KURTULUŞ CEPHESİ - Ağustos 1992
Almanya'da Anti-Faşizm
ve Anti-Fa
Burada uzun bir geçmişe sahip olan Almanya'daki anti-faşizmin tarihinden çok, bu ülkede günümüzde görülen kısmî anti-faşist mücadeleler ve Anti-Fa grup ve hareketler üzerinde duracağız.
Bilindiği gibi Almanya tarihinde faşizm, finans-kapitalin damgasını taşıyarak 1930'larda NAZİ hareketi olarak kendisini iktidar yapmıştır. NAZİ faşizminin "arî ırk" teorileriyle başlayıp, toplama kamplarında insanların vahşice katledilmesine kadar giden uygulamaları, Alman tekelci burjuvazisi için yeni pazarların fethiyle birleşerek insanlığa karşı işlenebilecek tüm suçların gerçekliği ve simgesi olmuştur.
Bugün "yabancı düşmanlığı" temelinde geliştirilmeye çalışılan Alman faşist hareketi, ırkcılıkla nasıl özdeşleştiğini sürekli ortaya koymaktadır.
Bu durum, ilerici, dolayısıyla anti-faşist Almanlar tarafından çok iyi bilinmektedir. Ancak bunlar anti-faşist mücadelenin tanımlanması ve hedeflerinin belirlenmesinde kararsız kalmışlardır. Anti-faşizmin, tanım gereği içerdiği siyasal nitelik, çoğu zaman anti-ırkcı, yani "ırkçılığın ve ırkçıların protestosu" ile örtülmüştür.
Almanya'da marksist-leninist bir hareketin kendi örgütlülüğü ile varolamamış bulunması ister istemez anti-faşıst mücadeleyi kendiliğindenciliğe yöneltmiştir. *okluk, "otonomcu" olarak adlandırılan ve bireysel olarak kendilerini her türden siyasal akımla ilişkisizlendiren bir kısım unsurların radikal ve militan faalayetleriyle adını duyurmuştur.
Almanya'daki anti-faşıst hareketin, doğru bir durum tahlili olmadığı gibi, kendi ülkesini bile gerçek boyutlarıyla tanımlayabilmekten uzak oluşu, diğer bir açmazı oluşturmaktadır. Birey olarak, bu faalayetler içinde bulunan tek tek unsurların, şüphesiz kendine ait ve kendine özgü dünya kavrayışı bulmak pekala mümkündür. Ama bu bireysel kavrayışların toplumsal bir hareketin sürekliliği açısından, olumluluktan daha çok olumsuzluk içerdiği de bir gerçektir.
Burada, Almanya'ya ilişkin bir siyasal mücadele programı ya da anti-faşist mücadele için siyasal bir örgütlülük üzerine akıl hocalığı yapmak pekala mümkündür. Ya da "bu işler Almanlarin işidir" diyerek Alman faşizminin ünlü sloganlarından "Almanya Almanlarındır"ı benimseyerek olayları izlemek de mümkündür. Ama ikisinin de bir işe yaramadığı, pratikde görülmüştür.
Almanya'daki anti-faşist hareketi ve bu hareket içinde yer alan Türkiyeli yeni kuşakları ilerici nitelikte değerlendirmemek de olanaksızdır. Ama karşılaştıkları açmazları da ortaya koymak da bir zorunluluktur.
Bu anti-faşist hareketin ilk görülen zaafı, kendisini "otonomi" ile bağlamış olmasıdır. Bizim gibi, yıllar boyu faşist milis saldırılarla yüzyüze gelmiş ve bu çatışmalarda binlerce insanın öldürülmesini yaşamış ülke devrimcilerinin deneyimleri göstermiştir ki, anti-faşist mücadelede, degil otonomi, ayrı siyasal örgütlenmelerin bile mücadeleye büyük zararlar vermektedir. Gerekli zamanda ve yerde güçlerin birleştirilmesi gerektiğinde, bu "otonomi" hareketin en büyük engeli olacağı bilinmelidir.
Nitekim anti-faşist hareketin genellikle Berlin kentinde yoğunlaşmış olması ve burada bile giderek erime eğilimleri taşıması dikkatle değerlendirilmelidir. (Berlin kentinin eski dönemdeki özel statükosu ve askerlik açısından elverişli bir durum yaratması, buradaki "otonom" hareketin kitle gücünü oluşturduğu da bir gerçektir.)
Almanya'daki anti-faşist hareketin diğer bir zaafı da, örgütleyici olamamasıdır. Kalıcı ilişkilerden daha çok, sponten hareketlere dayanan bu hareket, aynı zamanda Almanya'daki sol hareketin genel zaafını özelleştirmektedir.
"Deniz-aşırı" olarak tanımlanan sömürgelere sahip olamamış bir Almanya'nın, devlet düzeyinde "yabancılar" politikası, ister istemez Alman irkçılığıyla birlikte gitmektedir. Kendi içinde "yabancıları" entegre edici ya da "düzene sokucu" mekanizmalara sahip olmamış Alman emperyalizminin merkezinde bir sol hareketin de ciddi bir politika üretmesi mümkün olmayabilir. Ama bu, anti-faşist hareket bağlamında çözümlenemez sorunlar yaratmaktadır. R.Luksemburg bu konuda tipik bir örnektir.
Almanya tarihinde bilinen en ünlü "yabancı", hiç süphesiz Rosa Luksemburg'dur. II. Enternasyonalin varlığı koşullarında ve Almanya'nın bu Enternasyonal'in merkezi olduğu bir ortamda Rosa Luksemburg'un "entegrasyonu" aykırı bir durum yaratmaktadır, ama en yaygın ilişkiyi ve kanıyı ifade etmektedir:_Ya Almanya'da herşeyinle Almanya için olacaksın, ya da Almanya sensiz olacak!
Oysa bir Fransa'da, İngiltere'de durum daha değışıktir.
Örneğın Fransa'da Ho Chi Minh en bilinen "yabancı"lardandir._(Cezayirli ulusal kurtuluşcuları da buna eklemek gerekir.) İngiltere'de Mahatma Gandi diger bir "yabancı" durumundadır. Ho Chi Minh, FKP'ye rağmen Hindi-Çini için örgütlenmiştir. Bunda III. Enternasyonalin varlığının ve politikalarının özel bir yeri bulunmaktadır. Ama gene de FKP'nin etkinliğinin kendi ulusal ölçeğinde bulunmasının da bunda rolü olmuştur. Fransız emperyalizmi "deniz-aşırı" sömürgeleri yüzünden geliştirdiği "yabancılar politikası", tümüyle sömürgelerinde düzeni sürdürebilmek için işbirlikçiler yaratmaya dayanmaktadır.Bu amaçla, sömürgelerden Fransa'ya belli bir göç olumlanmıştır. Sömürgelerden gelenlerin içinde gelişen marksist-leninist düşünce, bu politikanın tam karşıtını yaratmaya yöneltmiştir. (Aynı durum İngiltere için de geçerlidir.)
İşte Almanya'da olmayan da budur. Ama bu Alman emperyalizminin böyle bir politikaya isteksiz olmasından değil, bu tür sömürgelere sahip olamamış olmasındandır.
Almanya'da iktidara getirilen NAZİ hareketinin, temel olarak Almanya'ya sömürgeler sağlamaya yöneldiği de bilinmektedir. Bu hareketin en belirgin yanı, toprak olarak ilhaka dayalı bir sömürgeleştirme ve bu bağlamda işbirlikciler oluşturmadir. Ve bu işbirlikciler de, ilhak edilen ya da edilecek olan ülkelerdeki faşist partiler olmaktadır.
İşte Almanya'daki anti-faşist hareket bu tarihsel zemini gözden kaçırmaktadır. CSU'nun uzun yıllardır Türkiye'deki faşistlerle işbirliği yaptığını bilmeyen yoktur. Ama anti-faşist hareket, hala neo-naziler ve dazlaklarla sınırlı bir yönelim işindedir. Oysa salt bu gerçek bile, bu hareketin kaçınılmaz siyasal yönelimini ortaya çıkarabilecektir.
Siyasal yönelimsiz Almanya'daki anti-faşist hareket, buna rağmen, yöneldiği neo-nazi ve dazlak hareketleriyle birlikte Türkiyelileri de kapsayan bir kendiliğindencilik yaratabilmiştir. Neo-nazi sokak zorbalarının Türkiyelilere yöneldiği oranda, Türkiyeli gençlerde anti-faşist harekete yönelmişlerdir. Ama yönelim sadece bunla sınırlı kalmıştır. Neo-nazilerin "diğer yabancılara" yöneldiği oranda Türkiyeli gençler,ya yeniden geldikleri yere dönmüşler ya da yeni sokak "çeteleri" olarak örgütlenmişlerdir.
Böylece ne Almanya'daki anti-faşist hareket kendi "otonomi"sini kırabilmiş, ne de Türkiyeli gençler gerçek bir anti-faşist bilince sahip olabilmişlerdir.
Bir hareketin sürekliliği, ancak örgülenmeyle ve bu örgütlenmenin sürekliliği ile olanaklıdır.
Her türden örgütlenmenin "umacı" gibi gösterildiği ve örgütlere karşı sürekli bir karşı-propagandanın yapıldığı bir ortamda, bu gerçeğin değiştirici gücü sınırlıdır.
Öte yandan Berlin deneyiminin gösterdiği gibi, bu kendiliğinden gelme harekete özel anlamlar yüklemek ya da siyasal kaygılarla sahiplenmeye çalışmak da aynı oranda hatalıdır. Her kendiliğinden hareket gibi, anti-fa gençlik hareketi de, herhangi bir "siyasal akımın" ürünü degildir. Kendiliginden niteliği ile birleşen "otonomi" siyasası bu hareketin niteliğini belirlemektedir.
Bu ortamda Türkiyelilerin ve sol hareketlerin ciddi bir tutum takınmalarını beklemek, şüphesiz hayalcilik olacaktır. Alınan tavır çokluk, bu hareketleri yoksaymak temelinden çıkmakta ve basında yer almasına paralel "sahiplenmek" şeklinde olmaktadır. Genellikle gençlik arasında (son yıllarda belli bir düşüş kaydetse de) etkili olan "sokak çeteleri" ile Anti-Fa gençliğin özdeşleştirilmesi koşullarında fazla da yapacak bir şey bulunmadığı kanısı yaygındır. Ama gene de bu hareket için yapılabilinecekler vardır.
Bunlar arasında, ülkemizdeki faşist milislere karşı yürütülmüş mücadelenin deneyimlerinin aktarılması ilk akla gelendir. Ama asıl önemli olan, bu hareketin kendi içinde taşıdığı dinamizmi geliştirmek olmalıdır. Bu hareket içinde yer alan Türkiyelileri, yalın ülkesel görevlerle uzaklaştırmak yerine, bu hareketin sürekliliğini sağlayacak bir anti-faşist örgütlenme yaratmaya yöneltmek gerekebilecektir. Almanyalı anti-faşistlerin etkin katılımı ve yönelimi ile bu hareketin ülke çapında bir hareket haline getililmesi, aynı zamanda Türkiyeli yeni kuşakların gerçek bir anti-faşist bilince ulaştırılmaları açısından büyük öneme sahiptir.
Ama Alman emperyalizminin tarihsel geçmişinin getirdiği yukarda belirttiğimiz özellikleriyle biçimlenen bir anti-faşist hareketin, son tahlilde, diger ülke devrimci mücadelelerini dışlayıcı olduğu da unutulmamalıdır. Ve son Yugoslavya olaylarında da olduğu gibi, Almanya'daki anti-faşist hareketde dahil olamk üzere, Alman emperyalizminin yayılmacı politikaları karşısında sessiz kalınabilinmektedir. Bu da, bu hareketin siyasal yöneliminin belirsizliğinin bir dışa vurumudur.
Bu noktada, genel olarak Almanya'daki anti-faşist hareket, özel olarak Türkiyelilerin etkin katılımı ile varlığını sürdüren Anti-Fa gençlik hareketi, kendi deneyimlerinden (özel olarak da Berlin deneyimlerinden) dersler çıkarmalı ve bu deneyim içinde ortaya konulmuş perspektif ve programların ciddi biçimde uygulayıcısı olmalıdırlar. Hareketliliğin sürekliliğinden çok, hareketin sürekliliğini esas almalı ve bu bağlamda kendini sürekli kılıcı yolları bulmalıdır.