Özgün biçimiyle:
Acrobat Reader formatında:
Kurtuluş Cephesi, 12. Sayı
Öncü Savaşı
Öncü Savaşını yürüten örgüt için sorun, politik mücadele biçimi olarak silahlı propagandanın, genel ve özel nitelikleriyle ve bütünsel olarak ortaya konulmasıdır. Revizyonistler ve oportünistlerin tahrifatları ancak bu yolla önlenebilinir.
Silahlı propaganda, gerilla savaşını araç olarak ele alan bir politik mücadele biçimidir. Bu araç, yani gerilla savaşı, yürütüldüğü alana ve koşullara göre iki ana bölüme ayrılır: Kır gerilla savaşı ve şehir gerilla savaşı. Kır gerilla savaşı, niteliği gereği açık savaştır ve bu savaş hareketli gerilla birliği ya da birliklerince yürütülür. Kır gerilla savaşının bu özelliği, onu şehir gerilla savaşından ayıran yanıdır.
Kır gerilla savaşı, amiyane bilgiyle bir "vur-kaç" savaşı olarak tanımlanır. Ama "vur-kaç" taktiği sanıldığının aksine, ne kır gerilla savaşına özgüdür, ne de genel olarak gerilla savaşına. Örneğin, bir hareketli savaş da "vur-kaç" taktiğini uygular. Biz, bu tür amiyane bilgiye dayalı günlük dilin sözcükleriyle gerilla savaşının tanımlanamayacağını söylüyoruz. Gerilla savaşı, kır ve şehir gerillası olarak, basit ve yalın bir "vur-kaç" taktiği değildir. Gerilla savaşı, bir bütün olarak bir savaş biçimidir. Bu savaş biçimi hem yıpratma işlevini, hem imha görevini yerine getirebilecek özelliklere sahiptir. Gerilla savaşı bu çok yönlülüğü ve esnekliğiyle, diğer savaş biçimleriyle birlikte ele alınabilinir. Düzenli orduya yardımcı bir güç olarak gerilla, düşman mevzilerinin gerisinde yıpratma ve imha eylemlerini gerçekleştirir. (Halk Savaşında çoğu zaman, gerilla bu şekilde tali bir yere sahiptir.) Bizim Öncü Savaşı bağlamında ele aldığımız gerilla savaşı, düzenli halk ordusunun bulunmadığı ve halk kitlelerinin savaşa fiilen girmediği koşullarda, emperyalizme ve oligarşiye karşı ve onların denetiminde bulunan bir arazide (kır ya da şehir) yürütülen bir savaş biçimidir. Bu savaş, Öncü Savaşında gerçek ve sabit bir gerilla üst bölgesi olmaksızın yürütülür ve bu nedenle gerilla gücü sürekli hareket halindedir ve yine düşmanın kırsal alanlardaki güçlerine karşı durabilecek bir güçtür (birlik) (kırsal alanlarda, bu savaş gücünü hareketli gerilla birliği olarak tanımlıyoruz).
Kır gerilla savaşı alanında Latin-Amerika'da ortaya çıkmış yanlış anlayışları ele alarak konuyu biraz açalım. Bu yanlış anlayışların başında "sabit üsler teorisi" gelir. Bu teori, Öncü Savaşı ile Halk Savaşını bir gerilla üssüne, daha tam deyişle söylersek, gerilla üs bölgesine dayanarak yürütülmesi gerektiğini ileri sürer. Onlara göre bu gerilla üssü savaşın arka cephesi olarak ele alınır ve buna göre örgütlenir. Böylece başlangıçtan itibaren kitleler büyük birimler halinde (bölge olarak) örgütlenir. Sonuçta gerilla savaşı, düşman saldırılarının başlamasıyla birlikte bu kitle örgütleri üs bölgelerini korumaya yönelir ve doğal olarak işin başında yok edilir. Che, devrimcileri bu konuda, "gerillanın arka cephesi, onun sırt çantasıdır" diyerek uyarmıştır. Kır gerilla savaşının hareketliliğinin bu öne çıkışı, bir başka hatalı anlayışın gelişmesine de ayrıca yol açmıştır. R. Debray'ın formüle ettiği fokoculuk, Che'nin uyarısını yanlış değerlendirerek, kır gerilla savaşının hiç bir ön hazırlık olmaksızın ve ülke çapında örgütlü bir yapıya dayanmaksızın verebileceği düşüncesine dayanır. Bu anlayışa göre gerilla, bazı teknik hazırlıktan (malzeme, silah temini, askeri eğitim, malzeme depoları ve kısmi arazi bilgisi gibi) sonra kırsal alanlarda harekete geçmelidir. Ülkede milli krizin olgun olduğu düşünüldüğünden (ya da hiç önemsenmediğinden), gerillaya kısa sürede büyük güçlerin (kitlelerin) katılacağı ve Öncü Savaşının hızla Halk Savaşına dönüşeceği beklenilir. Kaçınılmaz olarak bu anlayışla harekete geçen gerilla, düşmanın stratejik ve taktik kuşatması ile hareketliliğini yitirir ve sonrada yok edilir. (Burada gerillanın açık sınıra sahip olması belli bir avantaj olarak görünse de, uzun dönemli bir avantaj oluşturmadığı için önemsizdir.)
Diğer bir hatalı anlayışta "silahlı savunma"nın bir biçimi olarak ortaya çıkan "gizli silahlı propaganda" adı verilen yöntemde görülür. Bu anlayışa göre, 3-5-7 kişilik silahlı güçler (gerilla da denilebilir) kırsal alanlara dağılır ve köylüler arasında propagandaya girişirler. Bu faaliyetin ilk döneminde silahlar gizlenmiştir. Köylüler arasına giren bu unsurlar, bir yandan hasat dönemine kadar köylülerle birlikte çalışır ve üretime katılırken, diğer yandan araziyi yakından tanırlar. Zaman geldiğinde silahlarını alarak, bu faaliyetle örgütlenen köylüleri de yanlarına alarak gerilla savaşına başlarlar. Bunlar merkezi bir örgüte bağlı olarak gerilla savaşını yürütse de, eldeki silahlı güç, düşmanın en küçük silahlı gücünden zayıftır ve bu da mekanda güçlerin yoğunlaştırılması yoluyla bile giderilemez. Son tahlilde Öncü Savaşı ile Halk Savaşının bir ve tek olarak ele alınmasının ve milli krizin olgun halde bulunduğunun varsayımına dayanan bu anlayış, Çin ve Vietnam Halk Savaşının dogmatik ele alınışından başka bir şey değildir. Ülkemizde İ. Kaypakkaya tarafından savunulan bu anlayış pratikte tam bir çıkmaza girmiş ve gerilla savaşı bir kaç muhtarın öldürülmesinden öteye geçememiştir. Genellikle amiyane ve eksik bir stratejik bakışa dayanan bu anlayış, 12 Eylül sonrasındaki genel dağınıklık ve kargaşa döneminde yeniden canlanma olanağı bulmuştur. (Pratikte bu çizgiyi yürütenlerin bunun bilincinde olup olmamaları hiç önemli değildir.) Çokluk 3-5-7 ve bazen 10-15 kişilik silahlı gruplara dayanan bu yol, Öncü Savaşının amaçları yönünde önemli bir etkinlik gösteremeden başarısızlığa uğrar. Çok seyrek olarak ve büyük çabalarla bu silahlı gruplar bir araya getirilerek 30-40 kişilik gerçekleştirilmiş bir kaç eylem ise, etkileri ne olursa olsun, bu etkiyi örgütleyemez ve zaman içinde de yarattığı etkinin altında ezilirler, çünkü bu etkiyi yaratan harekât, kitlelerde daha üst eylemlerin yapılması ve sürdürülmesi beklentisi yaratır. Silahlı güç savaşı tırmandırmak zorunda kalır, ama etkiyi örgütleyemediği için buna uygun güce sahip değildir. Diyebiliriz ki bu çizgiyi izleyenler, ya tekrar küçük gruplara bölünerek savaşı gerileteceklerdir, ya da gerçek bir gerilla birliğine dönüşeceklerdir. Ancak bu ikinci yola girdiklerinde ise, sorunların ilk oluşumdan ve o ana kadar tasarladıklarından çok farklı olduğunu, var olan tüm bu planlardan vazgeçilmesi gerektiğini göreceklerdir. Bu şekilde topyekün bir değişiklik ise eylemleri durdurmadan gerçekleştirilemez.
Kır gerilla savaşının hareketli gerilla birliği temelinde yürütülmesi, sözcüğün gerçek ve tam anlamıyla yürütülmesine olanak tanır. Hareketli gerilla birliği, gelecekteki halk ordusunun -düzenli ordu- çekirdeği olarak, kendi operasyon alanında propaganda, ajitasyon, siyasi eğitim ve örgütlenme faaliyetini yürütür. Doğrudan gerillalarca yürütülen bu çalışmalar sonucunda gerillaya yeni yeni unsurlar katılır. Böylece gerilla birliği genişletilir, yeni gerilla cepheleri açılır. Bu süreçte temel yönetim ilkesi stratejik merkezi yönetimdir. "Strateji de merkezileşme ile taktik de merkezden uzaklaşma, bir başka deyişle iradede birlik, uygulamada çeşitli yöntemlerin kullanılması, parçalar kendine vücut veren bütüne bağlı olma hali ve sonuç olarak bütünü oluşturan çeşitli bileşenlerin hareketlerinde özerk olma hali, en küçükten en büyüğe doğru gelişen ve sanki kendiliğinden oluşuyormuş hissi veren bir süreç. Böyle bir uygulama tartışma götürmez bir merkezi yönetim sistemi gerektirdiği için ve subaylara, birliklere eylem özgürlüğü sağladığı için yararlıdır. Merkezi yönetim güçlü olduğu oranda, bu yönetimin başlangıçta saptadığı strateji kesinlik ve sağlamlık kazanacak ve dolayısıyla çeşitli cephelerin ve birliklerin taktik esnekliği de o ölçüde artacaktır. Eldeki olanakların ve adamların tek bir üste yoğunlaştırılması, tek bir askeri doktrinin yaygınlaşmasını sağlar ve böylece bütün militanlar savaşın ateşinde yoğrulur... Yine bu yoldan, subaylar belli bir moral, politik ve askeri eğitimden geçmiş olur, zamanı gelince de, gerilla yönetimi, bu subaylara, hareketlerini denetlemeye gerek duymaksızın, bir bölgenin ya da cephenin stratejik yönetimini rahatça devredebilir. Çünkü bütün bu elemanlar aynı eğitimden geçmiş olduklarından, ortak bir ruh hali, ortak bir taktik ve ortak bir askeri tırmanma politikasını benimsemişlerdir." [1*] (abç) Silahlı propagandanın politik biçimi olarak gerilla savaşının kırsal alanlarda bu sürdürülüşü, görüldüğü gibi bir yandan politik amaçları göz önünde tutarken, öte yandan gerilla savaşının gelişimini hesaba katar. Bu da savaşın politikleşmiş askeri savaş olmasından kaynaklanır. Kır gerilla savaşı, halk kitlelerinin tüm şikayet ve taleplerini doğrudan iletecekleri bir güç oluşturur ve onlara gerçek bir "kürsü" sağlar. Böylece kır gerilla savaşı, düzene karşı tepkilerini açığa vuran ya da vurmak durumunda bulunan kitlelerin politik mücadele biçimi haline gelir. İşte bunlar Öncü Savaşının temelini oluşturur.
Ancak silahlı propaganda sadece kırlara özgü bir mücadele biçimi değildir. Şehir gerilla savaşı temelinde şehirlerde de silahlı propaganda yürütülebilinir ve yürütülmesi zorunludur. Bu zorunluluk, askeri nedenlerle olduğu kadar ve hatta bundan daha çok politik amaçlar açısından da mevcuttur. Ama şehirlerin kendine özgü koşulları nedeni ile, buralardaki silahlı propagandanın mekanizması, kırsal alanlardakinden farklıdır. Bu farklılık, en açık biçimde kır gerilla savaşı ile şehir gerilla savaşı arasındaki farkta görülebilinir
Şehir gerillası, kır gerillasının aksine kitlelerle doğrudan, yani silahlı bir güç olarak araçsız temas halinde değildir. Bu nedenle kitlelerle temas kurmak ve sürdürmek için yardımcı araçlara gereksinme duyar. (Bildiri, broşür, bülten, duvar yazısı, pul, afiş, pankart, ses aygıtları, kitle iletişim araçları gibi.) Bu araçların her birinin kullanımı bir gerilla eylemi olarak düşünülür ve bu anlayışla yürütülür. Şehir gerillasının gizliliği ile kır gerillasının açıklığı arasındaki fark, net biçimde kavranılmak zorundadır. Şehirlerde yürütülen silahlı propaganda, yukarıdaki nedenlerden dolayı, etkiyi yaratan güç ile etkiyi örgütleyen gücün göreli bir ayrışmasına yol açar. Bir başka deyişle etkinin yaratılmasıyla etkinin örgütlenmesi, arasında bir eş zamanlılık sözkonusu değildir.
İkinci olarak, koşullar olgunlaştığında şehir gerillasına kitlesel katılım sözkonusu olamaz; buna katılım bireyseldir, kadrosaldır. Bunun anlamı ise, şehir gerillasının zaman içinde bir halk ordusuna dönüşmeyeceğidir. Koşulların olgunlaştığı bir evrede meydana gelen kitlesel katılım, şehir gerilla savaşları yerine şehir ayaklanmalarının geçmesine yol açar. Bu yüzden, şehir gerilla savaşı, kendi iç evrimiyle ve koşulların şehirlerde oluşumuyla kitlesel bir hareketi (silahlı ayaklanma vb.) tek başına başlatıp yürütemez. Bu, ülke çapındaki gelişmeye bağlı ve kır gerillasına tabi olarak merkezi devrimci örgüt tarafından gerçekleştirilebilinir. Bu nedenle de, şehir gerilla savaşı kır gerillasına tabidir ve ona göre biçimlenir. Bunun nasıl olacağı ise, doğrudan stratejik rota ve stratejik hedef tarafından belirlenir.
Şehir gerilla savaşının sınırlılığına göre biçimlenen şehir silahlı propagandası, sık sık klâsik kitle mücadele biçiminin yürütüldüğü kanısını uyandırarak sağ-pasifist anlayışların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu yanılsama, tali mücadele biçimlerinin etkiyi örgütlediği, yani bu biçimlerin örgütleyici olduğu, silahlı propagandanın böyle bir işlevi olmadığı, bu nedenle de silahlı eylemle özdeşleştiği şeklinde bir sağ-sapma oluşturur. THKP-C'nin tarihinde ilk kez 1971-72'de ortaya çıkan bu sağ-sapma, ülkedeki revizyonizmin ve pasifizmin örgüt içindeki bir uzantısından başka bir şey değildi. Yıllar boyu görülen çeşitli sağ-sapmaların, azda olsa, bazı devrimci unsurları etkilemelerinin temelinde bu yanılsama yatar. Bu yanılsama, şehirde yürütülen silahlı propagandanın, herşeyden önce kendine özgü eylem biçimleri oluşturmak zorunda olduğu ve ülkemizde bu güne kadar görünen biçimlerin geçicilik alanını oluşturduğu gereken biçimlerin ülkemizde bilinmiyor ya da uygulanmamış olması bu gerçekliği değiştirmez. Mücadelenin gelişimine paralel olarak, bugün için bilinmeyen pek çok yeni eylem türlerinin ortaya çıkması, tarihsel olarak kaçınılmazdır. Bugün için şehir gerilla savaşının dar boyutlu pratiğinin, şehirlerdeki silahlı propagandayı diğer (tali) politik mücadele biçimleriyle karıştırılmasına yol açtığı söylenebilir. Şehir gerilla savaşının, Öncü Savaşının başlangıcında yeni biçimler yaratacağı beklenemeyeceği gibi, savaşın en üst ve en sert düzeyden başlatılması da söz konusu değildir, Öncü Savaşına çeşitli nedenlerle şehir gerillası ile başlanılmış olması çeşitliliğin engelidir de. Kır gerilla savaşının başlatılmasına paralel olarak geliştirilecek olan şehir gerilla savaşı, o zaman eylem alanının genişlemesi, eylem hedeflerinin çoğalması ve eylem biçimlerinin çeşitlendirilmesi ile yüzyüze gelir. Ama tüm evrelerde geçerliliğini koruyan şehir gerilla savaşının kendi sınırlılığıdır
Şehir gerillasının bu sınırlılığını Brezilyalı bir yazar şöyle özetlemektedir: "Şehir gerillası gizliliği yüzünden kitlelerden mahrumdur. Kırlardaki hareketli stratejik birlik zaman içinde gelişmek için, mekanda geri çekilebilir, çünkü kır gerilla savaşı, gerillalara hareketlilikle savaş için uygun alan seçme olanağı sağlayan bir yıpratma savaşıdır. Diğer taraftan şehir gerilla savaşı ise, sadece aynı operasyonları sürekli yineleyebilir. Gizli bir destek üssünden (apartman vb.) yola çıkarak, tekrar çıktığı noktaya geri dönerek, aynı hedeflere saldırır. Güç toplamada bir etken olan zaman, kır gerilla hareketinde yavaş yavaş güçler dengesini değiştirmek ve sürekli olarak köylü kitlelerinin bölümler halinde katılımıyla bir halk ordusu oluşturmak için yararlanabilirken, şehir gerillası açısından aynı etkiye sahip değildir. Silahlı öncü ile kitleler arasında sürekli temas olmadığına göre, öncü müfrezenin bir halk ordusuna dönüşmesi şeklinde bir gelişme şehirlerde olmayacaktır. Bu demektir ki, şehir gerillası eylemi bir kitle mücadelesi değildir. Şehir öncüsü bu yüzden bir isyan odağı, yani devrimci kadroların politik-askeri öncüsü bir örgütü olması imkansızdır, uzatılmış savaş yoluyla bir ayaklanmaya doğru da gelişemez. Şehir gerilla hareketine katılım bireysel katılımdır; şehir gerilla hareketi yeni kadrolar gerektirir, kitleler değil." [2*] (abç)
"İkinci olarak, kır gerilla savaşının aksine, şehir silahlı mücadelesi gerilla eylemi ile kitle mücadelesini eşzamanlı olarak gerçekleştiremez." [3*] Burada Latin-Amerika'ya özgü terminolojinin getirdiği farklılıkları (örneğin "ayaklanma" kavramının özgün içeriği) bir yana bırakırsak, şehir gerilla savaşının sınırlarının net biçimde sergilendiğini söyleyebiliriz. İşte bu sınırlılık, silahlı propagandanın şehirlerdeki biçimlenişini belirler ve tali mücadele biçimlerine ilişkin bazı araçların kullanımını gerektirir. Ama bu araçlar, şehir gerilla savaşına (temel araç) göre biçimlenir.
Özetlersek, şehirlerde yürütülen silahlı propagandada, etkinin yaratılması ile etkinin örgütlenmesi arasında bir eşzamanlılık mevcut değildir. Şehir gerillası para, silah ve belgelere el koyma, sabotaj, şehirlerdeki oligarşik baskı güçlerinin taciz edilmesi, pusu kurma, baskın, bir semtin işgali gibi eylemler gerçekleştirirken, gizlilik ve eylem süresinin kısalığı nedeniyle kitlelere doğrudan hitap edemez Bunu tali araçlarla (bildiri, bülten, afiş vb.) gerçekleştirir ve kitle içinde bulunan kadro aracılığıyla siyasi eğitimi yürütür, yani katılımları sağlar. Bu da örgüt içinde yaygın bir iş bölümü ve uzmanlaşmaya neden olur, kadroların politik ve askeri görevlere göre ayrışması ortaya çıkar. Böylece kadrolar arasında bir farklılaşma ve yabancılaşma gündeme gelerek, örgüt bütünlüğüne zarar vermeye yönelir. Ayrıca şehir gerilla savaşının tekniği, belli bir şehirde gerillanın sayısının sınırlı olmasına yol açar. Yeni katılımlarla şehir gerilla savaşının genişletilmesi olanaksızdır. Bu durumda da, yeni kadrolar gereksiz işlerde kullanılarak ya da az güçle yapılacak bir işi çok sayıda kadroyla yaparak verimsizleştirilir. İşte şehir gerilla savaşının sınırlılığının getirdiği tek gerçek, kır gerilla savaşından bağımsız olarak gelişemeyeceğidir. (Bu bağımsız geliştirilemez demek değildir. Şehir gerillası, şüphesiz kır gerillasına bağlı olmaksızın geliştirilebilinir, ama sonuç tam bir yıkım olur. Ülkemizde bunun sayısız örneklerini yaşadık, ama gene de 1962 yılında Venezüella'da yaşanılanlar bir öğreticidir.) Şehir silahlı propagandasıyla örgütlenen ve giderek sayısı artan yeni unsurlar kır gerillası içinde mevzilendirilmesi kaçınılmazdır.
Böylece kır ve şehir gerilla savaşı temelinde silahlı propagandanın durumunu görmüş bulunuyoruz. Ancak yine de silahlı propagandanın politik yanı yeterince açıklığa kavuşturulmamış olarak durmaktadır. Pratikte çalışan kadro için önemli bir konu olan bu yan, son tahlilde Öncü Savaşının amacının somutlaştırılması demektir.
Öncü Savaşının amacı, suni dengeyi bozmak ve Halk Savaşına uygun olarak kitleleri biçimlendirip örgütlemek olarak ifade ettik. Bu iki yön, birbirine bağlı olarak, gerilla savaşının (kır ve şehir) amaçlarını ifade eder, yani onun politikleşmiş niteliğini oluşturur.
Suni dengeyi bozma amacı, bu dengeyi korumaya ve sürdürmeye yönelik olan oligarşinin siyasi zoruna karşı alınacak tavır olarak belirginleşir ve bu da en açık biçimiyle oligarşinin zor güçlerine (resmi ya da sivil) ve bu gücün faaliyetlerine karşı mücadelede ortaya çıkar. Bu tavrın hangi biçimde ortaya çıkacağı somut durum tarafından belirlenir. Örneğin 1 Mayıs 1977'de meydana gelen kitle katliamı somut bir durumdur ve bu durum karşısında alınacak tavır (gerilla eylemi olarak) suni dengeyi bozmaya yönelik olacaktır. Ama "nasıl bir eylem yapılmalıdır" sorusunun yanıtı, ancak bu somut durum tarafından belirlenir. Bu somut durum, salt olayın boyutlarını kapsamaz, ayrıca o koşullardaki güçler dengesini ve devrimin stratejik rotasının neresinde bulunduğunu da içerir. Öte yandan, her durumda emperyalizmin işgali ve sömürüsü, oligarşinin niteliği, amaçları, politikası, sömürü yöntemleri kitlelere anlatılmak ve gösterilmek zorundadır. Son tahlilde kitlelerin siyasi eğitimi, bilinçlendirilmesi olan bu görev, devrimci öncünün genel ve sürekli görevidir. Yine de bu görev, soyutun propagandası, teorik çözümlemelerin öğretilmesi demek değildir. Bu görev, somut olaylardan (örneğin zamlar, vergi artırımı, ekonomik kararlar, çıkartılan yasalar, baskılar vb.) yola çıkarak yerine getirilir. Sözün özü, genel ve sürekli görev olarak, siyasi gerçekleri açıklama kampanyası, örneğin "ülkemizde emperyalist işgal var" şeklinde genel ve soyut bir kampanya değil, bu olgunun somut görünümlerinin teşhirine dayalı bir kampanyadır. Devrimin stratejik hedeflerini ifade eden ve buna yönelen somut gerçekleri nereden bulunabilir diye düşünmek tam bir çaresizlik ve bilinçsizlik ifadesidir. Şöyle çevresine bakan herkes, mevcut düzenin hergün, her saat, her dakika bu gerçekleri ürettiğini görecektir. Bir öğrenci eylemine yönelik bir uygulamada, bir mahkeme kararında, bir parlamento tutanağında, vergi dairesinde, tapu işlemlerinde, banka kredilerinde, bir toplu iş sözleşmesinde, tarım ürünlerinin taban fiyatlarında, hammadde dış satımlarında, bir devlet ihalesinde vb. bu gerçekleri bulmak mümkündür ve biz devrimci öncü olarak, bu gerçekleri, bıkmadan usanmadan teşhir etmek, ortaya koymak ve anlamlarını kitlelere anlatmak zorundayız. Bu görev, kırda ve şehirde, temel olarak gerilla savaşını yürüterek ve gerilla eylemleriyle birlikte yerine getirmek zorundayız ve yerine getireceğiz. (Ancak Öncü Savaşının belli bir evresine kadar, bu gerçeklerin, ülke çapında ve tüm kitleyle olan bağlantısı açık olanlarını öne çıkarmak sözkonusudur. Bazı yerel ağırlıklı gerçekler, ilk anlarda istense bile, gerilla savaşı açısından belli bir hedef oluşturamayabilecektir. Bu yönetimsel ve somut planlamaya ilişkin bir konu olduğu için daha fazla ele alamayacağız.)
Evet, kitleleri bilinçlendirmenin yolu siyasi gerçekleri teşhir etmekten geçer ve bilinçlenen kitleler, birey düzeyinden başlanarak örgütlenir. Ama bu örgütlenme, şu ya da bu biçimde değil, Halk Savaşını başlatmak ve yürütme amacına uygun olarak yapılır. Yine de tüm bunlar Öncü Savaşının bir yönüdür. İkinci yön (ikincil değil) suni dengeyi bozmaktır. Bu da Öncü Savaşının geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve Halk Savaşına dönüştürülmesi demektir. Bu yön gerilla savaşının planlanmasıyla bağlantılıdır ve bu planda, örgütlenen bireylerin nasıl mevzilendirileceği sorusunu yanıtlar.
Oligarşinin siyasal zoruna yönelik savaşa, şehir gerillasıyla başlanılmıştır. Bunun nesnel ve öznel nedenlerini daha önceki broşürlerimizde ifade ettiğimiz için yinelemeyeceğiz. Burada şehir gerilla savaşının nasıl kavranıldığını, yanlış anlayışlarla birlikte ele alarak, ortaya koymakla yetineceğiz
Evet, Öncü Savaşına şehir gerillası ile başlanılmıştır, ancak bu şehir gerillası "metropol gerillası" değildir. "Şehir fokoculuğu" olarak da bilinen büyük kent (metropol) gerillacılığı şehir gerilla savaşını (teoride ne derse desin) tek savaş biçimi olarak ele alan bir anlayıştır. Kimi zaman tali politik mücadele biçimlerinin öneminin yadsınmasıyla birlikte görülen, gerilla savaşının suni dengeyi bozacağı ve böylece Öncü Savaşının hızla Halk Savaşına dönüşeceği koşulları oluşturacağı düşünülür. Bu nedenle de, oldukça uzun süreli bir şehir gerilla savaşından sonra, kır gerillasına geçmek ve Halk Savaşını başlatmaktan söz edilir. (Çoğu zaman kentlerde "kurtarılmış bölgeler" yaratma ile yaşam sürecinin sonuna gelinir.) Bu şekilde ele alınan şehir gerilla savaşı, büyük kentlerde sınırlı -çoğu zaman tek bir kentle- ve temel olarak buralardaki baskı güçlerine karşı bir açık savaş haline dönüşür. Bu çizgi, silahlı eylemin kendi kendine propagandasını yapacağını düşünerek, silahlı propagandayı yalın bir gerilla eylemine indirger ve ekonomik-demokratik kitle örgütleriyle (legal) ya da bunlar içinde politik çalışma ile örgütlenmeye çalışır. Herşeyden önce devlet otoritesinin ülke çapında ve merkezi olduğunu, suni dengenin ülke çapında bozulması gerektiğini (milli -ulusal- kriz esprisi) kavrayamamış olan bu militan "sol" çizgi, kırsal mücadelede görülen "fokoculuğun" kentsel yansısından başka bir şey değildir ve sol kendiliğindenciliktir. (Zaten bu çizginin teoride savunduğu kır gerillası tam anlamıyla kırsal "fokoculuk"tan başka birşey değildir.)
Bizim şehir gerilla savaşına bakışımız, doğrudan krizin milli niteliği ile suni dengenin ülke çapında olmasına dayanır. Şehir gerilla savaşı birkaç büyük kentle sınırlı ve bu kentlerde yürütülen savaş biçimi olarak ele alınamaz. Bu savaş, gerilla savaşı tekniğine (taktiğine) uygun her şehirde yürütülebilir ve yürütülmek zorundadır. Bu nedenle ülkemizde, hemen hemen tüm il merkezleri ile nüfusu ve alanı belli bir düzeyin üstünde olan ilçelerde şehir gerilla savaşı yürütülebilinir. Ancak tek tek il merkezlerinin ya da büyük ilçelerin kendi yerel (iç) koşulları, yapılacak eylemlerin biçimini, kullanılacak gücü belirler. İşte bu şekilde ele alınan şehir gerillası ile Öncü Savaşına başlanılmıştır. Biz bu durumu, bu ele alış tarzımızın ayırıcı özelliklerini belirtmek için, "şehir gerilla savaşı taktikleriyle ülke çapında" eylem olarak formüle ettik.
Bu Öncü Savaşının ilk evresidir. Bu evre, ülke çapında örgütlenmiş gücün, gerilla savaşını öğrendiği, gücünü denediği, kitlelere savaşçı bir örgütün varlığının duyurulduğu, daha üst ve daha sert silahlı eylemlerin yadırganmayacağı bir ortamın yaratıldığı ve kır gerilla savaşının hazırlıklarının yoğunlaştırıldığı bir evredir. Bu evredeki gerilla eylemleri taciz ve tahrip eylemleri biçimindedir. (Günlük dilde bunlar bombalama, kurşunlama eylemleri olarak ifade edilerek sıradanlaştırılmıştır.) Eylemlerin merkezi bir harekât olarak planlanması esastır. Yerel eylemler, ancak merkezi plana uygun olarak ve iç koşuları elverişli şehirlerde yapılır. Bu evredeki silahlı eylemler, profesyonel olmayan ve yetkin bir askeri eğitimden geçmemiş herkesin gerçekleştirebileceği kadar yalın ve teknik olarak gelişkin, ama basit eylemlerdir. Eylemlerin merkezi bir harekât olarak planlanması ve senkronize (eşzamanlı) gerçekleştirilmesi nedeniyle, yarattığı etki, eylemin biçiminden bağımsızdır ve büyüktür. Geniş kesimlerin bu tür harekâtlarla askeri olarak eğitilmesi mümkün olur.
İkinci evre, gene şehir gerilla savaşı bağlamında gerçekleşir, ancak bu kez gerilla eyleminin niteliği ve niceliği artmıştır. Bu evreyi, ilk evreden ayırmak için "kır gerilla savaşı taktikleriyle şehir gerillası" olarak tanımlıyoruz. Bu evrede, devrimci öncü eğitimini tamamlar. Ancak bu evrede, ilk evrenin eylem biçimleri terkedilmez. Taciz ve tahrip (sabotaj) temelinde şehir gerilla savaşı tekniğiyle ülke çapında eylemler sürdürülürken, devrimci öncünün merkezi gücü kır gerillası tekniği ile şehir gerillası savaşını yürütür. Bu savaş tekniği, biçim olarak"metropol gerillası" ile benzerlik gösterse de, amaç ve örgütlenme olarak ondan farklıdır. Bu evrede merkezi silahlı güç, daha üst ve daha sert eylemlere yönelmiştir ve şehirlerle sınırlı olarak taciz, tahrip ve imha eylemlerine girişir.[4*] Üçüncü evre, şehir gerilla savaşından kır gerilla savaşına geçiş niteliğindedir. Bu evrede, kır gerilla savaşının hazırlıkları son kez denetimden geçirilir ve yeterli olup olmadığı sınanır (güç denemesi). Bu evre, "şehir gerilla savaşı taktikleri ile kır gerillası" açık savaşa son hazırlık evresidir. Bu evrenin savaş tekniğini, "şehir gerilla savaşı taktikleriyle kır gerillası" olarak tanımlıyoruz. Bu evrede de, ilk iki evredeki faaliyetler ve teknikler sürdürülür ve geliştirilir, yani şehir gerilla savaşı geliştirilmeye başlanır. Ama artık gerilla savaşı, fiilen ve resmen kırsal alanlarda da yürütülmektedir.
Dördüncü evre, kır gerilla savaşının başlatılmasıdır. Daha tam deyişle, hareketli gerilla birliği bu evrede harekete geçirilir.
Bu dört evre, genel olarak "Kesintisiz Devrim II-III"de formüle edilmiş olan stratejik rotanın ilk iki evresine denk düşer. Bilindiği gibi "Kesintisiz Devrim II-III"de dört aşamalı formülasyonun ilk iki evresi şöyledir: "Birinci aşama: Şehir gerillasını yaratma,
İkinci aşama: Şehir gerillasını geliştirme.
Kır gerillasını yaratma ve kuvvet gösterisi.
Bu iki aşamada savaşın psikolojik yıpratma yönü ağır basacaktır." İşte yukarıda ifade ettiğimiz dört evre, stratejik rotanın bu iki aşamasına denk düşer ve bunların ayrıntılaştırılmış halidir. Stratejik düzeyde ifade edilen çok yönlü mücadele bu şekilde olgunlaşır ve pratiğe geçirilir. Şehir gerillasının geliştirildiği ve kır gerillasının yaratıldığı evrede -bizim ayrıntılaştırılmış evrelendirmemizde dördüncü evre- Öncü Savaşı teorisi ile pratiği arasında tam bir aynılık ortaya çıkar. Bir başka deyişle, bu evrede, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nde ifade edilen diyalektik bütünlükler oluşur. Öncü Savaşının küçükten büyüğe basitten karmaşığa doğru gelişimi böyle ilerler.
Kır gerillasının yaratıldığı evrede, devrimci silahlı güçler üç ana bölüm halinde örgütlenmiş durumda bulunur. Birinci bölüm, Öncü Savaşının temel dinamiği olarak ve merkezi güçlere dayalı hareketli gerilla birliğince oluşturulur. Hareketli gerilla birliği, somut ülke koşullarına göre saptanmış belli bir operasyon alanında faaliyet gösteren silahlı propaganda gücüdür. Bu birlik bir yandan suni dengeyi bozma yönünde hareket ederken, öte yandan doğrudan (araçsız olarak) operasyon alanındaki kitlelerle temas kurarak, siyasi gerçekleri açıklar, onlara siyasi bilinç iletir, siyasi eğitimlerini yapar ve örgütler. Bu birlik, gelecekteki Halk Ordusunun düzenli birliklerinin çekirdeğidir.
İkinci silahlı güç tipi, gerilla birliğinin operasyon alanı dışındaki kırsal ve kentsel alanlarda örgütlenmiş bölgesel gerilla gücüdür. Bu güç, kentlerde kır gerilla savaşı tekniği ile (taktiği ile) şehir gerillasını (ikinci evrenin temel savaş yöntemi) ve kırlarda şehir gerilla savaşı tekniği ile kır gerillasını (üçüncü evrenin temel savaş yöntemi) yürütülür. Tüm faaliyetlerinde hareketli gerilla birliğine tabidir ve hareketli gerilla birliği ile maddeleşen stratejik merkezi komutaya bağlıdırlar. Yeni gerilla cephelerinin açılmasında, bu silahlı güçlerin eylemleri özel bir yere sahiptir ve kır gerillası dışındaki örgütlenmeyi gerçekleştirir. Halk Savaşı evresinde Halk Ordusunun bölgesel birliklerinin nüvesi bu güçlerdir.
Üçüncü tip silahlı güç ise, ülkenin her yerinde (kır gerillasının operasyon alanı da dahil) gerilla eylemlerini sürdüren yerel ve mahalli silahlı güçlerdir. Bu güçler, basit, ama etkin şehir gerilla savaşı taktikleriyle savaşır ve gelecekteki milis ve yerel gerilla bu güçlerce oluşturulur.
Bu üç tip silahlı güç, son tahlilde, şehir ve kırın diyalektik bütünlüğünü gerçekleştirir. Şehir silahlı güçleri olarak yerel ve bölgesel güçler, şehirlerde ve şehirlerin niteliğine uygun olarak silahlı propagandayı yürütürler. Burada şehirlerde yürütülen silahlı propagandanın özgül durumundan kaynaklanan tali araçların kullanımına ilişkin güçlerinde, bu örgütlenme içinde yer alacağı unutulmamalıdır. Kırsal silahlı güçler ise, hareketli gerilla birliği, bölgesel ve yöresel silahlı güçler olarak savaşı sürdürürler.
Gelinen evrede -dördüncü evre- Öncü Savaşının kır gerilla savaşı temelinde bu çok yönlü yürütülüşünde ağırlık suni dengenin bozulması amacıdır. Bu da, bir yandan oligarşinin siyasal zorunun açık uygulamalarına karşı tavır alınması şeklinde, somut durumlarca belirlenen bir savaş olurken; diğer yandan bu siyasal zorun genel durumuna ve zor güçlerinin genel mevzilenmesine karşı yürütülür (taktik ve stratejik harekâtlar). Daha önce suni dengeyi ele alırken gördüğümüz gibi, bu ikinci yan uzun süreli (uzatılmış) bir savaşın amacıdır ve doğrudan oligarşinin güçlerinin mevzilenmesine (konuşlanış) bağlı olarak planlanır, yürütülür. Bu nedenle de tüm savaş planlarının temelidir ve stratejik rotayı belirler.
Bu savaş planları yapılırken, herşeyden önce oligarşinin silahlı güçlerinin ülkemizdeki konuşlanışının (mevzilenme) Latin-Amerika ülkelerinden farklı olduğu göz önünde tutulmak zorundadır. Latin-Amerika'da bu konuşlama, kolonyalizm döneminden kalma ve son tahlilde feodal bir örgütlenmeye dayanır. Buradaki örgütlenmede, askeri güçler şehir merkezlerinde konuşlanmıştır ve şehir bu askeri garnizonun çevresinde oluşmuştur. Böylece silahlı güçler (askeri garnizon) kent içinde mutlak egemen konumundadır. Bu konuşlandırma, Öncü Savaşında yoksul halk kitleleriyle temas kurmada bir avantaj sağlarken, kentlerin ele geçirilmesi evresinde önemli bir dezavantaj yaratır
Ülkemizde ise, oligarşinin askeri örgütlenmesi, kent merkezli bir garnizon örgütlenmesi şeklinde değildir. Bu durumun yaratacağı sorunlar karşısında geliştirilen yöntem ise, kent merkezlerinde polis teşkilatını güçlendirmek şeklinde olmuştur. Ordu birlikleri ise, genellikle kent dışında mevzilenmiştir. Bu durum, kentlerin kısa sürede kuşatılmasına olanak sağladığı gibi, kentlere karşı bir saldırı durumunda da savunmayı dışarıda yapma ve savaşı buralarda kabul etme şeklinde bir savaş anlayışı oluşturmaktadır.
Bu örgütlenmenin en önemli yanı, kentlerde başlatılacak bir kitle ayaklanmasının kolayca silah elde etmesini engellemesi ve ayaklanan kentin kolayca kuşatma altına alınabilmesidir. Şüphesiz bu "avantaj", kentlere yönelik dış saldırı ile kent içi ayaklanmanın koordinasyonu karşısında, kendi kendini yok eden bir avantajdır. Doğrudan yabancı işgale karşı oluşturulan ve köklerini 1919-22 Kurtuluş Savaşı'nda bulan bu kent dışı savunma (mevzii savaş) kenti ve kentlileri arka cephe olarak kullanıldığı oranda etkili olma şansı vardır. Bundan öte bir Halk Savaşında, kırsal alanlarda gelişen bir halk ordusu karşısında tamamen etkisiz kalır. Kentlerdeki kitleler siyasal olarak devrim saflarına kazandığı durumda, bu kent dışı askeri mevzilenme, oligarşinin zor güçlerinin iki ateş arasında kalmasına ve yok olmasına neden olan bir handikap oluşturur. Yine bu mevzilendirmenin hiç işe yaramaz olduğunu düşünmek yanlıştır. Özellikle kent dışında mevzilenmiş askeri birliklere yönelik kısmi ya da yerel saldırılar durumunda, açık ve geniş bir arazide mevzilenmiş olmasının avantajı ortaya çıkar. Bir başka deyişle, bu garnizonların tekil ve cephesel saldırıyla ele geçirilmesi oldukça güçtür. Ama aynı oranda yıpratılması çok kolaydır. ABD'nin Vietnam savaşındaki askeri mevzilenişi, büyük ölçüde bu biçimdeydi ve Halk Savaşı karşısında ne kadar etkisiz olduğu açıkça görülmüştür. Özellikle bu mevzilenme, kendi aleyhine taciz eylemleriyle büyük bir psikolojik yıpratma yarattığı gözlenmiştir.
Ülkemizde oligarşinin askeri örgütlenmesinin bu biçimi, salt kentlere ve düzenli orduya ilişkin değildir. Kırsal silahlı güç olarak jandarma örgütlenmesi de aynı biçimde mevzilenmiştir. Kırsal alanda jandarma karakolları köy dışında ve ulaşım yerleri üzerinde konuşlanmıştır. Bu nedenle köy içi denetim, doğrudan devletin mülki yönetimine bağlı muhtarlık ve ihtiyar heyeti yoluyla sağlanır. Bir başka deyişle, köylerde, oligarşi ile işbirliği yapan insanlara dayalı bir iç denetim vardır. Genellikle büyük toprak sahiplerine, zengin köylüye, tefecilere ve tüccarlara bağlı olan bu kişiler, köy içindeki oluşumu izlemek ve askeri güçlere (jandarma) bildirmekle görevlidirler.[5*] Kırsal alanlarda genel denetimi sağlamaya yönelik ve köy dışı konuşlanmış jandarma örgütlenmesi (doğu ve güney-doğu bölgelerinde görüldüğü gibi), kısa sürede etkisizleşir ve karakol sistemi olarak çöker. 10 kişiden oluşan köy jandarma karakolu sistemi, gerilla birliği tarafından kolayca etkisizleştirilebileceğinden, hızla garnizon düzenine geçilmektedir. Bu da kent dışı (il ve ilçe olarak) ordu örgütlenmesinden farklı değildir. Zaten jandarmanın iç yapılanışında, bu düşünülerek, köy karakolları, ilçe dışındaki ve bölük düzeyinde (80-100 kişi) jandarma merkezlerine bağlanmıştır. Gerilla savaşının ilk anından itibaren karakollar hızla terk edilerek -bilinçli bir çekiliş- bu güçler kent merkezlerine yerleştirilir, buda, buralardaki gücün sayısal gücünün artışı demektir.
Özetlersek, oligarşinin silahlı güçleri (ordu, jandarma) kentlerde, ama dışında mevzilenmektedir ya da kısa sürede bu düzeni almaktadır. Bu onların stratejik mevzilenmesidir. Bu durum, kır gerilla savaşına karşı hareketli ve motorize birlikler kullanılması şeklinde görülür olur. Kırsal denetimin, stratejik bir kuşatmayla sağlanması bu mevzilenmenin amacıdır. Bu ilk anda, gerilla güçlerinin kırsal alanlarda görece rahat etme ve barınma olanağına sahip olması şeklinde bir gelişme sağlar. Ama stratejik kuşatma içinde olduğu için, gerilla operasyon alanını kolay kolay terk edemez, genişletemez ve lojistik destek sağlayamaz. Bunları gerçekleştirse bile, eski duruma gelmesi zorlaşır. Havadan yapılan keşifler ve köy içi denetim yoluyla (muhtarlık, ispiyonculuk ya da son haliyle "köy koruculuğu"vb.) yeri tespit edilen gerillalar motorize birlikler ve uçarbirlik harekâtıyla mekan olarak (taktik planda) kuşatılır ve parça parça yok edilir. Bu uygulamada, oligarşinin zor güçleri için en etkin araçlar helikopterler ve kara ulaşım araçları olmaktadır. Gerilla birliği, ilk dönemde oligarşinin bu hava gücüne karşı kolay ve etkin bir savunma yöntemi geliştirmek zorundadır. Ayrıca kara ulaşımı işlemez hale getirilmeli ve köy içi denetim etkisizleştirilmelidir. Ancak bu şekilde baskı güçlerinin mekanda güçlerini yoğunlaştırması önlenebilir. Buna paralel olarak oligarşinin stratejik kuşatması, onun kendi güçlerinin stratejik kuşatılmasına dönüştürülmek zorundadır. Bu da kent dışı mevzilerin sürekli tacizi ile sağlanır.
Tüm bu uygulama içinde politik yönü ağır basan yön köy içi denetimdir. Bu denetimi etkisizleştirmede, doğrudan gerilla birliğinin faaliyeti kadar, bir bütün olarak devrimci örgütün diğer faaliyetleri de önemli bir yere sahiptir. Bu konuyu biraz açalım:
Kırsal alanlarda oligarşinin gücünü ve stratejik kuşatmasını sağlayan köy içi denetim ya da örgütlenme, herşeyden önce sınıfsal özelliklere sahiptir. Muhtar, ihtiyar heyeti ya da "köy korucuları" olarak yapılan bu örgütlenmenin dayanağını kırsal egemenlerin ekonomik gücü oluşturur. Seçim yoluyla işbaşına gelen muhtarlar, hangi partiye bağlı olursa olsun, son tahlilde köyün içinde bulunduğu ekonomik ilişkilere göre belirlenir. Genellikle tarım proletaryası, yoksul köylüler ve az topraklı köylülerin oluşturduğu köylerdeki muhtarlar bu sınıfsal yapıya ilişkin kişilerdir ve çokluk sosyal-demokrat partilere bağlıdırlar. Böyle köylerde köy içi denetimi kolayca etkisizleştireceği ve üstelik ele geçirilebilineceği düşünülebilinir, ama büyük ölçüde eksik ve hatalı bir düşüncedir. Bu tip köyler, herşeye rağmen salt bu sınıflardan oluşmaz. Yani homojen değildir. Sayısal olarak az da olsa orta-köylü ya da zengin-köylü bulunur. Bunlar nicelik olarak da az olduklarından, genel oya dayalı seçimlerde her zaman kendilerine bağlı adamların işbaşına gelmelerini sağlayamazlar. Bu nedenle köy içi denetim, bu köylerde, bizzat bu köylüler tarafından sağlanır. Genellikle pazar için üretim yapan orta ve zengin köylü, bucak ya da ilçelerle sürekli temas halindedir. Bu temas ekonomik olduğu kadar siyasal bir ilişki şeklindedir. Normal zamanlarda (gizli faşizm) siyasal ilişkilerini doğrudan siyasal partilerle sürdürürler. Bunlar 80 öncesinde AP, MHP, CGP ve MSP iken, bugün ANAP ve DYP ile yürütülmektedir. (Bu RP'nin bunun dışında olduğu demek değildir. Bu parti bugün için sınırlı güçte olduğundan ifade etmedik. Aynı şekilde CHP ya da bugünkü sosyal-demokrat partiler bazı yörelerde aynı işlevi üstlenmektedir. Konuyu genel düzeyde ele aldığımız için, bunlar şimdilik ihmal edilebilir nicelikler sayılabilir.) Köy içi gelişmeler, bu partilerin yerel yöneticilerine, neredeyse düzenli biçimde iletilir. Bu partilerin yerel yöneticileri, büyük ölçüde kasabaların (bucak ve ilçe olarak) "eşrafından"dır ve kaymakam, savcı, jandarma komutanı ve hükümet tabibi ile yakın temas halindedirler.
Ülkemizdeki 36.000 köyün büyük çoğunluğunda yaygın küçük meta üretimi yapıldığından, orta ve zengin köylülerle büyük toprak ağalarının, tefecilerin ve tüccarların gücü etkin durumdadır. Yukarıda ele aldığımız köylerin dışında kalan köylerde -ki çoğunluğu oluşturur- muhtarlar ve ihtiyar heyetleri, doğrudan "kır" egemenleri tarafından belirlenir ve bunların iç çelişkilerine göre değişir. Bu köylerde nüfusun çoğunluğunu yoksul ve az topraklı köylüler oluşturmasına rağmen, köyün ekonomik ilişkileri diğer kesimlerin elindedir ve varoluşları bu kesimlere bağlıdır. (Çelişkiler çok keskindir.) Genellikle kentlere yoğun göç söz konusudur ve bu da kır egemenlerince belirlenir. Bu köylerde, üretimde makine kullanımı fazladır. Gene de bu tip köyler, her bölgede aynı özellikler göstermezler. Feodal ilişkilerin tasfiye olmadığı bölgelerde bu tip köyler, toprak ağalarının denetiminde olduğu için, köy içi denetim köy nüfusunun tamamı kır yoksullarından oluşsa da aynı biçimde örgütlenir. Bu tip köyler -ister kapitalist ilişkilerin az geliştiği yerler olsun- kırsal alanlarda gericiliğin merkezleri olarak belirginleşir ve oligarşinin gelecekteki köy sivil silahlı güçleri olarak örgütlenme potansiyelinin olduğu yerlerdir.
Oligarşinin köy içi denetimini kırmak ve giderek bu denetimin devrimci örgütün (somut olarak söylersek gerilla birliğinin) eline geçmesinin teoride ifadesi mutlak siyasal üstünlüğün ele geçirilmesidir. Bu bağlamda kırsal alanlarda yürütülecek silahlı propaganda, Öncü Savaşının başlangıcından itibaren (ve hatta hazırlık aşamasında da) sınıfsal yanı ağır basan bir içeriğe sahip olmalıdır. Köylerde kurulan her temasda, kırsal alandaki ekonomik ilişkilere kadar, bu alandaki politik ilişkiler ve nitelikleri anlatılmalı ve devrimin ekonomik programı işlenmelidir. Şüphesiz bu faaliyet, oligarşinin zor güçlerine karşı yürütülen harekâtla birlikte ele alınır. (Politikleşmiş askeri savaş esprisi.) İşte silahlı propagandanın niteliği pratikte bu şekilde biçimlenir.
Oligarşinin köy içi denetimi, ister muhtarlık aracılığıyla, isterse doğrudan kır egemenleri tarafından sağlansın, her durumda köylerin kentlerle (bucak ve ilçeler) olan bağları göz önünde tutulmalıdır. Bu bağlar, ekonomik ilişkiler olarak (pazar ilişkisi) doğal bir görünüm içinde olabilir. Ya "üretici" olarak ürününü pazara götürür ya da "tüccar" olarak ürünü yerinde satın alır. İkinci olarak kentle bağ, doğrudan haberleşme ve ulaşım yoluyla sağlanır. Haberleşme, son gelişmelerle otomatik telefon sistemi ve telsiz bağlantısı olarak gündeme gelirken, ulaşım askeri birliklerin devriye sistemine dayanır. İşte bu iki başlık altında topladığımız bu bağların denetime alınması ya da tümden kesilmesi, gerilla savaşı için birinci dereceden önemlidir. Bu konuda sık sık düşülen hata ya da yanlış anlayış, köy içi denetimi sağlayan ya da sağladığı sanılan ve bilgileri resmi yolla kente ulaştıran kişilerin yok edilmesi ya da yok edilmesi gerektiği şeklindedir. Bu anlayış ya da uygulama, her şeyden önce devrimin sınıfsal ilişkilerini ve sınıf güçlerini gözden kaçırdığı için, devrimci mücadelenin kitle bağlarını yok edecek nitelik taşır.
Oligarşik devlet aygıtının köylerde uzantısı olarak muhtarlar ve ekonomik ilişkilerin uzantısı olarak orta ve zengin köylüler (ve kimi zaman küçük-meta üreticileri) bir denetim mekanizması içinde yer alırlar. Ama bu kişileri yok etmek, mekanizmayı yok etmek demek değildir. Çünkü yok edilen her kişi yerine, para ile satın alınarak da olsa, yeni biri kolayca bulunacaktır. Ekonomik olarak güçlü oligarşi için bu fazlaca önemli değildir. Unutulmaması gereken nokta, para ile satın alınan kişilerin devrimin temel güçlerine ait sınıflardan geleceğidir. Bu nedenle de, köy içi denetim mekanizmasının tahribi ile buna ilişkin kişilerin yokedilmesine özel bir dikkat göstermek gereklidir. Yoğun bir propagandayla mekanizmanın niteliği teşhir edilmelidir ve mekanizmanın işlemesi engellenmelidir. Kişilere yönelik öldürme eylemleri, ancak bu amaçlara ulaşılması açısından büyük öneme sahip olduğu koşullarda gündeme gelebilir. Öncü Savaşı aşamasında kitleler büyük birimler halinde örgütlenmeyeceği için, köy içi denetimin ele geçirilmesinde kişilerin yok edilmesine dayanılmaz. Bu durum ancak Halk Savaşında uygulanır. (Bu konuda Vietnam Halk Savaşı pratiği açıktır.)
Bu konuda son olarak "cezalandırma" ya da "muhbirlerin öldürülmesi" anlayışlarına ilişkin birkaç söz söylemek istiyoruz. Genellikle günlük dilden gelen bu deyimler, siyasal amaçların silinmesine, muğlaklaşmasına yol açan bir mantık oluşturmaktadır. Bu mantık, her suç işleyenin devrimciler tarafından mutlaka cezalandırılacağı (öldürüleceği) ve cezalandırılması gerektiği şeklindedir. Oysa ki silahlı devrimci mücadele suçluların yargılanması ve devrimcilerde "cellatlar" değildir. Tarihsel ve toplumsal niteliğinin, sonal durumlarının bu kaba materyalist yorumu, devrimci yargı ve adalet anlayışına ters sonuçlar yaratacaktır. Yozlaşan "halk mahkemeleri" bunun tipik örneğidir. Ama bundan öte, daha büyük ve kalıcı sonuçlarda doğurur. Bu da devrimcilerin er ya da geç suçluları cezalandıracağı beklentisidir. Devrimciler açısından, belli bir dönem için önemli bir gelişme olan bu kitlesel anlayış, uzun dönemde kitlelerin herşeyi devrimcilerden beklemesi şeklinde pasif bir tutuma yol açar. Ülkemizde her muhbir, işkenceci, her faşist katil, her itirafçının, devrimciler tarafından "cezalandırılması" gerektiği anlayışı öylesine yaygındır, bunun devrim sorunu olduğu unutulmaktadır ve sonuç, bu eylemlerin yapılmamış olması, devrimcilerin prestij kaybına ve kitlelerin güvenini (ve devrimci kadrolarında özgüvenini) yitirmesine neden olabilmektedir. Bu nedenle kitlelere, devrimcilerin ilkeleri doğru ve açık biçimde anlatılmalıdır. Kaba ajitatif sözlerle yanılgılar ve yanlış kanılar uyandırılmamalıdır. Her zaman ve her yerde devrimciler kitlelere doğruları söylemek zorundadır. Bizlerin öncüler olduğumuz, ama devrimci öncüler olduğumuz ve kendilerinin, yani halkın devrimci öncüleri olduğumuz onlara anlatılmalıdır.
İşte bu şekilde savaşan ve buna göre örgütlenen devrimci öncü, suni dengenin bozulmasıyla ortaya çıkacak kendiliğinden kitle hareketlerini (isyanlar vb.) kolayca denetime alabilir ve örgütleyebilir. Eşitsiz ve sıçramalı gelişim yasasının gösterdiği gibi, devrimci mücadele, ülkenin her yerinde eşit biçimde ve eş zamanlı olarak gelişemez. Yürütülen Öncü Savaşı, bazı bölgelerde hızla gelişirken, diğer bölgelerde daha yavaş seyredebilir. Ama yukarıda ortaya koyduğumuz biçimde örgütlenmiş devrimci öncü, tüm bunları gözeterek oluşturulmuş stratejik rotasına uygun olarak savaşını sürdürerek, eşitsiz gelişimin avantajlarından da yararlanır. Ve yine gelinen evrede -dördüncü evre- silahlı propaganda dışındaki diğer mücadele biçimleri de (tali mücadele biçimleri) tam olarak yürütülür hale gelecektir.
(Bu yazı THKP-C/HDÖ'nin 1987 yılında yayınladığı "Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ve Devrimci Taktiğimiz" yazısından alınmıştır.)
Dipnotlar
[1*] R. Debray: Che'nin Gerillası, s: 95-96. [2*] J. Quartim: Dictatorship and Armed Struggle in Brezil, s: 179-80. [3*] J. Quartim: Dictatorship and Armed Struggle in Brezil, s: 183. [4*] Burada sözü edilen "imha eylemleri" ile "imha savaşı" sık sık karıştırılan iki kavramdır. "İmha savaşı" bir savaş biçimidir, "imha eylemleri" ise, askeri literatürde, düşmanın insan gücüne yönelik kısmi eylemler olarak (yani savaş biçimlerinin dışında) suikast, pusu, baskın, işgal gibi eylemleri kapsar. Bu konuya ilişkin daha geniş bilgi "THKP-C/HDÖ ve 15 Yıl" adlı broşürümüzde bulunabilir. [5*] Bu tip iç denetim Fransızlar tarafından Vietnam'da oluşturulmuştur. Ancak Ho Chi Minh'in talimatı ile kurulan ilk silahlı propaganda birliği -kır gerilla birliğidir- buna karşı etkin bir yöntem kullanmış ve bu örgütlenmeyi kısa bir sürede -dört ay kadar- işlemez hale getirmiştir. Ülkemizde hemen hemen hiç bilinmeyen bu yöntem ABD emperyalistlerince "çetecilik" (Vietkong) olarak karşı propaganda amacıyla kullanılmış ve karşı-ayaklanma ya da kontr-gerilla faaliyetlerine zemin olmuştur. Vietnam devrimcilerinin kullandığı bu yöntemin özü, kırsal denetimi (içsel) sağlayan devlet örgütlenmesini (mülki) yok etmeye dayanır. "Devrimci terör" olarak da adlandırılan bu yöntemle, Giap'ın komutasındaki ilk gerilla birliği dört ayda, kırsal alanlarda (köy ve kasabalar) 3 bin devlet görevlisini -muhtar vb.-imha etmişlerdir. Ve gizli silahlı üsler bu sayede oluşturabilmiştir. Ancak bu yöntemin kontra-gerilla faaliyetlerinde kullanılır sonuçlar doğurduğu da açıktır. Ama Vietnam'da "terör" faaliyeti başlatıldığında, ülkede, Fransızların kendiliğinden gelme kitle isyanları karşısında yürüttüğü bir terör ortamı olduğu unutulmamalıdır. Yani bu tür eylemlerin yadırganmayacağı uygun bir ortam vardı ve uzun süreli bir harekâta ilişkin değildi. Son tahlilde Halk Savaşının başlatılmasının arifesinde kullanılmış olduğu unutulmamalıdır.