KURTULUŞ CEPHESİ - Mart 2014

8 MART
Uluslararası
Emekçi Kadınlar Günü
2014























     "De te fabula narratur!"
     "Bu öyküde senin sözün ediliyor." (Horace)


      "... toplumsal düzen, işçi için aile yaşamını hemen neredeyse olanaksız hale getirir... Koca gün boyu çalışır, belki karısı ve büyük çocuğu da çalışır, her biri ayrı bir yerde, ancak akşam ve sabah birbirlerini görürler; hepsi sürekli olarak içki içme kışkırtısıyla yüzyüzedirler; bu koşullarda nasıl bir aile yaşamı olabilir? Yine de emekçi bir aileden sakınamaz, bir aile içinde yaşamak zorundadır ve sonuç, hem çocukları hem ana-babayı moral huzursuzluğa iten süreğen aile geçimsizlikleri ve ağız dalaşıdır. Bütün ev görevlerinin, özellikle çocukların ihmal edilmesi İngiliz emekçileri arasına çok yaygındır ve toplumun varolan kurumlarınca çok güçlü biçimde teşvik edilmektedir. Bu yaban ortamında, bu ahlak bozucu etkiler altında büyüyen çocukların, efendi ve ahlaklı olmaları beklenmektedir!
      Kadının çalışması kesinlikle ve zorunlu olarak aileyi çözüyor; aile temeline dayanan bugünkü toplumumuzda bu çözülme, en moral çökertici etkilerini ana-baba üzerinde olduğu kadar çocuklar üzerinde de gösteriyor. Çocuğuyla ilgilenecek, gerçekte pek az gördüğü çocuğuna hiç değilse ilk yıl alelade de olsa sevgi gösterecek vakit bulamayan anne, gerçek anne olamaz; çocuğuna karşı kaçınılmaz biçimde bir ilgilenmezlik içine girer, ona bir yabancı gibi sevgisizce davranır. Bu tür koşullar altında büyüyen çocuklar, aile yaşamının sonraki dönemlerinde bütün bütün çökerler; kendilerini hiçbir zaman evlerinde, aile ortamında hissetmezler; çünkü, ayrı kalmaya alışmışlardır, bu nedenle de işçi sınıfında ailenin genel çöküşüne onlar da böylece katkıda bulunurlar. Buna benzer biçimde, ailenin çöküşünü ortaya çıkaran bir başka neden çocukların çalışmasıdır. Ailelerine malolduklarından daha fazla haftalık kazanacak duruma geldikleri zaman, ana-babaya, evde kalmanın karşılığı bir miktar para ödemeye başlarlar, geri kalanını kendilerine saklarlar. Bu genelde ondört, onbeş yaşından itibaren başlar. Sözün kısası çocuklar kendilerini ailenin egemenliğinden kurtarırlar ve baba ocağına bir tür pansiyon gibi bakar olurlar; tabi işlerine geldiği zaman baba ocağı olur, işlerine gelmediği zaman pansiyon.
      Birçok durumda, kadının çalışması aileyi tümden dağıtmaz, ama tepetaklak eder. Ailenin geçimini kadın sağlar; baba evde oturur, çocuklara bakar, evi temizler, yemek pişirir. Bu çok sık olur; yalnızca Manchester'da, ev işlerine mahkum olmuş yüzlerce erkekten sözedilmiştir. Öteki toplumsal koşullar aynı kaldığı bir durumda, aile-içi ilişkilerdeki bu ters-yüz oluşun emekçi erkeklerde yarattığı öfkeyi tahmin etmek kolaydır...
      Ama yine de bu durum, erkeğe gerçek bir kadınlık, kadına da gerçek bir erkeklik armağan etmeden erkeği hadım eden, kadından da kadınlığını alan bu durum, en utanmaz biçimde her iki cinsi ve onlar aracılığıyla insanlığı aşağılayan bu durum, çok övündüğümüz uygarlığın ulaştığı son noktadır; yüzlerce ve yüzlerce kuşağın, kendi durumlarını ve gelecek kuşakların durumunu iyileştirme savaşımlarının son başarısıdır. Tüm çabalarımızın ve emeğimizin böyle bir budalalığa gelip dayanmasından sonra ya insanlıktan, onun amaçlarından ve gayretlerinden umudumuzu kesmeliyiz, ya da insan toplumunun şimdiye dek kurtuluşu yanlış yönde aradığını itiraf etmeliyiz; böylesine köklü bir ters-yüz oluşun, kadın ve erkek cinsi ta başından yanlış konuma sokulmuş olduğu için vuku bulabileceğini itiraf etmeliyiz.
      Fabrika sisteminin kaçınılmaz olarak getirdiği, kadının kocası üzerindeki egemenliği insani değilse, kocanın karısı üzerinde geçmişteki üstünlüğü de insani değildi. Eğer şimdi kadın üstünlüğünü ortak malların tümünü değilse, daha büyük bir kısmını sağladığı gerçeği üzerine oturtabilirse, bundan çıkarılabilecek zorunlu sonuç, aile üyelerinden biri, saldırgan bir biçimde daha büyük katkıda bulunmakla böbürlendiğine göre, bu mülkiyet toplumunun doğru ve ussal bir toplum olmadığı sonucudur. Bugünkü toplumumuzun ailesi böyle çözülüyorsa, bu çözülüş, ailenin temelindeki bağın, aile sevgisi değil, öyleymiş gibi görünen bir mülkiyet toplumunun eteği altında sırıtan özel çıkar olduğunu gösterir. Pansiyon ücreti ödemeyen çocukların, işsiz kalan ana-babalarını desteklemeleri durumunda o çocuklar açısından aynı ilişki ortaya çıkmış olur.
      Fabrika Soruşturma Komisyonu Raporunda Dr. Hawkins, bu ilişkinin yeterince yaygın olduğunu ve Manchester'da felaket halinde olduğunu belirtmektedir. Bu durumda, evin efendisi çocuklardır, tıpkı, bir önceki durumda kadının oluşu gibi. Ve Lord Ashley, konuşmasında bir örnek vermektedir. Bir baba, birahaneye giden iki kızını azarlayınca, kızlar kendilerine emir verilmesinden usandıklarını söylemişler, "Allah belanı versin, sana biz bakıyoruz" demişlerdir. İşlerinden kazandıkları parayı kendilerine saklamak için aile evini terketmişler, ana-babalarını kendi kaderlerine bırakmışlardır.
      Fabrikalarda büyüyen evlenmemiş kadınlar, evlenenlerden daha iyi durumda değildirler. Apaçıktır ki, dokuz yaşından itibaren fabrikada çalışmaya başlayan bir kız, ev işlerinden anlayabilecek bir durumda olamaz; bunun doğal sonucu, kadın işçiler, evi çekip çevirmede deneyimsizdirler. Yün öremezler, dikiş dikemezler, yemek pişiremezler, çamaşır yıkayamazlar, bir ev kadınının en sıradan görevlerinden habersizdirler ve çocuk sahibi oldukları zaman, ne yapacakları konusunda en ufak fikirleri yoktur.
      Fabrika Soruşturma Komisyonu Raporu, bu konuda düzinelerle örnek veriyor ve Lancashire'dan sorumlu üye Dr. Hawkins düşüncesini şöyle belirtiyor:
      "Kız erken yaşta ve hiçbir şeyi düşünmeden evlenir; ev yaşamının en sıradan görevlerini öğrenmek için zamanı, ortamı, fırsatı hiç olmamıştır; bir şeyler öğrenmişse bile pratik için zamanı olmamıştır... Genç anne çocuğundan günde oniki saatten fazla uzak kalır. Onun yokluğunda çocuktan kim sorumludur? Genelde ya küçük bir kız ya da ufak bir ücret karşılığı tutulan ve hizmeti bir ödüle eş-değerde olan yaşlı bir kadın."...
      Yalnız bu, kötülüklerin en masumu!
      Kadınların fabrikalarda çalışmalarının ahlaksal sonuçları daha da berbat. Her iki cinsten ve her yaştan insanların tek bir işlikte toplanması, kaçınılmaz temas, kendilerine hiçbir moral ve ruhsal eğitim verilmemiş çok sayıda insanın küçücük bir yere sığıştırılması, kadın karakterinin gelişmesinde hiç de elverişli görünmemektedir. İmalatçı, eğer soruna şöyle ya da böyle dikkat ederse, ancak skandal türünden bir şeyler olduğu zaman müdahale edebilir; ahlaksız kişilerin, daha ahlaklı, özellikle genç insanlar üzerindeki sürekli, daha az belirgin olan etkilerini değerlendiremez ve engelleyemez. Ama bu etki yıkıcıdır. Fabrikalarda kullanılan dil, 1833 tarihli raporda birçok tanık tarafından "edebe aykırı", "kötü", "pis" vb. niye nitelendirilmiştir. Büyük kentlerde büyük ölçekte gördüğümüz sürecin küçük ölçekte yinelenmesiyle karşı karşıyayız. Nüfusun merkezileşmesi, küçük bir fabrikada olsun, büyük bir kentte olsun, aynı insanlar üzerinde aynı etkiyi yapar...
      Bunun yanısıra fabrika köleliği, başka tür kölelik gibi hatta ondan da daha büyük ölçüde, fabrika sahibine jus primae noctis (ilk gece hakkı) bahşeder. Bu açıdan da işveren çalıştırdığı insanların şahsı ve beğenisi üzerinde egemendir. İşine son verme tehdidi, yüz olayın doksandokuzunda değilse bile, onda dokuzunda, iffet güdüleri pek güçlü olmayan kızlarda tüm direncin üstesinden gelmeye yeterlidir. Patron yeterince rezilse, resmi rapor böyle birçok olayı belirtiyor, fabrikası aynı zamanda haremidir; patronların tümünün bu konuda zora başvurmaması, kızların konumunu değiştirmez. İmalat sanayisinin başlangıcında, çoğu eğitimsiz ya da toplumun ikiyüzlülüğünü hesaba katmakta özensiz kişiler olan türedi zengin patronlar, kazanılmış haklarını kullanmaya karışılmasına asla izin vermezlerdi..."

      (F. Engels, İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu, s. 206-213.)







Sayfa başına gidiş