Gerilla savaşı, Latin-Amerika’da iktidarın ele geçirilmesi için tek formül müdür? Ya da her ne olursa olsun egemen mücadele biçimi mi olacaktır? Ya da mücadelede kullanılan değişik formüllerden herhangi biri mi olacaktır? Son olarak şu soru: Küba örneği, kıtanın bugünkü durumuna uygulanabilir mi?
Polemiklerde, gerilla savaşına girişmek isteyenler, kitle mücadelesini unutmakla eleştirilmektedir, sanki gerilla savaşı ile kitle mücadelesi birbirine karşıtmışlar gibi. Bu görüş açısının ima ettiği şeyleri reddediyoruz, gerilla savaşı bir halk savaşıdır; halkın desteği olmadan savaşın bu biçimini yürütmeye kalkışmak kaçınılmaz bir felaketin başlangıcıdır. Gerilla, belirli bir bölgede belirli bir alana yerleşmiş, olanaklı tek stratejik sonuca ulaşmak için, yani iktidarın ele geçirilmesi için bir dizi askeri eylemi gerçekleştirmek amacıyla silahlanmış halkın savaşçı öncüsüdür. Gerilla, tüm bölgenin ve alanın köylü ve işçi kitleleri tarafından desteklenir. Bu önkoşullar olmadan gerilla savaşı olanaksızdır.
“Biz, Küba Devrimi’nin, Amerika’daki mevcut koşullarda devrimci hareketin yasalarına üç temel katkıda bulunduğunu düşünüyoruz: Birincisi, halk güçleri orduya karşı bir savaşı kazanabilir. İkincisi, her zaman devrimin olması için elverişli tüm koşulların bir araya gelmesini beklemek gerekli değildir, ayaklanma odağının (foco) kendisi bu koşulları yaratabilir. Üçüncüsü, azgelişmiş Amerika’da, silahlı savaşın temel alanı kırlar olmalıdır.
Bunlar, Küba Devrimi’nin Amerika’daki devrimci mücadelenin gelişmesine yaptığı katkılardır ve bunlar, gerilla savaşının gelişebileceği kıtamızın herhangi bir ülkesinde uygulanabilir.” (Che Guevara, Gerilla Savaşı.) İkinci Havana Bildirgesi şunları belirtiyor:
“Ülkelerimiz, sanayinin azgelişmişliği ve tarımın feodal karakteriyle belirlenen ortak koşullara sahiptir. Bu nedenle, kentli işçilerin yaşam koşulları zorlu olmasına rağmen, kırsal nüfus en korkunç baskı ve sömürü koşulları altında yaşamaktadır. Bir kaç istisna dışında, kırsal nüfus, mutlak bir çoğunluğa sahiptir, yaklaşık olarak Latin-Amerika nüfusunun %70’ini oluşturur.
Çoklukla kentlerde yaşayan toprak sahipleri hesaba katılmazsa, bu büyük kitlenin geri kalanı çok düşük ücretlerle hacienda’larda gündelikçi olarak çalışmaktadır. Onlar, ortaçağdan farklı olmayan sömürü koşullarında toprakta çalışırlar. Bu koşullar, Latin-Amerika’da yoksul kırsal nüfusun çok büyük bir devrimci potansiyel oluşturmasına neden olur.
Sömürücü sınıfların iktidarının temel dayanağı olan ordular, konvansiyonel savaşa göre yapılandırılmış ve donatılmışlardır; köylülerin kendi doğal alanlarında yürüttüğü düzensiz savaşla yüz yüze geldiklerinde kesinkes etkisizdirler; düşen her devrim savaşçısına karşı on kişi yitirirler; görünmez ve yenilmez bir düşmanla savaşırken saflarında moral bozukluğu hızla yayılır; kentlerde işçi ve öğrencilere karşı baskı uygularken sergiledikleri akademik taktiklerin ve askeri gösterilerin burada hiç bir şansı yoktur.
Küçük savaşçı çekirdeklerin başlattıkları mücadeleye, sürekli olarak yeni yeni güçler katılır; kitle hareketleri boy göstermeye başlar, eski düzen küçük küçük bin parçaya ayrılır, ve işte tam bu anda işçi sınıfı ve kentli kitleler savaşın kaderini belirler.
Düşmanın gücüne, sayısına ve kaynaklarına rağmen, savaşın ilk başlangıcından itibaren bu çekirdeği yenilmez kılan nedir? Bu, halkın desteğidir ve giderek kitle desteğinin artacağına güvenebilirler.
Bununla birlikte, köylülük, içinde tutulduğu bilgisizlik ve tecrit edilmiş yaşam koşulları nedeniyle, işçi sınıfının ve devrimci aydınların devrimci ve politik yönetimine gereksinme duyan bir sınıftır; onlar olmaksızın tek başına savaşı başlatamaz ve zafere ulaştıramaz.
Latin-Amerika’nın bugünkü tarihsel koşullarında ulusal burjuvazi, anti-feodal ve anti-emperyalist mücadeleye önderlik edemez. Deneyimin gösterdiği gibi, uluslarımızın bu sınıfı, zaman zaman yankee emperyalizmiyle çıkar çatışmasına düşse de, emperyalizmle cepheden çatışma yeteneğine sahip değildir, toplumsal devrim korkusuyla felç olmuştur ve sömürülen kitlelerin haykırışlarından korkar.” Latin-Amerika’nın devrimci bildirgesinin özünü oluşturan bu açıklamaların etki alanını İkinci Havana Bildirgesi şöyle tanımlar:
“Her ülkenin öznel koşulları, yani bilinç, örgütlenme ve önderlik etmenleri, gelişme derecesinin büyüklüğüne ve küçüklüğüne bağlı olarak, devrimi hızlandırabilir ya da geciktirebilir; ama her tarihi dönemde er ya da geç nesnel koşullar olgunlaştığında, bilinç kazanılır, örgüt oluşturulur, önderlik ortaya çıkar ve devrim gerçekleşir.
Bunun barışçıl yoldan mı olacağı ya da çok acılı bir doğumla mı dünyaya geleceği devrimcilere bağlı değildir; eski toplumun rahminde yer alan çelişkilerden üreyen yeni toplumun doğumuna direnen eski toplumun gerici güçlerine bağlıdır. Devrim, tarihte ebe rolünü oynar, gereksinme olmadıkça zora başvurmaz, ama doğuma yardım etme gereksinmesi ortaya çıktığı zaman ikirciksiz gereğini yapar. Bu doğumdur ki, köleleştirilmiş ve sömürülen kitlelere daha iyi bir yaşamın umudunu verir.
Bugün Latin-Amerika’nın bir çok ülkesinde devrim kaçınılmazdır. Bu gerçek, herhangi bir kişinin istemiyle belirlenmez. Bu, Latin-Amerika halkının içinde yaşadığı korkunç sömürü koşullarıyla, kitlelerin devrimci bilincinin gelişmesiyle, emperyalizmin dünya çapındaki bunalımlarıyla ve boyun eğdirilmiş ulusların evrensel kurtuluş hareketleriyle belirlenir.” Amerika’daki gerilla sorununun tüm tahlilinde bu ilkelerden yola çıkacağız.
Bir amaca ulaşmak için bir mücadele aracı gerektiğini saptadık. Latin-Amerika’da iktidarı ele geçirmek için silahlı mücadeleden başka bir yolun olup olamayacağını belirlemek için öncelikle amacı tahlil etmeliyiz.
Barışçıl mücadele, hükümeti istifaya zorlayan – bunalımın özel koşullarında– kitle hareketleri yoluyla yürütülebilir; böylece halk güçleri sonunda iktidarı alabilirler ve proletarya diktotaryasını kurabilirler. Teorik olarak doğru. Latin-Amerika bağlamında bunu tahlil ettiğimizde, şu mantıki sonuçlara ulaşmalıyız: Genel olarak bu kıtada, kitleleri burjuva ve toprak sahiplerinin hükümetlerine karşı şiddet eylemlerine sürükleyen nesnel koşullar mevcuttur. Pek çok ülkede iktidar bunalımları ve devrim için gerekli bazı öznel koşullar vardır. Açıktır ki, bu koşulların hepsinin olduğu ülkelerde iktidarı ele geçirmemek suç oluşturacaktır. Bu koşulların var olmadığı ülkelerde ise, değişik alternatiflerin ortaya çıkması ve teorik tartışmalarla her ülkeye uygun bir karara varılması elbette doğrudur. Tarihin izin vermeyeceği tek şey, proletarya politikalarının teorisyen ve uygulayıcılarının yapacakları hatadır. Hiç kimse öncü parti konumuna, üniversite diploması gibi sahip olamaz. Öncü parti olmak, iktidarı ele geçirme mücadelesinde işçi sınıfının en önünde olmaktır; zafere giden en kısa yoldan bu savaşa kılavuzluk etmeyi bilmek demektir. Bu, devrimci partilerimizin görevidir ve hata yapmamak için tahlilleri derinlikli ve kapsamlı olmalıdır.
Ernesto Che Guevara
[Gerilla Savaşı: Bir Yöntem, “... İki, Üç, Daha Fazla Vietnam”, s. 34-39, İlkeriş Yay.]