Özgün biçimiyle:
Acrobat Reader formatında:
Kurtuluş Cephesi, 11. Sayı
Emperyalizmin
Somali Operasyonu
Emperyalistler açısından "Afrika Boynuzu", gerek kolonyalizm döneminde, gerekse eski-sömürgecilik yöntemlerinin egemen olduğu I. ve II. bunalım döneminde, jeo-politik öneme sahipti.
Özellikle "üstünde güneş batmayan imparatorluk" olarak İngiltere açısından, bu bölgede askeri olarak egemen olmak, aynı zamanda, kendi imparatorluğunu korumakla eşdeğerdeydi. İngiliz imparatorluğu açısından Kızıldeniz, 19. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş Osmanlı denetiminden çıkarak, "Batı"nın denetimine girmesiyle birlikte önemini ve değerini sürekli artırmıştır. Akdeniz ve Orta-Doğu'da Osmanlıların egemenliği Afrika'nın güney ucundan geçerek Doğu'daki sömürgelerine ulaşabilen İngiltere için bu gelişme Mısır'ın denetime alınmasıyla birlikte devam etmiştir.
Aynı durum Fransız emperyalistleri açısından da geçerliliğe sahiptir. Napolyon'un Mısır seferi, aynı zamanda bölgenin sahip olduğu stratejik önemden kaynaklanıyordu. Ve sonuçta Fransızlar, eski adıyla Habeşistan'ın (Etiyopya) doğu ve güneyine yerleştiler. 1930'larda faşist İtalya daha geniş topraklara sahip olmak amacıyla başlattığı ilk harekât Habeşistan'ın (Etiyopya) işgali oldu.
II. yeniden paylaşım savaşında Alman emperyalizmi için Afrika, özel olarak da Kuzey-Doğu Afrika büyük değere sahip olmasının nedenlerinden birisi Orta-Doğu petrolü ise, ikincisi de bölgenin stratejik önemidir. Rommel'in zırhlı birlikleri İngilizlere karşı El Alamein'e kadar gösterdikleri başarılar, ABD'nin Afrika çıkartmasıyla durdurulmasıyla Alman emperyalizminin bölgede egemen olma istemi de bir süre için ortadan kalkmış oldu.
II. yeniden paylaşım savaşından sonra bölgenin resmi egemeni İngiltere olmakla birlikte, emperyalist sistemde hegemonyasını açıkça kabul ettirmiş olan Amerikan emperyalizmi fiili güç durumundaydı. Mısır'da Nasır'ın iktidarı ele geçirmesiyle birlikte SSCB'nin devreye girmesi, emperyalistler açısından bölgeye müdahale edilmesi gereken bir durum yaratmıştır. Süveyş Krizi olarak adlandırılan ve İngiltere'nin 30Ekim 1956'da Mısır'a asker çıkartmasıyla başlayan gelişmeler 1980'lere kadar gelişen süreci belirlemiştir.
Amerikan emperyalizminin bu gelişmeler karşısında ilk tutumu yeni kurulan İsrail'i güçlendirmek olmuştur. İkinci olarak, Mısır'da başlayan ve giderek Suriye, Cezayir ve Irak'a yayılan radikal küçük-burjuva hareketleri karşısında korkuya kapılan Arap krallıklarını desteklemiştir. Genellikle Orta-Doğu çerçevesinde kalan Amerikan emperyalizmi, son yıllara kadar bölgede askeri olarak harekâtlara girişmemiştir.
SBKP'nin revizyonist anlayışı açısından da "Afrika boynuzu" aynı jeo-politik öneme sahip olmuştur.
Yeni-sömürgecilik yöntemlerinin gelişmesine paralel olarak "Afrika Boynuzu" bu özelliğini bir süre için yitirmiş görünüme sahip olmuştur. Sadece SSCB'nin etki alanının gelişmesi bağlamında emperyalizm "Afrika Boynuzu" ile ilgilenmişler ve Fransız emperyalizminin Cibuti'de bulundurduğu üs ve Amerikan emperyalizminin Hint Okyanusunda 7. Filoyu sürekli bulundurması yeterli görülüyordu.
Somali uzun yıllar Fransız, İngiliz, İtalyan sömürgesi olarak bütün Afrika ülkeleri gibi bir koloni tarihine sahiptir. Ancak Somali'nin dünya açısından dikkatleri üzerine toplaması eski-sömürgelerin tasfiyesi döneminin sancılı sonuçlarıyla birlikte olmuştur.
Somali tarihi, devrimci-milliyetçilerin askeri darbeler yoluyla Orta-Doğu ve Afrika'da iktidarları ele geçirmeye başladıkları dönemde yeni bir yönelim kazanmıştır.
SBKP'nin revizyonist tezlerine uygun olarak eski-sömürgelerde küçük-burjuvazinin asker unsurlarının -askeri darbeler yoluyla- iktidarı almalarını desteklemesi, aynı zamanda bu küçük-burjuva radikal hareketlerini hızlandırmıştır. İşte Somali'de Siad Barre'nin bir askeri darbe ile iktidarı ele geçirmesi "Afrika Boynuzu"nda tüm ilişkileri değiştirmiştir.
Siad Barre yönetimi ilk dönemde SSCB'den destek alırken ve Somali'yi "sosyalist" bir ülke yapma konuşmalarıyla ilişkilerini geliştirirken, Etiyopya'da, tıpkı Somali'de olduğu gibi iktidar askeri bir darbe ile devrimci-milliyetçiler tarafından ele geçirilmiştir.
Siad Barre yönetiminin Etiyopya'daki "sol" iktidarın ilk yıllarındaki denetimsizliğinden ve Eritre'de süregelen savaş koşullarından yararlanarak Ogedan bölgesini işgal etmesi "Afrika Boynuzu"ndaki ilişkileri değiştirmeye başlamıştır. Ogedan bölgesi nedeniyle Etiopya ile Somali arasındaki ilişkilerin bozulmasına karşın Güney Yemen Halk Cumhuriyeti'nin varlığı, 1980'lerin başlarında tüm "Afrika Boynuzu"nun SSCB'nin denetimi altında bulunan bir bölge görünümü kazandırmıştır.
Somali'nin emperyalizmle yeniden ilişkiye geçmesinde Ogedan bölgesinin işgali önemli bir yere sahipse de, asıl ilişki RAF'ın kaçırdığı uçağın Mogadişu havaalanında Alman GSG-9 Komandoları tarafından basılmasıyla başlamıştır.
Bu tarihten itibaren emperyalizm ile Siad Barre yönetimi arasındaki ilişkiler gelişmeye başlamıştır. Amerikan emperyalizmi "dünya jandarmalığı"nı yerine getirmek için Somali'de bir üs kurmaya yöneldiyse de, SSCB'de gelişen olaylar bölgenin ikincil kalmasına neden olmuştur.
Emperyalizm açısından "Afrika Boynuzu"nun, dolayısıyla Somali'nin yeniden stratejik önem kazanması Körfez Savaşı ile birlikte başlamıştır. Bugün Somali operasyonunun "Somali'deki açlığı durdurmak" olarak emperyalizm tarafından tanıtılması, gerçekte bu yeni gelişmeyi gizlemek içindir. Körfez Savaşı, Amerikan emperyalizminin 1980'de oluşturduğu ve Rapid Deployment Force adını verdiği "Çevik Güç"ün planlandığı kadar etkili olmadığını göstermiştir.
Bilindiği gibi, Amerikan "Çevik Gücü", dünyanın neresinde olursa olsun emperyalizmin çıkarlarına zarar verebileceği düşünülen her türlü harekete karşı hızla ve anında müdahale edebilmeyi amaçlamaktadır. Karargahı ABD'de bulunan bu güç, hızlı hareket etme yeteneğine sahip ve vuruş kapasitesi yüksek bir askeri güç olarak düzenlenmiştir. Ama Körfez Savaşı öncesinde Irak'ın Kuveyt'i işgali sırasında bu gücün yeterli olmadığı görülmüştür. ABD Kuveyt sorunu döneminde altı ay süresince bölgeye sürekli asker ve malzeme yığmak durumunda kalmıştır. Bu da gerek anında müdahale ile çelişmesi, gerekse maliyetinin yüksekliği yüzünden farklı sonuçlar vermiştir. Bu durumda Amerikan emperyalizmi için, gerek Orta-Doğu'da, gerekse Afrika'da "Çevik Güç"e sürekli bir karargah yerinin bulunması temel bir sorun haline gelmiştir. İlk anda Suudi Arabistan düşünülmüşse de, radikal islamcıların Arap ülkelerindeki etkinlikleri ve İran'ın "müslümanların kutsal yerlerinin gavurların işgali altında bulunduğu" yönündeki propagandasının yaratacağı sonuçlardan uzak durulmaya çalışılmıştır.
Kamuoyunda adına "Çekiç Güç" denilen Amerikan müdahale gücünün Türkiye'ye yerleştirilmesi, Amerikan emperyalizmi için, Kafkaslar ve Orta-Doğu'nun Kuzey kesimlerine kısmen bir müdahale olanağı olmasına karşın yeterli olamamaktadır. (Bunda ülkemizde var olan anti-emperyalist ve millici tepkiler belirleyici olmaktadır.)
Amerikan emperyalizmi Körfez Savaşı ile birlikte bölgenin kesin olarak denetime alınması yönünde hareket ettiği bir sırada Etiyopya ve Somali'deki açlık ideal bir zemin oluşturmuştur. 1988'den beri süregelen açlık olaylarının temelinde emperyalist sömürünün yattığı pasifist unsurlar kullanılarak gizlenmeye çalışılmıştır. Ama yıllarca televizyonlarda ve basında yer alan içler acısı görüntüler Amerikan emperyalizmi için ileri bir hamle yapması için uygun ortam yaratmıştır. El çabukluğuyla Birleşmiş Milletler'den çıkartılan müdahale kararı bu nedenle pek fazla yadırganmamış ve kamuoyları tarafından kolayca benimsenmiştir. Tıpkı Körfez Savaşından sonra kitlesel göçe zorlanan Kürt halkının trajik görüntülerinin Türkiye'ye "Çekiç Güç"ün konuşlandırılması için kullanılması ve buna kamuoyunun duyarsız kalışı gibi. (Bu iki olgu emperyalizmin pasifikasyon ve propaganda yöntemlerini ne denli geliştirdiğinin göstergeleridir. Öyleki Amerikan emperyalizminin "Çekiç Güç"ünün Kürtler arasında azımsanmayacak bir "prestije" sahiptir. Buna Kürt milliyetçiliğinin katkısı da tartışma götürmez bir yere sahiptir.
Oysa emperyalizm, gerek Afrika'daki açlığı, gerekse Birleşmiş Milletleri ilk kez kullanmamaktadır.
Emperyalizm 1960-64 ve 1967-70 yılları arasında Kongo ve Bieafra'da "açlığı" ve "iç çatışmaları" kullanarak Birleşmiş Milletler adına Kongo ve Nijerya'ya askeri müdahalede bulunmuştur. Kongo, Che'nin sözleriyle söylersek, "Birleşmiş Milletler tarafından işgal edilmiştir". Bu işgaller içinde Kongo'da iktidarda bulunan yurtsever Başbakan Patrice Lumumba'nın öldürülmesi emperyalizmin Afrika'yı koloni olarak kullanmayı sürdürme çabasının bir parçasıydı. 1960 ortalarında Lumumba'nın katledilmesinden sonra (1964'de) Amerikan savaş uçaklarının desteğinde Belçikalı paralı askerler Kongo'ya indirilmiştir. Bu dönemde Che Guevara'nın komutasında Küba gönüllüleri Kongo'daki devrimci güçlerin yanında savaşa girmişlerdir. (SSCB'nin F. Castro'ya yaptığı büyük baskılar sonucu Che ve gönüllüler Afrika'dan çekilmişlerdir.)
Somali operasyonu, aynı zamanda, SSCB'nin dağıtılmasından sonra Birleşmiş Milletlerin tümüyle emperyalistlerin denetiminde ve emperyalistlerin çıkarlarına hizmet eden bir kurum haline geldiğinin açık tanıtıdır. Siyonizmin ırkçılığın bir çeşidi olduğuna ilişkin eski kararının Aralık 1991'de iptal edilmesiyle başlayan bu süreç, Körfez Savaşıyla gelişmiş ve Somali operasyonuyla sonuçlanmıştır. Artık Birleşmiş Milletler ezilen ulusların bir platformu olma niteliğini yitirmiştir.
Aynı biçimde, bugün emperyalizmin Somali operasyonu, Afrika halklarının eski-sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra geçen 50 yıllık görece bağımsız döneminin sonu demektir.
Türkiye oligarşisi açısından Somali operasyonu, yalın olarak Amerikan emperyalizminin bir isteğini yerine getirme anlamına gelmemektedir. Oligarşinin Somali'ye asker göndermesi, temel olarak Amerikan emperyalizminin stratejik çıkarlarına olan bağlılığın ürünüdür.
SSCB'nin dağıtılmasından sonra ortaya çıkan yeni devletler (Türki cumhuriyetleri)farklı bir askeri örgütlenmeyi oligarşinin önüne koymuştur. Ordunun, sözcüğün tam anlamıyla, "sınır ötesi" askeri harekâtlar düzenleyebilme yeteneğine sahip olması bu örgütlenmenin esasıdır. "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar" uzanan bir bölgede hareket edebilecek bir ordu istemi Amerikan emperyalizmi için de önemli avantajlar sağlayacaktır.
Körfez Savaşı sırasında T. Özal'ın Kuveyt'e asker göndermeye yönelik çabaları bu uygulamanın bir parçasıydı. T. Özal, o dönemde şöyle diyordu: "En azından orada çağımızın savaşını öğrenmek durumunda olacaktı subaylarımız. Böyle bir fırsatı kaçırmamalıydık."
"Daha küçük, hareketli ve vurucu gücü yüksek" bir ordu, emperyalist ordularla birleşik hareketiyle gerekli savaş yönetimi deneyimine sahip kılınarak fiili bir güç haline getirilmektedir.
"Daha küçük, hareketli ve vurucu gücü yüksek" bir ordu, "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar" tüm bölgede hareket etmesi, Amerikan emperyalizmi için bölgesel bir müdahale gücü sahibi olmak anlamına gelmektedir. Ayrıca böyle bir ordunun askeri mallar üreten Amerikan tekelleri için büyük bir pazar olduğu da açıktır.
İşte Somali operasyonuyla yeni bir fırsat ortaya çıkmıştır ve DYP-SHP koalisyonu bu fırsatın kullanıcısı olmuştur.