gelişimi ve ulusal birlik, ancak feodalizmin tasfiyesi ile tamamlanabilir. Bu nedenle, ulusal hareketin, tarihsel olarak son büyük engeli feodal ilişkiler ve toplumun feodal örgütlenmesidir. İster feodal yerel birimler olarak örgütlensin, isterse feodal imparatorluk şeklinde örgütlensin, feodal ilişkiler içinde bireyler bir ulus olarak değil, "tebaa" ya da "ümmet" olarak bir topluluk oluştururlar. Bu durumdaki topluluğun feodal parçalanmışlığı, aynı zamanda ulusal gelişimin, ulusu oluşturacak topluluğun bir araya gelişinin de engelidir. Dolayısıyla feodal dönemde "diller ve kültürler" üzerinde baskı değil, feodal parçalanmışlığın üzerinde yükselen "dil ve kültürün" parçalanmışlığı ve ortak "dil ve kültür"e sahip olan toplulukların birbirinden yalıtılmışlığı söz konusudur.
Feodalizmin bağrında doğup gelişen kapitalizm, kentlere göç eden kırsal nüfusla birlikte gelişmiştir. Kırsal alanlardaki dağınık nüfus, böylece kentlerde bir araya gelmişler ve dil grupları olarak toplaşmışlardır. Bu dil grupları devletin kuruluşu için temel veri olmuşlar ve toplulukların uluslar durumuna gelmeleri sürecini başlatmıştır. Kapitalizmle birlikte gelişen bu süreçte feodal ilişkiler -ki parçalanmış topluluk ilişkileri belirleyicidir- giderek tasfiye olurken, merkezi ulusal-devlet birden kurulmamıştır. Merkezi devletin türdeş dil ve kültür gruplarına dayanarak kurulması sürecinde feodal yerel otoritelerin merkezi imparatorlukların denetimine girdikleri bir aşamadan geçilmiştir.
"Bu genel karışıklık içinde, krallığın, ilerleme öğesi olduğu açıktır. Krallık düzensizlik içinde düzeni, düşman devletler biçimindeki ufalanma karşısında oluşma durumundaki ulusu temsil ediyordu. Feodalitenin yüzeyinde oluşan tüm devrimci öğeler, bundan ötürü, krallık ne denli onlara dayanmak zorunda idiyse, o denli krallığa dayanmak zorunda idiler."[8*] (abç)
Feodal merkezi devlet olarak ortaya çıkan feodal imparatorluklar, tarihsel gelişimde feodal yerel yönetimler karşısında bir ilerleme öğesi olması, bunların "modern devlet" olarak tanımlanan ulusal-devlete göre geri bir tarihsel evreye denk düşmesi birbirine karıştırılamaz. Feodal imparatorluklar, yerel feodal otoritelerin zora dayalı ilişkilerle merkezi bir denetim altına alınmasına denk düşer. Dolayısıyla, türdeş dil ve kültür gruplarını değil, tüm yerel otoriteye bağlı toplulukların tümünü kapsar. İngiltere'de 13. yüzyılda Magna Carta ile kurulan feodal imparatorluk, sonal olarak feodal yerel otoriteler ile burjuvazinin geçici bir uzlaşmasını ifade eder. Osmanlı İmparatorluğu'nda Anadolu ve Orta-Doğu'daki yerel beyliklerin ve emirliklerin Osmanlı Beyliği tarafından zorla kendi otoritelerine boyun eğdirilmeleriyle oluşmuştur. Bu imparatorluklarda asıl olan yerel otoritelerin merkezi devletle dışsal bir ilişki içinde olmalarıdır. Bu nedenle sadece imparatorluğun asker, haraç vb. vermekle sınırlandırılmış bir ilişki ağı bulunur ve topluluk tümüyle bu ilişkinin dışındadır. Bu nedenle modern merkezi ulusal-devlet düzeyinde ortaya çıkan federasyonlar ile bu feodal devlet örgütlenmesi, öz ve biçim olarak farklıdır ve tarihin geri bir evresine denk düşer.
"Yükselen kapitalizm çağının en büyük ve gerici feodal imparatorluğundan birisi olan Osmanlı İmparatorluğu"ndan, "İslamiyetin doğuşu ile birlikte güçlü bir imparatorluk halinde örgütlenen Araplar, Ortaçağın en büyük yayılmacı gücü olarak, Kürt halkı üstünde de feodalizme dayanan bir sömürgeci rejim" kurmasından[9*] Kuruluş Bildirisi'nde söz eden PKK'nın, bugün feodal devlet örgütlenmesini "ilerici" konumda sunması, ulusal hareketin ideolojisi sorununu gündeme getirmektedir. Ama tarihin bu yanlış konuluşu, sadece ideoloji düzeyinde değil, ulusal birlik düzeyinde de sorunlar ortaya çıkarmak durumundadır.
Burjuvazinin feodalizme karşı mücadelesi dönemini kapsayan ulusal-devletlerin kuruluşunun tamamlanmasıyla birlikte sermayenin birikimi ve merkezileşmesi yeni pazarların ele geçirilmesini zorunlu hale getirmesiyle birlikte, uluslar arasında savaşlar ve ulusların diğer uluslar tarafından egemenlik altına alınması dönemi başlamıştır. Böylece ulusal baskı ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının ortadan kaldırılması gündeme gelmiştir. Bu dönemden itibaren ulusal hareketler, ulusal baskıya karşı ve kendi kaderini tayin hakkına sahip olmaya yönelik hareketler olma özelliğine sahip olmuşlardır. Ve bu dönem aynı zamanda kapitalizmin tekelci kapitalizme, yani emperyalizme dönüşme sürecidir.
Emperyalist aşamaya geçilmesiyle birlikte, dünya çapında tüm ulusal baskının ve ulusal hakların gasp edilmesinin temelinde emperyalist sömürgecilik yatmaktadır. Bu bağlamda, ulusal hareketler, sadece feodalizme karşı değil, aynı zamanda emperyalizme karşı bir içerik kazanmışlardır ve emperyalist sömürge ve yarı-sömürgelerin kurtuluş hareketi ile özdeşleşmiştir. Ulusal kurtuluş kavramının içeriği de buradan kaynaklanmaktadır.
İşte bu aşamaya gelindiğinde ulusal hareketlerde yalın bir burjuva ilişkiler ağı silikleşmeye başlamıştır. Bu silikleşme, ulusal hareket içinde gerici sınıf çıkarlarının ifade edilebilinmesini olanaklı kılmıştır. Ülkemizdeki Kürt ulusal hareketinde gün geçtikçe daha da belirginleşen bu durum, aynı zamanda hareketin ilerici ve devrimci niteliğinin zayıflamasına da neden olabilmektedir. Feodal ilişkilerin tasfiye edilemediği, burjuvazinin kendi ulusal birliğini sağlayamadığı, dolayısıyla devrimci niteliğini yitirdiği koşullarda ulusal hareketler bir dizi yeni sorunlarla yüzyüze kalmıştır.
Emperyalizmin III. bunalım döneminde yeni-sömürgecilik yöntemleriyle geri-bıraktırılmış ülkelerde iç pazarın genişletilmesiyle belirginlik kazanan sorunların başında feodal ilişkilerin -yukardan aşağı- tasfiyesiyle ilgili olanları gelmektedir.
Emperyalist üretim ilişkilerinin gelişmesine paralel olarak ekonomik ilişkilerini yitirmeye başlayan feodal sınıflar, bir yandan emperyalizmle uzlaşma yolları ararken, aynı zamanda bu gelişmeden etkilenen kesimleri kendi çıkarları doğrultusunda toplamaya yönelmektedirler. Özellikle günümüz koşullarında geri-bıraktırılmış ülkelerde feodalizmin devrimci tarzda tasfiye edilmemiş olması, feodal üretim ilişkilerinin bağrında doğan, ama emperyalist hegemonya nedeniyle gelişemeyen kesimlerin politik faaliyetini ulusal bir kimliğe dönüştürebilmektedir. Kentlerdeki ticaretin feodal örgütlemesine denk düşen bu kesimler (esnaf, tüccar, tefeciler), yerel pazarın artan oranda emperyalist üretim ilişkileri tarafından ele geçirilmesi ve dönüştürülmesi karşısında, gerek ekonomik olarak, gerekse politik olarak gerilemektedirler. Bu kesimlerin kapitalizm ve emperyalizmle olan çelişkileri, doğrudan bir varlık sorunu durumundadır. Bu nedenle kapitalizme ve emperyalizme karşıdırlar. Ancak bu karşı oluş, eski ilişkilerin korunması istemiyle birleşiktir ve bu eski ilişkilerin varlığını sürdürmesini amaçlar. Tarihsel olarak, sadece yıkım ve yok oluş süresini geciktirebilme özelliğine sahiptirler, ama asla yokoluşlarını ortadan kaldıramazlar.
Bu kesimlerin gerek ulusal bir kimlikle hareket etmeleri, gerekse dinsel bir muhalefet olarak örgütlenmeleri sadece kapitalizm karşısında boş bir direnmeden başka bir anlama gelmemektedir. Günümüzde İran'da olduğu gibi, bu kesimler emperyalist üretim ilişkilerinin gelişmesine paralel olarak ortaya çıkan devrimci potansiyeli denetime alabilmekte ve kendi çıkarlarına uygun bir siyasal yapıyı kurabilmektedirler. Günümüzde ulusal hareketler içinde gerici istemlerin ve ilişkilerin maddi temeli, bu kesimlerle ilintilidir ve bu kesimlerin emperyalist-kapitalist ilişkilerle olan çelişkisinden kaynaklanır.
Bu gerici kesimlerin ulusal kurtuluş hareketini denetime alabilmeleri, ulusal-topluluğun sahip olduğu pazarın niteliği ile bağlantılıdır. Küçük kasabalarda etkin olan bu kesimler, aynı zamanda buradaki pazarın denetleyicisi olduklarından köylülüğü kendi çevrelerinde toplayabilmektedirler. Kırdan göçün yoğunluğuna ve yönelimine bağlı olarak bu kesimlerin etkinlikleri gelişmekte ya da sınırlanmaktadır. (Ülkemizde bu kesimler, genel olarak dinsel ideoloji etrafında kümelenmişlerdir ve legal planda RP'nde ifadesini bulmaktadır.)
Ulusal kurtuluş hareketinin proletaryanın öncülüğünde yürütülmesi koşullarında bu kesimlerin hareketi, aynı zamanda ulusal kurtuluş hareketinin öncülüğünün ele geçirilmesine ve hedeflerin (programın) belirlenmesine yöneliktir. "Müslüman" topluluklarda uluslararası bağlar da geliştiren bu kesimler, Eritre'de olduğu gibi, ulusal kurtuluş hareketinin öncülüğünü ele geçirebilmekte ve onu dönüştürebilmektedirler.
Ulusal kurtuluş hareketinin, III. bunalım döneminde proletaryanın öncülüğünde bir halk kurtuluş hareketi haline dönüştürülmesi gereği de buradan kaynaklanmaktadır. Günümüzde "ulusal birlik", ancak halk kesimlerinin proletaryanın öncülüğünde gerçekleştireceği bir ulusal birlik olmak zorundadır. Aksi halde ulusal kurtuluş hareketi, tüm ilerici, demokratik ve devrimci içeriğinden soyutlanacaktır.
Ülkemizde Marksist-Leninist parti olduğunu ilan ederek, proletaryanın ulusal kökene göre ayrı örgütlenmesini savunan PKK'nın son dönemdeki "ulusal birlik", "ulusal cephe" girişimlerinde bu tarihsel gelişmenin önemsenmediği açıkça ortaya çıkmaktadır. Haziran ayı içinde PKK'nın girişimleriyle sürdürülen "Kürt ulusal cephesi" girişiminde PİK'in (Kürdistan İslam Partisi) kendilerini Marksist-Leninist olarak tanımlayan örgütlerle birlikte yer alması bunun somut görünümüdür. Böyle bir "ulusal cephe"nin programının, en azından demokratik devlet düzeyinde içermesi gereken bazı hedefleri, özellikle de laikliği dışlamak zorunda olacağı açıktır. Oluşturulmaya çalışılan "ulusal cephe", kaçınılmaz olarak, niteliği ve biçimi belirsiz bir "Kürdistan" kavramının üzerinde inşa edilmek zorundadır. Böylece programatik belirsizlik, "Bağımsız Kürdistan" istemini de belirsizleştirmektedir. Bunun sonucu ise, olası devrimci ya da ilerici ittifakların belirsizliğe bırakılmasıdır. Çünkü ulusal kurtuluş hareketinin değişik dönemlerde ya da birimlerdeki faaliyeti, o faaliyet alanındaki kesimlerin kendince tanımladıkları amaçların ifadesi olacaktır ve genel amaç pek çok durumda dışlanabilinecektir.
Bu belirsizlik durumu, diğer yandan ulusal kurtuluş mücadelesinin sürdürülüş biçimini, özellikle de kurtuluş savaşının tarihsel haklılığına dayanan kurallarını belirsizleştirmek durumundadır. Kuralsız bir savaş, kaçınılmaz olarak düşmanın yöntemlerinin benimsenmesini getirerek hareketin tarihsel haklılığına zarar verecektir. Son ay içinde formüle edilmeye başlanılan "topyekün savaş" söylemi böyle bir gelişmenin izlerini taşımaktadır. Oligarşinin gerici ve şovenist savaşının sivil halka yönelik saldırılarıyla belirlenen bir çerçevede geliştirilecek bir kurtuluş savaşı uluslar arasında "topyekün savaş" durumunu yaratacaktır. Türk milliyetçiliğinin faşist ideolojiyle olan bağları, bu koşullarda kitlesel katliamları, soykırımları geliştirmesi için uygun bir zemin bulacaktır.
Günümüzde cepheler, Halk Kurtuluş Cephesi niteliğine sahip olmak zorundadır.[10*] Ve ancak bu tür bir cephe, hareketin devrimci içeriğini koruyup geliştirebilir. Nikaragua ve El Salvador'da somut örnekleri görülen cepheler bu niteliktedir ve bu cephe içinde yer alan siyasal örgütler, devrimci halk örgütleri olarak, demokratik halk devrimi programında ortak düşünceye sahiptirler.
Marksizm-Leninizm'in ortaya koyduğu gerçekler, PKK'nın "büyük bir örgütlü güç" olduğu ve tüm süreçleri "önderliğin denetimi altında tuttuğu" söylenerek sorun olamayacağı ileri sürülebilir. Ancak bu bile, sürecin belli bir evresinde o kesimlerle kesin bir hesaplaşmanın kaçınılmazlığını bir yana bırakamaz. Hizbullahçıların cinayetleri bu açıdan erken bir uyarı olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda Kürt ulusal hareketi, kapitalist ilişkiler karşısında tasfiye olan feodal kalıntıların hareketinin getireceği sorunlarla yüzyüzedir ve buna karşı önlemler almak zorundadır. Bu koşullarda, devrimci örgütler, gerek Kürt ulusal hareketinde gün geçtikçe etkinlik kurmaya yönelen gerici feodal sınıfların hareketine, gerekse faşist hareketin Türkiye'deki olası Kürt halkına yönelik katliamlara yönelmesine karşı hazırlıklı olmalıdırlar. Bugünden bu yönde örgütlenme ve propaganda faaliyetleri geliştirilirken, devrimci savaşın bu yönde düzenlenmesi yapılmalıdır. PKK'nın bu temelde atacağı her adım karşılıksız bırakılmayacaktır. Olası bir ulusal-kitlesel çatışmaları durdurabilecek tek güç proletarya ve onun ideolojisidir.
Dipnotlar
[1*] Stalin: Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu, s. 15.
[2*] Lenin: Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 6.
[3*] Marks-Engels: Alman İdeolojisi, s. 50.
[4*] Lenin: Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 55.
[5*] Marks-Engels: Komünist Manifesto.
[6*] A. Öcalan: Özgür Gündem, 24 Haziran 1993.
[7*] PKK Genel Sekreteri A. Öcalan'in ateş-kes ilanına ilişkin olarak Mart ayında yaptığı ilk basın toplantısı orak-çekiçli PKK bayrağı altında yapılmışken, Nisan ayındaki ikinci basın toplantısında PKK bayrağı yerine ERNK bayrağı asılmış olması yeni bir dönemin ifadesi gibidir.
[8*] Engels: Anti-Dühring, s. 601.
[9*] PKK Kuruluş Bildirisi.
[10*] "Halk siyasi bir kavramdır. İçinde bulunulan devrimci aşamaya göre biraraya gelen, çıkarları mevcut hakim sınıflara karşı olan sınıfların kompozisyonudur." (Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim-I)