THKP-C/HDÖ
TARİHSEL GELİŞİM
"THKP-C/HDÖ ve Tarihsel Gelişim" yazısı, THKP-C/HDÖ-Genel Komitesi tarafından 1977 Mart ayında yayınlanmıştır.
Yazı, 1972-1977 arasında, örgütün tarihsel gelişimi içindeki sorunları ve olayları değerlendirmektedir.
Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ
HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ
TARİHSEL GELİŞİM
Yeni bir mücadele dönemine girdiğimiz, temel mücadele biçimi olan silahlı propagandayı hayata geçirmeye başladığımız bugünlerde; örgütümüzün tarihsel gelişimini bilmek özel bir önem kazanmıştır. Halkın Devrimci Öncüleri'nin tarihsel gelişimi; örgütün hangi şartlar altında ortaya çıktığını, hangi aşamalardan geçtiğini, silahlı propagandaya hazırlık döneminde nelerin hangi ölçüde yapıldığını incelemeyi gerektirir. Böyle bir inceleme özellikle gelecekteki pratiğimize ışık tutması yönünden önemlidir.
Halkın Devrimci Öncüleri'nin tarihsel gelişimi başlıca üç döneme ayrılır:
BİRİNCİ DÖNEM (1972-74)
30 Mart 1972'de silahlı devrimci mücadele Kızıldere'de ağır bir darbe yedi. THKP-C'nin en iyi kadroları öldüler veya yakalandılar. Dışarıda, Partinin verdiği çeşitli görevleri yerine getirmiş, teorik düzeyi düşük, örgütleme tecrübesi yetersiz, yakalanmaktan kurtulmuş birkaç unsur kalmıştı. 1972 yaz başlarında öğrenci hareketi içinde ilk örgütlenme çalışmaları başladı. 1971-72'deki silahlı devrimci mücadele öğrenci kitlesinde büyük bir sempati yaratmıştı.
Bu sıralarda "Kesintisiz Devrim II-III" ilk kez bulundu ve okundu.
1972 sonbaharında okulların yeniden açılmasıyla özellikle yeni gelen öğrencileri faşistlere ve oldukça güçlenen oportünistlere kaptırmama mücadelesine girildi (o dönemde özellikle TKP ve Doktorcular güç kazanmıştı). 1972'den sonra güçlenen revizyonizm, oligarşinin ağır baskı uygulaması, THKP-C'nin tamamen dağılması; bu ortamda devrimci teorinin savunulması bile başlı başına büyük bir eylemdi.
1972 kışında silahlı devrimci mücadeleye sempati duyan 50'ye yakın unsur biraraya toplanabilmişti. Ardından THKP-C'nin merkez ve genel yürütme kurullarında görev almış çeşitli kişilerin mahkemelerde herkesin önünde sergilenen açık ihanetleri ve geçmiş mücadeleyi adiliğe varış derecesinde suçlamaları geldi. Bu durum dışarıdaki sempatizanlar üzerinde şok etkisi yarattı. Silahlı devrimci harekete duyulan sempati yerini güvensizliğe bıraktı, 50'ye yakın sempatizandan geriye bir avuç unsur kaldı.
1973 yılına bu durumda girildi. Silahlı devrimci hareketi savunanlar oldukça zorlu bir dönem yaşadılar. Oligarşinin sürekli sıkıyönetim altında uyguladığı ağır baskı, her çeşit oportünizmin olağanüstü derecede güçlenmesi ve içinde yaşanılan şartların oportünizmle açık mücadele için elverişsiz olması; bütün bunlara ek olarak da THKP-C yöneticilerinin harekete ihaneti. Önümüzde iki yol vardı: Her türlü örgütlenme çabasını ilerdeki daha elverişli şartlara bırakıp içerdekilerin de tavsiye ettiği gibi okuma ve araştırmaya gömülmek, veya ne kadar zorlu olursa olsun örgütlenme çalışmasını sürdürmek. İkinci yol tercih edildi ve bir dönem için eldeki unsurların seviyesinin yükseltilmesi çalışmasına ağırlık verildi. 1973 bu çalışma ile geçti.
Aynı yıl içinde geçmişte THKP-C saflarında mücadele etmiş içerden çıkan bazı kişilerle konuşuldu. Tümünün genel ifadesi; silahlı devrimci hareketin ideolojisinin yanlışlığı ve Rus Devrimi'nin çalışma tarzı ve örgüt anlayışı üzerine uzun övgülerdi. Her çeşit oportünizm silahlı devrimci harekete saldırmada Rus Devrimi'ni kendine dayanak yapıyordu. Buna karşılık Rus Devrimi'ni inceleyen ve tarihteki yerine oturtan, tüm oportünist iddialara cevap veren bir yazı hazırlanmasına karar verildi.
1973 seçimlerinden sonra ağır baskı dönemi yerini nisbeten daha rahat bir ortama bıraktı. Geçen 1,5 yıl boyunca sağlam unsurlar örgütlemeye çalışılmakla birlikte hiç kimse bu örgütlenmenin ileride Türkiye Devrimini gerçekleştirmeyi üstleneceğini düşünmüyordu. 1971'de THKP-C içinde nisbeten daha önemli görevlerde bulunan bazı arkadaşlar Af'la birlikte çıkacaklar ve böylece 1974'de herşeye yeniden değil, az da olsa var olan bir yapının üzerinde devam edilecekti.
1972-74 döneminde bağımsız siyasi bir örgüt değil, bazı kişilerin içerden çıkmasını bekleyen küçük bir grup idik.
1974 ilkbaharında "Rus Devriminden Çıkan Dersler" yayınlandı. Az sayıda basılmasına rağmen ulaştığı her yerde Rus Devrimi'nin ardına sığınan oportünistleri oldukça zor durumlara düşürdü.
1974 yazında Mahir Çayan yoldaşın toplu yazıları yayınlandı. Bu özellikle "Kesintisiz Devrim II-III"ün okunması yönünden önemliydi. O günlerde oportünistlerce çıkartılan söylentilere göre Mahir'in böyle bir yazısı yoktu; bu birkaç kişinin kendi kafasından yazdığı bir yazı idi. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, en açık şekilde "Kesintisiz Devrim II-III"de açıklandığına göre, oportünistlerin hangi amaca yöneldiklerini anlamak zor değildi; amaç, silahlı devrimci hareketin ideolojisini unutturmaktı.
1974 sonlarında içerden çıkan 'eskiler' ile ilk kez konuşuldu. Başlangıçtaki genel tavır, geçmiş hakkında birkaç parlak söz dışında; silahlı devrimci hareketin ideolojisi hakkında somut hiçbirşey söylememek ve 1972'den sonra dışarıda kalıp her türlü baskı altında az da olsa birşeyler yapan tek grup olan bizleri kafakola almaya çalışmaktı.
İlk önce şimdiki KSD yöneticileriyle konuşuldu. O günlerde bile sağa saptıkları belli olan bu kişilerle herhangi bir beraberlik olamazdı. Daha sonra "Devrimci" Gençlik'in bugünkü yöneticilerinden bazılarıyla görüşüldü. Bu kişiler temel mücadele biçimi olan silahlı propagandayı pratiğe geçirmek için örgütlenme önerimiz konusunda hiçbirşey söylemediler. Mahir'in yazılarını tekrar okuyacaklarını, tekrar düşüneceklerini ve geçmiş hareketin eleştirisinin mutlaka yapılması gerektiğini belirttiler.
Devrimciler yenilgilerinden ders alırlar, yenilerek yenmesini öğrenirler. Ancak silahlı devrimci hareketin geçmişi neye göre eleştirilecekti; ideolojisi mi yanlıştı yoksa bu ideolojinin tüm gereklerini yerine getirmediği için mi yenilmişti? 1971'de harekete geçmek mi yanlıştı yoksa daha kararlı ve daha örgütlü harekete geçilemediği için mi yenilgi gelmişti?
Silahlı devrimci hareketin 1971 pratiğinin mutlaka eleştirilmesi gerekir; ancak "Devrimci" Gençlik yöneticileri bu eleştiriye hangi yönden yaklaştıkları konusunda somut hiçbirşey getirmediler. Bu kadar soyut ve havada konuşan bu kişiler ayrıca durumumuz hakkında ayrıntılı bilgi istemeyi de ihmal etmediler. Herkesin çCepheci" geçindiği, ancak kimin neyi savunduğunun belli olmadığı bir ortamda eskinin cazip şöhretlerine sadece bu özelliklerinden dolayı örgütlenmeyi teslim etmek devrime ihanetten başka şey olmazdı. O dönemde henüz oldukça zayıf bir örgütlenme ile gerek dıştan ve şöhretlerin cazibesine kapılan bazı arkadaşların da içten yaptıkları tüm baskılara dayanıldı. THKP-C'nin ideolojisini savunduğunu ve nasıl hareket edeceğini açıkça belirtmeyen hiç kimseye örgütlenme hakkında hiçbir bilgi verilmedi. Bugünkü KSD ve özellikle "Devrimci" Gençlik yöneticileri bu tutumumuzu kendi kariyerlerine hakaret olarak gördüler. İşte örgütümüz hakkındaki dedikodu ve spekülasyon kampanyası bu dönemde ve açıklanan nedenlerle başlar.
Sonradan, 1974 sonlarındaki tavrımızın ne kadar doğru olduğu açığa çıktı. 1974'de ilk kez ortaya çıkan tüm oportünist fraksiyonlar ("Devrimci" Gençlik, KSD, muhalefet) THKP-C'nin yarattığı sempatiyi kendi oportünist amaçları doğrultusunda kullanabilmek amacıyla başlangıçta "Cephe" ideolojisini savunuyor gözüktüler. Devrimci pratik iki yıldan az sürede tüm örgütlerin gerçek niteliğini açığa çıkardı.
İKİNCİ DÖNEM (1975)
MEVCUT YAPININ
BAĞIMSIZ SİYASİ BİR ÖRGÜTE DÖNÜŞMESİ
1975'den itibaren "Devrimci" Gençlik de dahil olmak üzere tüm oportünistlerin gerçek yüzü açığa çıktı. Türkiye devrimini gerçekleştirmenin biz ve bizim gibi düşünenlerin üzerine düştüğü açıkça anlaşıldı.
1975'de ilk olarak KSD ve "Devrimci" Gençlik içindeki bazı şöhretlerin cazibesine kapılarak örgütün onlara teslim edilmesini isteyen; bu oportünistlere karşı açık ve kararlı bir mücadeleye girmeye karşı çıkan bazı unsurlar örgütten uzaklaştırıldılar. Bu arkadaşlar 1972-74 döneminde her türlü baskı altında THKP-C'nin ideolojisini savunmuş ve bu doğrultuda örgütlenmek için çalışmışlardı. Ancak Türkiye Devrimini omuzlamak ve eskinin bazı şöhretleriyle de sert bir mücadeleye girmek onların kaldıramayacağı bir yük idi.
Oportünizm çok güçlü idi. Biz ise oldukça zayıftık. Bu arkadaşlar, zayıf da olsak devrimci strateji doğrultusunda uzun ve kararlı bir mücadeleye girmeyi göze alamadılar.
1972-74 döneminde silahlı mücadeleye inanan, mücadelenin zorluklarının bilincinde olan, ancak teorik seviyesi ve tecrübesi düşük samimi unsurların yanısıra; "Cepheci" geçinen, ağzı iyi laf yapan ve daha iyisi bulunamadığından değer kazanan çeşitli niteliksiz unsurlar da örgüte katılmıştı. 1975'de yeni üç tür oportünizmin ("Devrimci" Gençlik, KSD, Muhalefet) gerçek yüzünün belirlenmesiyle esasen korkak ve pasifist olan bu unsurlar hızla ayrışmaya başladı. Yeni oportünist fraksiyonlara kayan bu unsurlar, hızla örgütten tasfiye edildiler. Böylece 1975'de örgütümüz homojen ve uyumlu bir yapıya kavuştu. Örgütten uzaklaştırılanlar sayıca oldukça fazla olmalarına rağmen, "devrimci bir örgüt saflarını arındırarak güçlenir" ilkesi sonuna kadar uygulandı. Bu dönemde ve daha sonra pasifist, savaşmaya niyeti olmayan bu unsurlar kararlılık ve cesaretle örgütten tasfiye edilmeselerdi; bugün sayıca daha fazla ancak gevşek ve ciddiyetten uzak bir örgüt olurduk.
1975 ilkbaharında "Devrimci" Gençlik oportünizmiyle açık olarak mücadeleye başlandı. Bazı yoldaşlar öğrenci hareketine girmekte geç kalındığını, meydanın uzun süre oportünistlere bırakıldığını bunun ise bir hata olduğunu savunurlar. Bu eleştiri örgütün geliştiği şartları dikkate almadığı için yanlıştır.
1974 sonlarına kadar hiçbir yoldaş gelecekte Türkiye Devrimini omuzlamanın biz ve bizim gibi düşünen (ve sayıları fazla olmayan) devrimcilerin üzerine düşeceğini düşünmüyordu. Dolayısıyla 1975'e kadar bağımsız siyasi bir örgüt bile değildik. İsmi bulunmayan, diğerlerinden farklı olarak neyi savunduğu bilinmeyen bir örgütün öğrenci hareketinde hiçbir şansı yoktur.
Ayrıca o dönemde çok sınırlı olan gücümüzü öğrenci hareketinde değil; uzun dönemde faydalı olacak temel kitle bağlarının kurulmasında kullanmak daha doğru idi.
Öğrenci hareketine girmekte geç kalışımızın üçüncü nedeni ise; o günlerde neyi savunduğu belli olmayan "Devrimci" Gençlik yöneticilerinin sonunda THKP-C'nin ideolojisini benimseyeceklerini düşünmemizdi. "Devrimci" Gençlik'in tepesindeki eskiden kalma birkaç kariyeristin sonunda silahlı devrimci harekete ihanet edeceklerini düşünmedik.
1975 ilkbaharında homojen ve uyumlu bir yapıya sahip, büyük şehirlerin dışına bir ölçüde yayılmış, tüm oportünist fraksiyonlarla arasına kesin çizgiler çizmiş, bağımsız siyasi bir örgüt idik. Bu sırada Ankara'da öğrenci hareketinde durum şu idi;
AYÖD'ü yöneten "eskiler" önceleri THKP-C'nin ideolojisini ve pratiğini açıkça eleştirmeyi ve mahkum etmeyi düşünüyorlardı. Ancak öğrenci kitlesinde THKP-C'ye karşı olan büyük sempatiyi görünce gerçek niyetlerini açıklamayı ileriye erteleyip "Cephe"nin adını kullanarak parsa toplamak yolunu seçtiler.
Öğrenci hareketinde legal bir isme ve legal bir derneğe sahip olmadığımızdan başlangıçta tek tek iyi unsurların örgütlenmesine ağırlık verildi. AYÖD "Kesintisiz Devrim II-III" yasakçılığı uyguluyor ve bu yazıyı kimseye okutmuyordu. "Kesintisiz Devrim II-III" çoğaltılıp dağıtıldı. Bu dönemde AYÖD'ün bize karşı mücadelede taktiği dedikodu ve spekülasyondu. AYÖD'ün tepesindeki kariyerist-oportünistlerin yaptığı çeşitli saldırılara gereken şiddette cevap verilemedi. Bunun en temel nedeni, örgütümüzün, Türkiye Devrimini omuzlamanın bizlerin üzerine düştüğü gerçeğine ve bunun ağır sorumluluğuna alışmasının biraz zaman almasıdır.
1975 yazında "Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I" yayınlandı. Bugüne kadar örgütümüzün en temel ideolojik yazısı olan "Acil"de, emperyalizmin bunalım dönemleri, emperyalist sistemdeki son gelişmeler, vb. konuları ile Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni nasıl kavradığımız etraflıca açıklandı.
"Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I" kısa sürede tüm devrimci mücadele içinde okunan ve üzerinde en çok tartışılan yazı haline geldi. Öncü Savaşını savunmak, bu savaşı başlatmak ve giderek büyüterek sürdürmek amacıyla örgütlenmeyi savunmak; o dönemde sadece bu bile, büyük bir etki yaratmak için yeterliydi. Öncü Savaşı, başta "Devrimci" Gençlik olmak üzere, tüm oportünistler için yanlış, hiçbir başarı şansı olmayan, somutta hazırlanamayacak ancak hayallerde yaşatılabilecek birşey idi. Ve bizler bu dönemde devrimci ideolojiyi savunarak ve hemen tamamen buna dayanarak 1971'de silahlı devrimci mücadelenin yarattığı etkiyi örgütledik, yayıldık ve güçlendik.
Bu dönemde pratik içinde başka bir devrimci örgütle karşılaştık. Bu arkadaşlar "Acil"i tamamen kabul ettiklerini belirttiler. Karşılıklı uzun konuşmalarla her konuda anlaşıldı ve bütünleşmeye karar verildi. Siyasal bütünleşme ve ittifaklar konusunda örgütümüzün tecrübesiz olması ve bir an önce daha da güçlenip gereken hazırlıkları tamamlayıp savaşa başlamak arzusu; sonradan da anlaşıldığı gibi, bütünleşme kararında acele edilmesinin başlıca nedenleriydi. Ancak en önemli neden, samimi, kararlı ancak çoğunlukla yeni yoldaşlardan kurulu örgütümüzün kendine güveninin yetersizliği idi.
Bütünleşen iki ayrı yapının uyumsuzluğu kısa sürede ortaya çıktı. Aramızdaki ayrılıklar oportünizme karşı tavır, çalışma tarzı ve örgüt anlayışı konularında odaklanıyordu.
Oportünizme karşı tavır konusunda bizler, özellikle "Devrimci" Gençlik oportünizmine karşı teoride ve pratikte en sert mücadeleden yana idik. Teorik yazılarla oportünizmlerinin sergilenmesi, pratikte kitle önünde teşhir edilmeleri, yüzlerindeki "Cepheci" maskesinin indirilmesi, THKP-C'nin adını kullanarak parsa toplamaya çalıştıklarının açığa çıkartılmasından yana idik. Bu arkdaşlar ise, "Devrimci" Gençlik'e karşı açık ve kararlı bir mücadeleye girilmesine daima karşı çıktılar. "Devrimci" Gençlik yöneticilerinin "Kesintisiz Devrim II-III" ile çelişkili teorik görüşlerinin kitle toplantılarında mahkum edilmesini 'siyasi hata' olarak isimlendirdiler. Bu arkadaşların her türlü oportünizme ve özellikle "Devrimci" Gençlik'e karşı yürüttüğümüz mücadeleyi frenlemeye çalışmaları oportünizme güç kazandırmıştır.
Çalışma tarzı ve örgüt anlayışı konularındaki ayrılıklara gelince: Devrimci bir örgüt yaşayan hayatın nabzını elinde tutar. Soyut olarak devrimci teoriyi savunmak hiçbir anlam taşımaz. Ülkedeki ve dünyadaki gelişmeleri yakından izlemek, sınıflar mücadelesinin yönelimlerini dikkatle gözlemek, somut durumların somut tahlilini yaparak devrimci strateji doğrultusunda gereken hedeflere yönelmek ve gereken eylemleri yapmak gerekir. Ancak, bu arkadaşların böyle bir sorunları yoktu. Sınıflar mücadelesini ve bu mücadelenin ortaya çıkardığı hedefleri ve sorunları ya hiç dikkate almıyorlar veya sadece gözlemcilik yaparak sınıf mücadelesini seyrediyorlardı.
Öncü Savaşından bir grup askeri eğitim görmüş militanın yapacağı (genellikle sınıf mücadelesinden kopuk) eylemler anlaşılıyordu. Silahlı propagandanın kitlelere politik hedef gösteren, somut olaylar etrafında siyasi gerçekleri açıklayarak kitleleri bilinçlendiren ve örgütleyen fonksiyonları tamamen unutulmuştu. Bu arkadaşlar (teoride ne söylenirse söylensin) pratikte silahlı propagandayı politik değil askeri, kitlevi değil, ferdi bir mücadele olarak ele alıyorlardı. Bu çalışma tarzına uyan örgüt ise bürokrat, sınıf mücadelesinin dışında, geniş ölçüde hareketsiz bir yapıdan başka şey olamazdı.
Örgüt anlayışı ve çalışma tarzı konularındaki ayrılıklarımızı birkaç başlık altında toplayabiliriz:
a) Önderler:
"Politik partiler, kural olarak, en sorumlu mevkilere seçilen ve önder olarak bilinen en yetkili ve deneyden geçmiş kişilerin oluşturduğu aşağı yukarı daimi politik gruplarca yönetilir."(Lenin)
Önderler, devrimci bir örgütün beynidir. Marksist-Leninist bir örgüt ne kadar çok sağlam, tutarlı, tecrübeli ve uzak görüşlü önderlere sahip olursa o ölçüde başarılı olur. Kurmay heyeti sağlam ve yeterli olmayan her örgüt sonunda bataklığa saplanır. Önderler Marksist-Leninist kadroların genel özellikleri dışında ek olarak şu iki niteliği de taşımalıdırlar:
Birincisi, somut durumların somut tahlilini çok iyi yapabilmek, sınıflar mücadelesinin gelişiminin öne çıkardığı görevleri, yönelinmesi gereken hedefleri zamanında tespit etmek ve örgütü bu doğrultuda yönlendirmek. Önderler, sınıf mücadelesinin her alanı hakkında ayrıntılı bilgi ve tecrübeye sahip olamazlar. Onlar da her insan gibi ancak belli alanlarda uzmanlaşabilirler. Ancak geneli (ülke ve dünyadaki sınıflar mücadelesinin durumu ve buna uygun olarak ne yapılması gerektiği, atılacak taktik adımların stratejik çizgiyle uygunluğunun nasıl sağlanacağı) herkesten iyi bilirler. Örgütün çeşitli parçalarını birbiriyle uyum halinde ortak hedefe yönlendirirler.
İkincisi, yönetebilme özelliğidir.
"Gizli bir örgütü yönetmenin bütün sanatı, mümkün olan her şeyden yararlanmakta, 'herkese yapacak bir iş vermekte' ve aynı zamanda bütün hareketin önderliğini, sırf bir takım yetkilere dayanarak değil, otoriteye, canlılığa, daha fazla tecrübeye, daha çok yönlülüğe ve daha fazla yeteneğe sahip olarak elde tutmakta yatar." [1*]
Yönetebilme özelliği aynı zamanda aynı temelden yola çıkan ancak farklı yapılara ve çeşitli konularda farklı düşüncelere sahip unsurları uyumlu bir bütün halinde tutabilmek demektir.
Bizler, beraber olduğumuz süre içinde bu özelliklerin hemen hiçbirini bu arkadaşlarda göremedik. Yöneticilik; daha çok tecrübeye, daha fazla çok yönlülüğe, daha çok yeteneğe göre değil de, birtakım 'yetkilere' dayanılarak elde tutuluyordu.
b) Kadrolar:
"(...) doğru siyasal çizgi ortaya konduktan sonra örgütsel çalışma bizzat siyasal çizginin kaderi, başarısı yada başarısızlığı dahil herşeyi belirler." [2*]
Doğru politik çizgi tespit edildikten sonra herşeyi kadrolar belirler.
Bu arkadaşların kadro yetiştirme yöntemleri şöyle idi:
Kadroların ülkemizdeki sınıf mücadelesinin gelişiminden, hangi hedeflere yönelmek gerektiğinden, silahlı propagandanın hayata geçirilmesi sürecinde hangi sorunların ortaya çıkabileceğinden; kısaca dünyadan haberleri yoktu.
Kadrolar sorumluluk üstlendikleri sürece gelişirler.
"Kadrolar mücadelenin somut sorunlarını bağımsızca çözmek zorunda olacakları konumlara yerleştirildikleri ve kendi kararlarından tamamen sorumlu olacaklarını bildikleri zaman en iyi biçimde gelişir ve olgunlaşırlar." (Dimitrov)
Halkın Devrimci Öncüleri'nin tarihi bu ilkenin en somut ve yoğun biçimde uygulanmasını yansıtır. Önemli sorumluluklar yeni ve doğal olarak tecrübesi az yoldaşlara cesaretle dağıtıldı. Onlara üstlendikleri sorumluluğun ağırlığı açıkça anlatıldı. Şüphesiz bu yoldaşlar üstlendikleri görevleri yerine getirirken çeşitli hatalar yaptılar. Bu hataların yapılabileceği baştan bilindiği ve bunları göğüslemeye karar verildiği için bu yoldaşların gelişimi konusunda hiçbir ümitsizliğe kapılınmadı. Yoldaşlar, somut durumların somut tahlilini yapma yeteneklerini, örgütleme ve mücadele anlayışlarını sınıf mücadelesi pratiği içinde kısa sürede geliştirdiler. İşte Halkın Devrimci Öncüleri'ni en zor şartlar altında bile ayakta tutan, örgüte güçlü bir dinamizm veren kadrolar böyle yetişti.
Kadrolara hiçbir insiyatifin tanınmadığı (insiyatiflerini kullananların ise, en küçük bir hata yaptıklarında ağır şekilde suçlandığı), herşeyin merkezden gönderilen emirlerle düzenlendiği bürokrat bir örgüt ile örgütümüzün baştan itibaren büyük bir uyumsuzluğa düşmesi doğaldır. Şüphesiz bizler mücadele içinde çeşitli hatalar yaptık; ancak çok şey de yaptık. Bu arkadaşlar ise daima az hata yapmakla övünürler; hemen hiçbirşey yapmayanların hiç hata yapmaması tabii ki doğaldır.
Aslında bu sakat kadro yetiştirme politikası doğrudan önderlerin durumundan kaynaklanmaktadır. Önderliği birtakım yetkilere dayanarak elde tutanlar bu durumlarını kaybetmemek için kadroların gelişimini önlemek zorundadırlar.
c) Örgüt yapısı:
"Marksist-Leninist bir örgütün temeli hücredir. Örneğin, öğrenci hareketinde 30 kişi var ise, bunlar yukardan aşağıya kademeler halinde hücreler içinde örgütlenirler. Hepsi genel yönetici hücreye bağlıdır; böylece piramit şeklinde bir yapı kurulur." Arkadaşların örgüt yapısı anlayışı özetle budur.
Marksist-Leninist bir örgütte gizlilik esastır; ancak sınıf mücadelesinin her alanında uygulanacak böyle kademeli hücreler biçiminde bir örgüt yapısı da tek kelime ile saçmadır. Böyle bir yapı devrimci bir örgüte değil ancak mason localarına uyar.
Sınıf mücadelesinin çeşitli biçimleri vardır. Her mücadele alanı ona uygun değişik yapıda örgütleri gerektirir. Devrimci bir örgütün ekonomik-demokratik mücadele içinde kendine bağlı olarak oluşturduğu yapı başkadır; gerilla savaşını sürdürmek için oluşturduğu yapı başkadır. Yapıların farklılığı mücadele biçiminin farklılığından doğar. Devrimci bir örgüt her mücadele alanının yapısına uygun örgütler kurar ve onları uyum halinde ortak bir hedefe yönlendirir. Bu basit gerçeği bilmemek aslında sınıf mücadelesinden habersiz olmak ile özdeştir.
d) Politik ve askeri liderliğin birliği:
Önder kadro eyleme katılmaz, sadece askeri eylemler için gereken planlamayı yapar. Bu arkadaşların politik ve askeri liderliğin birliği ilkesi üzerindeki görüşleri kısaca budur. Önder kadronun eylemlere katılmaması, onun korunması yönünden ele alınmaktadır.
Politik ve askeri liderliğin birliği ilkesini bu şekilde ele almak Öncü Savaşından hiçbirşey anlamamak demektir. Öncü Savaşının amacı, geniş halk kitlelerini silahlı mücadeleye kazanmak, yani Halk Savaşını başlatmaktır. Halk Savaşı maddi olarak güçlü düşmana karşı mutlak siyasi üstünlüğün sağlandığı şartlarda verilir. O halde Öncü Savaşının amacı oligarşinin siyasal tecrididir.
Siyasal tecrit; oligarşiye karşı savaşılabileceğini göstermek, kitlelere politik hedef göstermek, somut olaylar etrafında temel olarak silahlı propaganda ile siyasi gerçekleri açıklayarak ve tali mücadele biçimlerinin de yardımıyla kitleleri bilinçlendirmek ve örgütlemek demektir.
Öncü Savaşında düşmanın maddi değil, psikolojik olarak yıpratılması esastır (zaten küçük bir güç olan öncü, düşmana önemli maddi darbeler indiremez). Öncü Savaşı, oligarşinin tüm gücüne rağmen devrimcilerin onun otoritesinin çatlakları arasında ona karşı siyasi bir alternatif olarak doğabileceğini gösterir. Kitleleri bilinçlendirir, örgütler ve devrim saflarına çeker.
Öncü Savaşında çok kısıtlı olan gücün (öncünün) en etkin biçimde kullanılması çok önemlidir. Ülkedeki sınıflar mücadelesinin gelişimine uygun, kitlelere politik hedef gösteren eylemlerin saptanması, bunların en çok etki yaratacak biçimde gerçekleştirilmesi, eylemlerin üzerine oturtulmuş propaganda ve örgütleme çalışmasının düzenlenmesi, silahlı propaganda ve tali mücadele biçimlerinin uyumlu bir bütün halinde yürütülmesi ve mevcut gücün bu mücadele alanları arasında gereken şekilde dağıtılması. Silahlı propagandanın hayata uygulanması sürecinde ortaya çıkacak tüm sorunların yaratıcı biçimde çözümlenebilmesi için, önderler askeri eylemler de dahil olmak üzere tüm pratik faaliyet içinde yer almak zorundadırlar. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi kapalı odalarda planlar yapılarak hayata uygulanamaz.
Önderlerin askeri eylemlere katılması örgütün önderlerini koruyamayacağı anlamına gelmez. Devrimci bir örgüt askeri eylem için olsun, diğer politik faliyetler için olsun kadrolarını ve önderlerini korumak için gerekli tedbirleri alır. Ancak kaçınılmaz olarak bazı kayıplar verildiğinde de örgüt bunu cesaretle göğüsler.
Bizler, önderlerin en büyüğünden en küçüğüne kadar, her çeşit askeri eyleme her zaman girmesi gerektiğini de savunmuyoruz. Hangi nitelikteki kadronun hangi tür eylemlere katılacağı ancak somutta çözümlenebilir. Bizim karşı çıktığımız, önder kadro eyleme katılmaz şeklindeki yanlış ve sakat anlayıştır.
e) Cephe örgütlenmesi:
Cephe, emperyalizm ve oligarşiyle çelişkisi olan, silahlı mücadeleye inanan ve bir örgüt ilişkisi içinde olmayı kabul eden unsurların örgütlenmesidir.
Bu arkadaşlara göre ise, cephe sempatizan örgütüdür ve partinin vurucu gücüdür. Bu görüş, temelden sakat ve yanlıştır. Öncü Savaşı aşamasında cephe hiçbir zaman partinin vurucu gücü değildir. Öncü Savaşı, partili unsurların yönetiminde parti ve cephe üyelerince birlikte yürütülür. Tersini savunmak, partiyi bürokratik, savaştan kopuk bir örgüt olarak görmektir (esasen bu arkadaşların cephe anlayışlarıyla, önderler ve hatta kadrolar eyleme girmez; askeri eylemleri sempatizanlar yapar görüşleri arasında tam bir uyum vardır).
Özetlediğimiz tüm bu çelişkilerin sonucu olarak, 1976 başlarında iki örgütün kesin olarak birlikte olamayacağı açığa çıktı. Sınıf mücadelesinden uzak, herşeyi birkaç militanın yapacağı askeri eylemlerle çözeceğini sanan böyle bir örgüt, ancak fokoculuğun bir karikatürü olabilirdi.
Sınıf mücadelesi son derecede karmaşık ve çok yönlüdür. Bu mücadele içinde ne kadar yanlış olursa olsun çeşitli görüşleri savunan örgütler de yer alırlar. Bu örgütler, özellikle kendini tüm sola kabul ettirmiş devrimci bir örgütün bulunmadığı ortamda ortaya çıkarlar ve eğer askeri yönleri de varsa, bazı eylemleri gerçekleştirerek belli bir hareketlilik de gösterebilirler; adlarını bir ölçüde duyurabilirler. Ancak bu örgütler devrim yapamazlar. Onlar sınıf mücadelesinin belirli bir alanında ve belirli bir zaman aralığı içinde ortaya çıkar ve kaybolurlar. Onun için ideolojisi ve yapısı bozuk çeşitli oportünist örgütlerin bazı dönemlerde parlamaları, karmaşık sınıf mücadelesi pratiği içinde son derece doğaldır. Bize, her dönemde sınıf mücadelesi içinde başarıyla yer alacak bir örgüt gerekir.
Bu arkadaşlar (sözde) Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni savunuyorlardı; ancak bu stratejiyi pratiğe uygulama yöntemleri (çalışma tarzı ve örgüt anlayışı ) tam anlamıyla ütopik idi ve sınıf mücadelesinin gerekleriyle de hiçbir ilgisi yoktu. Bizler, bu son derece yanlış çalışma tarzı ve örgüt anlayışından yola çıkarak bu arkadaşların aslında devrimci bir ideolojiyi savunmadığını; lafta ne söylenirse söylensin pratikte devrim yapmaya niyetleri olmadığı sonucuna vardık.
Devrimci bir örgüt için önemli olan, ülkedeki sınıflar mücadelesini yönlendirebilmektir. Kendine hiçbir temele dayanmayan isimler yakıştıran (örneğin THKP-Cnin adını kullanmak gibi), özde hemen hiçbir şey yapılmadığı halde büyük işler yapılıyor izlenimini uyandırmaya çalışan, temel amacı örgüt içinde dönen dolapları gizlemeye yarayan son derece garip bir illegalite uygulayan bir örgüt bazı kadrolarını elinde tutabilir hatta biraz genişleyebilir de. Ancak asla gelişen sınıflar mücadelesi içinde yönlendirici olamaz, etkinlik kuramaz; bunu yapamadıktan sonra da örgütün var olması herhangi bir anlam taşımaz.
Devrimci bir örgüt gelişen sınıflar mücadelesinin yönelimlerini dikkatle gözler, somut durumların somut tahlilini yaparak gereken taktik adımları (devrimci stratejiyle uyum içinde) gerçekleştirir; somut olaylar etrafında siyasi gerçekleri açıklayarak kitlelere politik hedef gösterir, onların mücadelesini yönlendirmeye ve örgütlemeye çalışır.
1975'de MC iktidara geldikten sonra halkımız üzerindeki baskı ve terör daha da artmıştı. 1971'den farklı olarak, oligarşi resmi güçlerden daha çok sivil gücünü (MHP) kullanıyordu. Şehirlerde öğrenci ve işçi hareketine, kasaba ve köylerde işçi sınıfına, köylülüğün çeşitli kesimlerine ve genel olarak tüm ilericilere karşı yoğun saldırılar düzenleniyordu. MHP'ye vurmak, kitlelere hedef göstermek, onun baskı ve terörüne karşı kitlelerin nefretini ve direnmesini örgütlemek ve MHP'nin aslında oligarşinin sivil vurucu gücü olduğunu açıklayarak, resmi gücünü nisbeten daha az kullanarak baskı ve terörün sorumlusu olduğunu kamufle eden oligarşinin gerçek yüzünü açığa çıkartmak, önde gelen görevdi.
MHP'ye belirtilen amaçlar doğrultusunda vurmak ve yaratılan etkiyi örgütlemek. İşte sınıflar mücadelesinin gelişiminin ortaya çıkardığı hedeflere Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi doğrultusunda yönelmek, gerekli eylemleri yapmak bu şekilde gerçekleşecekti.
Sivas'da faşist kurum ve kişileri hedefleyerek yapılan bombalamalardan sonra Malatya'da yoldaşlarımız, kendilerini çeviren güvenlik kuvvetleriyle çatıştılar. Oligarşinin baskı gücünden iki kişiyi öldürdüler. Oligarşi, bölgede gücünü olağanüstü derecede yoğunlaştırarak bütün gücüyle saldırdı. Beylerderesi'nde sonuna kadar çatışan üç yoldaşımız katledildi.
Malatya olayı ülkede şok etkisi yarattı. Kızıldere'den sonra oligarşinin gerçek yüzü ilk kez bu olayda bütün çıplaklığıyla açığa çıktı; Kızıldere'den sonra ilk kez oligarşi gücünü bu ölçüde yoğunlaştırdı.
Malatya olayı, halk kitleleri üzerinde Halkın Devrimci Öncüleri lehine küçümsenmeyecek bir prestij yarattı. Önümüzdeki görev hareketi sürdürmekti. Ancak birlikte olduğumuz bu arkadaşlar başlangıçta, MHP'ye vurulması konusunda bizimle görüş birliği içinde oldukları halde, olaydan hemen sonra bizleri suçlamaya başladılar.
Devrimci bir örgüt belirli hedefler doğrultusunda yola çıkarken gereken hazırlıkları yapmakla birlikte, başarıyı olduğu kadar, başarısızlığı da göze alır. Ve devrimci tavır, hareket başarıyla bitince sahip çıkıp başarısızlıkta ise suçlamalara girişmek değildir. Şüphesiz Malatya olayı ile sonuçlanan süreçte çeşitli hatalar yaptık. En önemli hatamız, yapacağımız eylemlerin siyasi sonuçlarını ve yaratacağı etkiyi tam anlamıyla hesaplayamamak oldu. Oligarşinin eylemlerimiz üzerine baskısını bu derecede yoğunlaştıracağını hesaplayamadık. Bunda tecrübesizliğin de payı büyüktür.
Bizler her eylemimizde, gerek tecrübesizlik ve gerekse de diğer nedenler sonucu verilen tüm kayıpların sorumluluğunu üstleniriz. Hatalarımızdan gereken dersleri çıkartır ve daha hızla ileriye atılırız. Devrimci mücadele hatalardan yenilgilerden geçerek ilerler. Ancak bu arkadaşlar gibi pek az hata yapmak ve bununla övünmek devrimci değil, idealist küçük-burjuva işidir. Herşeyden önce yenmeye cesaret edememektir.
Ayrıca bu arkadaşların Malatya olayına ve orada ölen yoldaşlarımıza (örnekleri günümüze kadar uzanan) çeşitli şekillerde sahip çıkmaları sahtekârlıktan başka birşey değildir. Mevcut durum tahlilini ve bu ortamda ne yapılması gerektiğini bizler formüle ettik. (İlker yoldaşın "Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz" yazısına bakınız), görüşlerimize katıldıklarını belirten bu arkadaşların, buna rağmen yaptıkları çeşitli engellemelere rağmen harekete geçtik, eylemleri gerçekleştiren ve Malatya'da çarpışarak ölenler de bizim yoldaşlarımızdı. Bu arkadaşların tüm bu süreçteki tek fonksiyonları görüşlerimize katıldıklarını belirtmekten ibarettir. Buna rağmen ölen yoldaşlarımızın isimleri etrafında çeşitli spekülasyonlara girişmek, aslında, tabandaki bazı samimi unsurları büyük işler yapıldı havası yaratarak elde tutmak çabasını yansıtır. Bu kadar ucuz yöntemlerle ayakta tutulmaya çalışılan bir örgütün sonunda nereye varacağı da bellidir.
Malatya olayından önce billurlaşan ayrılık, bu arkadaşların dışa karşı olaya sahip çıkıp, içte ise suçlamalara girmeleri, zaten pek az olan mücadele azimlerini tamamen yitirmeleri sonucu tam anlamıyla saflaşmaya dönüşmeye başladı.
Malatya'da en üst düzeyde yönetici olan iki yoldaşımızı kaybetmiştik. Polisin tüm baskısı üzerimizdeydi. Bu arada "Devrimci" Gençlik yöneticileri spekülasyonlarını yoğunlaştırarak "yakalansalar da kurtulsak" mantığı içinde bazı yoldaşlarımızı ihbar ediyorlardı. İşte bu ortamda artık bu arkadaşlarla birlikte olamayacağımızı kesinlikle gündeme getirdik. Ayrılıkta tüm insiyatifi elimize geçirdik ve meseleyi istediğimiz gibi sonuçlandırdık. Böylesi zor şartlar altında bu nasıl başarıldı? Devrimci bir örgüt yapısı hakkında hiçbir fikre sahip olmayan bazı küçük-burjuva demokrat nitelikteki kişiler, bunu, şansa veya bireylerin politik ustalığına bağlarlar. Gerçek ise bunun tersidir:
Devrimci bir örgütü yaşatan ve esas gücünü sağlayan onun kadrolarıdır. Askeri eğitim, malzeme, maddi olanak, vb. bir örgütün yaşaması ve gelişmesi için kesinlikle gerekli olmakla birlikte, politik niteliği yüksek kadrolar herşeyin üzerinde öneme sahiptir (yüksek politik nitelikten sadece ideolojik seviyeyi değil, bu ideolojiyi başarıyla pratiğe uygulamayı da anlamak gerekir).
Bizler Malatya'da büyük bir darbe yememize ve hemen ardından da örgüt içindeki politik ayrılığın üstüne giderek çözümlememize rağmen zayıflamadık, güçlendik; bir-iki yere sıkışmadık yayıldık. Bugüne kadar ülkemizde silahlı mücadeleyi savunan hiçbir örgüt bunu başaramamıştır.
Bu durum örgütlenme ilkelerimizin, ideolojimizin en çetin şartlar altında sınanmasıdır. Bu başarı herşeyden önce devrimci ideolojiyi pratiğe uygulayan sağlam bir örgütsel yapının sonucudur. Politik bilinci yüksek, pratik ve tecrübesi iyi; herşeyi yapabilecek nitelikte kadroların sonucudur. Az sayıda bile olsa böyle bir kadronun önemini şöyle anlatabiliriz: Mahir yoldaş 1971 yazında Maltepe cezaevinde yazdığı bir yazıda şöyle der: "Şehir gerillasını yaratma aşaması bitmiştir. Şehir gerillasını geliştirme aşamasına geldik. Bu süreç içinde 6-7 tane kadro yetiştirdik."
Bu 6-7 kişi herhangi kişiler değil, herhangi bir bölgede gerilla şavaşını örgütleyebilecek kişilerdir (yani iyi kullanıldığında 6-7 bölge demektir).
ÜÇÜNCÜ DÖNEM
MALATYA OLAYI SONRASI
Malatya olayından sonra tüm oportünistler ve özellikle "Devrimci" Gençlik, bizlere çeşitli saldırılar yönelttiler. Halkın Devrimci Öncüleri'nin Malatya darbesine rağmen yıkılmaması, tersine saflarını arındırarak güçlenmesi; küçük çapta da olsa eylemlerini sürdürmesi THKP-C'nin adını kullanarak parsa toplayan "Devrimci" Gençlik yöneticilerini telaşlandırdı. "Devrimci" Gençlik'in tepesine çöreklenmiş eskilerden bazıları, kariyerlerini her türlü namussuzluğu yaparak sürdürmeye çalıştılar. Ölen yoldaşlarımıza bile dil uzattılar.
Ülke çapında güçlenmemizden iyice korkan "Devrimci" Gençlik oportünistleri, yoğun dedikodu ve spekülasyon kampanyasının yanı sıra, ideolojik saldırıya da geçerek "Acil"in eleştirisini yayınladılar. Tam bir şaşkınlık ve ahmaklığın ürünü olan bu yazı, Halkın Devrimci Öncüleri'ni en büyük düşman ilan eden "Devrimci" Gençlik oportünistlerince ülkenin her tarafına dağıtıldı. Kısa sürede "Eleştiriler Üzerine" yazısıyla gereken cevabı aldılar ve dağıttıkları yazıyı ortadan kaybetmekten başka yol bulamadılar.
1976 yaz başlarında örgüt tamamen toplanmıştı. Bu dönemde hangi hedeflere yönelinmesi gerektiği sorunu gündeme geldi. O güne kadar az çok barışçı mücadele yöntemleri kullanılarak çalışılmıştı. 1971'de silahlı devrimci hareketin yarattığı etki örgütlenmeye çalışılmıştı. Bu etki artık tamamen tükenmiş ve yeniden etki yaratma sorunu gündeme gelmişti. İlk çıkışımız (hedeflenen amaçlara ulaşılamaması yönünden) yeterince başarılı olamamıştı. Ancak Malatya'da katledilen üç yoldaşımıza, yoğun polis baskısına ve tüm oportünistlerin saldırılarına rağmen; örgütsel olarak birlikte olamayacağımız unsurlardan (insiyatifi de elde tutarak) ayrılmış, örgütü toplamış, Malatya olayından iki ay kadar sonra küçük çapta da olsa eylemlere tekrar başlamıştık. Örgüt sadece toplanmakla kalmamış aynı zamanda yayılmıştı da. Bütün bunlar en zor şartlar altında bile dayanacak örgütsel bir yapının kurulduğunu, kadroların yetiştiğini gösteriyordu. Asgari bir subjektif birikim sağlanmıştı. Sınıflar mücadelesinin gelişimine göre mevcut yapı nereye yönelmeliydi?
MC iktidarı iş başına geldikten sonra işçi dövizlerini harcayarak ve dışarıdan borç alarak, özellikle devletin ürettiği mallara zam yapmamaya çalışmış ve enflasyon oranını bir ölçüde düşürmüştü. Ancak işçi dövizlerinin tükenmeye başlaması sonucu bu politikanın uzun süremeyeceği, enflasyonun faturasının katmerli olarak halkın sırtına yükleneceği açıktı. Diğer yandan oligarşi, sivil vurucu güç olarak MHP'yi kullanarak ülkenin dört bir yanında devrimcilere saldırıyordu. Şartlar, 26 Ocak öncesinde yaptığımız durum tahlilinden fazla farklı değildi; hatta bir çıkış için daha elverişli bir ortam bile doğuyordu. Malatya darbesinden çıkardığımız dersler sonucu daha örgütlü ve planlı biçimde harekete geçmek gerekiyordu. Önümüzdeki adım, MHP'ye ve doğrudan oligarşiye vurmak amacıyla bir eylem programı hazırlamak ve bu doğrultuda gereken hazırlıkları tamamlamaktı.
Bu dönemde örgütümüz içinde, yönelinmesi gereken hedefler ve çalışma tarzının düzenlenmesi konularında ilk görüş ayrılıkları [3*] belirdi. Bu ayrılık, belirginleşerek 1976 sonlarına doğru kesin şeklini aldı. Nereye yönelinmesi gerektiği konusunda başlıca iki görüş vardı:
Birincisi, Öncü Savaşına küçükten büyüğe, basitten karmaşığa doğru gelişen biçimde başlamak. Kitleleri bilinçlendirmek ve örgütlemek için, bundan böyle temel mücadele yöntemi olarak silahlı propagandayı kullanmak. Gelişen savaş içinde örgütsel yapıyı sağlamlaştırmak ve halkın savaşçı örgütünü yaratmak. Yeni bir mücadele dönemine girmek için objektif şartlar uygundur, gerekli örgütlü güç de mevcuttur.
İkinci görüşe göre ise, örgütümüz temel mücadele biçimini hayata geçirmek için gerekli güce ulaşmış olmaktan uzaktır. Ekonomik-demokratik mücadeleye daha yoğun ve etkin biçimde girilerek gereken hazırlıklar tamamlanmalıdır.
Anlaşmazlık noktası, aslında, gereken hazırlığın tamam olup olmadığı noktasında yatmaz. Hangi hazırlıkların yapılması gerektiği konusunda anlaşmak doğrudan ne için hazırlanıldığı konusunda uzlaşmaya bağlıdır. Değişik savaş anlayışı olanlar, doğal olarak, bu değişik savaşlara değişik yöntemlerle hazırlanacaklardır. Sonuç olarak, örgütümüz içindeki anlaşmazlığın temel nedeni Öncü Savaşı anlayışından kaynaklanmaktadır.
Örgütümüzün büyük çoğunluğu temel mücadele biçiminin hayata uygulanmasını savunan görüş etrafında birleşmiş ve bununla ilgili olarak da gereken eylemleri gerçekleştirmiştir. (Bkz. Bu konuda yayınlanan bildiriler) Ve ikinci görüşü savunan arkadaşlarla olan tüm örgütsel bağlar kesilmiştir.
Burada bu arkadaşların teorik görüşlerinin eleştirisine girecek değiliz. Öncü Savaşı konusundaki görüşlerimizi yakında çıkacak "Öncü Savaşı" yazısında açıklayacağız. [4*] Bu yazıda bu arkadaşların sadece devrimci örgüt üzerindeki görüşlerine eğileceğiz ve bazı iddialarını cevaplandıracağız.
Devrimci bir örgüt içinde çeşitli konularda değişik görüşler olabilir ve hatta olması da yararlıdır. Çeşitli konularda değişik görüşleri savunanların bir arada bulunabilmesi ve uyum halinde ortak hedeflere yönelebilmesi için iki şart gereklidir:
Birincisi, değişik görüşlerin aynı temelden (devrim anlayışı, örgüt anlayışı, çalışma tarzı) kaynaklanması gerekir.
İkincisi, azınlığın çoğunluğa uymasıdır. Herhangi bir konu karara bağlanacağında çeşitli görüşler savunulabilir ve bazı yoldaşlar çoğunluğun desteklediği görüşün doğruluğu konusunda ikna olmayabilirler. Burada azınlık çoğunluğun aldığı karara uymalı ve üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. Bunu yaptıktan sonra azınlık kararla ilgili eleştirilerini yapabilir, görüşlerini örgüt içinde yayabilir. Hangi görüşün haklı olduğu pratikte anlaşıldıktan sonra eleştiri-özeleştiri mekanizması işletilerek yapılan hatalar incelenir ve düzeltilir.
Özellikle temel konularda çoğunluğun kararına uymayacağını ilan eden azınlık, örgütle tüm bağlarının kesilmesini peşinen kabul etmiş demektir.
Temel mücadele biçimi olan silahlı propagandayı pratikte uygulamak, gelişen savaş içinde örgütsel yapıyı sağlamlaştırmak, örgütün yayılması ve güçlenmesini bundan böyle esas olarak yeniden yaratılan etkinin örgütlenmesiyle gerçekleştirmek; bu temel konularda arkadaşlar Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ile ters düşen görüşler savunmuşlardır. Ve çoğunluğun aldığı karara da uymayacaklarını ilan etmişlerdir. Bu durumda bu arkadaşlarla aynı örgütsel yapı içinde bulunamayacağımız açıktır. Buna rağmen bazı arkadaşlar Halkın Devrimci Öncüleri'nden (veya kamuoyunda tanınan adıyla "Acil"den) ayrılmadıklarını söylemektedirler. Şu kadarını belirtelim ki, devrimci örgüt kişinin istediği zaman katılıp, ayrıldığı bir kulüp değildir; belirli kurallara sahiptir. Bunların en temel olanlarından birisi de azınlığın çoğunluğa uymasıdır. Bu basit gerçeği bazı arkadaşlara hatırlatmak (yaşanan bunca deneyden sonra) acıdır, ama ne yazık ki gereklidir.
Örgüt anlayışı konusunda üzerinde durulması gereken ikinci konu da, bazı iddialara ilişkindir. Bazı arkadaşlar Halkın Devrimci Öncüleri'ne özellikle maddi konularda çeşitli katkılarda bulunduklarını söylemekte ve örgütten uzaklaştırıldıktan sonra da bunları geri istemektedirler. Ahmaklıktan başka şey olmayan bu görüş üzerinde fazlaca durmayacağız. Şu kadarını belirtelim ki, devrimci bir örgüt herkesin bir pay koyarak katıldığı ayrılırken de payını geri aldığı bir anonim şirket de değildir.
Örgütümüz içinde çıkan görüş ayrılıkları konusunda çok şey söylendi. Ayrılık zaman zaman kişisel meselelere indirgendi, ayrılan arkadaşların korkak insanlar olmadığı, savaştan kaçmayacakları, vb. türünden görüşler öne sürüldü. Öncelikle şunu belirtelim ki, ideolojok plandaki ayrılıkları kişisel meselelere indirgemek ideolojik acizliğin ifadesidir ve küçük-burjuva bir karakteri yansıtır. Kişiler şu veya bu askeri eylemde cesaret göstermiş olabilirler, önemli olan bu değildir. Çeşitli oportünist örgütlerin kadroları ve hatta adi soyguncular bile herhangi bir eylemde gereken şekilde davranabilirler.
Sınıflar mücadelesinde gerçek cesaret, bu mücadelenin gelişiminin öne çıkardığı hedeflere devrimci strateji doğrultusunda yönelmektir. Teoriyi mevcut durumu haklı göstermek için değil pratiğe ışık tutacak şekilde kullanmak ve teorik tahlillerin sonuçlarını kararlılıkla pratiğe uygulamaktır. Başarının olduğu kadar başarısızlığın ve bu yolda verilecek tüm kayıpların sorumluluğunu cesaretle üstlenmektir. İşte bu nedenle sınıflar mücadelesindeki her büyük değişim yeni insanları ortaya çıkardığı gibi eskinin bazı şöhretlerini de tasfiye eder (aynı şey nisbeten barışçı şartlarda gelişmiş örgütler savaşa girdikleri zaman da olur).
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin ilkelerini ve sınıflar mücadelesinin gelişimini kavrayamayanlar veya kavradıkları halde sorumluluk taşımaktan çekindiklerinden bir kenara çekilenler veya temelsiz muhalefet yürütenler gelişen mücadelenin içinde yok olurlar. Sınıflar mücadelesi sürekli gelişen önderler ve kadrolar ister. Mao'nun şu sözleri bu konuda aydınlatıcıdır:
"(...) Bir savaşta, alt aşamalarda savaşı yönetebilen bir komutan, savaşın yüksek aşamalarında da birliklerine komuta edebiliyorsa, bu da, o komutandaki daha büyük ilerlemeyi ve gelişmeyi gösterir. Belirli büyüklükteki bir birliğe, ancak belirli bir bölgede komuta etmeye devam eden bir komutan, hiç ilerlememiş, hiç gelişmemiş demektir. Bir tek maharetle yada dar bir görüşle yetinen kimseler, ilerleyemezler, onlar, devrimin belirli bir zamanında ve yerinde, bir rol oynayabilirler ise de, bu, önemli bir rol olmaz. Bizim önemli roller oynayabilecek komutanlara ihtiyacımız var." [5*]
Bazı arkadaşlar ülkemizdeki sınıflar mücadelesinin belirli bir zamanında (mücadele nisbeten barışçıl yöntemlerle sürdürüldüğünde), belirli fonksiyonları yerine getirmişler ve yeni bir mücadele dönemine (ister cesaretsizliklerinden, isterse dar bir görüşle yetinip ilerleyemediklerinden) uyamamışlar ve ülkemiz sınıf mücadelesindeki fonksiyonlarını tamamlamışlardır. Sınıf mücadelesinin pratiği bu tesbiti kısa sürede açıkça gözler önüne serecektir.
Yeni bir mücadele dönemine girerken örgütümüz içinde ortaya çıkan ayrılık özetle şu sonuca ulaşmıştır: Savaşın sorumluluğunu kaldıramayacak olanlar (siyasal olarak cesaretsiz) gitmişlerdir. Ayrıca mücadelenin nisbeten barışçıl şartlar altında sürdüğü dönemde örgüte giren, ağzı iyi laf yapan, herkesi ve herşeyi eleştiren ancak kendisi de birşey yapmayan (kelimenin gerçek anlamıyla cesaretsiz) bazı unsurlar da birincilerin peşine takılarak gitmişlerdir. Örgütümüzün safları arınmış, ilerki bir dönemde ortaya çıksa idi, büyük zararlar verecek olan bu ayrılık, mücadelenin henüz başlangıcında iken sonuca bağlanmıştır. (bu konuda THKP-C'nin pratiği çok aydınlatıcıdır. Merkez Yürütme Komitesi'ndeki iki kişinin, savaşın ileri aşamalarında açığa çıkan ihaneti THKP-C'ye büyük zararlar vermiştir.
SONUÇ
Halkın Devrimci Öncüleri'nin (veya kamuoyunda tanınan adıyla "Acil"in) tarihsel gelişimini kısaca inceledik. Örgütümüz kısa ancak övünülecek bir tarihe sahiptir. Sıkıyönetim altında faşist baskının en azgın döneminde bir avuç insanın tüm zorluklara göğüs gererek yürüttüğü mücadele ile oluşmuş; 1975'den sonra bağımsız siyasi bir örgüte dönüşerek başlangıçtaki zayıflığına rağmen her zaman silahlı devrimci hareketin ideolojisini kararlılıkla savunmuştur. 1976'da objektif ortam elverişli olduğu halde tüm solun uyukladığı bir ortamda sınıf mücadelesinin gereklerine uygun biçimde harekete geçmiş; Malatya'da ağır bir darbe yemesine ve amaçlanan hedeflerin tümüne ulaşılamamasına rağmen yıkılmamış tersine güçlenmiştir. Örgütümüz sağlam yapısı ve kadroları sayesine Malatya darbesine ve ardından gelen politik ayrılığa rağmen eylemlerine ancak iki ay gibi kısa bir süre ara vermiştir. Bu, Türkiye solunda silahlı mücadaleyi savunan hiçbir örgütün başaramadığı bir şeydir.
Ve 1976 sonlarında objektif şartlar silahlı mücadelenin başlatılması için son derece uygun olduğu halde, herkesin muhtemel bir CHP iktidarını beklediği bir rehavet ortamında savaşma kararı alınabilmiştir.
Halkın Devrimci Öncüleri saflarını her dönemde cesaretle arındırarak güçlenmiştir. Bu konuda başlıca üç aşama vardır.
Birincisi, bağımsız siyasi bir örgüte dönüşme ve Türkiye Devrimini omuzlama sürecinde çeşitli kararsız ve çeşitli oportünist fraksiyonlara kayan unsurlardan arınmasıdır.
İkincisi, Malatya olayı sonrasında örgütün pasifist, devrim yapmaya niyeti olmayan unsurlardan arınmasıdır.
Üçüncüsü, çoğunluğun aldığı savaşma kararına karşı çıkan bir azınlığın örgütten uzaklaştırılmasıdır.
Görüldüğü gibi saflarımızın arınması herhangi dönemlerde değil; büyük olayların ve mücadelenin bir nitelik sıçraması yaptığı dönemlerin hemen öncesinde veya sonrasında gerçekleşmiştir.
Geçmiş pratiğimizden çıkan ve gelecekteki mücadelemizin daha sağlam ve sağlıklı yürümesi için mutlaka iyi kavranılması gereken dersler şunlardır:
1- Kadrolar:
Devrimci bir örgütü yaşatan, ona gücünün esas kaynağını veren kadroların niteliğidir. Halkın Devrimci Öncüleri'nin tarihi bunun en açık örneğidir. Günümüzde gittikçe gelişen ve yayılan mücadeleyi yönetmek için her seviyede yüzlerce kadroya ihtiyacımız vardır. Geri-bıraktırılmış ülkelerde silahlı mücadele öyle bir güçtür ki, bir kez başarıyla yürütülmeye başlandıktan sonra etkisi inanılmaz bir hızla yayılır. Yeni, tecrübesiz ancak savaşmaya azimli pek çok unsur devrimci saflara katılır. Bizlerin onları yetiştirmesi, yönlendirmesi ve aralarından her düzeyde savaşı yönetebilecek kadrolar çıkartmamız gerekir.
Silahlı mücadeleyi küçükten büyüğe doğru başlatan ve geliştiren ilk kadrolar zorunlu olarak nisbeten barışçıl şartlar altında yetişirler. Nitelik olarak gelişen ve yayılan savaşı yönetecek yeterli sayıda kadro ise, bizzat savaşın içinde yetişmek zorundadır.
Kadrolar konusunda önümüzdeki görev bir yandan mevcut olanların niteliklerini yükseltmeye çalışırken diğer yandan da yeni, ancak hızlı gelişmeye açık yoldaşlara fırsat tanımak, onlara destek olmak ve çeşitli sorumlulukları cesaretle onlara vermektir.
2- Merkeziyetçiliğin güçlendirilmesi:
Devrimci bir örgüt, içinde çeşitli grupların türediği, herkesin bir köşede kendi başına bir şeyler yaptığı bir yapıya sahip olamaz. Böyle bir yapı örgütsel anarşiden başka şey getirmez. Önemli olan herkesin birşeyler yapması değildir; belirli bir plan dahilinde, belirli hedeflere yönelerek uyum halinde herkesin birşeyler yapmasıdır. Bu ise herşeyden önce güçlü bir merkezi yapıyı gerektirir. Halkın Devrimci Öncüleri'nin güçlü örgüt yapısının bir nedeni kadrolarının yüksek niteliği ise, ikinci neden de güçlü bir merkeziyetçiliğin bulunmasıdır.
Merkezi yapının gücü tüm örgüte hakim olması ile belirlenir. Bu ise azınlığın çoğunluğa, daha alt kademelerde olanların daha üst kademelere ve tüm örgütün Genel Komite'nin kararlarına uyması demektir. (Şunu da belirtelim ki, güçlü merkezi yapı, kadroların insiyatifsiz bırakılması demek değildir. Önemli olan insiyatifin başı boş şekilde değil, örgütün hareket planı ve hedefleri doğrultusunda kullanılmasıdır.)
Önümüzdeki zorlu mücadele şartlarında başarıya ulaşabilmek için örgütümüzün merkezi yapısı daha da güçlendirilmelidir. "Serbest militanlığa", bağımsız davranışlarla örgütçülük oynamaya asla izin verilmemeli ve bu davranışlarda israr edenler örgütten uzaklaştırılmalıdır.
Güçlü bir merkezi yapının önemini anlamak için şu örnek aydınlatıcıdır: Bizler 1976 içinde iki politik ayrılık geçirdik; eğer bu ayrılıkların üzerine gitmeseydik, bugün ayrı olduklarımızla beraber olsaydık (ayrılan bazı arkadaşların iddiasına göre) bugün çok daha güçlü olurduk. Bu iddia temelinden sakat ve yanlıştır. Devrimci bir örgütün en temel görevinin kitlelerin mücadelesini yönetmek olduğunu ve bunun için de herşeyden önce çok sağlam bir yapıya sahip olması gerektiğini anlamayan küçük-burjuva karakterde bir görüştür. Evet, eğer bizler ayrılıkların üzerine gitmeseydik sayıca daha çok olurduk, daha çok maddi olanağımız, silahımız vb. olurdu. Ancak bugünkünden daha zayıf olacağımız da bir gerçektir. Her kafadan bir ses çıktığı, herkesin kendi düşüncesine göre hareket ettiği, birkaç yönetici merkezin türediği bir örgütsel yapı er geç dağılmaya mahkumdur. Bu tür yapılar özellikle ortamın rahat, mücadelenin keskin olmadığı dönemlerde ortaya çıkar ve varlık şartını bu ortamda bulurlar. Üyeleri çoktur ve bu nedenle çok sayıda insan ve düşük nitelikle yapılabilecek herşeyi (miting, yürüyüş, afişleme, bildiri dağıtmak vb.); hatta arada bazı silahlı eylemleri de gerçekleştirebilirler. Sınıf mücadelesinin iyice keskinleştiği, silahlı savaşa başlamak için her türlü şartın fazlasıyla var olduğu (ve dolayısıyla baskının da arttığı) ortamda ise, bu örgütler derin bir tereddüt ve şaşkınlığa düşerler (bugünkü çDevrimci" Gençlik'in durumu). İşte bu ortamda, sayıca fazla olmayan, ancak üstün nitelikli kadrolara sahip, merkezi yapısı güçlü örgütler seslerini duyururlar ve sayıca fazla olmalarına rağmen gittikçe hareketsizliğe gömülen diğerlerini tedrici olarak silerler.
Bizler iki politik ayrılığın ardından bir ay içinde (verilen kayıplara rağmen), bir yılda yaptığımızdan daha fazla sayıda eylemi gerçekleştirdik. 26 Ocak'da tek silahlı eylem koyan, 19 Şubat'ta ise diğerlerine göre en büyük eylemi yapan Halkın Devrimci Öncüleri'dir.
İşte tarihsel gelişimimizden çıkartılması gereken en önemli dersler kısaca bunlardır.
YAŞASIN ÖNCÜ SAVAŞI | | | TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ | | | |
YAŞASIN HALK SAVAŞI | | | HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ |
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ | | | THKP-C/HDÖ |
| | | Mart 1977 |
Dipnotlar
[1*] Lenin: Örgütlenme Üzerine, s: 45
[2*] Stalin: Örgüt Üzerine, s: 9
[3*] Bu konu 1971'in yarattığı etkiyi örgütlemek için de artık yeniden etki yaratmak gerekir biçiminde anlaşılmalıdır.
[4*] Bu yazı, 1978 ortalarında II. sağ-sapmanın ortaya çıkmasıyla yayınlanamadı.
[5*] Mao Zedung: Askeri Yazılar, s: 102