1970'lere kadar revizyonizm Türkiye solunda egemen unsur olmuştur. 1970'e kadarki tartışılmaz üstünlüğünü yitirdikten bu yana, değişik kılıklar altında ve yeni adlarla, eski günlerini yeniden sağlamaya çabaladığı da bir gerçektir. Genel söyleyiş olarak T"K"P'yle simgeleştirilen revizyonizmin kuyrukçu çalışma tarzı, pasifist devrim anlayışı ve kendiliğindencilik karşısında kayıtsız şartsız boyun eğişi, 1971 silahlı devrimci mücadeleyle birlikte açığa çıkmış ve dolayısıyla soldaki egemenliğini yitirmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak politik oportünizmle birleşerek revizyonizm, kendisini yeni koşullara uydurmakta fazlaca güçlük çekmediği de görülmektedir.
1971 silahlı devrimci mücadelenin, özel olarak da THKP-C' nin yaratmış olduğu olağanüstü prestij karşısında, soldaki tüm revizyonistler ve pasifistler var olabilmek için bu prestiji ortadan kaldırmayı amaç edinmek durumunda kalmışlardır. Yaratılmış olan etkiyi, prestiji ortadan kaldıramadıkları koşullarda (ki somutta hep böyle olmuştur) bu etkiyi yaratan gücü ve onun devrim anlayışını karalamak, muğlaklaştırmak, anlamsızlaştırmak, kısacası "değer"den düşürmek, revizyonistlerin temel uğraşısı olmuştur. Bunu "ideolojik mücadele" paravanası altında THKP-C'nin ideolojik-politik çizgisini tahrif ederek, olmadık montajlara tabi tutarak yapmaya çabalamışlardır.
1980 döneminde revizyonizm, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ne yönelik saldırılarında iki aşamalı bir yol izlemiştir.
İlk aşamada, THKP-C'nin çizgisini savunan ya da savunduğunu iddia eden grup ya da örgütlerin dağılması beklentisiyle, "yiğittiler", "direnişçiydiler" edebiyatıyla övgüler yoluyla "boşluğu doldurma"ya çalışmışlardır. Bu aşamada temel olarak "Devrimci" Yol'u oluşturan unsurları hedef almışlardır. DY saflarında meydana gelen gelişmeler, hemen her fırsatta, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin yanlışlığının kanıtı olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Gerçekte tabanın tersine DY'nin yönetici kliğinin bu devrimci stratejiyi terk ettiği yıllar öncesinden bilinmektedir. Buna rağmen revizyonistler ve oportünistler, DY'nin sağcı anlayışının mantıki sonuçlarını ortaya koyanları örnek göstererek, "ideolojik mücadele"yi kazandıklarını ya da kazanmak üzere olduklarını umdular.
Ama THKP-C'nin ideolojik-politik çizgisi revizyonistlerin umduğunun ötesinde dirençli çıkmıştır. Böylece ikinci aşamaya geçmişlerdir. Artık legal olanaklardan yararlanarak "doğrudan" saldırı aşaması başlatılmıştır. Uzman her legal dergide THKP-C'nin çizgisine ya da Mahir Çayan yoldaşın yazılarına sayfalarca "eleştiriler" düzülüyordu, "Kesintisiz Devrim II-III"ü okuma zahmetine bile katlanamamış büyük (!) "kuramcılar" "eleştiriler"ini pervasızca sürdürmeye koyuldular.
İşte tam bu aşamada THKP-C'nin ideolojik-politik çizgisini zayıf ve eklektik bir tarzda savunusunu yapmaya çalışan, ama öte yandan da içinden çıktığı DY'nin sağcı çizgisinin tarihsel misyonunu da korumayı isteyen DS'nin "teorik" beyanları, revizyonistler için bulunmaz bir fırsat yaratmıştır. DS'nin beyanlarına dayanarak Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi bir kez daha "eleştiri" konusu haline getirildi.
DS'nin zayıf ve eklektik tarzda THKP-C'nin ideolojik-politik çizgisini savunma çabaları, kendi içinde "birlik" adı altında büyük bir kariyer "savaşımına" girişmiş olan revizyonistlerin katkılarıyla herşeyin önüne çıkartıldı. Öyle ki, hemen tüm revizyonist ve oportünistler THKP-C'nin çizgisini sürdüren örgütlenmelerden "geriye" sadece DS'nin kaldığını ilan etmede birbirleriyle yarışa girdiler. (DS'de bu yarışa katılarak kendisini "tek ve en büyük güç" olarak ilan etti) Esas olarak 1980 öncesinde belli başlı üç örgütlenme bulunduğu gerçeği gizlenmeye çalışıldı. MLSPB'nin yurt-dışından gelen demokratizm ve doktrinizm salgınıyla, teorik düzeyde THKP-C çizgisini terketmeye yönelmiş olması olgusu, bu konuda yardımcı unsur oldu. Böylece legal planda örgütlenmiş ve bu bağlamda DY çizgisinin mirasçısı durumunda bulunan DS her türlü "eleştiri"nin çıkış noktası olarak alınabilinmiştir.
Bu noktada revizyonistlerin ve oportünistlerin özenle kaçındıkları olgu THKP-C/HDÖ'dür. Örgütümüzün 1974'den beri yayınlamış olduğu çeşitli broşürlerin teorik ve pratik önemi, revizyonistlerin altından kalkamayacakları kadar büyüktür. Dolayısıyla bu yayınların "yok" kabul edilmesi kendileri için bir "kurtuluş"tur. Öncü Savaşını uzun bir faaliyetsizlik döneminden sonra yeniden sürdürmek amacıyla hazırlık aşamasının zorlu görevleriyle uğraşan örgütlenmemizin, legal basındaki "eleştiriler"e yanıt verme gereği duymaması revizyonistlerin işini kolaylaştırmış görünmektedir. Revizyonistlerin, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ne yönelttikleri "eleştiriler" yıllar önce ileri sürdüklerinden öz ve biçim olarak farklı olmaması ve bunlara gerekli yanıtların o dönemde yayınladığımız broşürlerde verilmiş bulunması, "eleştiriler"e yeniden yanıt verilmesini gereksiz kılmaktaydı. Ancak gelinen son noktada, legal olanaklar aracılığıyla ve legal basında, DS'nin zayıf ve eklektik yorumuna dayalı olarak yapılan saldırılar yoğunluk kazanmıştır. Bunlara legal düzeyde de olsa DS'nin söyleyebileceği pek birşey yoktur. Bu koşullar altında bazı çarpıtmalara ve sözde eleştirilere yanıt vermek bir zorunluluk olmuştur.
Bu yazımızda asıl olarak, eski dönemin ünlü "gerillalar"ının revizyonist örgütlenmesi olan TKEP'in, DS'den yola çıkarak Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ne yönelttiği saldırıları ele alacağız. Gerçek niteliğini "POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ VE 'YENİ ÇÖZÜM'ÜN FIRSATÇILIĞI" adlı yazımızda ortaya koyduğumuz "tezler"e dayalı olarak, önemli bir cehalet ve bilgisizlik eğilimi taşıyan legal "
Emek" dergisinin
Eylül 1990 tarihli 9 No'lu sayısında T. TÖRE imzasıyla yayınlanmış bulunan bir yazıyı esas aldık. Bu yazıda sözü edilen, ama az da olsa ciddiye alınabilecek "tezler"i ve "eleştiriler"i gözönünde bulundurduk.
I.
T. TÖRE'NİN "İDEOLOJİK ÜRETİM YÖNTEMİ"
VE DEVRİM STRATEJİSİ
TKEP'in sayın "Genel Sekreter"i T. Töre, legal bir dergi olan Yeni Çözüm'deki bazı yazılardan yola çıkarak, dolayısıyla Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin sağ ve eklektik bir yorumunu ele alarak yazdığı yazısının ilk kısmında "ideolojik üretim yöntemi" üzerine bazı sözler söyleyerek işe başlamıştır. Amacı DS'nin zaaflarını ortaya koymaktan çok, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin "geçersizliğini" ilan etmek ve bu amaçla Mahir Çayan yoldaşı bir "aziz" haline getirmek olduğu daha ilk cümlelerden itibaren görünmektedir. Ve yazının bizi ilgilendiren kısmı da budur.
T. Töre, kendi "ideolojik üretim yöntemi"ni ortaya koymadan önce Mahir yoldaşa övgüler sıralamaktan kendisini alamamıştır. Ama bunu da pek başardığı da söylenemez. Zira ilk cümlelerinde görülen "Mahir Çayan yoldaş" sözleri ikinci cümlelerde "Mahir Çayan"a, "Mahir yoldaş" sözleri de "Mahir"e dönüşmüştür. [1] Bu açık biçimde T. Töre'nin Mahir yoldaşa "yoldaş" demeyi içine sindiremediğini göstermektedir. Bu yüzeysel övgü ve içe sindirememişlik öylesine güçlüdür ki, olmadık yerlerde "Denizler ve Mahirler" ya da "Mahirler, Denizler, Sinanlar" yazmasını getirmiştir. [2]
Yazarın "övgü"süne göre Mahir yoldaş, "Türkiye devrimci mücadelesinin yüce bir şehidi, değerli beyinlerinden biridir". [3] (abç) Mahir yoldaş, T. Töre'nin bu övgüsünü "devrimci mücadeleye kattığı önemli değerlerle elde etmiş"tir. [4] (abç) Ama, yazara göre, Mahir yoldaşı böylesine "övmek" "onun her yazdığının, her söylediğinin doğru ve tümünün bugün de geçerli olduğu anlamına gelmez". [5] (abç)
Doğal olarak bunları okuyan bir okuyucu, Mahir yoldaşın "kattığı önemli değerleri" bilmek isteyecektir. Ve gene aynı şekilde Mahir yoldaşın yazdıklarının, söylediklerinin hangilerinin doğru olduğunu ve "bugün de geçerli" olanlarının hangileri olduğunu okuyucu bilmek isteyecektir. Ama tüm yazı boyunca böyle bir şeyi bulmak olanaksızdır. Çünkü T. Töre, Mahir yoldaşın "her yazdığının, her söylediğinin yanlış ve tümünün bugün geçersiz olduğunu" düşünmektedir. Dolayısıyla hangilerinin doğru ve geçerli olduğu konusunda tek bir sözcük bile söyleyememektedir. Ama bunu açık biçimde yapmak yerine, "övgü" yoluyla yapmaya kalkmasını da yadırgamamak gerekir. Çünkü tüm tarihsel dönemlerde ortaya çıkmış olan büyük devrimciler, oportünistler tarafından "zararsız bir aziz haline getirilmek" istenmiştir ve bu amaçla onların devrimci teorilerinin özü boşaltılmaya çalışılmıştır.
T. Töre, Mahir yoldaşı "zararsız bir aziz" haline getirebilmek için "Mahir'in ideolojik üretim yöntemi" diye şu sözleri söylemekten kendini alamamıştır:
"Mahir, kendisinden önceki devrimcilerin yazmış olduklarını, söylediklerini tekrar tekrar aktararak değil, yanlışıyla doğrusuyla, kendi düşünce üretim ve yeteneğini kullanarak, ülkenin nesnel koşullarının kendince yorumuna dayanarak üretmiştir." [6] (abç)
Mahir yoldaşın yazılarını az çok okumuş herkes, burada söylenenlerin gerçek dışı olduğunu hemen görecektir. 1970 öncesinde, devrimci mücadelenin ülke içinde önemli bir teorik ve pratik birikime sahip olmadığı bir ülkede, Mahir yoldaşın "kendinden önceki" hangi "devrimcilerin" yazmış olduklarını, söylediklerini kendine çıkış noktası ya da kılavuz alabileceğini T. Töre bile söyleyemez. Söyleyemez diyoruz, çünkü T. Töre, İ. Bilen'i, M. Belli' yi, D. Perinçek'i örnek göstermeye yeltenemeyecektir.
Mahir yoldaş, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni formüle ederken, herşeyden önce ülkemiz solundaki bu türden revizyonistlere ve oportünistlere karşı yoğun bir ideolojik mücadele yürütmüştür. 1969 yılında "Aren Oportünizminin Niteliği" adlı ilk yazısında TİP oportünizmini eleştirmiştir. (Hemen ekleyelim ki, bu TİP, 1980 sonrasında TKEP ve onun sayın "genel sekreteri"nin birleşmek için yoğun çabalar sarfettiği TİP'ten başkası değildir.)
Mahir yoldaşın 1969 Ağustos'unda yazdığı ikinci önemli yazısı ise "Revizyonizmin Keskin Kokusu" adını taşımaktadır. Bu yazı, bugün "bireysel ideolojik üretim"le iştigal eden K. Somer'in Lenin'in "Devlet ve İhtilâl" kitabına ilişkin olarak yapmış olduğu tahrifatları sergilemektedir. K. Somer 1969'da TİP'in yayın organı olan "Emek" dergisinde (ilginç bir rastlantı mı?!) "şiddete dayanan devrim" tezinin geçersiz olduğunu Lenin'in "barışçıl geçişi" savunduğunu ileri sürerek savunmaktaydı. Mahir yoldaş bu revizyonist ve reformist anlayışı eleştirirken çoğu kez Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao'ya atıflarda bulunmaktadır. T. Töre'nin deyişiyle, "kendinden önceki devrimcilerin yazdıklarını, söylediklerini aktarmak"tadır. (Bu yöntemin Mahir yoldaşın kullandığı yöntem içindeki yerini daha ilerde göreceğiz.)
Gelelim ideolojik, politik ya da teorik üretim sorununa. Yukarda da gördüğümüz gibi T. Töre, bu konuda Mahir yoldaşa ilişkin açık bir şey söylememekle birlikte, bazı beyanlarda bulunmuştur:
"Mahir'in görüşlerini aşmaktır. Mahir Çayan sağ olsaydı, belki de 20 yıl önce yazmış olduklarını, bugünün Türkiyesi için savunmayacaktı... çünkü, üretici, yaratıcı insan hiçbir zaman eski ürettikleriyle, söyledikleriyle yetinmez, onlara bağlı kalamaz. Üretici insan hem kendini, hem de ürettiklerini sürekli yeniden üreterek ilerler." [7] (abç)
İşte T. Töre'nin çaresizliğinin ve sapkınlığının ifadeleri bunlardır. "İdeolojik üretim" adı altında, devrimcilerin "hiç bir zaman" ürettiklerine, ilkelerine, belirlenmiş politik çizgisine vb. bağlı kalamayacığını ileri süren bu zihniyet son tahlilde küçük-burjuva bireyciliğine yapılmış bir övgüden öteye gidememiştir.
Marksist-Leninist bir partinin devrimci mücadeleye öncülük yapabilmesi için, her şeyden önce kararlılığını göstermesi gerekir. Bu ise somut tarihsel koşulların doğru bir tahlilinin yapılması ve buna bağlı olarak doğru bir devrimci çizginin formüle edilmesini gerektirir. Devrim stratejisi olarak formüle edilen devrimci çizgi, somut koşullardaki gelişmelere ve değişmelere bağlı olarak belirlenen taktiklerle sürdürülmek durumundadır. İşte Marksist-Leninistlerin bağlı kalacakları ve üretimde bulunacakları ilk temel alanlar bunlardır. İkinci olarak (ama ikincil olarak değil), devrimin uzun vadeli sorunları, programatik sorunları, burjuva ideolojisinin ortaya çıkarmış olduğu sapmalar devrimci öncünün çözümlemek zorunda olduğu sorunlardır. Proleterya partisi, tüm örgütsel yapısıyla ve kadrolarıyla, sorunların teorik ve pratik olarak çözülmesine katılmak durumundadır. Partiyi yalın bir bilim kuruluşundan ayıran temel unsur da burada bulunmaktadır.
"'Bilim adamı' olunduğu zaman, ülkü yoktur, bilimsel sonuçlar hazırlanır ve parti adamı olunduğu zaman da, bu sonuçları pratiğe geçirmek için çalışılır." (Engels) [8]
Marksizm-Leninizmin temel belirlemeleri bir yana bırakılarak, somutta sosyalizmin inşasıyla uğraşan ülkelerin kendi yurttaşlarının siyasal yönetime daha yoğun katılımlarını sağlamanın yollarını araştırırken "keşfettiği" bazı özel yöntemleri, devrimci mücadelenin iktidarın ele geçirilmesinden önceki sürecine "monte" etmenin hiçbir gerekçesi olamaz. Ama T. Töre için, bir yandan bireyselliğin yüceltilmesi, öte yandan toplumsal "kollektivizasyon" düzeyindeki kişisel katılımları eklektik bir biçimde birleştirmek önemli bir sorun değildir! Şöyle yazıyor sayın "eleştirmen" "üretici insan":
"... İdeolojik-teorik üretim, bir parti ya da örgütün kapasite ve hiyerarşik sınırları içinde değil, Marksizm-Leninizmin geniş sınırları içinde yapılmalı ve parti-örgüt bu geniş malzeme içerisinde kendine uygun olanı seçme olanağına kavuşmalıdır." [9] (abç)
Söylenenler açıktır: Bir parti, kendi dışında "ideolojik-üretim"i teşvik etmeli ve bu dıştan sağlanacak "ideolojik" ürünler içinden kendine uygun bulduklarını (tabi olursa) seçerek kendi politikasının temeline yerleştirmelidir! Belki bugün hâlâ TKEP'in kendine özgü bir devrim anlayışına sahip olamamasının temel nedeni de, böyle bir "seçme özgürlüğünün" kendi önlerine çıkmamış olmasıdır.
"İdeolojik-üretim yöntemi"nin bu tarzı genel olarak tüm revizyonistler için geçerlidir. İşte TKEP in sayın "genel sekreter" yoldaşı ile onun da "sosyal reformist" dediği TBKP'nin sayın "genel sekreter yoldaşı" N. Yağcı'nın aynı konuda söyledikleri:
"Teori politikaya yaklaştığı ölçüde, partinin teorik çalışmaları partinin merkez disiplininden (parti üyelerinden değil, tersine onlar daha çok katılmalı) görece bağımsızlaşmalıdır. Marksist teori, yalnız Marksistlerin tartışmasıyla sınırlı olmamalı, Marksist olmayan aydınları, bilim adamlarına da açık olmalıdır." [10] (abç)
T. Töre tarafından kesinkes anti-Leninist ilan edilmiş bir kesimin "ideolojik-üretim yöntemi" ile arasındaki bu benzerlik sanırız yeterince kimin kim olduğunu göstermektedir.
Aynı konuda Lenin, tam tersi şeyler söylemektedir:
"Parti yazınının bu ilkesi neden oluşuyor? Yalnızca sosyalist proleterya için yazın çalışmasının bazı kişilerin ya da grupların kazanç kaynağı olmamasından değil, hiçbir yönden bu çalışma genel proleter davadan bağımsız bir bireysel konu olamaz. Batsın partisiz yazarlar! Batsın edebiyatla ilgili üstün insanlar! Yazın çalışması, genel proleter davanın bir parçası, tüm işçi sınıfının tüm siyasal bilinçli öncüsü tarafından harekete geçirilen bütün halindeki büyük sosyal-demokrat mekanizmanın 'vidası ve somunu' olmalıdır. Yazın çalışması, örgütlü, plana uygun, birleşik sosyal-demokrat parti çalışmasının bir parçası olmalıdır." (Lenin) [11] (abç)
"İdeolojik-üretim yöntemi" konusunda ileri-geri sözler eden T. Töre, gerçekte, "yöntem"in bile ne olduğundan habersiz görünmektedir. Konunun bilgi-bilimsel ve yöntem-bilimsel kapsamını bir yana iterek, sözde önemli tesbitler ileri sürüyormuş havasıyla hiçbir şey söyleyememesi kendisinin ne kadar "üretken" olduğunu da göstermektedir.
Yukarda gördüğümüz gibi T. Töre için, birey ne olursa olsun, "doğru-yanlış" hep birşeyler üretmelidir! Ve sonra bu ürettikleriyle de "yetinmemeli", onlara "bağlı kalmamalı"dır! İşte bu anlayış en tehlikeli oportünizmin ifadeleridir. "Sentez" adı altında her türlü "ürün"e açık olan bir oportünizm, devrimci çizgiyle arasındaki farkların gizlenmesine hizmet eder. Bu aynı zamanda dönekliğin, tutarsızlığın, kararsızlığın ve küçük-burjuva bireyciliğin yüceltilmesi anlamına da gelmektedir. Ama T. Töre'nin amacının böylesi bir niteliksizliği yüceltmek olduğunu söylemek de haksızlık olur. Aslında T. Töre bu sözleriyle kendisinin ve çevresinin somut-geçmişi ile bugünü arasında bir uyum olduğunu göstermek istemiştir. Çünkü onlar bir zamanlar birşeyler "üretmişler", sonra bu ürettiklerine "bağlı kalmayarak" "sentezci" "yeni" teoriler peşinde koşmuşlardır. Öyleyse herkes onlar gibi yaşarsa, hiç kimse onları tutarsızlıkla, ilkesizlikle suçlayamayacaktır! Ve gene bu yol egemen olursa, kendilerinin geçmiş "ürettikleriyle" meydana gelmiş ve bugün kendileri tarafından "yanlış" ilan edilen fiilleri ve "düşünceleri" yüzünden kimse onları kınayameyacak ve hatta eleştiremeyecektir! THKO'lu T. Töre ile bireysel üretici T. Töre iki farklı dünyanın insanlarıdır ve bundan "gurur" duymaktadır!
Bir insanın kendi geçmişini "justifiye" etmek için SBKP' den adaptasyonlar yapmasını da fazlaca yadırgamamak gerekir. Çünkü o, üretim olgusunu bile unutmuş durumdadır. Sürekli "ideolojik-üretim"den sözederken, "üretici insan kendini, hem de ürettiklerini sürekli yeniden üreterek ilerler" [12] diyerek SSCB'de sosyalist üretim ilişkilerine ait bir değerlendirmeyi ulu orta ileri sürmekten de geri kalamamıştır. Oysa gerçek üretimde bile "yeniden üretim" olayı çeşitlilik gösterir ve bunu az çok ekonomi-politik bilgisine sahip olan herkes bilir. Kendisinin "sürekli yeniden üretim"den kastının "basit yeniden üretim" mi, yoksa "genişletilmiş yeniden üretim" mi olduğu bile belirsizdir! Şu temel belirleme açıktır: Her insan, üretici insan kendini yeniden üretir ve bunun ilişkileri de cinsler arası ilişki olarak tanımlanır. Doğa, çevre bu üretim üzerinde etkide bulunur. Bugün kapitalist sanayileşmenin yaratmış olduğu çevre kirlenmesinin insanın bu kendini yeniden üretimini engelleyecek boyutlara ulaştığı da bir gerçektir. Ama T. Töre insanın, üretici insanın kendini yeniden üretmesinin bile ne olduğunu unutmuş görünmektedir. Belki de unutmamıştır, bizzat kendisini kastediyor olabilir. (Söz konusu olan tek hücreli amipler olmadığına göre başkaca seçenek de kalmamaktadır.) Ve kendini son 20 yılda nasıl "yeniden ürettiğine", "ürettikleriyle yetinmediğine" ve "onlara bağlı kalamaması"na atıf yapmak istemiştir belki de. Öyleyse bu "üretici insan"dan ders almak gerekir!
Bir "üretici" insan düşününüz ki, 1970-73 arasında asıl olarak Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan tarafından belirlenmiş bir çizgi izleyen THKO'nun bir mensubudur. 1974-78 arasında Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nden etkilenerek kaleme alınmış "Mücadelede Birlik" yazarı olarak ortaya çıkmıştır. 1978-80 arasında SBKP çizgisine bağlı "Emeğin Birliği" teorisyenidir, 1980-86 arası TKEP "genel sekreter"i olarak "sol birlik" oluşumunda yer almıştır ve 1986-89 arasında ise "bağımsız" bir "leninci" örgüt yöneticisidir. Ve böyle bir insanın hiçbir zaman "ürettikleriyle yetindiğini", "ürettiklerine bağlı kaldığını" hiç kimse ileri süremez. İşte T. Töre'nin övgüyle söz ettiği ve herkese önerdiği "ideolojik-üretim yöntemi"yle varılan yer budur, yani tutarsızlık, kararsızlık, istikrarsızlık, hiçbir şeye bağlı olmamak, ikide bir düşünce değiştirmek!
T. Töre'nin "ideolojik-üretim yöntemi" ile Lenin'in "İki Taktik"deki tezleri ile "Nisan Tezleri"ndeki belirlemelerini nasıl ele aldığını da görelim.
T. Töre bu konuda şöyle yazmaktadır:
"Lenin'in 'İki Taktik' eserinde yazdığı bazı formülasyonları Nisan Tezleri adlı eserinde değiştirerek, o formülasyonları hâlâ geçerli göstermenin yanlış olacağını vurguladığı gibi, Mahir'de Kesintisiz Devrim adlı eserinde yazdıklarını savunmanın yanlış olacağını söyleyebilirdi." [13] (abç)
Aynı konuda bakın Mahir yoldaş neler yazmaktadır:
"Marksist-Leninist kesintisiz devrim teorisi İki Taktik'teki formülasyondan günümüze kadr hayatın çeşitli değişiklikleri karşısında değişmiş, yeni deneylerden zenginleşip derinleşmiştir." [14] (abç)
Aynı konuda Lenin, "Nisan Tezleri" düzeyinden şunları yazmıştır:
"Proletaryanın ve köylülerin devrimci demokratik iktidarı, bu formül eskidi. Yaşam onu formüller ülkesinden gerçek ülkesine götürdü, ona kan ve can verdi. Onu somutlaştırdı ve sonuçta değişikliğe uğrattı." [15] (abç)
Lenin, hemen her zaman, özellikle de "Nisan Tezleri" döneminde "bolşeviklerin fikirlerinin", "Marksist teorinin" "bütünü içinde tarih tarafından tamamiyle doğrulanmıştır" [16] diyerek meydana gelen gelişmeleri, geçmiş formüllerin "inkarı" üzerine inşa etmediğini açıkca ortaya koymuştur. Bu da, Marksist-Leninist teorinin zenginleştirilip derinleştirilmesidir.
"İki Taktik'te formüle edilmiş olan Leninist kesintisiz devrim teorisinin bizzat Lenin tarafından derinleştirilmesi"nden [17] söz eden Mahir yoldaşı, T. Töre hiç ama hiç anlamamıştır. Mahir yoldaş bir Marksist-Leninist olarak Leninist formülasyonları zaman ve mekan kavramlarına bağlı olarak ele alıp değerlendirirken, T. Töre "bireysel düşünce üreticisi insan" olarak kendisini hiçbir şeye bağlı kılmamayı tercih etmiştir.
T. Töre'nin bilmesinde yarar gördüğümüz için, bir kez daha Mahir yoldaşın doğru devrimci çizgiyi nasıl oluşturduğunu, T. Töre'nin deyişiyle söylersek "ideolojik-üretim yöntemi"nin ne olduğunu kısaca açıklayalım:
Mahir yoldaş daha ilk yazılarından itibaren, izlediği yolu, yöntemi açık biçimde ortaya koymuştur. Bu yöntem, asıl olarak, diyalektik yöntemin en elementer iki unsuru olan zaman ve mekan kavramlarının kullanılmasına dayanmaktadır. Zaman ve mekan kavramlarının bu ele alınış tarzı, aynı zamanda oportünizmin Marksizm-Leninizmi tahrif etmesinin önüne geçilmesini de kapsamaktadır.
"... oportünizm, bilimsel sosyalizmin ustalarının eserlerini tahrif ederek, bilimsel sosyalizmin ustalarının yaşadıkları dönemin bazı ülkelerinin ayrık ve özel koşullarının oluşturduğu sosyal pratikten hareketle, o ülkeler için geçerli olan istisnai tezlerini, evrensel geçerliliğe sahip tezler diye ileri sürerek veyahut bunun tam tersi bir davranışla uzlaşmaz çıkar çelişkileri devam ettiği sürece, evrensel geçerliliğe sahip ana tezlerin geçmiş dönemin tezleri olduğunu ve içinde yaşanılan dönem için geçerli olmadığını söyleyerek kafalarda karışıklık yaratıp, kendi tezlerini sinsice sergi (ler)." (Mahir Çayan) (Ağustos 1969) [18]
"Oportünizm, her yerde ve her zaman bilimsel sosyalizmi tahrifte iki metoda başvurur.
Ya zaman ve mekan kavramlarını dikkate almadan, Marksizmin ustalarının başka tarihi şartlar için ileri sürdükleri ve yaşanılan dönemde eskimiş olan tezlere dört elle sarılır ve bu tezleri kendi sapmasına dayanak yapmaya çalışır. Veya Marksizm-Leninizmin her şart altında geçerli tezlerini 'zaman ve mekan değişmiştir, o yüzden geçerli değildir', diyerek, Marksizmi revize eder." (Mahir Çayan) (Ocak-Şubat 1972) [19]
Görüldüğü gibi Mahir yoldaşın "kendinden önceki devrimcilerin yazmış oldukları"na bakış açısı, bunların zaman ve mekan kavramlarına bağlı olarak ele alınıp irdelenmesi şeklindedir. Tabi burada söz konusu olan Marksizm-Leninizmin ustalarıdır. Gerektiğinde Marksizm-Leninizmin ustalarından tekrar tekrar alıntılar yaparak, evrensel tezler ile geçici tezleri birbirinden ayırmıştır. Mahir yoldaşın "ideolojik-üretim yöntemi"nin bu niteliği, oportünizme karşı yoğun bir ideolojik mücadele süreci içinde belirgin hale gelmiştir.
Mahir yoldaş, Marksizm-Leninizmin evrensel tezlerini geçici, eskimiş tezlerinden ayırarak, genel bir yöntem izlemiştir. Leninizmin evrensel tezlerinin belirginleştirilmesine bağlı olarak, genel olarak emperyalizmin, özel olarak ülkemizin tahlilini yapmıştır. Böylece elde edilen veriler ışığında, Marksizm-Leninizmin evrensel tezlerine bağlı olarak, ülkemiz için geçerli olan devrim stratejisini ortaya koymuştur. Mahir yoldaşın ortaya koyduğu ve ülkemiz devriminin stratejisi olarak formüle ettiği Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, genel olarak Marksizm-Leninizmin teorik-bilgi birikimine ve pratik deneyimine, özel olarak da emperyalizmin III. bunalım döneminin devrimci mücadelelerinden çıkartılan derslere dayalı olarak, yani bunlardan çıkartılan nesnel verilere bağlı olarak somut koşulların değerlendirilmesine dayanmaktadır. Bu nedenledir ki, Mahir yoldaşın "ideolojik-üretim yöntemi"nden söz edildiğinde, Marksizm-Leninizmin evrensel tezlerinin istisnai ve geçici tezlerinden ayrılmasından söz etmeksizin hiçbir yere varılamaz. Marksizm-Leninizmin evrensel tezleri, verili bir tarihsel evrede, bu evrenin özellikleri değişmediği sürece geçerliliğini koruyan tezlerdir. Dolayısıyla, verili tarihsel evrenin genel olarak nasıl gelişeceğinin saptanmasıyla bağlantılıdır. Bir başka deyişle, nesnel sürecin bilgisine dayanmaktadır.
Ama gerek revizyonistlerin tümü için, gerekse T. Töre için, böyle bir nesnel bilgi söz konusu olamaz. Çünkü "devrimci mücadeleyi belirlenmiş bir stratejiye bağlı olarak sürdürmek, stratejik hedefe hangi araçlarla ve nasıl bir mücadele yoluyla ulaşılacağını" söylemek yanlıştır. "Yığınların bir devrimci atılım sırasında yaratacağı zengin ve çeşitli biçimleri önceden kestirmek" [20] nasıl olanaksızsa, belirlenmiş bir plana bağlı olarak örgütlü bir mücadele yürütmek de o kadar yanlıştır, "taklitçilik"tir, "dogmatizm"dir vs. vs.
"Akla uygun olmak koşuluyla, bütün mücadele araçlarını, bütün mücadele plan ve yöntemlerini ilke olarak kabul etmek ile belirli bir siyasal anda sıkı sıkıya uygulanan bir plan gereğince hareket yönünü belirlemek istemini birbirine karıştırmak" [21] durumunda olan ekonomistlere Lenin'in söyledikleri açıktır. Ve Lenin "Nereden Başlamalı" yazısında şöyle yazmaktadır:
"Sonuç olarak, bir yanlış anlama olasılığını önlemek için birkaç söz daha edelim. Sürekli olarak, sistemli ve planlı hazırlıktan sözettik. Hiçbir biçimde otokrasinin sadece düzenli bir kuşatmayla veya örgütlü bir saldırıyla yıkılacağını önermeye niyetimiz yok. Böyle bir görüş, saçma ve doktriner olur. Tersine, otokrasinin, bütün yönlerden kendisini tehdit eden patlamalar ve önceden görülmeyen siyasi karışıklıklardan birisiyle, çatışma sonucunda çökmesi mümkündür ve bu olasılık tarihsel olarak çok daha fazladır. Ancak maceracı kumardan kaçınan hiç bir siyasi parti, ta baştan çalışmalarını bu tür patlamalara ve karışıklıklara dayandıramaz. Biz, kendi yolumuzdan yürümeliyiz ve düzenli çalışmamızda bir değişiklik yapmadan sürdürmek zorundayız. Ve ani süprizlere karşı güvenimiz zayıf olduğu ölçüde, herhangi bir 'tarihi an'a habersiz yakalanma şansımız da azdır." [22] (abç)
İşte revizyonistlerin ve oportünistlerin anlayamadıkları ya da anlamak istemekdikleri de budur. Onlar her zaman toplumsal süreçlerde nesnel bilgiye ulaşılamayacağını, toplumsal-siyasal süreçlerin önceden kestirilemeyeceğini söylerler. Dolayısıyla belirsizliği ve kendiliğindenciliği savunurlar. Onların bu durumunu Mahir yoldaş, daha ilk yazısında şu şekilde ortaya koymuştur:
"Revizyonizmin felsefi temeli de agnostizmden başka birşey değildir. Revizyonistler eklektik (seçmeci) bir yöntemle sorunları ele alıp yorumlarlar. Ancak 'eklektizm' lerinin temelinde agnostizm (bilinemezcilik) yattığı açıktır... Kısacası, 'somut durumların somut tahlilini' kullanmaya kalkan, diyalektikten habersiz, çatısı dar mekanik kafaların düşeceği kaçınılmaz yer, 'agnostizm'dir. Oysa Marksist diyalektik 'somut durumların somut tahlilinden' objektif bilgi teorisine geçer. Diyalektiğin objektif bilgi teorisinden habersiz, sözüm ona bir Marksist, vahaya bakıp da çölün de yeşil olduğunu zanneden kişiden farksızdır." [23] (abç)
II.
EVRİM-DEVRİM AŞAMALARI
VE OPORTÜNİZM
Yıllardır revizyonistler ve oportünistler, Mahir yoldaşın "Kesintisiz Devrim II-III"de ortaya koyduğu evrim ve devrim aşamalarına ilişkin tesbitleri karşısında ne yapacaklarını bilemez halde, ileri-geri konuşmayı ve bu yolla bu tesbitleri "çürütmeyi" denemişlerdir. Ama hemen her seferinde yüzgeri olmuşlardır. Bu nedenledir ki, sonuçta evrim ve devrim aşamalarının varlığını dolaylı olarak kabul etmek zorunda kalmışlardır. Ancak bu "kabul" evrim ve devrim aşamaları kavramlarının içinin boşaltılmasına dayalı ve başka tahrifatlar için bir zemin olarak gündeme gelmiştir. Nitekim bu "kabul"den sonra yapılan "zaten toplumsal-tarihsel süreçler nicelik-nitelik ilişkisi içinde gelişir, dolayısıyla bunlarda devrim sürecinin evrim ve devrime denk düşer" şeklinde evrim ve devrim aşamaları kavramlarını sıradanlaştırmak olmuştur. Böylece de Mahir yoldaşın evrim ve devrim aşamalarının bizim gibi ülkelerde iç içe geçtiği tesbiti, revizyonistlerce "tehlikesiz" hale getirildiği sanılmıştır.
T. Töre bu kez biraz farklı bir yol izlemiş görünmektedir. Bu nedenle de revizyonizmin genel yaklaşımının "dışına" düşmüş görünmektedir. T. Töre'ye göre, bizim gibi ülkelerde "evrim ve devrim aşamalarının iç içe geçmesi" olgusu, "eklektik ve belirsiz tesbitler"dir [24] ve "tam da reformistlerin işine gelen tesbitlerdir." [25] "Çünkü reformistler de 'evrim-devrim iç içeliği', 'evrimin nerede bittiğini, devrimin nerede başladığını ayırt etmenin fiilen imkansızlığı' biçimindeki (cümleler farklı olabilir) tezleri ileri sürerek devrimi evrimci gelişmenin içinde eritiyor, köklü nitel değişikliğe, yani devrime gerek kalmadan adım adım ilerlemeyi savunuyor. Ve sosyalizme geçişi, 'bir dizi evrimci ve devrimci dönüşümlerin iç içe geçtiği global tarihsel ilerleme' olarak formüle ediyor." [26] (abç)
T. Töre bu sözleriyle, T"K"P'yi kasdederek söylediği "reformistler"in, nasıl el çabukluğuyla evrim ve devrim aşamalarını "evrim" ve "devrim" haline ve dolayısıyla da "nicelik" ve "nitelik" düzeyine indirgediğini açıkça göstermiş olmaktadır. Gerçi böyle bir indirgeme T. Töre'yi ilgilendirmemektedir. O, revizyonistlerin ve reformistlerin "evrim ve devrim aşamaları"nı bu tür indirgemeyle tahrif etmelerinden çok, tahrif edilmiş haliyle "iç içe" geçtiğinin söylenmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla evrim ve devrim aşamaları belirlemelerine kendisinin "reformist" dedikleriyle aynı türden baktığını da ortaya koymaktadır. Bir başka deyişle, T. Töre, yukardaki sözleriyle, kendisinin kesin olarak bir reformist olduğunu ilan etmektedir.
Kimileri T. Töre'yi "reformist" olarak tanımladığımızı düşünebilir. Hatta "geçmiş mücadeleleriyle" "onurlu bir yere sahip" olan T. Töre'ye, "reformist" diyerek "hakaret" edildiğini düşünen bile olacaktır. Ama bu saptama kesinkes bizim değerlendirmemizin ürünü değildir. Bizzatihi yukardaki sözleriyle T. Töre kendisini "reformist" ilan etmiştir. Yani bunlar, T. Töre'nin kendisinin kendisi hakkındaki değerlendirmesidir. Bu konuda üç ay önce yazmış olduklarını birlikte okuyalım:
"Nesnel koşullar öznel öğeleri yaratır. Ama öznel faktörle nesnel temel arasındaki ilişki edilgen değil müdahalecidir. Bu bakımdan nesnel koşulların sınırına hapsolmayı değil, onu değiştirmeyi ve aşmayı hedefler. Öznel faktörün, kendisini yaratan nesnel koşulları aşma eylemi tekdüze bir süreç değildir. Süreç, bazan ani sıçramalarla, bazan da evrimci gelişmelerle iç içedir. İç içe geçmiş olan bu farklı gelişmeler evrim ve devrim olarak tanımlanır." [27] (abç)
"Cümleler farklı olabilir" diyerek lafızlara takılmamayı isteyen T. Töre'nin bu sözleriyle nasıl ve ne kadar "reformist" olduğunu sanırız okuyucu artık düşünmeyecektir. Çünkü bu artık TKEP'in kendi sorunu olmuştur. Ve sanırız "reformist"in tahrifata dayalı olarak Mahir yoldaşın tesbitlerine yönelik sözde eleştirilerini de ciddiye almamamızı kimse yadırgamayacaktır. T. Töre'nin kendi sözleriyle söylersek, bu tür tahrifata dayalı "bu ideolojik yaklaşım, devrimci tutum ile reformizm arasındaki net çizgiyi de silikleştirir". [28] Ve aynı zamanda revizyonizm bu yaklaşımı, ülkemiz solunda görülen "bir uçtan diğer uca yalpalamanın, doğru sağlıklı bir çizgi geliştiremenin nedenini oluşturur." [29]
III.
POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ
VE OPORTÜNİZM
Sürekli olarak "kendini" üreten, "eski ürettikleriyle, söyledikleriyle yetinmeyen, onlara bağlı kalama"yan T. Töre için sanırız en önemli sorun THKP-C çizgisine, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ne bağlı kalan ve bu stratejiyi her türlü revizyonist, pasifist ve oportünist saldırılara ve engellemelere karşın pratiğe geçirmek durumunda olan örgütlerin varlığıdır. Böyle kararlı devrimci örgütlerin varlığı T. Töre'yi rahatsız etmektedir. Bu "sıkıntı"dan kurtulmak için, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin "Türkiye için geçerli olmadığı"nı "kanıtlamaya" kalkışmıştır. T. Töre'nin THKP-C'nin devrim stratejisinin "geçersizliği" üzerine ileri sürdüklerini tek tek görelim.
"Birincisi -diyor T. Töre, bu strateji'nin Türkiye gerçekleriyle örtüşmediğinin en somut kanıtı, bugün Türkiye'de böyle bir strateji doğrultusunda nüve halinde de olsa bir hareketin, bir örgütlenmenin, bir eylemin bulunmayışıdır." [30]
Böyle bir "kanıt"lama türü, sanırız, yazarken T. Töre'nin çok hoşuna gitmiş olmalı. Zira aynı "kanıt" aracılığıyla, kendisini "bulunuşundan" yola çıkarak kendi "geçerliliği"ni ispatlayabilmesi olanaksızdır. Ama bir devrimci stratejinin doğru ya da yanlışlığı bu türden somut kanıtlara yani ortada herhangi bir örgüt vs. bulunmasına bağlı olsaydı, sanırız en çok örgütlenmeye sahip ve sık sık "eylem" yapanların devrim anlayışları doğru olurdu. Dolayısıyla da Türkiye solundaki her hareketin anlayışını doğru kabul etmemek için hiçbir "somut" kanıt ileri sürülemezdi.
Ama bir devrimci örgütlenmenin çizgisinin doğru ya da yanlışlığı, stratejinin geçerli ya da geçersizliği bu türden "somut" lukla ortaya konulamaz. Ayrıca bir devrimci örgütlenmenin "nüve" halinde de olsa varlığı ya da yokluğunun bilgisi T. Töre'ye ilişkin bir "nesnellik" taşımaz. Üçüncü olarak, bir devrimci örgütün ne zaman harekete geçeceği, nerede ve hangi eylemleri yapacağı bazı bireylerin istemine bağlı değildir. Bu birey isterse eski bir gerilla olsun. Bir devrim stratejisinin geçersizliğini kanıtlamak için bu tür "kanıtlar" ileri sürmek, olsa olsa kişinin bu devrim stratejisi karşısında düştüğü ideolojik ve politik acizliği gösterir. Legal bir yayında bu türden beyanlarla kendi sapmasına dayanak bulmaya çabalamak ise sadece demagogların işidir. T. Töre'nin bir demagog olmaması, bu türün yöntemlerine yönelmemesinin "kanıtı" da olamaz.
T. Töre, kendince "somut kanıt" ileri sürmekle birlikte, içinin de pek rahat olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla sürekli bir endişe içinde kendi kendine konuşur:
"Peki böylesi eylemler, bir hareket suni olarak yaratılamaz mı? Yaratılabilir. Ama adı üstünde suni ve tabi ki kısa ömürlü olmaya mahkum. Tutunamaz. Türkiye şartlarında bunlar denenmiş şeylerdir. Başarılı olamaz." [31]
Bu sözleri yazarken T. Töre'nin kendi endişelerini ne kadar yendiğini bilemeyiz, ama buradaki yalın totolojiyi kimse görmezlikten gelemez. Bir örgütlenmenin iradi olarak oluşturulması, ona göre "suni"dir. Evet, buna bir itirazımız olmayabilir, çünkü TKEP iradi bir oluşum değildir, o "uygun mevsimde" tohumu atılmış bir bitkidir. SBKP'nin gölgesi altında ve sağladığı "zemin" üzerinde oluşturulmuştur. Dolayısıyla herkesi ve her örgütlenmeyi kendileri gibi zannetmek için bol bol somut kanıta sahiptir! Ama T. Töre'nin korkmasına, kaygılanmasına gerek yoktur! Madem bu tür örgütlenmeler "tutunamaz", öyleyse kendisinin bu tür örgütler "bulunmadığı" beyanını yalanlayanların çıkması birşey ifade etmeyecektir. Korkunun ecele faydası yoktur!
"Teoride herşey gridir dostum, ama yaşam ağacı her zaman yeşildir." (Lenin)
Gelelim diğer kanıtlara:
T. Töre'ye göre, ikinci kanıt (!), "pratikte varolan ve yükselerek devam eden ... ekonomik, demokratik, politik biçimlerin hiçbirisi, 'silahlı propaganda' yaparak 'öncü savaşı' veren silahlı gücün eylemine 'tabi' olarak gelişmiyor" [32] olmasıdır.
Bugün olduğu gibi, geçmişte de hiç kimse kitlelerin kendiliğinden hareketlerinin silahlı propagandanın bir ürünü olduğunu ya da bu tür hareketlerin silahlı propagandaya tabi kılındığını iddia etmediği açıktır. Mahir yoldaş çok açık biçimde silahlı propaganda dışındakı ekonomik, demokratik ve politik mücadele biçimlerinin devrimci örgüt tarafından nasıl ele alınması gerektiğini ortaya koymuştur.
"İşte silahlı propagandayı temel, öteki politik ekonomik ve demokratik mücadele biçimlerini bu temel mücadele biçimine tabi (tali) olarak ele alan devrimci stratejiye Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi denir." [33]
Ama bu ele alış tarzı birşeydir, kitlelerin kendiliğinden mücadeleleri ayrı şeydir. Ne Mahir yoldaş, ne de bizler kitlelerin kendiliğinden gelme mücadelelerini yarattığımızı asla söylemedik. T. Töre'nin kendi deyişiyle söylersek, onlar "adı üstünde" kendiliğinden hareketlerdir.
Fakat belki bizler yanılıyoruzdur. Sözü edilen mücadeleler belki de "kendiliğindenci" değildir. Belki de TKEP'in mücadelesiyle "gelişen" hareketlerdir. Doğrunun ne olduğunu öğrenmenin tek yolu T. Töre'ye kulak vermekten geçer:
"Türkiye işçi sınıfı hareketinin acil ihtiyacı, kendiliğinden yükselmekte olan sınıf hareketiyle, sosyalist hareketin çakışmasını, kucaklaşmasını sağlamaktır." [34] (abç)
"Daha da somutlaştıracak olursak, en azından bugün kendiliğinden harekete geçmiş olan yığınların bu mücadelelerine bilinçli ifadeler vererek örgütlü hale getirmek ve mücadeleyi, bilinçli politik mücadele düzeyine yükseltmek için çalışmak gerekir. İşçilerin, gençliğin, kadınların, cezaevlerindeki direniş eylemlerini koordineli hale getirerek mücadeleyi bir genel halk ayaklanması boyutlarına çıkarmak perspektifi izlemek gerekiyor." [35] (abç)
İşte T. Töre'nin mevcut ekonomik-demokratik hareketlerin niteliğine bakışı ve buna karşı yapılması gerekenler üzerine düşünceleri budur. Ama bu haksızlık değil midir? Kendisi için geçerli saydığı şeyleri başkaları için geçersiz ilan etmesini nasıl haklı gösterebilecektir? Bir yandan kitle hareketlerinin kendiliğindenci -konjoktürel- gelişmesine bakarak, bu hareketlerin "kendiliğinden" gelme olduğunu kabul edeceksin, öte yandan "silahlı propaganda ile gelişmiyor" diyerek bizlerin mevcut kitle hareketlerini kendiliğinden gelme olduğunu kabul etmediğimizi ima edeceksin. Aynı şekilde bir yandan kendiliğinden hareketleri bilinçli- örgütlü hareketlere dönüştürmekten, onları "koordineli hale getirmek"ten söz edeceksin, öte yandan ekonomik-demokratik mücadeleleri politik mücadeleye, silahlı propagandaya tabi kılınmasını söyleyenleri eleştireceksin, bunlar sanırız T. Töre için bile "hududu aşmak"tır.
T. Töre'nin Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin geçersizliği üzerine getirdiği üçüncü kanıt (!) ise oldukça ilginçtir! T. Töre'ye göre, "daha çok Öncü Savaşı" "devletle halk yığınlarını birbirinden soyutlama" ve "devletin militarist yüzünü yığınlara gösterme" amacını ifade eder. [36] Ona göre, böyle bir amaçla Öncü Savaşı yürütmek doğru sayılabilir, ancak artık ülkemizde "devlet halktan soyutlanmış ve halkın karşısında baskıcı, militarist bir güç haline gelmiş" [37] olduğu için "geçersizdir"! Bir başka deyişle, T. Töre, ülkemizde sözünü ettiği gelişmeler olmasaydı belki de Öncü Savaşını savunuyor olacaktı!
Ama bu, genel olarak Öncü Savaşının doğru olduğunu söylemek değil midir? Buna cevap vermek T. Töre'ye düşer.
Evet, Öncü Savaşının amacı geniş halk kitlelerini silahlı mücadeleye kazanmak, yani Halk Savaşını başlatmaktır. III. bunalım döneminin geri-bıraktırılmış ülkelerinde hakim sınıfların (oligarşinin) siyasal tecriti herşeyden önce suni dengenin bozulup, bu tepkilerin açığa çıkartılmasıyla olur. Bir başka deyişle, Halk Savaşının verilebilmesi için gerekli siyasal ve moral üstünlük, Öncü Savaşıyla oligarşinin siyasal tecriti ile sağlanabilir.
Ama bu, T. Töre'nin "yazdıklarına, söylediklerine" uygun değildir. Çünkü ona göre, Öncü Savaşının amacı "devleti halktan soyutlama", "devletin militarist yüzünü yığınlara gösterme"dir. Bu bizim tanımlarımızın sıradanlaştırılmasından başka birşey değildir. Ve üstelik bunu yaparken Marksist devlet teorisini bile unutabilmiştir.
Bilindiği gibi Engels, devleti, "toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve gitgide ona yabancılaşan bir güç" olarak tanımlar. Bu nedenle, devlet, varolduğundan beri, toplumdan soyutlanmış bir güç durumundadır. Bizim sözünü ettiğimiz siyasal tecrit, devletin toplumdan (halktan) soyutlanması durumu değildir. Siyasal tecrit, halk kitlelerinin oligarşinin siyasal karar ve tutumlarını benimsememesi, siyasal çözüm önerilerini kabul etmemesi, alınmış siyasal kararlarına uymaması durumudur. Bir başka deyişle, siyasal tecrit durumu halk kitlelerinin bilinçlenmesine ilişkindir. Yoksa halk kitlelerinin mevcut düzene, egemen sınıflara ve devlete, belirli bir tepkisi ve onlardan memnuniyetsizliği durumu değildir. Öncü Savaşı, kitlelerin mevcut düzene karşı tepkilerinin ve memnuniyetsizliğinin varlığını temel alır, ama onun amacını belirleyen, bu tepkilerin oligarşi tarafından (asıl olarak siyasal zorla) pasifize edilmiş olması olgusudur.
T. Töre bu belirlemeleri işine geldiği gibi tanımlayarak ortaya çıkmıştır. Ve bunu yaparken Mahir yoldaşın yıllar önce söylediklerini farklı sözcüklerle bir kez daha yinelemekten kendini alamamıştır:
"Türkiye'de bugün kitleler, tekelci kapitalizmin sömürüsünü, devletin tekelci sömürüyü koruyup kollayan yüzünü, baskı ve işkencelerini, insanlık-dışı yöntemlerini yaşayarak görüyor, öğreniyor. Mutlak yoksullaşmanın sürekli derinleştiği ülkemizde emekçi halk kitleleri, sosyal yaşamlarından birçok şeyin bilincine varmış, bir çok şeyi öğrenmiştir. Şimdi emekçi halk kitlelerinin devletin, sistemin niteliğini öğrenmekten çok, bu insanlık-dışı sistemi değiştirmek için güveneceği güçlü bir önderliğe ve örgütlülüğe ihtiyacı vardır." [38] (abç)
T. Töre, bu sözleriyle siyasal gerçekleri açıklama kampanyasının,dolayısıyla halk kitlelerinin bilinçlendirilmesinin artık önemli olmadığını söylemektedir. Mahir yoldaşın yıllar önce, siyasi gerçeklerin açıklanmasının gerekmediği gibi bir aptallığa kulak asmaksızın, "bugün Anadolu'nun pekçok yerinde halkın uyanık kesimleri düzenin bütün partilerinden umutlarını kesmişler ve bu sefaletten kurtulmanın tek yolunun isyan etmek olduğunun bilincine varmışlardır" [39] dediğinde çılgına dönenlerin, yıllar sonra bunları, çarpık da olsa söyleyebilmeleri ilginçtir.
Halk kitlelerinin "sosyal yaşamlarından" "bilinç" kazanmalarından söz etmenin ne kadar ciddiye alınabilineceğini bilemiyoruz. Ama böyle bir mantığa karşı Lenin'in "Ne Yapmalı?" yazısında yeterince yanıt verdiği kesindir.
Ve yine halk kitlelerinin "bugün" "öğrenmekten çok" başka şeylere gereksinmesi olduğunu söylemek yeterli değildir.
"Devrimin bizi ve halk yığınlarını eğiteceğinden kuşku yoktur. Ama militan bir siyasal partinin şimdi karşı karşıya olduğu sorun, bizim, devrime herhangi bir şey öğretip öğretmeyeceğimiz sorunudur." [40]
T. Töre'nin böyle bir sorunu olmadığı da açıktır. Mao'nun ünlü formülasyonu olan "emperyalizmin yumuşak karnı kırlardır" belirlemesini bile unutmuş, dolayısıyla "yumuşak karnı 'politikleşmiş askeri savaş' ve 'düzenli ordular' değildir" [41] diyebilen birisi için bu son derece doğaldır.
IV.
MARKSİST-LENİNİST PARTİ
VE TKEP'Lİ T. TÖRE
"Yeni Çözüm" dergisinin zayıf ve eklektik tarzda yorumlamaya çalıştığı Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni, bu legal derginin kendi çevresiyle sınırlı ilişkileriyle ele alıp eleştirmeye kalkan T. Töre, tüm yazı boyunca TKEP'in "iyi parti" olduğunu, "yeni parti" olduğunu, "leninci parti" olduğunu, kısacası herhangi bir "parti" olduğunu vurgulamaktadır.
T. Töre'nin sahip olduğu TKEP'in "bir parti" olduğu konusundaki ısrarına bir diyeceğimiz yoktur. Dediği gibi, "Türkiye'de yeni tip Leninist bir örgüt-parti var" [42] olabilir, ve hatta denildiği gibi bu örgüt çok iyi tarım uzmanlarına sahip olduğu için uygun "mevsim"i bulmuş, "doğal kökleri üzerinde" yetiştirilmiş de olabilir. Başkaları mevsimi kaçırmış" bile olsalar, birilerinin kendilerini "Leninist örgüt" ilan etmeleriyle Leninist örgüt olunamayacağını iyi bildiklerini T. Töre unutmamak zorundadır.
T. Töre'nin "değerli" tarım uzmanlığı sayesinde, uygun "mevsim"de yetiştirdiği "yeni leninci parti"sinin en büyük meziyeti "tüm üyelerin eşitliğini sağlayan en geniş parti içi demokrasi" uygulayabilmesi olduğunu sık sık duyuyoruz. Günümüzde moda olan şu ünlü parti içi demokrasi havarilerinin ""leninci" "bir parti" olduklarını söylemeden, biraz Lenin'den öğrenmeye gereksinmeleri olduğu görülmektedir.
Lenin, "Ne Yapmalı?"da şunları yazıyor:
"Geniş bir demokrasi ilkesinin iki açık koşulu gerektirdiğini herhalde herkes kabul eder: Birincisi tam bir açıklık, ikincisi bütün kademelere seçimle gelinmesi. Örgüt üyeleri için sınırsız bir açıklık olmadan demokrasiden söz etmek gülünç olur ... Otokrasinin karanlığı ve jandarma egemenliği altında parti örgütlerindeki 'geniş demokrasinin' yararsız ve zararlı bir oyuncaktan başka birşey olmadığını görürsünüz. Yararsız bir oyuncaktır, çünkü, gerçekte, hiç bir devrimci örgüt, ne kadar isterse istesin, geniş demokrasiyi hiçbir zaman uygulamamıştır ve uygulayamamıştır ... Bu 'demokrasicilik oyunu' ancak etkin çalışmaya katılma fırsatını bulamayan kimselerin sık sık toplandığı yurtdışında, özellikle küçük gruplarda, yer yer gelişebilir." [43] (abç)
İşte T. Töre'nin ikide bir övündüğü "en geniş parti içi demokrasi"yi uygulayan partisinin Lenin tarafından yapılmış tanımı budur: Yurt-dışında bulunan, etkin çalışmaya katılmayan insanların oluşturduğu küçük grup.
T. Töre çeşitli düzeylerde örgütlenme, birlik vb. konularında düşünce "üretim"inde bulunmadan önce bu belirlemeyi dikkatle yeniden incelemesinde yarar olduğu açıktır. Ve ondan sonradır ki, yaratmış olduğu "ilkler"den sözedebilir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, T. Töre, YÇ'nin zayıf ve eklektik yorumuna dayanarak ve bunu bir çeşit çıkış noktası alarak Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ne ve THKP-C'ye yöneltmeye çalıştığı "eleştiriler"inin gerçek niteliği, TKEP'in reformizm ve revizyonizmle olan yakın "akraba" ilişkilerinde aranmalıdır. Onun ele aldığımız yazısında olduğu gibi, diğer yazılarında da ortaya koyduğu "eleştiri" ve "öneri"ler klâsik revizyonist anlayıştan kaynaklanmaktadır. Kendisinin THKO'lu olduğu günlerdeki "ideolojik üretim yöntemi"yle sağladığı aşamalar ve her aşamada geride bıraktığı bilgiler, artık kendisi için "önemsiz" olabilir. Ama bu hiçbir biçimde "unutturmanın" özürü olamaz. Kendi "ürettikleri"ne "bağlı kalamayan" insanların Türkiye devrimine ne verebileceklerini düşünmek gereksizdir. Ama ters yönden de olsa, bu tür zihniyete sahip insanların varlığından da alınacak dersler olduğu kesindir.
YAŞASIN ÖNCÜ SAVAŞI YAŞASIN HALK SAVAŞI KURTULUŞA KADAR SAVAŞ | TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ |
---|
Dipnotlar
[1] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 8
[2] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 8 ve 28
[3] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 8
[4] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 8
[5] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 8
[6] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 8
[7] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 10-11
[8] Engels: 1844 El Yazmaları, s: 61
[9] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 10
[10] Nabi Yağcı: Yeni Açılım, Sayı: 15, s: 21
[11] Marks-Engels-Lenin: İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, s: 254
[12] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 11
[13] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 10
[14] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim-I
[15] Lenin: Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s: 25
[16] Lenin: Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s: 24
[17] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim-I
[18] Mahir Çayan: Revizyonizmin Keskin Kokusu-I
[19] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
[20] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 28
[21] Lenin: Ne Yapmalı, s: 61
[22] Lenin: Nereden Başlamalı?
[23] Mahir Çayan: Revizyonizmin Keskin Kokusu-I
[24] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 24
[25] T. Töre: agd, s: 23
[26] T. Töre: agd, s: 24-25
[27] T. Töre: Emek, Sayı: 5, s: 31
[28] T. Töre: Emek, Sayı: 5, s: 25
[29] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 25
[30] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 32
[31] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 32
[32] T. Töre: agd, s: 28
[33] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
[34] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 32
[35] T. Töre: agd, s: 34
[36] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 33
[37] T. Töre: agd, s. 33
[38] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 34
[39] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
[40] Lenin: İki Taktik, s: 8
[41] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 35
[42] T. Töre: Yeni Çözüm Sol Tutuculuğu Aşmalıdır, Emek, Sayı: 9, s: 15
[43] Lenin: Ne Yapmalı?, s: 169