KURTULUŞ CEPHESİ - Mayıs 1993
Devrimci Örgüt
ve Şiddet
"Bugün bu çelişme sol hareket içersinde bir sürü suni kamplaşmanın doğmasına neden olmuştur...Bu kamplaşmada sağlıksız gelişmelerin bir sonucu olarak tarikat müritliğine benzeyen bir şekilde bağnaz olmayı da beraberinde getirmiştir. Bu kamplaşmaya suni diyoruz. Çünkü, devrimci mücadelenin gerçek nedenlerine dayanan bir kamplaşma değildir. Hatta aralarındaki farklı noktaları bile bazı gruplar zor koyabilmektedir. Bazen bu farklılık sadece değişik sloganlar atma şeklinde bile kendini gösterebilmektedir. Ve bunun doğal sonucu olarakta fraksiyonlar habire bölünmekte, her bölünen fraksiyon diğerine (oportünist, sosyal-faşist, revizyonist, inkarcı) gibi suçlamalarda bulunmaktadırlar. Bu da sol harekette kavram kargaşasının hakim olmasına neden olmaktadır. Kamplara bağlı militanların birbirlerine karşı zor kullanmaları ise kargaşalığı daha da artırmakta, militanları birbirlerine karşı kemikleştirmekte ve sorunların içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Tüm olumsuzluklardan suni kamplaşmanın yerine doğal kamplaşmayı sağladığımız zaman ancak kurtulabilir. Ve bugün henüz bu noktaya gelmiş durumda değiliz. Bu noktaya gelebilmek için doğru devrimci bir önderlikten geçmek gerekir. (Teorik ve pratik olarak)."(Devrimci Sol: Tasfiyecilik ve Devrimci Çizgi, s: 92-93. Ağustos 1978)
Son birkaç ay içersinde solda şiddet kullanımı yeniden güncelleşti. DS içinde meydana gelen bir dizi olay, bir süre sonra var olduğu iddia edilen iki kesim arasında zor kullanımına dönüşmesi bu güncelleşmenin nedeniydi.
DS içindeki ve kendi iç sorunları olan (ama aynı zamanda örgüt anlayışını kapsayan) gelişmeler karşılıklı bir dizi açıklama ve kararlardan sonra "gözaltına alma" ya da "rehin alma" şeklinde ifade edilen zor fiilleriyle gerçek bir şiddet hareketine dönüştü.
Özellikle legal alanlarda ya da sabit yerlerde bulunan kişilerin şiddete maruz kalmaları, sol örgütleri de etkileyen sonuçlar yaratmaya başlamıştır. Gerek DS saflarından, gerekse çeşitli sol örgütlerden bu konuda "girişimlerde" bulunulması talebi yükselmiştir.
Uzun yıllar sol içi çelişkilerin "politik mücadele yoluyla değil ideolojik mücadele yöntemiyle çözülmelidir" diyen DS'nin karşı karşıya kaldığı bu durum, ister istemez DS'nin geçmiş sözleri ve eylemi ile bugünü arasında bir karşılaştırmayı zorunlu hale getirmiştir. Ama bu sadece DS'a mevcut gelişmelerin yanlışlığını bir kez deha anımsatmaktan öte bir değere sahip değildir.
Sol içi çelişkilerin şiddet kullanarak çözülmesi ilke olarak DS dahil her kesim tarafından reddedilmektedir. Ama sorunların sadece belli bir ilke ortaya atmakla sona ermediği de görülmüştür.
Sol içi çelişkilerde şiddetin ilke olarak reddedilmesi, kendisini pratik-somut kurallarla tanımlamadığı sürece ve her sol örgütün bunları kendi örgüt anlayışı olarak benimsemedikçe, ilkenin soyut kalacağı açıktır. Pratik-somut kurallar ise, sol içi çelişkilerde şiddeti ilke olarak reddedilmesinin sol örgütlerin olumsuzluklar karşısında elini kolunu bağlamayacak nitelikte olması gerekmektedir. Ülkemizdeki pratiğin gösterdiği en temel gerçeklerden birisi de, sol içi çelişkilerde şiddeti ilke olarak reddedenlerin sürekli bir "güç gösterisine" maruz bırakıldığıdır.
Sol içi çelişkilerde şiddeti ilke olarak reddeden örgütlere karşı yapılan "güç gösterileri", sonal olarak bir taşla iki kuş vurma gibi garip bir makyavelizmi de içermektedir. Eğer bu türden tahriklere "ses çıkarılmazsa", yapan taraf kendi kitlesine bunu kendi "gücünden çekinme" olarak sunabilmektedir. Tersi yapılacak olursa, bu kez de ilkesizlikle, tutarsızlıkla suçlanılacaktır. Böylece "solda şiddetin ilke olarak reddedilmesi" kaba kuvvet gösterilerine zemin hazırlamaktadır.
Sorunun çözümü, herşeyden önce ilkenin benimsenmesinden geçer, ama bu ilkenin istismarına karşı pratik-somut kuralları da içerdiği sürece var edilebilinir.
DS içindeki gelişmeler ve bunun yarattığı şiddet uygulamalarının karşısında (DS'nin ve bazı sol örgütlerin eskiden yaptığı gibi) "şiddet kullanmayın" demek bu bağlamda birşey ifade etmeyecektir.
Ayrıca, DS içindeki şiddet uygulamasında, bir sol örgütün kendi iç kurallarının (ki bu her devrimci örgütte tüzükte somutlaşır) gerektirdiği devrimci şiddetle olan ilişkisi irdelenmek zorundadır. DS uzun yıllar (1978'den beri) "partileşme süreci" içinde olduklarını iddia ettikleri için, bir tüzüğe sahip olmalarından söz edilemez. Ama her örgüt, kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın, örgütsel ilişkilerini belli kurallara bağlamak durumundadır ve bu kurallar o örgütün tüm bireylerini bağlar. DS'un son yayınlarında 1990 tarihinde bu türden kurallar oluşturduğu ifade edilmektedir. Ancak görülen odur ki, DS bunları gerçek bir örgütsel işleyiş kuralları olarak değil, pratik gereksinmeler için belirlemiştir. Dolayısıyla, bir örgüt tüzüğü anlamına gelmemektedir. Bunun da kendileri için örgüt sorununu ciddi bir biçimde ele almaları ve ilişkilerini sürekli kurallara bağlamalarını acil bir sorun haline getirmiştir diyebiliriz. Ancak bu sadece DS yöneticilerinin ve kadrolarının bir sorunudur ve sorunu çözmek kadar sorun olarak kabul etmekte onların iradesine bağlıdır.
Bu zaaf, eksiklikleri ve sorunlarıyla DS içindeki şiddet kullanımı ele alınmak zorundadır. Yani sorun sadece sol içi çelişkilerde şiddet kullanımı sorunu değildir.
Ortada önemli ve ciddi iddialar bulunmaktadır. Bir sol örgüt içinde "darbe" yapıldığı, örgüt malzemelerinin "gasp edildiği" ileri sürülmekte ve yöneticilerin, kadroların -en nazik deyimle- etkisizleştirildiği söylenmektedir.
Yöneticilerin "zor" kullanılarak "görevden alınması" dünya solunda yer yer görülmüştür. Hatta Merkez Komite toplantılarında silahlı çatışmalar ve ölümler olmuştur. (Arnavutluk'ta Enver Hoca ile Mehmet Şehu arasındaki "düello" en çarpıcı örnektir.) Bunlar ne denli yanlışsa, o denli de gerçektirler. Bu tür olaylar karşısında tavır almak bir şeydir, aynı olayları yaratmak ayrı bir şeydir. Keza Arnavutluk'ta olunca sesiz kalmak, ama başka bir yerde olunca kınama bildirileri yayınlamak aynı olayları onaylamak olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Diğer yandan bir örgüt içinde hiziplerin var olup olamayacağı doğrudan devrim teorisine bağlıdır. 12 Eylül sonrasında değişik oportünist ve revizyonist çevrelerin "kanatlı parti" anlayışı hizipçiliği meşrulaştırırken, leninist örgütler için hiziplerin varlığının kabul edilemez olduğu açıkça ilan edilmiştir. Bu nedenle bir örgütün hizipler karşısındaki tutumu ile hizipleri kendi saflarından arındırması birbirine bağlıdır. Ve bu arındırma sürecinde kullanılacak yöntemler, genel olarak Marksist-Leninist örgüt anlayışı ile belirlenir. Hiçbir Marksist-Leninist örgüt (ya da bu iddiada bulunan örgütler) kendi içinde irade ve eylem birliğinin bölünmesine göz yumamaz. Ama kendisini ayrı olarak tanımlamış ve merkezi örgütün dışına çıkmış ve de çıktığını açıkça beyan etmiş bir oluşumun da "iç ilişki" olarak değerlendirilmesi olanaksızdır. Böyle bir gelişme ortaya çıktığı andan itibaren, sorun, sol içi çelişkilerin şiddet kullanılmadan çözümlenmesi temelinde ele alınabilir.
DS içindeki gelişmeler ve şiddet kullanımı, Marksist-Leninist bilincin ne denli önemli olduğunu bir kez daha tanıtlamıştır. Her durumda DS'un leninist örgütlenmelerin genel kurallarını yaşama geçirmesi gereklidir ve bunu yapabildiği sürece gerçek bir örgüt olma noktasına gelebilecektir. "Bütünün parçaya, öncünün arda kalana komple güvensizliğinin bir ifadesi" olan bir tüzük olmaksızın (isterse bazı sol oluşumların yaptığı gibi "inşa örgütü" bağlamında) her türlü şiddet kendine haklılık zemini bulacağı unutulmamalıdır.
"Tüzüğe neden daha önce gereksinme duymadık? - diye soruyor Lenin, Çünkü parti, aralarında herhangi örgütsel bağlar bulunmayan ayrı gruplardan oluşuyordu. herhangi birey, bu gruplardan birinden ötekine kendi 'tatlı canı' nasıl isterse, öyle geçebilirdi; çünkü bütün iradesinin kalıba dökülmüş ifadesi ile karşı karşıya değildir. Gruplar içindeki anlaşmazlıklar tüzüğe göre değil, mücadele ve istifa tehditleriyle çözümleniyordu. Gruplar döneminde bu doğaldı ve kaçınılmazdı. Oblomov'un rahat sabahlıklı, puflu terlikli evcimen yaşamına alışmış kişiler için, resmi tüzük dardır, sınırlayıcıdır, sıkıcıdır, değersizdir, bürokratiktir, kölelik bağıdır, özgür ideolojik mücadele 'sürecine' vurulmuş bir zincirdir. Aristokratik anarşizm, dar çevre bağlarını geniş parti bağı ile yer değiştirmesi için resmi tüzüğe gerek olduğunu anlayamaz. Bir grubun iç bağlarına ya da gruplar arasındaki bağlara resmi bir biçim vermek, hem gereksiz hem olanaksızdır; çünkü bu bağlar ya kişisel dostluklara ya da herhangi bir nedene bağlanamayan içgüdüsel bir 'güvene' dayanılıyordu. Parti bağının ise bunlardan hiçbirisine dayanmaması gerekir; parti bağı bunlara dayanamaz; bu bağ biçimsel, 'bürokratik' bir dille -disiplinsiz aydın açısından bürokratik- yazılmış bir tüzük üzerine oturmalıdır. Bizi, gruplara özgü kaprislerden ve inatçılıktan, özgür ve ancak bu tüzüğe bağlı kalmak koruyabilir.
Ben, yalnızca bir grubun üyesi iken -bu, altı kişilik yazı kurulu grubu olsun, Iskra örgütü olsun fark etmez- herhangi bir gerekçe ya da neden göstermeksizin salt güven duymadığımı söyleyerek, örneğin bay x ile çalışmayı reddetmeye hakkım vardı, bunu haklı gösterebilirdim. Ama şimdi partinin üyesi haline geldiğime göre, artık genel olarak güvensizlik öne sürmeye hiç hakkım yoktur, çünkü bu eski grupların bütün kaprislerine ve saçma arzularına kapıyı ardına kadar açmak demek olur; 'güven'imin ya da 'güvensizliğimin' resmi gerekçelerini göstermek, yani programımızın, taktiklerimizin, ya da tüzüğümüzün resmen ortaya konmuş bir ilkesini anmak zorundayım; herhangi bir gerekçe göstermeksizin 'güven'imi ya da 'güvensizliğimi' ifade etmemem gerekir; her türlü kararımın -ve genel olarak partinin her bölümünün bütün kararları içinde böyle hesabını tüm partiye vermem gerektiğini kabul etmeliyim, duyduğum 'güvensizliği' ifade ederken, ya da güvensizlikten doğan düşünce isteklerin kabul edilmesini sağlamaya çalışırken, resmen belirlenmiş usullere sıkı sıkıya bağlı kalmalıyım." [*] (abç)
Leninist bir örgütlenmede yetki ve sorumlulukların belirlenmesi, bunların nasıl kullanılacağı ve hangi organlara bağlı olacağından, kişilerin örgüt karşısındaki konumu, durumu ve hakları her zaman tüzükte ifadesini bulur ve tüzük "irade ve eylem birliği"nin "disiplin birliği" ile bütünleşmesini sağlar. Yukarda da belirttiğimiz gibi, bu olmadığı sürece gerçek bir örgütlenmeden söz edilemez ve her türlü davranış kendisini bu ortamda meşrulaştırabilir. Ve böyle bir meşrulaştırma, ister istemez karşılıklı iddialarla varlığını sürdürecektir. Bunu ortadan kaldırmanın yolu hiçbir biçimde tek yönlü ya da karşılıklı şiddet kullanımından geçmemelidir.
DS'un bu süreci, kendileri açısından olduğu kadar, ülkemiz solu açısından da ders alınması gereken olguları içermektedir. Belki de en önemli ders, solda ortaya çıkan ayrılıklardan bir çıkar bekleyenlerin "tarafsızlık" adı altında bir taraf olmaları ve aynı "tarafsızlık" adı altında kimin ya da kimlerin "galip" çıkacağını beklemeleridir. Bu tutum, ister DS'da olduğu gibi gelişsin, ister ideolojik-politik farklılıktan kaynaklansın, her türden iç çelişkide zor kullanımını kuralsızlaştırmakta ve teşvik etmektedir. Sol oluşumların yapabileceği en önemli tutum, bu tür teşviklere zemin hazırlamamaktan geçer. DS içinde ortaya çıkan gelişmelerin yarattığı insan kayıpları -hangi nedenle olursa olsun- yılların yarattığı belli bir birikimin de yok olması anlamına geldiği hep anımsanmalıdır.
Ama hiçbir şey, yaşanan olayları haklı ve mazur gösteremez. Özellikle legal ve açık alanlarda bulunan bireylere yönelik "kaçırma", "rehin alma", "gözaltına alma" (ne ad verilirse verilsin) fiilleri kaba zor kullanımını da beraberinde getirerek kitle üzerinde olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. İllegal kadrolar açısından ise, oligarşinin yoğun imha operasyonları karşısında tam bir moral bozukluğu yaratarak genel bir panik ortamının gelişmesi söz konusu olacaktır. Her iki düzeyde yaşanılan ve yaşanılacak olumsuzluklar devrimci sorumluluk gereği durdurulmalıdır.
Ancak tüm bu gerçekler, devrimci bir örgütlenmede herkesin istediğini istediği gibi yapabileceği şeklinde yorumlanamaz. Marksist-Leninist bir örgüt, her zaman merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Bu bağlamda, merkeziyetçiliğin her aşındırılması, devrimci mücadeleye zarar verir. Bu yüzden Marksist-Leninist bir partide merkezin gücü ve otoritesi tartışma götürmez bir yere sahiptir. Alınan kararların pratiğe geçirilmesinin yolu buradan geçer. Ama her durumda örgüt ilişkileri belli kurallara bağlıdır ve bu da tüzükte somutlaşır. Sorunların "zor"a bağlı çözümleri ancak bu yolla ortadan kalkar. Bu tüzük, aynı zamanda örgüt olmanın ifadesidir.
Dipnotlar
[*] Lenin: Bir Adım İleri İki Adım Geri, s: 241-242.