Cuba Socialista (Sosyalist Küba) dergisinin 32. sayısında Yoldaş Charles Bettelheim'ın "Sosyalist Planlamanın Biçimi, Yöntemleri ve Üretici Güçlerin Gelişim Düzeyi" adlı bir yazısı yayınlandı. Bu yazı, gerçekten de, tartışılmayacak derecede önemli ve ilginç noktalara değiniyor, ama bizim için özellikle önemli oluşunun nedeni, sözümona "Ekonomik Hesaplama"yı ve bu sistemin sosyalist sektör içinde gerekli gördüğü kategorileri, yani ödeme aracı olarak parayı, kredileri ve malları savunmasıdır.
Bu yazıda, aşağıda açıklamaya çalışacağımız iki temel yanlışın yapıldığı kanısındayız.
Birincisi, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasında zorunlu olarak varolan ilişkinin yorumuyla ilgilidir. Bettelheim yoldaş, bu noktaya ilişkin olarak marksizmin klasiklerinden örnekler gösteriyor.
Üretici güçler ve üretim ilişkileri, toplum gelişiminin tüm geçiş dönemlerinde birbirinden ayrılması olanaksız iki mekanizmadır. Üretim ilişkileri, ne zaman üretim güçlerinin tam bir yansıması olmaktan çıkar? Yeni toplum, eskisini yıkmaya hazırlanırken, eski toplum çökerken, yeni toplumunsa, üretim ilişkileri henüz rayına oturmadığından, güçlenmek ve eski üstyapıyı parçalamak için mücadele ettiği sırada... Belirli bir tarihi anda, üretim ilişkileriyle üretici güçler, doğru ve somut biçimde çözümlendiğinde, birbirlerine tümüyle uygunluk göstermedikleri görülür. Kesinlikle bu teze dayanarak Lenin bir yandan Ekim Devrimi'nin, sosyalist bir devrim olduğunu söylemiş, öte yandan da, devlet kapitalizmine geçilmesi Ve köylülerle olan ilişkilerde dikkatli davranılması gerektiğini ileri sürebilmiştir. Lenin'in bu tutumunun nedeni, dünya kapitalist sisteminin gelişimi yasasını bulmuş olmasıdır.
Bettelheim şöyle diyor:
"... İnsanların davranışlarının değişmesinde belirleyici etken, üretimdeki ve üretimin örgütlenmesindeki değişimlerdir. Eğitimin başlıca görevi, geçmişten miras kalan ve varoluşunu sürdüren tutum ve davranış kalıplarını ortadan kaldırmak ve üretici güçlerdeki gelişimin zorunlu kıldığı yeni davranış kurallarının öğrenilmesini güvence altına almaktır."
Lenin ise şöyle diyor:
"Rusya'da üretici güçler, henüz sosyalizmi kurmak için gerekli gelişim düzeyine ulaşmamıştır. İkinci Enternasyonal'in Suhanov dahil bütün kahramanları bu teze dört elle sarılıyorlar. Bu tartışma götürmez düşünceyi binbir biçime sokup sakız gibi ağızlarında çiğniyor, bunun devrimimizin değerlendirilmesinde belirleyici etken olduğunu sanıyorlar.
"Peki, ya Rusya'yı -az ya da çok etkisi olan- tüm Batı-Avrupa ülkelerinin katıldığı emperyalist dünya savaşına sürükleyen özel koşullara ne demeli? Bu koşulların, Rusya'nın, Doğu'da gelişen ya da kısmen başlamış olan devrimlerin tam sınırı üzerinde evrimleşmesine olanak sağlamasına; Rusya'yı Marx gibi bir 'marksistin', 1856'da Prusya için bir alternatif olarak görmüş olduğu gibi, 'köylü savaşıyla' işçi hareketini birleştirmemizi olanaklı kılacak biçimde etkilemesine ne demeli?
"Ya durumun tümüyle çıkmaza girmesinin, işçilerle köylülerin gücünü on kat arttırmasına, uygarlığın temel koşullarını yaratmak için, bize tüm batı ülkelerindekinden farklı bir geçiş olanağı sağlamasına ne demeli? Evrensel tarihin genel evrim çizgisi, sanki bu yüzden değişir mi? Dünya tarihinin akışı içine sürüklenen ya da daha önceden sürüklenmiş olan tüm devletlerin temel sınıfları arasındaki belirleyici nitelik taşıyan karşılıklı ilişkiler, sanki bu yüzden değişir mi?
"Eğer sosyalizmin kurulması için belirli bir kültür düzeyi gerekliyse (bu 'kültür düzeyi'nin ne olduğunu da kimse söyleyemez, çünkü tüm Batı-Avrupa ülkelerinde başka başkadır) niçin önce bu kültür düzeyine ulaşmak için gerekli koşulları elde etmek üzere yola koyulmayalım ve daha sonra, işçi-köylü iktidarı ve Sovyetler düzeninin yarattığı temel üzerinde ilerleyerek diğer halklara niçin yetişmeyelim?"[1]
Kapitalizmin dünya çapında bir sisteme dönüşerek yayılması ve sömürü ilişkilerinin, yalnızca bir halkın bireyleri arasında değil, aynı zamanda halklar arasında da gelişmesi sonucunda, emperyalizm halini almış olan dünya kapitalist sistemi sarsıntılarla karşılaşır, çatışmalara düşer ve en zayıf halkasından kopabilecek duruma gelir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ve devrimin başlangıcında, Çarlık Rusya'sının durumu buydu. Lenin'in ortaya koyduğu gibi, o dönemde, Rusya'da beş ayrı tip ekonomi bir arada bulunuyordu: Tarımın en ilkel, ataerkil biçimi, küçük pazar üretimi -buğdayını satan köylülerin çoğunluğu bu kategoriye giriyordu-, özel kapitalizm, devlet kapitalizmi ve sosyalizm.
Lenin, devrimden hemen sonraki dönemde, Rusya'da bu tiplerin tümünün varolduğuna işaret ediyordu, ancak üretici güçlerin gelişmesi bazı alanlarda henüz tam olmasa bile, sistemin genel niteliğini belirleyen sosyalist özüydü. Eğer geri bıraktırılmışlık çok büyük ölçüdeyse, doğru marksist tavır, elbette ki, ülkenin somut koşullarına göre, insanın insan tarafından sömürülmesine son vermeye yönelen yeni dönemin aşırılıklarını ve taşkınlığını olanaklar elverdiğince dizginlemek olmalıdır. Çarlıktan yeni kurtulmuş olan Rusya'da, Lenin bunu yapmış ve bu tutumu Sovyetler Birliği'nde bir kural haline getirmiştir.
O zamanlarda kesinlikle geçerli olan, incelik ve kavrayış bakımından olağanüstü nitelik taşıyan bu düşünce sisteminin, belirli tarihi anlarda, somut durumlara uygulanabileceğine inanıyoruz. O günlerden bu yana çok önemli olaylar yaşandı, yaklaşık olarak bir milyar insanı, yani dünya nüfusunun üçte birini kapsamına alan, dünya çapında bir sosyalist sistem kuruldu. Dünya sosyalist sisteminin durmaksızın ilerlemesinin her tabakadan insanın bilincini etkilemesi sonucunda, Küba tarihinin belli bir aşamasında, devrimin sosyalist niteliği açıklandı. Bu sosyalist devrim, kendisi için gerekli temellerin oluşmasından sonra gerçekleşti.
Emperyalizmin sömürgeleştirdiği, temel endüstrisi gelişmemiş, tek çeşit ürüne ve tek bir pazara bağımlı bir ülkede, sosyalizme geçiş nasıl gerçekleştirildi?
Çeşitli görüşler ileri sürülebilir: İkinci Enternasyonal teorisyenlerinin savlarına uygun olarak, bazıları Küba'nın tüm diyalektiğin, tarihi materyalizmin ve marksizmin yasalarını altüst ettiğini, dolayısıyla hiç de sosyalist bir ülke olmadığını, eski durumuna dönüşünün kaçınılmaz olduğunu öne sürebilirler.
Ya da, daha gerçekçi bir takım kimseler, şimdiki devrime yolaçan itici güçleri Küba'daki üretim ilişkilerinde arayabilir. Fakat, doğal olarak, bu sav, Latin-Amerika'da ve dünyanın bir çok başka yerinde, devrimin Küba'dakinden de çok daha kolaylıkla yapılabileceğini kanıtlar.
Geriye üçüncü ve bizim kanımızca en doğru açıklama biçimi kalıyor: Sosyalizmle mücadeleyi sürdüren dünya kapitalist sisteminin geniş çerçevesi içinde, zayıf halkalardan biri kırılabilir. Küba, bunun somut bir örneğidir. Belirli bir anda, özel tarihi koşullardan yararlanan ve öncüsü tarafından doğru biçimde yönetilen devrimci güçler iktidarı ele geçirmiştir. Emeğin toplumsallaştırılması için gerekli nesnel koşulların önceden yeterli ölçüde varolduğu olgusuna dayanan bu devrimci güçler, ara aşamalardan sıçramalarla geçerek, devrimin sosyalist niteliğini açıklamış ve sosyalizmin kurulmasına başlamışlardır.
Üretim ilişkileriyle üretici güçlerin gelişimi arasındaki zorunlu bağlantı sorununun ele alınışının dinamik ve diyalektik biçimi bizce budur. Küba devriminin bu çözümlemelerin dışında kalması ve tarihimiz incelenirken bu büyük olayın geçiştirilmesi olanaksızdır. Küba'da sosyalist bir devrim yapılmışsa, bunun koşullarının önceden varolduğu sonucuna varıyoruz. Çünkü koşullar gerçekleşmeden devrim yapmak, iktidara geçmek, sonra da sihirli değnekle dokunulmuş gibi sosyalizmin kurulduğunu açıklamak hiç bir kuramın öngörmediği bir davranıştır. Yoldaş Bettelheim'ın da bu tür bir tavrı savunduğunu sanmıyorum.
Yeni koşullar altında, sosyalizmin doğuşu olgusu somut biçimde gerçekleşmişse, bunun nedeni, üretici güçlerdeki gelişimin üretim ilişkileriyle, tecrit edilmiş kapitalist bir ülkede beklendiğinden daha çabuk çatışmasıdır. Olay nedir? Marksizm-Leninizmin etkisi altındaki devrimci hareketin öncüsü, aşılması gereken bir dizi aşamanın bilincine varmış ve nesnel olanakların sınırları içinde tarihin akışını hızlandırmıştır.
Bu nokta üzerinde ısrarla durmamızın nedeni, Bettelheim'ın savlarındaki temel yanılgının bundan kaynaklanmasıdır.
Üretici güçlerin gelişimiyle üretim ilişkileri arasında köklü çelişkiler olmaksızın devrim yapılamayacağı somut gerçeğinden yola çıkarak, nesnel bir çözümleme sonucunda Küba'da bazı güçlerin henüz gelişmediği anlaşılsa bile, temel çelişkilerin önceden varolduğu ve bu gerçeğin Küba Devrimine sosyalist nitelik kazandırdığı sonucuna varırız. Eğer bu koşullar altında devrim başarıya ulaştıysa, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki sıkı ve zorunlu bağlarla ilgili sav, nasıl olur da, örneğin "Ekonomik Hesaplama"yı savunmakta ve bizim uyguladığımız Güçlendirilmiş Girişimler sistemine saldırmakta kullanılabilir? Güçlendirilmiş Girişimler sisteminin çarpık olduğunu söylemek, Küba Devriminin çarpık olduğunu söylemekle hemen hemen aynı kapıya çıkar. Bunlar benzer kavramlardır ve aynı çözümlemeden kaynaklanır. Yoldaş Bettelheim, Küba Devriminin doğru ve geçerli olmadığını hiç bir zaman öne sürmemiştir, ama şimdiki üretim ilişkilerinin, üretici güçlerin gelişimine uygun düşmediğini ve ileride ortaya çıkacak büyük başarısızlıkların kaçınılmaz olduğunu söylemektedir.
Bettelheim yoldaşın hatası, büyüklükleri farklı olan, fakat aynı eğilimi gösteren iki ayrı alanda nüans farkları gösteren diyalektik düşünceler uygulayamayışından kaynaklanıyor. Güçlendirilmiş Girişimler olanak bulduğu için doğdu, gelişti ve gelişimini sürdürüyor, pratiğin kanıtladığı gerçek işte budur. Yönetim yönteminin uygun olup olmadığı pek önemli değildir, çünkü yöntemler arasındaki farklar temelde nicelikseldir. Sistemimiz için beslediğimiz umutlar geleceğe, bilincin daha hızlı gelişmesine ve bilinç aracılığıyla üretici güçlerin gelişimine yöneliktir.
Yoldaş Bettelheim, Marx'ın "bilinç çevrenin ürünüdür, bunun tersi olamaz" biçimindeki savına dayanarak bilincin önemini küçümsüyor. Bettelheim yoldaşın öne sürdüklerini çürütmek için biz de Marksist kanıtlardan yararlanacağız ve ona bu savın geçerli olduğunu, ancak emperyalizmin bugünkü aşamasında bilincin de dünya ölçüsünde özellikler kazandığını söyleyeceğiz. Bugünkü bilinç, tüm dünyadaki üretici güçlerin gelişiminin ürünüdür; dünya üzerindeki kitlelerin, Sovyetler Birliği'nden ve diğer sosyalist ülkelerden aldığı derslerin ve örneklerin sonucunda oluşmuştur.
Bir ülke tek ve tecrit edilmiş olarak ele alındığında, bu ülkenin öncülerinin bilincinin genel üretici güçlerin gelişimi üzerine dayandığını kabul etmek gerekir. Bu bilinç ülkenin bulunduğu düzeyde, üretici güçlerin gelişimiyle üretim ilişkilerinin devrimi kaçınılmaz ya da mümkün kılacak çelişkileri nesnel olarak varolmasa bile, sözkonusu ülkede sosyalist devrimi zafere ulaştırabilecek yolları bulabilir.
Bettelheim'ın ikinci yanlışı, hukuki yapının bağımsız olarak varolabileceğini ısrarla öne sürmesidir. Çözümlemesinde mülkiyeti, hukuk yönünden ele alırken, üretim ilişkilerinin hesaba katılması gerektiğini durmaksızın vurguluyor. Yasal mülkiyetin ya da daha doğrusu belirli bir anda, belirli bir devletin üstyapısının, üretim ilişkilerinin gerçeklerine ters düşecek biçimde zorla kabul ettirildiğini ortaya atmak, Bettelheim'ın bilincin toplumun ürünü olduğunu kanıt gösterirken dayandığı determinizmin inkarı demektir. Doğal olarak, bütün bunlar tarih süreçleridir, fizyo-kimyasal olaylar gibi saniyenin binde biri kadar kısa sürelerle sınırlı değillerdir. İnsanlık tarihinin uzun süren gelişimi içinde gerçekleşen bütün bu süreçlerde, hukuk ilişkilerinin, ülkede o anda varolan üretim ilişkileriyle uygunluk göstermediği anlar vardır, ancak zamanla, yeni ilişkiler eskilerin yerini aldıkça, uyum yeniden sağlanır
, oysa ki ilk önce üretim ilişkilerini değiştirmeksizin üstyapıyı değiştirmek olanaksızdır.
Bettelheim yoldaş, tekrar tekrar, üretim ilişkilerinin, üretici güçlerin gelişim düzeyi tarafından belirlendiğine, üretim araçları mülkiyetinin bazı üretim ilişkilerinin hukuki ve soyut ifadesi olduğuna değiniyor, ancak bunun genel planda (dünya ölçüsünde ya da bir ülkede) geçerli olduğu, her bölgede, her an ve her durumda, üretici güçlerin gelişim düzeyiyle hukuki mülkiyet ilişkileri arasında mikroskobik, mekanik bir bağlantı kurulamayacağı gerçeği gözünden kaçıyor.
Bettelheim, hukuki ilişkilerin hiçbir şeyin temeli olmadığını söyleyerek, üretim araçları mülkiyetinin kamuya ait olmasında sosyalizmin bir ifadesini gördüklerini ileri süren ekonomi uzmanlarına saldırıda bulunuyor. Bir bakıma, yani "temel" kelimesi esas alınırsa haklı sayılabilir. Ama, asıl önemli olan üretim ilişkileriyle üretici güçlerin belirli bir gelişme aşamasında çatışmaya girmesidir. Bu çatışma, ekonomik güçlerin birikimiyle, mekanik biçimde belirlenmez, sınıflar arasındaki şiddet olaylarıyla da açıklanamaz. Ekonomik gelişme bakımından, birbirine karşıt güçlerin birikmesinden oluşan, niteliksel ve niceliksel bir toplam, tarihi ve siyasi bakış açısındansa, bir toplumsal sınıfın, bir başka toplumsal sınıfı geride bırakmasıdır. Kusursuz bir toplum düzeni kuruluncaya dek, ekonomik çözümlemeler sınıf savaşı tarihi olgusundan ayrı tutulamaz. Sınıf savaşının canlı ifadesi olan insan için, içinde yaşadığı toplumun üstyapısının temsil ettiği hukuki temel, somut belirleyici niteliklere sahiptir ve elle tutulur, gözle görülür gerçeği dile getirir. Üretim ilişkileri ve üretici güçlerin gelişmesi, tarihin akışı içinde yavaş yavaş birikime uğrayan ekonomik-teknolojik olaylardır. Somut meta, insanlar arasındaki ilişkilerin ifadesi, toplumsal mülkiyet ise, yukarıda sözkonusu ettiğimiz toplumsal ilişkilerin açıkça hissedilir ifadesidir. Özel mülkiyet temeli üzerinde işbölümünü gerçekleştiren bir ticaret toplumu varolalı, meta da varolmuştur. Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirildiği, toplumsal mülkiyetin, eski kapitalist özel mülkiyetin yerini aldığı yeni toplum varolalı, sosyalizm de varolmuştur.
Geçiş döneminin izlemek zorunda olduğu genel çizgi budur. Şu ya da bu toplumsal tabakalar arasındaki ilişkilerin ayrıntıları, ancak belirli somut çözümlemeleri ilgilendirir. Ama kuramsal çözümleme, sosyalizm yolunda ilerleyen bir toplumun insanları arasındaki ilişkilerin geniş çerçevesini kapsamına almalıdır.
Bu iki temel yanılgıdan yola çıkan yoldaş Bettelheim, üretici güçlerdeki gelişimin belirli her aşaması için, her bölgede üretim ilişkileriyle özdeşliğinin zorunluluğunu savunuyor, aynı zamanda bu ilişkileri, bunların hukuki ifadeleriyle de özdeşleştiriyor.
Bütün bunlardan amaç nedir? Bakalım, Bettelheim bu konuda ne diyor:
"Bu koşullarda, sosyalist mülkiyetin çeşitli yüksek biçimlerini tanımlarken yalnızca genel 'devlet mülkiyeti' kavramından hareket eden ve bunu tek bir genelgeçer gerçeğe indirgemeye çalışan düşünce biçimi, özellikle sosyalist devlet sektörü içinde meta dolaşımını, sosyalist ticareti, paranın oynadığı rolü, vs. incelemek sözkonusu olduğunda içinden çıkılmaz güçlüklerle karşılaşıyor."
Daha sonraki bir bölümde, Stalin'in bu iki mülkiyet biçimi arasında yaptığı ayırımı çözümlerken şunları yazıyor:
"Bu hukuki hareket noktası ve bundan çıkarılan sonuçlar, sosyalist devlet girişimleri arasındaki mübadelenin, şu an için zorunlu olarak taşıdığı ticaret niteliğini tanımamaya götürüyor ve devlet girişimleri arasındaki alım-satımların, paranın, fiyatların, ekonomik hesaplamaların, mali özerkliğin, vs., kuramsal düzeyde anlaşılmasını olanaksız hale getiriyor. Böylece bu kategoriler, tüm toplumsal içeriklerinden yoksun bırakılıyor ve bizzat Stalin'in zorunluluğunu vurguladığı nesnel ekonomik yasaların ifadesi olarak değil, soyut kalıplar ya da azçok iradeye bağlı teknik uygulamalar olarak görülüyor."
Daha önce de bazı yerlerde ortaya koyduğumuz düşüncelere açıkça karşı çıkmakla birlikte, Bettelheim yoldaşın yazısı, geniş bilgiye sahip bir ekonomi uzmanının ve bir marksist kuramcının kaleminden çıkmış olduğundan, bizler için büyük bir önem taşır. Kendisi somut bir konumdan hareketle, kanımızca iyice düşünüp taşınmadan, geçiş dönemi sırasında, sosyalist sektör içinde kapitalizme özgü kategorilerin kullanılmasını ve bireysel mülkiyetin gerekliliğini yetersiz kanıtlara dayanarak savunuyor. Marksist çizgi izlendiğinde -buna ortadoks çizgi de diyebiliriz- üretim ilişkilerinin ve toplumsal mülkiyetin ayrıntılı çözümlemesinin, bu kategorilerin korunmasıyla bağdaşamayacağını ortaya çıkararak, bunun anlaşılmaz birşey olduğunu söylüyor.
Biz de tümüyle aynı biçimde düşünüyoruz; ancak vardığımız sonuç başka: Bizce, ekonomik hesaplama sistemi savunucularının kendi kendileriyle çelişkiye girmelerinin nedeni, marksist çözümlemeler yaparak ilerlerken belli bir noktaya geldiklerinde "kaybolan halkayı" ortada bırakarak bir sıçrama yapmak zorunda kalmaları, sonra yeni bir konuma düşerek buradan düşünce çizgilerini izlemeye devam etmeleridir. Sonuç olarak, ekonomik hesaplama sistemini savunanlar, meta kavramının devlet sektörü içinde özünü yitirmeksizin nasıl korunacağını ya da sosyalist sektörde gerçek biçiminden saptırılmış pazarlarda, değer yasasından nasıl "akıllıca" yararlanılacağını hiçbir zaman doğru dürüst açıklayamamışlardır. Bu tutarsızlığı farkeden yoldaş Bettelheim, kavramları yeniden ele alıp gözden geçirmekte, ancak bitirmesi gereken yerden başlamaktadır. Sosyalist ülkelerde hâlâ varlığını sürdüren hukuki ilişkilerden ve kategorilerden yola çıkarak, bu hukuki ilişkilerin ve ticari kategorilerin varolduğu gerçeğini ortaya koyuyor, ancak bundan "madem ki vardırlar, öyleyse zorunludurlar" gibi faydacı bir sonuç çıkarıyor. Bu temelden hareket ederek, çözümleyici biçimde geriye doğru gidiyor, kuramla uygulamanın çakıştığı noktaya kadar varıyor. Bu noktada, kuramı yeni baştan yorumlayıp Marx ve Lenin'in analizini yaparak kendi sonuçlarını çıkarıyor. Daha önce göstermiş olduğumuz gibi, yanlış bir temele dayanmakla birlikte, sağlam ve tutarlı bir düşünce çizgisi izler gibi görünmesi bundandır.
Ne var ki, geçiş döneminin, tarih açısından, henüz genç olduğunu unutuyor. İnsan ekonomik ilişkileri tam anlamıyla kavradığında ve planlama yoluyla bunlara egemen olduğunda, değerlendirmede bir takım yanılgılara düşmesi kaçınılmazdır. Geçiş döneminde "varolanın" ille de "zorunlu olduğu" neden düşünülsün? Gerçeğin, bazı cesaretli atılımlara indirdiği darbelerin, yalnızca bu cesaretin sonucu olduğu neden kabul edilsin, bunlar, tamamen ya da kısmen teknik yönetim hatalarından ileri gelmiş olamazlar mı?
Bizce, Bettelheim'ın aşağıdaki savlarına benzer iddialar ortaya atmak, sosyalist planlamanın tüm teknik eksikliklerine karşın taşıdığı önemi inkar etmek anlamına gelir:
"Bundan, üretim araçlarının ve genel olarak ürünlerin yeterli oranda, yani etkili biçimde, üretim öncesi planlanarak dağıtımının olanaksızlığı ve sosyalist ticaretin ve ticari devlet kuruluşlarının zorunluluğu sonucu çıkar. Ayrıca, sosyalist sektör içinde paranın, değer yasasının ve uygun bir fiyat sisteminin rolü bu sonucun ışığında değerlendirilmelidir. Fiyatlar, yalnızca ürünlerin toplumsal maliyetini değil, bu ürünler arasındaki arz ve talep ilişkilerini de yansıtmalı ve bu konuda alınacak yönetsel önlemler üretici güçlerin gelişimini tehlikeye düşürdüğünde, planlama da yetersiz kaldığında fiyatlar arz ile talep arasındaki dengeyi sağlamalıdır."
Bizse, (Küba'da) zayıflıklarımızı gözönünde bulundurmakla birlikte, planlama konusundaki temel görüşlerimizi şöyle belirtmiştik:
"Değer yasasının bilinçli kullanılması olasılığını kabul etmiyoruz, çünkü üreticilerle tüketiciler arasındaki çelişkiyi kendiliğinden ortaya koyan bir serbest piyasanın varolmadığına inanıyoruz. Devlet girişimleri arasındaki ilişkilerde, meta kategorisinin varolmadığını düşünüyoruz, bu kuruluşları tek bir büyük girişimin, yani devletin birer parçası olarak kabul ediyoruz (pratikte ülkemiz henüz bu duruma gelmemiş olsa bile). Değer yasası ve planlama, bir çelişkiyle ve onun çözümlenmesiyle birbirine bağlı iki kavramdır. Merkezi planlamanın, sosyalist toplumun varoluş biçimi ve onu tanımlayan kategori olduğunu söyleyebiliriz. Merkezi planlama, insan bilincinin, sonunda ekonomiyi tam anlamıyla kavrayıp gerçek amacına, yani komünist toplum çerçevesinde insanın tümden kurtuluşuna yöneltmeyi başardığı noktadır."[2]
Bettelheim için ekonomik özne olan üretim birimini fiziksel bütünleşmenin (entegrasyonun) somut olarak ulaştığı dereceye bağlamak, biçimciliği son sınırına vardırmak ve Amerikan tekellerinin Küba endüstrisinin birçok dalında teknik bakımdan gerçekleştirdiklerini bizim başaramayacağımıza inanmak, yani gücümüzden ve yeteneklerimizden fazlasıyla kuşkulanmak demektir.
Gerçekten de bir ekonomik özne olan "üretim birimi" diye neyin adlandırılabileceği, elbette ki üretici güçlerin gelişim düzeyine bağlıdır. Yeterli bir bütünleşmenin (entegrasyon) sağlandığı bir üretim dalında, bu dalın kendisi de bir üretim birimi sayılabilir. Örneğin, elektrik endüstrisinde, birimlerin bir şebeke halinde birbirine bağlanmasıyla bu üretim dalı tek bir merkezden yönetilebilir.
Sistemimizi yararlılık yönünden geliştirerek, daha önce de incelenmiş olan bazı sorunları yeniden ele alıyor, onları, bilgi düzeyimizin izin verdiği ölçüde ve olanaklarımız elverdiğince, tutarlı biçimde, Marx ve Lenin'in ortaya koyduğu büyük düşüncelerin ışığında çözümlemeye çalışıyoruz. Geçiş döneminin marksist ekonomi politiğindeki çelişkileri incelemeye bizi iten de bu oldu. Sosyalist toplum gerçekte varolduğuna göre, sosyalizmin gelişimini ancak geçici bir süre için engelleyebilecekleri anlaşılan bu çelişkileri altetmeye uğraşırken, yeni toplumu bilincin ve üretimin gelişmesiyle, en hızlı biçimde ileriye götürebilmemizi sağlayan, kuram ve uygulamaya en iyi uyan yöntemleri ve örgütlenme biçimlerini aradık. Bugün ele aldığımız konu, bundan başka birşey değildir.
Sonuç olarak:
1. Bettelheim'ın çözümlemesinde iki büyük yanlış yaptığı düşüncesindeyiz.
a) Genel planda geçerli olan, üretim ilişkileriyle üretici güçlerin gelişimi arasındaki zorunlu uygunluk yasasını, mekanik biçimde, geçiş dönemi içinde bulunan belirli bir ülkenin somut bazı alanlarındaki üretim ilişkilerinin dar çerçevesine aktarmış ve buradan ekonomik hesaplama denilen sistemin doğruluğunu kanıtlamaya çabalayan ve faydacı felsefenin izlerini taşıyan sonuçlar çıkarmıştı .
b) Mülkiyet hakkındaki görüşlere de aynı mekanik çözümlemeyi uygulamıştır.
2. Bundan dolayı, uyguladığı çözümleme yönteminin zorunlu sonucu olarak vardığı bağımsız mali çalışmaların ya da muhasebe özerkliğinin üretici güçlerin belirli bir gelişme düzeyine bağlı olduğu düşüncesine katılmıyoruz.
3. Bettelheim'ın önerdiği, üretimde fiziksel olarak gerçekleştirilmiş merkezileşme (elektrik üretimi örneğini veriyor) temeline dayandırdığı merkezi yönetim görüşünü reddediyor, bu kavramı en önemli ekonomik kararların merkezileştirilmesi biçiminde kabul ediyoruz.
4. Değer yasasının bazı öğelerini (aritmetiksel biçimde para birimleriyle ifade edilen maliyet, kârlılık gibi) karşılaştırma yapmak için kullanma olanağını kabul etmekle birlikte, geçiş döneminde bu yasanın ve diğer kapitalist kategorilerin zorunlu ve sınırsız olarak geçerli olduğu görüşüne katılmıyoruz.
5. Bizce "merkezi planlama, sosyalist toplumun varoluş biçimidir", bu nedenle planlamaya, Bettelheim'dan çok daha fazla değer veriyor ve daha geniş karar yetkisi tanıyoruz.
6. Klasik marksist çözümleme yöntemiyle, sosyalist sektörde kapitalist kategorilerin varlıklarını sürdürmeleri olgusu arasındaki tutarsızlığın kuramsal incelemesinin çok önemli olduğuna ve bu noktanın daha köklü biçimde araştırılması gerektiğine inanıyoruz.
7. Ekonomik hesaplamanın savunucularına şu sözü hatırlatmak isteriz: "Tanrı beni dostlarımdan korusun, düşmanlarımı kendi başıma yenebilirim."
Ernesto Che Guevara
Dipnotlar
[1] V. İ. Lenin, Seçme Eserler (Moskova, Progres Publishers, 1967), Cilt: III, s. 776-777.
[2] Nuestla Industria, Revista Economica, No 5, Şubat 1964'te yayınlanmıştır.