Özgün biçimiyle:
Acrobat Reader formatında:
Kurtuluş Cephesi, 12. Sayı
Çalışan Kadınlar,
"Proleter Aile"
ve Devrim
Kapitalizmin en temel özelliklerinden birisi de kadın emeğini üretim sürecinde en geniş ölçekte kullanmasıdır. Kapitalizmin kadın emeğini en ucuza kapatması ve en elverişsiz koşullarda kullanması pek çok sonuçları da beraberinde getirmiştir.
Ev-işinden manifaktüre, manifaktürden fabrikaya dönüşüm sürecinde kadınların yoğun olarak çalıştırıldıkları üretim birimleri tekstil koludur. Bu işkolunun kadın emeğinin yoğun olarak kullanılmasına sahne olması kadının geleneksel ev-işinde hemen hemen benzeri işleri yapıyor olmasından ileri gelmektedir. Öte yandan genel olarak dokumacılık, terzilik gibi geleneksel bir meslek olması tekstil işkoluna kadınların daha kolaylıkla uyumlandırılmasını sağlamıştır. (Şüphesiz kadın emeğinin kullanıldığı tek işkolu tekstil değildir. Ama kapitalizmin kadın emeğini sömürebilmesi için en elverişli ve en yaygın olanağı sağlayan işkolu da bu olmuştur.)
Kapitalizmin egemen üretim biçimi olmasından sonra da tekstil işkolu kadın emeğinin sömürülmesinde temel alan olmayı sürdürmüştür. Günde 14-15 saat çalışan emekçi kadınların ilk büyük direnişi de gene aynı işkolunda meydana gelmiştir. 8 Mart 1878'de Amerika'da dokuma işçisi kadınların başlattıkları grev, aynı zamanda kadın işçilerin aynı toplumsal üretim koşulları tarafından nasıl sömürüldüğünü ortaya koymuştur.
Emperyalist aşamada kadın emeği, gene aynı alanda sömürülmeye devam etmiştir. Konfeksiyon sanayinin gelişmesine paralel olarak kadın emeğinin daha farklı mekanlarda -özellikle kendi evlerinde ya da küçük atölyelerde- sömürüsü sürdürülmüştür.
Genel olarak kadın emeğinin kapitalist üretim sürecinde yoğun kullanımı, aynı zamanda toplumsal ilişkilerde de değişimlere yol açmıştır. Özellikle aile ilişkilerinde meydana getirdiği değişimler pek çok durumda yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. "Kadının fabrikada çalışması aileyi zorunlu olarak çözdü ve aileye dayanan toplumun bugünkü durumunda bu çözülmenin gerek yetişkinlerde, gerekse çocuklarda en ahlâk bozucu sonuçları oldu. Çocuklarıyla ilgilenmeye, ona ilk yaşında o alışılmış sevgi hizmetlerini görmeye zamanı olmayan bir anne, çocuğunu görmeyi başaramayan bir anne, o çocuğa annelik edemez, ona yabancı bir çocuğa olduğu gibi sevgisiz ve kayıtsız davranmaya aldırmazlık etmek zorunda kalır; ve böyle ilişkiler içinde yetişen çocuklar, daha sonra aile için tümüyle yitmiş olur, kendi kurdukları ailelerde kendilerini yuvalarında duyamazlar; çünkü yalnız yalıtılmış yaşamı tanımışlardır ve bu yüzden işçi çevrelerinde ailenin genel yıkımına da hizmet ederler. Ailenin buna benzer bir çözülmesi çocukların çalışmasından ileri gelir. Ana-babalarına ödedikleri barınmalıktan daha çok kazanmaya başlarlarsa, onlara belli bir beslenme ve barınma karşılığı ödemeye ve artanı kendileri için harcamaya başlarlar. Bu, çoğunlukla ondört ve onbeş yaşlarında olur. Tek sözcükle, çocuklar ailelerinden koparlar ve baba ocaklarını hoşlarına gitmezse bir başkasıyla değiştirebilecekleri bir pansiyon olarak görürler.
Birçok halde kadının çalışmasıyla aile tümüyle çözülmez, ama düzeni tersine döner. Aileyi kadın besler, erkek evde oturur, çocukları gözetir, ev işleri görür ve yemek pişirir. Bu durum, çok çok sık görülür; yalnız Manchester'de ev işleri görmek zorunda kalan böyle yüzlerce erkek vardır. Bu gerçek enemenin (Kastration) işçilerde hangi haklı öfkelere yol açtığı ve bütün öbür toplumsal ilişkiler aynı kalırken bütün aile ilişkilerinin nasıl alt-üst olduğu düşünülebilir."
"Erkeği erkekliğinden ve kadını kadınlığından eden, onları erkeğe gerçek kadınlık ve kadına gerçek erkeklik sunamaz durumda bırakan bu durum, her iki cinsi ve onların kişiliğinde insanlığı en bayağıca aşağılayan bu durum, pek övünülen uygarlığımızın son ürünüdür, yüzlerce kuşağın kendi durumlarını ve kendilerini izleyenlerinkini iyileştirmek için gösterdikleri bütün çabaların yeni sonucudur! Sonuçların kendilerinde bütün yorgunluğumuzun ve emeğimizin böyle çocukça şaka ettiğini görürsek, ya insanlıktan ve onun niyetinden ve gidişinden hiç çekinmeksizin kuşkulanmalıyız, ya da insani toplumun mutluluğunu şimdiye kadar yanlış bir yolda aradığını kabul etmeliyiz; cinslerin durumundaki böyle toptan alt-üst olmanın, ancak cinslerin daha başlangıçtan beri birbirlerinin karşısına yanlış konmasından ileri gelebileceğini kabul etmeliyiz.
Fabrika sistemiyle zorunlu olarak doğduğu gibi kadının erkek üzerindeki egemenliği gayri insani ise, erkeğin de kadın üzerindeki o eski egemenliği gayri insani olması gerekir. Kadın şimdi, eskiden erkeğin yaptığı gibi, egemenliğini pek çok şeyi, hatta her şeyi ailenin mal ortaklığına yatırmasına dayandırırsa, bu mal ortaklığının hiç de gerçek, gerekçeli olmadığı sonucu zorunlu olarak çıkar; çünkü bir aile üyesi hala daha büyük katılma payına dayanarak kurumlanmaktadır. Şimdiki toplumun ailesi çözülüyorsa, bu çözülmede özellikle kendini gösteren odur ki, aileyi tutan bağ aile sevgisi değildi, tersine, yanlış mal ortaklığında zorunlu olarak saklanmış özel çıkardı."[1*] Bugün istisnasız kapitalizmin gelişmesinin ailenin geleneksel yapısını yıktığı herkesçe kabul edilmektedir. Ama meydana gelen değişim de, aynı oranda yeni sağlıksızlığın ifadesi olmaktadır. Kapitalizm emek sömürüsünü yoğunlaştırabilmek ve kârını sürekli olarak artırabilmek için kadın emeğini her alanda kullanırken ve erkek işçilere göre daha düşük ücretlerle onları çalıştırabilirken geleneksel ailenin parçalanması ile kapitalist toplumun yıkılması arasında eş zamanlılığın gerçekleşmemesi, sadece kadın ve erkek için değil, çocukları da kapsayan tüm toplumu etkileyen sorunlar üretmiştir. Bu sorunların en temel özelliği ise, mevcut kapitalist toplum çerçevesi içinde çözümlenemeyişidir.
Bu çözümsüzlük kaçınılmaz olarak kadın ve erkeklerde değişik bunalımlara yol açmakta, insani ilişki olarak kadın-erkek ilişkisi "çıkar" ilişkisine dönüşmekte ve giderek de toplum yalıtık bireylerin, "yalnızların" toplumu haline gelmektedir.
Şüphesiz bireylerin artan oranda bireysel çıkarların denetimi altına girmeleri ve birbirinden yalıtılmaları kapitalizmin varlığını sürdürebilmesi için uygun ortamlar oluşturmaktadır. Çünkü kapitalizmin alternatifi sosyalizmdir ve sosyalizm de üretim araçlarının toplumsal mülkiyetine dayandığı gibi, bireylerin kolektif ve toplumsal üretimine dayanır.
Ayrıca kapitalizm kendiliğinden sosyalizme yerini bırakmayacaktır. Kapitalist toplum, bir bütün olarak proletaryanın devrimci girişimi ile yıkılabilir. Bunun için ise kapitalizm tarafından atomlarına ayrıştırılmış, yani yalıtılmış bireylerin bir araya gelmeleri, örgütlü olmaları şarttır.
İşte kapitalizm bireysel çıkarları aile içinde bile ön plana geçirmekle, bir yandan tekil işçileri kolayca sömürebilirken, diğer taraftan kendine yönelik kolektif bir mücadeleyi de engellemektedir.
Aile içinde meydana gelen çözülme, kaçınılmaz olarak kadın emekçilerin, kendi emeklerini daha uygun koşullarda satmaları için yürütülen sendikal (ekonomik) mücadelede kendini somutlamaktadır. Kadın çalışanların sendikal mücadeleye karşı ilgisizlikleri, bir yandan kapitalizmin kadın emeği kullanan iş kolları için koyduğu yasalarla belirlenirken, diğer yandan "aile" çerçevesinin görüntüsel olarak varlığını sürdürmesinden kaynaklanmaktadır. Her işçinin yakından bildiği gibi, kapitalizmde ücretler belirlenirken hala aile birimi esas alınmaktadır ve erkeğin (kocanın) varlığı burada biçimlendirilmiştir. Bütün işçiler için olduğundan daha çok kadın emekçiler için geçerli olan "eşit işe-eşit ücret" talebi de buradan kaynaklanmaktadır.
Ekonomik mücadelede kadınların kapitalist yasalarca belirlenen sınırlarla bağlanmaları, aynı zamanda kadının ilk kez kendine ait bir gelire sahip olmasıyla da belirlenmektedir. Genellikle kapitalizmin gelişme aşamalarında bu etmen daha belirleyici olmaktadır. Ülke somutunda kırsal alanlardan kentlere göçün ilk dönemlerinde kadının "bulduğu" her işte çalışırkenki durumu böyledir. Kıyasıya bir rekabet ortamında en düşük ücretle çalışırken -kimi zaman erkeklerin işlerini ellerinden alınmasıyla yaratılan işlerdir-, aynı zamanda "paranın gücü" ve bunun getirdiği varsayılan "ekonomik özgürlük" kadını kadınlığından çıkarabilmektedir.[2*] Kapitalizmin egemen üretim ilişkisi olmasıyla, ailenin çözülüşü ve kadının daha yoğun biçimde kapitalist üretime katılmasının yarattığı sorunların büyümesi "kadın sorunu"nu her zamankinden daha fazla öne çıkarmıştır. Bu da kadın sorunlarının tekil olarak ve sorunun yaratıcısı ve üreticisi kapitalizm koşullarında çözümlenmesi yönünde bir eğilimde ortaya çıkarmıştır. "Feminizm" olarak değişik biçimlerde tanımlanabilen ya da değişik söylemlere kolayca yönelebilen kimi yaklaşımlar, temelde bu eğilim tarafından belirlenmiştir. Bu yaklaşımların içine düştükleri açmazlar da buradan kaynaklanmaktadır. Ama bu yaklaşımlar da, sonal olarak kapitalizmin yarattığı bir sorunun, yani ailenin çözülmesinin yarattığı sorunun, tanımlanması ve boyutlarının sergilemesi yönünden önemli işlevler de görmüştür. "... İnsanlık kendi önüne ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların varolduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar."[3*] Ailenin kapitalizm tarafından çözülmesiyle başlayan ve giderek "kadın sorunu" olarak boyutlanan sorunlar da Marks'ın belirttiği gibi çözümlenmesi için koşulların var olduğu bir zaman ve mekanı içermektedir. Bunun çözüm platformu sosyalizmdir ve ancak sosyalizm koşullarında sorun olmaktan çıkabilir.
Ancak çözümün bizzat kendisi bile sorun tarafından etkilenmektedir. Gerek kadınlar ile erkeklerin ilişkilerinin ailenin görüntüselliği altında "çıkar"a dayandırılmış olması, gerekse kadının kapitalizm içi çözümlerle koşullandırılması sosyalizm mücadelesine kadınların etkin bir katılımını engellemektedir. Diğer yandan anti-sosyalist (anti-komünist) propagandanın yoğunluğu ve "feminist" hareketin aynı söylemi kullanıyor olması da diğer bir engel niteliğindedir.
Kadın ile erkek arasındaki "eşitliğin" ya da sözcüğün marksist anlamında kadın ile erkek ilişkisinin sevgiye dayanan bir temelde yeniden kurulmasının ilk gerçekliğini sadece devrimci mücadelede, devrimci mücadelenin kendi gerçekliğinde bulmak olanaklıdır. Proletaryanın kapitalist toplumun dışına sürüldüğü, burjuvazi tarafından kendi ilişkilerinden yalıtıldığı ortamlarda ve dönemlerde, proletaryanın geliştirmiş olduğu ilişkiler gerçek ve kalıcı çözümün temelini ortaya koymuştur. Ama bunun sürekliliği, ancak proletaryanın sınıf farklılıklarını ortadan kaldırdığında, yani kendisini sınıf olarak ortadan kaldırdığında sağlanabileceği kesindir. Devrimci mücadele, işte bu temelin sürdürüldüğü ve yeniden biçimlendirildiği koşulların gerçekliğidir. Bu gerçeklikte, kadın ile erkeğin ilişkisi, hiçbir maddi çıkar tarafından belirlenemez. Devrimci mücadelenin gerçekliği, sevginin yalnızca sevgiyle karşılanabildiği ve değiştirilebildiği toplumsal ilişki alanıdır. Devrimci mücadeledeki ilişkiler, yalın bir ev-işi kavramının aşılmasını beraberinde getirir ve bunun aşıldığı yerde ve zamanda, ev-işini (yönetimini) toplumsal bir konu haline dönüştürür; kamusal niteliğini yeniden kazanır.
Bu mücadeleyle gerçekleşecek "sosyalizmde, yeni bir kuşak yetişince, yaşamlarında bir kadını asla parayla ya da başka bir toplumsal güç aracılığıyla satın almamış olacak bir erkekler kuşağı; gerçek aşktan başka hiçbir nedenle bir erkeğe vermeyecek ya da bunu iktisadi sonuçlarından korkarak kendini sevdiği kişiye vermekten vazgeçmeyecek olan yeni bir kadınlar kuşağı ortaya çıkacaktır. İşte bu insanlar dünyaya geldiği zaman, bugün onlara nasıl davranmaları gerektiği üzerine düşünülen şeylere hiç kulak asmayacaklar, kendi pratiklerini ve herkesin davranışını yargılayacakları kamuoylarını kendileri yaratacaklardır."[4*]
Dipnotlar
[1*] Engels: İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu. [2*] Bu durum kırsal alanlardan doğrudan kapitalist metropollere göç eden aile içinde daha yaygın olarak görülmektedir ve daha uzun süreli olmaktadır. Bunda yukarda belirttiğimiz etkenin yanında, ülke dışında "zengin olma" hayallerinin rolü büyüktür. Gene de kadının metropollerdeki genel durumundan büyük farklılıklar göstermezler. İçine girdikleri toplumsal yapıya hızla uyum sağlayabilen kırsal kadın, aynı zamanda ailenin "çıkar"a dayandırılmasında sürdürücü etmendir. Tabi bunun toplumsal yaratıcısı kapitalizm ve ilk uygulayıcısı, somutta "zenginlik" düşü gören erkeğin küçük-burjuva tutumudur. Bu tutum yurtdışında kadınların dönüşümünün temelidir ve bir dizi insanilikten uzak tutumlar üretmiştir. Çocuklarına bakamayan annenin "bakıcı" olarak ülkede hala varlığını sürdüren aile içi dayanışmaya kullanması en tipik olanıdır: Bakıcı büyükanneler ve akraba çocukları.
Diğer taraftan kapitalist metropollerde, kadın ve erkek, bir bütün olarak proletaryanın mücadele yoluyla elde etmiş olduğu pek çok ekonomik-demokratik hak, aynı "zengin olma" düşünün hizmetine sokulmuştur. Özellikle emekçi kadının, hamilelik ve doğum sonrasına ilişkin kazanımları, bu ülkelerde yaşayan insanlarımız tarafından birer para kazanma konusu haline getirilmiştir. Çocuk parası olarak bilinen kazanım emekçi kadının iş saatlerinde çocuklarının bakımı için gerekli bakıcı masraflarını içermekte olup, kapitalist için vermek zorunda bırakıldığı bir üretim masrafıyken, insanlarımız için kolay para kazanmanın bir aracı olarak kullanılması, aynı zamanda çocuğa bakışı belirlemiştir. Büyüdüklerinde evlerini terk eden çocuklar ve bundan ana-baba olarak yakınanlar, bunun yaratıcısının kapitalizm ve onun koşullarına uyum gösteren kendileri olduğunu unutmuşlardır. [3*] Marks: Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s: 24. [4*] THKP/HDÖ Sosyalist Devrim Programı, s: 73-74.