Yolsuzluk Dosyaları Ne Oldu?
DYP-SHP koalisyon hükümetinin kurulmasıyla birlikte ülkenin gündemi belli bir süre "yolsuzlukların hesabının sorulması" konusu ve beklentisyle doldurulmuştur. Tıpkı çeşitli demokratik reformların yapılacağı beklentileri gibi, bu konu da zaman içinde unutturulmaya çalışılmıştır.
Ülke tarihinde ilk kez DYP ile SHP'nin koalisyon kurması, ilk anda pekçok şeyin değişeceği izlenimini kitlelerde uyandırmış olması, aynı zamanda bu koalisyonun oligarşi açısından "muteber" kabul edilmesini getirmiştir. Bu "muteberlik" durumu, aynı zamanda oligarşinin, son 6 yılda ANAP iktidari aracılığıyla belli kesimlere verdiği "haracın" kesilmesi anlamına da geliyordu. Çünkü onlar rüşvet vermek zorunda kaldıkları bazı "adamlar"dan rahatsızdılar. Ama hepsi bu.
Ama ortada tek bir gerçek vardır: Yolsuzluk olaylarının başlatıcısı ve sürdürücüsü, oligarşidir.
Biraz geçmişe bakacak olursak, bu olayların ardında, oligarşini "adam satın alm" politikasının yattığını görürüz. Oligarşi, özellikle de tekelci sanayi burjuvazisi, TÜSİAD aracılığıyla, 12 Eylülden itibaren yaygın bir biçimde "rüşvet" politikalarını hayata geçirmeye başlamıştır. T. Özal etrafında belli kesimlerin toplatılmasında, oligarşi kesenin ağzını (tabi Amerikan emperyalizminin somut denetimi altında) açtığı bilinmektedir.
ANAP, işte bu politikalarla oluşturulmuş ve bu politikanın sürdürücüsü olarak işlev görmekle yükümlendirilmişti.
Genel olarak "teknokratlar" adı verilen ANAP yöneticileri, hükümet olmalarıyla birlikte icraata başlamışlardır. Özellikle tekelci burjuvazi için geçmişte büyük sorunlar doğurmuş olan "bürokratik işlemler", ANAP döneminde, bir telefonla halledilir hale getirilmiştir.
Tabi arada bazı ANAP lılar "acemilik" etmişler, işi yüzlerine gözlerine bulaştırmışlardır. Ismail Özdalga'nın bakan olarak açıktan rüşvet alması bunun tipik örneği olmuştur.
ANAP hükümetleri, her dönemde oligarşinin kendilerine verdiği görevi yerine getirmişlerdir. Ama bunlar halk kitlelerinin günlük yaşamına dek yansımaya başlamasıyla işler karışmış ve "Lale Devri" özentisi "hanedan" yaşamı ortalığı daha da karıştırmıştır.
Seçimlerde oy karşılığı ayakkabıdan tencereye kadar bir yığın rüşvetin dağıtıldığı bir ülkede, ister istemez "herşeyin mübah olduğu" sanısı yaygınlaşacaktır. Bundan en çok etkilenen kesim de, ANAP yönetimi ve onların görevlendirdiği bürokratlar olmuştur.
"Gün ola devran döne" sözünü bile unutan bu kesimler, herşeyin hep böyle gideceğini düşünerek, daha da pervasızlaşmışlardır. Bu nokta da, oligarşi ANAP yönetiminin belli kesimlerine uzak durmaya başlamıştır. Ama bu, hiçbir biçimde, oligarşinin kendi politikasından vazgeçtiği anlamına gelmemiştir.
ANAP hükümetleri son ana kadar oligarşinin "adam satın alma" politikasının uygulayıcısı olmayı sürdürmüştür. Fakat halk basın organlarına geniş biçimde yansıyan haberler ile kendi günlük yaşamında gördükleriyle tepki duymaya başladığını anlayamamışlardır.
Işte DYP-SHP koalisyonunun üzerine gideceğini ilan ettiği "yolsuzluk olayları", asıl olarak oligarşinin "adam satın alma" politikasının ürünleridir; ama üzerine gidebilecekleri, sadece oligarşinin rahatsız olduğu kesimlerle sınırlıdır.
Mevcut hükümetin büyük iddialarla açmaya başladığı "yolsuzluk dosyaları", işte bu yüzden birden ortadan kaybolmaya başlamıştır.
İlk yok oluş, Demirel'in "devletin çatısında kavga çıkartmam" demeci ile başlamıştır. DYP-SHP hükümetinin bir kısım üst düzey "bürokratları" görevden almada karşılaştığı zorluklar, aynı zamanda, oligarşinin T. Özal aracılığıyla hükümete yolladığı uyarıları içeriyordu. Onlar bazı "yolsuzluk dosyalarının" açılmasına bir itirazları yoktu. Ama uzun yıllar uğraşarak, birbiri ardına askeri darbeler tezgahlayarak gerçekleştirdikleri devlet bürokrasisi üzerindeki denetimlerini, salt hükümet "dediğini yaptı" gösterileri için yitirmeye de niyetleri yoktu.
Böylece tam bir keşmekeş ortalığı kapladı. Kimin, nerede ve nasıl ve de kim adına yolsuzluk yaptığı bilindiği halde, dosyalar yavaş yavaş "savcılığa intikal" ettirilerek ortadan kaybolmayı sürdürdü.
Sadece basına yansıyan önemli yolsuzluk dosyaları böylesine hasır altı edilimesine rağmen, Demirel hükümeti yolsuzluğun kaynağına inmesi zaten beklenemezdi. Demokrasi konusunda, insan hakları konusunda olduğu gibi, bu konuda da halk uyutulmaya çalışılmıştır.
Örneğin, daha dünün Demirel "düşmanı" Uzan ailesi, ellerindeki STAR televizyonuyla nasıl "babacı" kesildiğini herkes görmektedir. Uzanlar ki, tekelci burjuvazinin özel iş merkezleri inşaatlarının mütahitleridir ve STAR televizyonunu oligarşinin garantileriyle ve onlar adına kurmuşlardır. Oğul Özal'ın "şer" bürokratik güçleri kovmak için ortak alındığı da ortadadır. Ve şimdi Demirel in yanına bir Uzan Ahmet, bir Özal Ahmet gidip gelmektedir.
Kısacası, Demirel hükümetinin, oligarşinin uzun yıllardır sürdürdüğü "adam satın alma" politikasının bir ifadesi olan "yolsuzluk olayları"nın üzerine gitmesi olanaksızdır. Demirel'in Temmuz ayında TÜSİAD'la yaptığı toplantıda varılan anlaşmanın perde arkasını da bu oluşturmaktadır. Demirel'in bugüne kadar tüm yaptığı "yolsuzlukların hesabını soracağız" diyerek, oligarşiyle yapacağı pazarlığa daha güçlü kozlarla gitme hesaplarıdır. Bunda ne denli başarılı olduğunu sadece oligarşi ve onun simgesi TÜSİAD bilse de, Demirel'in yolsuzlukların hesabınını soramıyacağını herkes bilmektedir.
"Yiyin beyler yiyin,
aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyin;
Bu han-ı iştiha sizindir."