"
Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I", THKP-C/HDÖ'nün Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi kavrayışını, sistemli olarak ortaya koyan ilk teorik metindir. Metin, 1974-75'de kaleme alınmış ve ilk kez Ağustos 1975'de THKP-C/HDÖ tarafından yayınlanmıştır. (İkinci baskı-Haziran 1976)
Eriş Yayınları-1993
Özgün biçimiyle Acrobat Reader formatında:
Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I (834 KB)
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
III. BUNALIM DÖNEMİ İÇİNDE ORTAYA ÇIKAN GELİŞMELER
Emperyalizmin III. bunalım döneminin başlıca özellikleri kısaca özetlenirse: Emperyalist blokun ABD hegemonyası altında bütünleşmesi ve bu bütünleşmeden kaynaklanan çeşitli sonuçlar, sosyalist bloka karşı yürütülen soğuk savaş, devresel hareketin özelliklerinin değişmesi ve ekonomik buhranın eskiye göre şiddetinin azalması, buna karşılık süreklilik kazanması ve yeni-sömürgecilik metodlarıdır.
Emperyalist sistemin bir bütün olarak işleyişini kavrayabilmek için sadece bu özellikleri bilmek yetmez. Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımında yeni dönemlerin başlayış ve bitişi iki temel unsurda; sistemin iç dinamiği ve sistemin iç dinamiğinden doğan ancak bu iç dinamiği etkileyen, sistemin hareket alanını daraltan unsurlarda meydana gelen değişimlerin sentezi ile belirlenir. Yeni bir bunalım döneminin temel özellikleri bir önceki dönemin içinden doğar; onun temel özelliklerinin değişimlerinden veya tali planda olanların birincil olmasından kaynaklanır. Emperyalist sistemin bir bütün olarak işleyişini kavrayabilmek için her dönemin temel özelliklerinin zaman içinde nasıl bir evrim geçirdiğini ve bu evrimin muhtemel sonuçlarını da iyi anlamak gerekir.
Emperyalizmin III. bunalım dönemi incelenirken genellikle bu dönemin temel özellikleri incelenir, bu özelliklerde meydana gelen değişimlerden bahsedilmez. Bunun nedeni III. bunalım dönemi emperyalizmin son bunalım dönemi olacaktır yanlış yargısına dayanmaktadır. Bu düşünceye göre emperyalizmin bunalım dönemlerinin çözümü (bir dönemin sona erişi ve yeni bir dönemin başlaması) ancak yeniden paylaşım savaşları sonucu gerçekleşir. I. bunalım I. savaşla, II. bunalım II. savaşla çözülmüştür. III. yeniden paylaşım savaşı çıkmayacağına göre III. bunalım çözülemez; yani III. bunalım dönemi emperyalizmin en son bunalım dönemi olacaktır.
Bunalım ancak savaşla çözülür görüşü bilimsel bir görüş değildir, sadece görünüşte olan bir şeyi belirtmek yani görünüşe kanmaktır. Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımında bir dönemin bitişini ve yeni bir dönemin başlangıcını sistemin iç dinamiğindeki ve bu iç dinamikten doğan alternatif ve potansiyel gücün bu iç dinamiği etkilemesi, bu iki unsurun sentezi belirler. Yeniden paylaşım savaşları kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının krize dönüştüğü dönemlerdir. Kriz döneminin alt üst oluşları içinde emperyalist sistemin bir bütün olarak işleyişinde henüz tali planda olan unsurların öne çıkması hızlanır. Kriz bir önceki bunalım dönemi içinde oluşan unsurları öne çıkarır, eski özelliklerin çerçevesini parçalar. Emperyalizmin artık olgunlaşan bir bunalım dönemi kriz vasıtasıyla hızla yeni bir bunalıma dönüşür. Bir bunalım dönemi başka bir bunalım dönemine dönüşerek çözüme ulaşır.
Yeniden paylaşım savaşları emperyalist sistemin bir bütün olarak işleyişi içinde eski unsurların yanında oluşan yeni özellikleri (yeni ilişki, sömürü ve tahakküm biçimlerini) hızla öne çıkarır. Ancak bu, savaş olmazsa yeni özellikler öne çıkmaz anlamına gelmez; sadece çözüm çok daha yavaş ve farkedilmesi oldukça güç biçimde olur. III. bunalım döneminin en uzun bunalım dönemi olmasının temel nedeni III. yeniden paylaşım savaşının olmamasıdır. Ancak gerek emperyalist sistemin iç dinamiğinin gelişimi ve gerekse alternatif ve potansiyel gücün sistem üzerinde yaptığı etki sonucu sistemin içinde yeni özellikler oluşmakta ve bunlar emperyalist sistemin bir bütün olarak işleyişinde yavaş da olsa bir değişime yol açmaktadır.
III. bunalım döneminin temel özellikleri zaman içinde nasıl bir gelişim göstermiştir?
I.
ABD'NİN EMPERYALİST BLOK İÇİNDEKİ KESİN HEGEMONYASININ KAYBOLMASI
Bretton-Woods'da doların rezerv para kabul edilmesi, emperyalist ülkeler arasındaki bütünleşmenin ve bu bütünleşmedeki ABD hegemonyasının açık bir göstergesidir. Dolar ABD dışında, emperyalist sistemi korumak ve sistem içinde ABD egemenliğini yaymak amacıyla kullanılmıştır. Doların ikili fonksiyonu pratikte sosyalist ülkelerin üslerle çevrilmesi, ulusal kurtuluş savaşlarının bastırılmaya çalışılması, ilerici yönetimleri devirme çabaları ve ABD sermayesinin diğer emperyalist ülkelere sızması, şirketleri ve önemli sektörleri ele geçirmesi şeklinde somutlaşmıştır. Doların özellikle birinci fonksiyonu ABD'den büyük ölçüde dolar çıkışını gerekli kılar. Bu durumda 1971'e kadar daima fazla ile kapanan ABD dış ticaret dengesi ve yatırım gelirleriyle ülkeden dolar çıkışı dengelenemez, tek çare sürekli dış ödemeler dengesi açığıdır, piyasaya mal ve hizmet sürmeden yani karşılıksız olarak dolar basmaktır. Böylece ABD'den mal ve hizmet karşılığı dolar alan diğer ülkeler, dolar rezerv para olduğundan bununla ABD'den mal ve hizmet talep etmemektedirler ve böylece dolaylı olarak ABD'nin çeşitli faaliyetlerinin finansmanını sağlamaktadırlar (özellikle diğer emperyalist ülkeler için geçerli). Doların rezerv para oluşudur ki, ABD'nin gittikçe büyüyen bir dış ödemeler dengesi açığı vermesini mümkün kılmıştır.
Bretton-Woods'da ABD, 35 dolar karşılığında bir ons altın ödemeyi kabul etmişti. "1948'de tüm kapitalist dünyanın (özel ellerdeki hariç) resmi altın yedekleri toplam 32.5 milyar dolardı. Bunun 24.3 milyar dolarlık bölümü ABD'nin elindeydi." [41*]
1960'da ABD dışındaki dolar miktarı ABD'nin rezervlerini (altın ve diğer ülkelerin paraları) aştı. Sonraki yıllarda ABD rezervlerinin azalışı ve ülke dışındaki dolar miktarının artışı devam etti. 1968'de ABD'nin rezervleri 15.7 milyar iken, ülke dışındaki dolar miktarı 41.9 milyardı. [42*] ABD'nin artık dolar karşılığında altın ödeyemeyeceği kuşkusu altına hücumu başlattı. Altın fiyatları yükseldi ve enflasyon sonucu zaten bozulmuş olan doların altın paritesi iyice düştü. Buhran 1968'de ikili altın fiyatının kabulü ve hükümetlerin serbest piyasada altın satışını durdurmalarıyla geçici olarak çözüme bağlandı.
1967 ve sonrasında Vietnam Savaşı nedeniyle ülkeden dolar çıkışı arttı. Büyüyen dış ödemeler dengesi açığına ABD'nin 20. yüzyılda ilk kez verdiği dış ticaret açığı da eklenince özellikle Avrupa'da ellerinde büyük miktarda dolar bulunanlar onu sağlam paralarla değiştirme yoluna gittiler. Ülkeden ülkeye serseri mayın gibi dolaşan milyarlarca dolar Avrupa ekonomileri üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Buhran doların altına çevirilebilirliğinin feshi ve doların devalüasyonu ile gelişti. ABD'nin gerilemesi dünya sanayi üretimi ve dünya ihracatındaki payının düşüşü ile de somutlaştı. Doların çöküşü, ticaret açığı ve istatistiklerde de açıkça görülen pek çok gerileme ABD'nin iyice gerilediği, emperyalist ülkeler arasında denge kurulduğu kanısını uyandırdı. Buradan giderek III. yeniden paylaşım savaşı bekleyenler bile çıktı. Bütün boyutlarıyla ele alınıp incelendiğinde ise, sorunun hiç de bu kadar basit olmadığı görülür.
Doların durumunun sarsılmasındaki başlıca etken sürekli dış ödemeler dengesi açığıdır. ABD dışındaki emperyalist ülkeler karşılıksız dolar basımının durdurulmasını yani ödemeler dengesi açığının kapatılmasını isteyebilirlerdi ve bunu kendi paralarını doları kurtarmak amacıyla revalüe etmeden veya dalgalanmaya bırakmadan ve 1971'de değil de ABD döviz rezervlerinin ülke dışındaki dolar miktarının altına düştüğü 1960'da isteyebilirlerdi. Halbuki 1971'de bile hiçbir ülke ABD'den dış ödemeler dengesi açığını tamamen kapatmasını istememiştir. Açığın en büyük nedeni ülke dışındaki askeri harcamalar olduğundan, ABD'den ödemeler dengesi açığını kapatmasını istemek; sosyalist bloku saran üslerin boşaltılmasını, ulusal kurtuluş savaşlarına müdahaleden vazgeçmesini, ilerici rejimlere karışılmamasını istemek demektir. Bu dolarlar sadece ABD'nin değil, diğer bütün emperyalist ülkelerin çıkarlarını korumak amacıyla harcanmıştır. Sorun doların ABD dışındaki ikili fonksiyonu arasındaki çelişkiden doğmaktadır. ABD dışındaki emperyalist ülkeler doların bütün emperyalist sistemin korunması amacıyla kullanılmasına değil, özel olarak ABD'nin diğer ülke ekonomileri içine sızma, onları ele geçirme aracı olarak kullanılmasına karşıdır.
Doların ABD dışındaki ikili fonksiyonu arasındaki çelişkiyi M. Magdoff şöyle anlatır:
"Amerika Birleşik Devletlerinin ödemeler dengesinde son yirmi yılda bir veya iki yıl hariç daima bir açık olmuştur ve bu açık kapanacağa benzememektedir. Bunun kapitalizm tarihinde bir eşi yoktur. Yirmi yıl gibi bir süre geçmeden çok önce herhangi başka bir ülke ve II. dünya savaşından sonraki hakimiyetine sahip olmayan bir ABD uluslararası pazar mekanizmasının disiplinine uymak zorunda kalırdı. Pazar mekanizmasının bu disiplini neyi gerektirirdi? ABD hükümeti tarafından deflasyonist tedbirlerin alınması gerekirdi. Bu tedbirlerle işsizlik oranı artacak ve ekonomik durum aşağı doğru çekilecekti. Tam tersine olarak, Amerika Birleşik Devletleri 1950'ler ve 1960'lar boyunca uluslararası ödemeler açığını kapatmak için herhangi etkili bir tedbir almadan kendi refahını sürdürebilmiştir. ABD'nin refahı sürekli ödemeler dengesi açığı yaratan faaliyetlerle devam ettirilmiştir.
Bütün bu gelişimin düğüm noktası, diğer kapitalist ülkelerin isteyerek veya istemeyerek ABD dolarını altın gibi işe yarar olarak kabul etmeleri gerçeğindedir.
Diğer endüstrileşmiş ülkelerin ABD dolarını altın yerine kabul etmek zorunluluğunda olmaktan pek memnun olmadıklarını anlamak için mali haberleri çok dikkatli okumaya gerek yoktur. Gerçekten de önemli sürtüşmeler var olmuştur ve hala devam etmektedir. Bütün bunlara rağmen bu durumu kabul etmelerinin çeşitli nedenleri vardır. İlk olarak sandalı fazla sallarlarsa bütün merkez bankacılarının mali zorluklar denizine batacağından korkmaktadırlar. İkinci olarak, ABD'nin ekonomik gücüne olan güven gün geçtikçe sarsılmasına rağmen bu gücün etkisi altındadırlar. Sonuncu olmakla beraber, önemi az olmayan diğer bir nokta da ABD'nin askeri gücü ve bütün dünyadaki mevcudiyetidir. Gerçekte ABD dünya emperyalist sisteminin sürdürülmesi için en büyük sorumluluğu üstlenmiştir. İlk önce Batı Avrupa'daki sosyal devrimleri önlemek için buralara silah, ordu ve Marshall Planı yardımı gönderdi. Dünyanın her yerinde deniz ve hava üsleri kurdu. Bu üsler Sovyetler Birliği ve Çin'i çevrelemekten öte, üçüncü dünyada askeri müdahale veya gerçek müdahale (işgal) için bir tehdit görevi de yerine getirmektedir.
Buna göre Japonya'yı da içeren Batı dünyasının 'güvenliğinin' sağlanmasında temel askeri güç ABD tarafından temin edilmektedir. Bu durumun kaçınılmaz şartı ABD'nin dolar borçları için yeterli altın karşılığı sağlayamamasına rağmen ABD dolarlarının rezerv para rolünün isteksiz olarak kabulüdür. Ve bu kaçınılmaz şartın sonuçlarından biri de ABD işadamlarının Batı-Avrupa ülkelerinde yatırım yapar ve Avrupa şirketlerini satın alırken gerçekte diğer kapitalist ülkelerin ABD'ye açtıkları kredi ile ödeme yapmalarıdır." [43*]
ABD ile Batı-Avrupa ülkeleri arasındaki dolar sorunu özellikle 1968'den sonra önem kazanmış; değeri durmadan düşen (doları sarsan önemli etkenlerden biri de ABD'deki enflasyon oranının diğer emperyalist ülkelerden yüksek oluşudur), ülkeden ülkeye geçerek sağlam paralarla değiştirilen milyarlarca dolar Avrupa merkez bankalarının baş belası olmuştur. Kapitalist para sisteminde 1968'de ortaya çıkan buhranın günümüze kadar çözülememiş olmasının temelinde de aynı çelişki yatmaktadır. Yeni para sistemi nasıl olursa olsun ABD emperyalist blokun jandarması olarak kalacaktır; ama gücünü ve bunun getireceği avantajları diğer emperyalist ülkelere karşı kullanmamalıdır. İçinden çıkılmaz gibi görünen bu ikilem ABD'ye askeri önderliği sağlayan şeyin ne olduğu araştırıldığında çözülür. Bu etken ABD'nin ekonomik gücüdür.
ABD ile diğer emperyalist ülkelerin ekonomik gücünün karşılaştırılması uzun ve detaylı bir incelemeyi gerektirir. Biz sadece sorunun temelini açıklığa kavuşturacak birkaç gösterge üzerinde duracağız. Bunlar emperyalist ülkelerin karşılıklı yatırımları, şirket büyüklükleri ve teknolojik önderliktir.
II. yeniden paylaşım savaşından sonra emperyalist blokda meydana gelen değişimleri sadece yeni-sömürgecilik metodlarına indirgeyerek emperyalist ülkeler arasındaki bütünleşmeyi gözden kaçıranlar, emperyalist ülkeler arasındaki artan ticaret ve yatırım hacmini bir türlü anlayamazlar. Emperyalist ülkelerin geri-bıraktırılmış ülkelere yaptığı ihracat 1960'da 21.8, 1965'de 27, 1970'de 41.9 milyar dolar iken; birbirlerine yaptıkları ihracat aynı tarihlerde 60.2, 95.7, ve 172.5 milyar dolardır. [44*] Aynı şekilde 1966 sonunda emperyalist ülkelerin geri-bıraktırılmış ülkelerdeki toplam yatırımları 27.2 milyar iken, birbirlerine yaptıkları toplam yatırım 54.8 milyar dolardır. Birinci tür yatırımların 16.8 milyarı, ikinci tür yatırımların ise 37.7 milyar doları (% 69'u) ABD'ye aittir. [45*] ABD'nin tüm yabancı ülkelere yaptığı toplam yatırımların % 60.6'sı Kanada ve Batı-Avrupa'da toplanmıştır. [46*]
Bu durum hiçbir şekilde çağdaş Troçkistlerin emperyalist sistem içinde geri-bıraktırılmış ülkelerin eski önemlerini kaybettikleri iddiasını doğrulamaz. Emperyalist blok içindeki yatırım ve ticaretin emperyalist ülkeler arasında yoğunlaşması sermaye birikiminin ve üretimin ulaştığı temerküz sonucu uluslararası işbölümünün artması ve çeşitli ülkelerde üretim birimlerinin kurularak üretimin çokuluslaşmasından kaynaklanır. Diğer emperyalist ülkelere yapılan yatırımlar ileri teknoloji ve büyük sermaye gerektirdiğinden ve üretimin çokuluslaşması çoğunlukla emperyalist ülkeler arasında olduğundan bu yoğunlaşma görülmektedir.
Emperyalist ülkelerin karşılıklı yatırımlarının büyüklüğü, sistem içinde hangi ülkenin egemen olduğunun açık bir göstergesidir. Ortak Pazar ülkeleri, Avrupa'daki sanayi mallarının % 60'ının ABD sermayesine dayandığını, 1958-70 arasında ABD'nin Avrupa'daki yatırımlarının altı kat artarak 180 milyar liraya çıktığını (İsviçre ve Lüksemburg'daki ABD yatırımları hariç), buna karşılık ABD'deki Ortak Pazar yatırımlarının 1971'de ancak 60 milyar lira olduğunu açıklamıştır. [47*]
ABD sermayesinin Batı-Avrupa'ya sızması, önceden de belirtildiği gibi, II. yeniden paylaşım savaşı sonrasında yardım programlarıyla sağlanmıştır. Batı-Avrupa ekonomilerine sızma ve onları ele geçirme özellikle 1958'den sonra hızlanmıştır.
"ABD'de bu dönemde, elektroniğin (ilk elektronik beyinler), tepkili uçakların, kimyanın yeni branşlarının bilimsel-teknik temelinde coşkun bir gelişim gözleniyor. Bununla beraber, Batı-Avrupa'ya yapılan ABD 'yardımı' tamamiyle başka alanlarda yoğunlaştırılmıştı ki kömür ve metalürji sanayileri, demiryolları sanayi vb. 'tekrardan canlandırılırken' yeni branşların kurulması için hiçbir çabada bulunulmamıştı. Yavaş yavaş, bizzat 'ortaklaşma' ilkesinin gerçek anlamının belirginleştiği görülmekteydi. Bu ilkenin gerçek anlamı, ultra-modern tekniklerin maksimum üretim hacminin ABD'de yoğunlaşması, nispeten eskimiş ve basit malzeme üretiminin ABD'nin sınırları dışında yer almasıydı. Böylece de, ulusal planda olduğu gibi, uluslararası planda da, üretim güçlerinin gelişimine set çeken ve emperyalizme özgü çürüme eğilimlerini somut olarak ortaya çıkaran ve derinleştiren tekelin, Leninist karakteristiği modern koşullarda doğrulanmaktaydı. Fakat Waşington' un bu politikasının emperyalist rakipleriyle çatışmış olması ve çatışmaya devam etmesi doğaldır. ABD ileri üretim branşlarındaki hakimiyetini güçlendirme politikasına karşı artan direncin üstesinden gelmek için, 50'li yıllarının sonlarına doğru bir tedbirler sistemini yürürlüğe koymuştur. Batı-Avrupa'daki kitlesel Amerikan özel sermaye yatırımları, bundan böyle açıkça yayılmacı bir karakter göstermeye ve ileri üretim branşlarında stratejik noktaları ele geçirme ve rakiplerinin ya ayağını kaydırmayı, yada kendisine bağımlı kılmayı hedeflemeye başlamıştır." [48*]
ABD'nin uyguladığı sızma ve ele geçirme politikasının sonucu şudur:
"...Fransız sanayinin % 12'si, B. Alman sanayinin % 33'ü, İngiliz sanayinin % 50'si ABD şirketlerinin elindedir. (...) Fakat, daha da önemli olan ABD şirketlerinin kimya, elektronik, makine, taşıt araçları gibi, sanayinin en dinamik, gelişme hızının en yüksek olduğu dallarda egemenliğinin artıyor olmasıdır. Şöyle ki, toplam olarak AET sanayinin % 15'i ABD firmalarının elinde olduğu halde, çok ileri teknoloji ve büyük sermaye yatırımı gerektiren, gelişmesi dinamik sanayi dallarında (uçak ve uzay araçları, kimya, plastik, elektrik makineleri, elektronik gibi) ABD firmaları kontrolündeki üretim, bu dallardaki toplam üretimin % 60-80'ine varmaktadır."[49*]
İşte oportünistlerce her şekle sokulan, içinde III. yeniden paylaşım savaşının tohumlarını taşıdığı iddia edilen ABD-AET ilişkisi bu durumdadır.Emperyalist ülkelerin ekonomik güçlerini yansıtan ikinci etken çeşitli ülkelerde üretim ve yatırım yapan büyük şirketlerdir. 1973'de dünyanın en büyük 50 çokuluslu şirketinin 24 tanesi ABD merkezlidir. (İlk on içinde 8 tanesi) [50*]
Buraya kadar ABD'nin üstünlüğünü gösteren verileri inceledik; sorunun temelini kavrayabilmek için bizzat ekonomik üstünlüğün nereden kaynaklandığını da anlamak gerekir. Temel etken ABD'de sermaye birikiminin ulaştığı seviyedir. ABD'deki sermaye temerküzünün diğer emperyalist ülkelerden yüksek oluşu ABD merkezli şirketlerin daha büyük üretim birimleri kurabilmeleri, riskli ve masraflı araştırmalara girerek teknolojik önderliği ele geçirmelerini, kolay kredi bulabilmelerini (doların rezerv para olmasıyla birlikte düşünüldüğünde), dış ülkelerde daha kolayca yatırım ve üretim yapabilmelerini mümkün kılar. ABD merkezli şirketler daha "güvenilir" olduklarından Avrupa bankalarından bile kolayca kredi alabilmektedirler.
"Amerikan tröstlerine Avrupalı şirketlerin elinden pazarlarını almak yada onları satın almak için sermaye ödünç verenler Avrupalı bankalardır. Ve Avrupalı bankalar bunu 'Amerikancı' oldukları için değil, ama yalnızca Amerikan tröstleri onlara daha çok güvenlik, daha yüksek faizler veya kâr marjları verdikleri için yapmaktadırlar." [51*]
Banka ve sanayi sermayelerinin bütünleşmesinde 20. yüzyılın başından beri hiçbir değişiklik olmadığını iddia eden pasifistlerimiz acaba bu durumu nasıl açıklayacaklardır? Avrupa ülkelerindeki finans-kapitalin bir parçası olan Avrupalı bankalar, Avrupa şirketlerine değil, ABD şirketlerine kredi vermektedirler. Bu durum (burada emperyalist ülkeler arasında bütünleşme temeli üzerinde düşünülmesi gereken) şirketlerin nispi bağımsızlığını kanıtlamaz mı? İşte oportünizmin ustalardan mekanik aktarmalar yaparak yüzündeki devrimci maskesini korumaya çalışması, diğer yandan da gerçekleri tahrif etmesi, meselenin temelini çarpıtması esprisi budur.
Önemli sayıda Avrupa kapitalisti sermayelerini Avrupa'da yatırmaktansa, Avrupa'da yatırım yapan ABD şirketlerinin hizmetine vermeyi tercih etmektedir. [52*] Ve ileri teknolojiye ve büyük kaynaklara sahip ABD şirketleri karşısında AET şirketleri, diğer AET şirketleriyle değil ABD şirketleriyle birleşmektedirler.
"On yıldan fazla bir deneyin gösterdiği gibi, bu politika, Amerika'nın Avrupa'daki pozisyonlarını hiçbir şekilde zayıflatmadığı gibi, tam tersine bu pozisyonların pekişmesine etkin olarak katkıda bulunmuştur. Ortak Pazar çerçevesi içinde, üye ülkelerin tekelleri arasındaki ilişkilerin genişlediğinin ve güçlendiğinin görüldüğü elbette ki doğrudur. Fakat, aynı zamanda ABD sermayesinin Avrupa ekonomisine, gitgide daha hızlı ve daha yoğun bir biçimde nüfuz ettiği de görülmektedir. Bunun, tayin edici göstergesi, Avrupalılar arası birleşmelerin sayısının, Avrupa ve Amerikan şirketleri arasındaki birleşmelerin sayısından iki defa daha yavaş artışıdır." [53*]
ABD'nin teknolojik önderliği en iyi şekilde patent, rüçhan hakkı ve lisans ödemelerinde görülebilir. ABD merkezli tekellere yapılan patent ve benzeri ödemeler 1967'de 1.531, 1970'de 2.203, 1973'de 3.200 milyon dolar iken; ABD tekellerinin diğer ülkelerdeki tekellere yaptığı benzeri ödemeler aynı yıllarda 166, 225 ve 335 milyon dolardır. [54*]
ABD'nin teknolojik önderliği ileri sermaye temerküzünden kaynaklanan ve bu temerküzü artıran diğer bir olguya, yüksek askeri harcamalara ve dolayısıyla askeri önderliğe sıkıca bağlıdır. Üretimde uygulanan bilimsel ve teknik buluşların küçümsenemeyecek bir bölümü ilk kez silah sanayindeki araştırma ve üretim sonucu bulunmaktadır.
"ABD şirketlerinin büyük çapı ve büyük sermaye güçleri, bu şirketlerin son zamanlarda eriştikleri teknolojik liderliği açıklayan faktörlerin en önemlileridir. Bu şirketler, araştırma ve geliştirme için Batı-Avrupalı rakiplerinden çok daha büyük harcamalar yapabilmektedirler. Ama bu, günümüzdeki teknolojik liderliğin tek nedeni değildir. Bu konuda, başka iki faktörün de önemli payı vardır: ABD'nin muazzam askeri harcamaları ve Batı-Avrupa'nın en iyi bilim adamlarının ABD'ye gittikçe artan sayıda göç etmeleri." [55*]
ABD'nin gerileyişi artık daha somut temellere oturtulabilir: ABD geçmişte emperyalist blokun ekonomik, politik ve askeri lideriydi ve bu liderlik hegemonya biçimindeydi. Günümüzde ABD'nin askeri ve teknolojik önderliği sürmektedir, ancak ekonomik yönden diğer emperyalist ülkelere karşı olan üstünlüğü geçmişe göre azalmıştır. Bu durum pratikte ABD'nin dünya sanayi üretimi ve ihracındaki payının düşmesiyle, verimlilik artışının yavaşlamasıyla, diğer bazı emperyalist ülkelerdeki enflasyon oranının ABD'dekinden daha düşük olmasıyla, doların durumunun sarsılması ve ABD rezervlerinin hızla azalışıyla kendini gösterir. Geçmişte dünya ticaret ve sanayi üretiminde mutlak hakim olan ABD günümüzde iç pazarını korumak amacıyla zaman zaman gümrük duvarlarını yükseltme gereğini duymaktadır. Ekonomik düzeydeki bu gerileme politik düzeye de yansımıştır; artık diğer emperyalist ülkeler ABD'nin politik kararlarını kayıtsız şartsız desteklememektedir. Ancak ABD'nin gerileyişini de fazla büyütmemek gerekir. Teknolojik ve askeri önderlik ABD'ye geçmişte olduğu gibi mutlak olmasa bile nispi bir üstünlük sağlamaktadır. ABD'nin emperyalist blok içindeki liderliğini ve denetimini geçmişe göre daha dolaylı yoldan sürdürmesi pratikte, çeşitli sürtüşmelere rağmen diğer emperyalist ülkelerin son tahlilde ABD'nin dümen suyundan ayrılamaması, son sözü ABD'nin söylemesi biçiminde yansır.
Emperyalist blok içindeki yeni güç dengesinin bütün boyutlarıyla kavranması, yeni dengeyi kanıtlayan verileri sıralamaktan öteye, sorunun tarihsel bir incelenmesini gerektirir. ABD'yi gerileten ve diğer emperyalist ülkeleri ilerleten temel faktörler nelerdir? Eşitsiz gelişim kanununun varlığından bahsetmek yetersizdir; sorun bizzat bu kanunun günümüzde nasıl işlediğinin anlaşılmasıdır.
Emperyalist ülkeler arasındaki eşitsiz gelişim kanunu, gelişimi nispeten geri olan bir ülkenin sıçramalı bir gelişimle diğerlerine yetişebileceğini öngörür; böylece emperyalistler arasında bozulan güç dengesi yeniden paylaşım savaşlarını zorunlu kılar, I. ve II. bunalım dönemlerinde herhangi bir emperyalist ülkenin gücü, onun ulusal sınırlar içindeki gücüyle değerlendirilirdi (geniş bir sömürgeler sisteminin kurulabilmesi de, son tahlilde, ulusal sınırlar içindeki güce bağlıdır). Günümüzde de sorunu bu şekilde değerlendirenler emperyalist ülkeler arasındaki bütünleşmeyi gözden kaçırmaktadır. Dünya sosyalist blokunun varlığı ve gelişen ulusal kurtuluş savaşlarının baskısı ve üretimin ve sermayenin aşırı temerküzü sonucu gerçekleşen emperyalist blok içindeki bütünleşme ülkelerin güçlerinin ulusal sınırlara göre değerlendirilmesini geçersiz kılmaktadır. Günümüzde emperyalist bir ülkenin gerçek gücünün anlaşılması ancak bütün olarak emperyalist sistemin incelenmesiyle mümkündür. Dolayısıyla ulusal sınırlara göre düzenlenen bir takım veriler sıralanarak eşitsiz gelişme kanununun günümüzde de aynen geçmişte olduğu gibi işlediği kanıtlanamaz.
Emperyalist bloktaki bütünleşme, uluslararası iş bölümünün artışı ve üretim sürecinin çok uluslaşması soruna bu şekilde yaklaşımı geçersiz kılar. Batı-Avrupa sanayisi içinde ABD'nin gücü, özellikle stratejik sektörlerin önemli kısmının ABD'nin kontrolünde olması Batı-Avrupa'nın güçlenmesinde ABD'nin önemli payı olduğunu açıkça ortaya koyar. (Aynı durum Japonya ve Kanada için de geçerlidir.) İtiraz olarak II. yeniden paylaşım savaşından önce de diğer emperyalist ülkelerin Almanya'ya silah satarak onu güçlendirdikleri söylenebilirse de; ancak artık söz konusu olan şey sadece ticaret ve sermaye ihracı değil, başka ülkelerde üretim birimlerinin kurulmasıdır.
Çokuluslu şirketlerin gelişimi emperyalist blok içinde yeni bir tür rekabet ortaya çıkarmıştır. Bir malın ve malın çeşitli parçalarının sistem içinde nerede daha ucuz olacaksa orada üretilmesi, artık iç pazarı elde tutmak için dış ülkelerde üretim birimlerinin kuruluşunu zorunlu kılmaktadır. ABD merkezli çokuluslu şirketler dışarıda daha ucuza imal ettikleri bazı malları ABD'ye ihraç ederek iç pazardaki rakipleriyle etkin biçimde rekabet etmektedir.
"Birçok durumda ise, ABD şirketlerinin dış filyalleri ABD'ye büyük çapta ihracat yapan kuruluşlar arasındadır. Doğrudan yatırımla kurulmuş şirketlerin 1957 yılında (şirketler arası petrol satışları hariç) bulundukları ülke dışına sattıklarının toplam değeri 32 milyar dolardır. Bu değerin 3.5 milyar dolardan fazlası (yüzde 11) ABD'ye ihraç edilmiştir. 1957 yılında ABD ithalatının 13.2 milyar dolar olduğu düşünülürse, bu değerin % 25'inden fazlasının ABD şirketlerinin dış filyallerince temin edilmiş olması hayli çarpıcı bir olgudur." [58*]
Böylece günümüzde emperyalist bir ülkenin gücünü ulusal sınırlar içinde kalarak anlamaya çalışmak, ABD örneğinde olduğu gibi ülkenin gerilemesinde bizzat o ülke sermayesinin ve şirketlerinin önemli rolü olduğu sonucunu vermektedir. ABD'nin gücü bütün sistem içinde değerlendirildiğinde diğer emperyalist ülkelerin gelişmesi sonucu ABD'nin gerileyişinin istatistiklerin gösterdiklerinden daha az olduğu ortaya çıkacaktır. Ancak somutta görülen durum hiç böyle değildir. ABD 1971'de 20. yüzyılda ilk kez ticaret dengesini açıkla kapatmış ve bir süre ithalatı vergilendirmek zorunda kalmıştır. ABD teknolojik önder olduğu halde üretimde verimlilik artışı yavaşlamış ve ABD hegemonyasının açık yansıması olan dolar çökmüştür. ABD'nin gerileyişi emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerle diğer emperyalist ülkelerin sıçramalı bir gelişimle ABD'ye yetişmesiyle açıklanamaz. ABD'yi gerileten esas faktör, dünya sosyalist sistemi ve daha da önemlisi, ulusal kurtuluş savaşlarıdır.
Doların çöküşündeki en önemli iki faktör sürekli ödemeler dengesi açığı ve ABD'deki enflasyon oranının diğer bazı emperyalist ülkelerden daha yüksek olmasıdır. 1971'deki ticaret dengesi açığına kadar ABD'nin sürekli ödemeler dengesi açığı vermesinin tek nedeni askeri harcamalardır. Bu harcamalar Avrupa'daki ABD askerleri, sosyalist blokun üslerle çevrilmesi, ulusal kurtuluş savaşlarının bastırılması, ilerici yönetimlerin devrilmesi vb. amacıyla yapılmaktadır. Ve esas olarak son iki amaç askeri harcamaların büyük kısmını yutmaktadır. (Örneğin 1967'deki açığın en azından % 40'ı Vietnam Savaşı'nın sonucudur.) [59*] İtiraz olarak ABD'den özellikle diğer emperyalist ülkelere yapılan yoğun sermaye ihracının da ödemeler dengesi açığında önemli bir bölümünü oluşturması gerektiği söylenebilir. Bu görüş iki yönden geçersizdir: Birincisi, ABD'nin toplam dış yatırımlar geliri sermaye ihracından daha fazladır. İkincisi, Batı-Avrupa ülkeleri ellerindeki muazzam dolar stokları karşılığında ABD'den altın yada döviz talep etseler bile, bu durum ABD için ancak kısa vadede kötü sonuçlara yol açar. Uzun dönemde ise ABD'nin sahip olduğu yabancı ülkelerdeki üretim birimleri ve hisse senetleri sonucu yalnız Batı-Avrupa değil, diğer bütün emperyalist ülkeler ABD'ye borçlu olacaklardır. Bu nedenle sermaye ihracından kaynaklanan bir ödemeler dengesi açığı uzun dönemde zayıflık değil, güç belirtisidir. [60*]
ABD ödemeler dengesi açığı ülkenin Vietnam Savaşı'na girişiyle daha da artmıştır. Vietnam Savaşı ABD ekonomisini de olumsuz yönde etkilemiştir. 1965-70 arasında ABD imalat sanayindeki verimlilik artışı 1960-65 dönemine göre % 50 yavaşlamıştır. Temel neden Vietnam Savaşı'dır; birçok fabrikanın tam kapasitede çalışması sonucu daha az verimli fabrikalar üretime tekrar katılmış ve verimli yatırımlara yöneltilebilecek kaynaklar savaş araçları üretimi için kullanılmıştır. [61*] 1964 yılında ABD ekonomisi boom dönemindeydi ve esas itici güç askeri masraflardan değil özel yatırımların artmasından geliyordu. 1966'da durum değişti. Askeri harcamalar 1966'nın ilk yarısında 54 milyar iken, 1966'nın üçüncü çeyreğinde 59 milyar dolara çıktı. (1964 fiyatı ile) Bu durumda askeri masraflardaki artış GSMH'daki büyümenin yarısıdır. 1966'nın ikinci yarısında savaşın ekonomi üzerinde boom etkisi başladı. [62*] Vietnam Savaşı'na giriş ekonomisindeki refah dönemini bir süre daha suni olarak devam ettirdi. Örneğin 1964 ile (ABD'nin Vietnam Savaşı'na girmesinden önceki yıl) 1969 arasında ülkede askeri masraflar % 58.6 artarken, fabrika ve donatım için yapılan harcamalar da % 58.2 artmıştır. [63*] Burada askeri harcamalardaki artışın ekonomi üzerindeki itici gücü açıkça görülmektedir. Suni olarak devam ettirilen boom ülkedeki büyük grevlerle birleşince (bilindiği gibi boom döneminde grevler çok daha etkilidir) 1960-65 döneminde üretim sanayindeki işçilerin nominal ücretleri yılda % 3.7 artarken, 1965-70 döneminde artış % 6 olmuştur. [64*]
ABD'deki enflasyon oranının artışı da Vietnam Savaşı ile yakından ilgilidir. 1965 ile 1971 Mayıs'ı arasında dev askeri harcamaları karşılamak amacıyla piyasaya aşırı miktarda kağıt para çıkarılmıştır. Bu dönemde ABD'de dolaşımdaki kağıt para miktarı 42 milyardan 57 milyar dolara çıkmıştır. [65*]
ABD ekonomisinin savaş sayesinde devam eden refah dönemi uzun sürmedi. Vietnam savaşı kısa sürede ekonomi üzerinde yıkıcı etkisini gösterdi. Verimlilik artışının düşmesi, nominal ücretlerin artışı ve artan enflasyon oranı diğer emperyalist ülkelerin geçmişe göre daha etkin olan rekabeti ile birleşince ABD 20. yüzyılda ilk ticaret açığını verdi. 1965'de 4.7 milyar fazla ile kapanan ticaret dengesi, 1971'de 2 milyar dolar açık verdi.
ABD hegemonyasının somuta yansıması doların rezerv para oluşudur. Doların yıkılışı onun genel olarak ikili fonksiyonu arasındaki çelişkinin şiddetlenmesinden kaynaklanır. ABD parası olarak dolar, ülke içinde ağır krizlere karşı bir silah olarak, enflasyonist politikayı yürütme aracı olarak kullanılır; bu durumda dolar sürekli değişken (düşen) bir değere sahip olmalıdır. Doların rezerv para oluşu ise mümkün olduğu kadar sabit bir değeri gerektirir. [66*] Doların değerindeki düşüş, diğer emperyalist ülkelerin paralarının değer kaybetmesinden az olduğu sürece çelişki şiddetlenmemiştir. Ödemeler dengesindeki açığı artıran, ülke içinde enflasyonu körükleyen, verimliliği düşüren Vietnam Savaşı bu çelişkiyi şiddetlendiren en önemli etkendir.
"Vietnam Savaşı olmasaydı bu hegemonya daha oldukça uzun bir süre devam edebilirdi. Amerika'nın uluslararası durumunun gerçekten zayıflaması, Vietnam Savaşı'na 1965 yılından sonra ABD'nin karışmasının boyutlarının büyümesi ile başlar. 60'ların ikinci yarısında ülkenin iyi durumdaki ticaret dengesi sürekli olarak kötüleşti ve temel nedeni ülke dışında askeri harcamalar olan ödemeler dengesi açığının büyümesi, doların kapitalist dünyanın rezerv para olma durumunu sarstı. Halbuki doların bu durumu ABD hegemonyasının çarpıcı aracı ve açığa vuruluşu idi." [67*]
O halde ABD ile diğer emperyalist ülkeler arasındaki güç dengesinin bozulmasını hızlandıran, ABD'nin mutlak üstünlüğünü nispi üstünlüğe çeviren temel etken emperyalist ülkeler arasındaki eşitsiz gelişim değil, geri-bıraktırılmış ülke halklarının (özel olarak Vietnam halkının) mücadelesidir. Aslında bu durum, günümüzdeki baş çelişkinin (emperyalist ülkeler ile, özel olarak emperyalist blokun jandarması ABD ile, geri-bıraktırılmış ülke halkları arasındaki mücadele) somuta yansımasından başka birşey değildir. İşte (geniş anlamda düşünülmesi gereken) kapitalizmden sosyalizme geçişin, sistemin iç dinamiğinden doğan sisteme karşı sürekli alternatifin bu iç dinamiği etkilemesi esprisi budur. Bundan dolayı, değil kapitalizmin sürekli ve genel buhranı, özel olarak ekonomik buhran bile, sadece kapitalizmin iç dinamiğiyle anlaşılamaz.
"Dünya kapitalist ekonomisinin gelişimi günümüzde yalnızca kapitalizmin iç ekonomik yasalarınca yönetilmemektedir, giderek artan bir ölçüde sosyalist sistem tarafından, güç dengesinin sosyalist sistemden ve sosyalizmden yana değişmesi tarafından etkilenmektedir." [68*]
Günümüzde aktüellik kazanan III. yeniden paylaşım savaşının çıkıp çıkmayacağı sorusuna artık açıklık getirebiliriz. II. yeniden paylaşım savaşından sonra emperyalist ülkelerde sermaye temerküzünün yoğunlaşması, buna karşılık pazarların daralması ve dünya sosyalist sistemi ve gelişen ulusal kurtuluş savaşları karşısında emperyalist blok tarihinde ilk kez resmi ve sürekli olarak örgütlenmiştir. Başlangıçta ABD'nin kesin hegemonyası altında olan bu bütünleşme sonucu uluslararası işbölümü ve karşılıklı sermaye yatırımları artmış, üretimin çokuluslaşması geniş ölçüde gerçekleşmiştir. Bunun sonucu, emperyalist ülkelerin güçlerinin esas olarak ulusal sınırlar içinde değerlendirilmesi günümüzde artık geçersizdir; emperyalist sistemin bütününün göz önüne alınması gerekir.
Bu temelden hareketle, günümüzde emperyalist ülkeler arasındaki ilişkilerde, çelişki-bütünleşme diyalektiğinde ağır basan unsur pasifistlerin iddia ettiği gibi [69*] çelişki değil, bütünleşmedir. Hakim unsurun çelişki olduğunu iddia etmek, emperyalist ülkeler arasındaki eşitsiz gelişim kanununun işleyiş biçiminin emperyalist sistemin bir bütün olarak işleyişi tarafından değil de, tersini savunmak olur.
Emperyalist ülkeler arasındaki ilişkilerde, çelişki-bütünleşme diyalektiğinde bütünleşmenin ağır basması hiçbir zaman emperyalizmin saldırgan karakterinin değiştiği, emperyalizmin çelişkilerini savaşlara ihtiyaç duymadan halledebildiği [70*] anlamına gelmez; sadece artık savaşın da çelişkileri halledemeyeceği anlamına gelir, çünkü yeni bir paylaşım savaşı emperyalizmin sonu olacaktır. Günümüzde geri-bıraktırılmış ülke halklarıyla emperyalistler arasında II. yeniden paylaşım savaşını aratmayacak savaşlar sürerken, emperyalist ülkeler arasında yeni bir paylaşım savaşının çıkamayacağını söyleyenlere karşı emperyalizmin saldırgan karakterinin kaybolduğu iddia ediliyor diyerek yaygara koparmak ancak şarlatanların yapacağı iştir. Bu sözde Maocuların devrim için savaşmaya niyeti olmadığı için, emperyalizmin saldırgan yüzünü en iğrenç biçimde açığa çıkartan ve dünyanın her yerinde süren kurtuluş savaşları da tabii ki onları ilgilendirmez.
Emperyalist ülkeler arasındaki çelişki-bütünleşme diyalektiğinde bütünleşmenin ağır basması ve bu bütünleşme içinde de ABD'nin geçmişte mutlak, günümüzde ise nispi egemenliğini kurması pasifistlerin iddia ettiği gibi [71*] diğer emperyalist ülkelerin ABD'nin sömürgesi olduğu anlamına gelmez. Emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin artık hiçbir önemi kalmadığı anlamına ise hiç gelmez. Aslında bu sözde teorik yazı üzerinde bu kadar durmak bile lüzumsuzdur. Emperyalist blok içindeki bütünleşmeden, kapitalizmi iç dinamikle gelişmiş diğer emperyalist ülkelerde ABD'nin kendine bağımlı bir tekelci burjuvazi oluşturduğu savunuluyor sonucunu çıkarmak için, kişinin ya aptal ya da E. Korkmaz olması gerekir.
Emperyalist ülkelerin belli ölçüde bütünleşmeleri ve aralarındaki çelişkilerin askeri plana yansımaması Kautsky'nin ultra- emperyalizm teorisinin doğrulandığı anlamına da gelmez. Ultra-emperyalizm, emperyalistlerin aralarında anlaşarak dünyayı barış içinde birlikte sömürmeleri demektir. Günümüzde ise, emperyalist ülkeler arasındaki çelişkiler kaybolmamış, sadece alternatif ve potansiyel gücün durumu sonucu çelişkinin askeri plana yansıma olanağı kaybolmuştur. Emperyalistler ultra-emperyalizm teorisinde iddia edildiği gibi kendiliklerinden değil, zorunlu olarak bütünleşmektedir.Özetlersek, günümüzde emperyalistler arası yeni bir paylaşım savaşının çıkamayacağı üç temele dayanır:
1- Emperyalist sisteme karşı güçlü bir alternatifin sürekli varoluşu ve bunun emperyalist ülkeleri birlikte hareket etmeye zorlaması,
2- Emperyalist sistemdeki bütünleşmenin uluslararası işbölümünü hızlandırması, yabancı ülkelerde üretim birimlerinin kurulması. (ABD, Batı-Avrupa'da neyi tahrip edecektir; çoğunluğu stratejik sektörlerde olan ve hisse senetlerine veya bizzat mülkiyetine sahip olduğu üretim birimlerini mi?)
Mahir Çayan yoldaş "Kesintisiz Devrim II-III"de emperyalistler arasında yeni bir savaşın çıkmamasını iki nedene bağlar: Sosyalist sistemin ve ulusal kurtuluş savaşlarının gücü ve nükleer silahların insanlığı yok edecek seviyeye gelmesi. Bu nedene emperyalist ülkeler arasında üretim temeline dayanan bütünleşmeyi ve eşitsiz gelişim kanununun değişen niteliğini de eklemek gerekir.
3- ABD'nin emperyalist blok içindeki mutlak üstünlüğünün nispi üstünlüğe dönüşmesi, ABD'nin zayıflaması birincil olarak emperyalistler arası eşitsiz gelişme kanununun işlemesi sonucu gerçekleşmediğinden emperyalist blok içinde ABD'ye karşı güçlü bir alternatif ortaya çıkamamıştır. (Örneğin, diğer bütün emperyalist ülkelerin toplam askeri gücü ABD'nin yanında çok zayıf kalmaktadır) Zaten III. yeniden paylaşım savaşının kaçınılmazlığı konusunda bin dereden su getirenlerin, bu savaşın kimlerin arasında çıkabileceği konusunda hiçbir fikirleri olmaması da bundandır.
Günümüzde emperyalist ülkeler arasında yeni bir paylaşım savaşı çıkma ihtimalinin bulunmaması gelecekte de aynı durumun geçerli olacağı anlamına gelmez. Ancak bir nokta kesindir: Emperyalistler arasındaki çelişkilerin şiddetlenmesinde eşitsiz gelişme kanununun rolü ikincildir; günümüzde bu kanun klâsik biçimde işlememektedir. Bu çelişkiyi şiddetlendirecek olan temel unsur, pazarları daraltan, en güçlü emperyalist ülkeleri zayıflatan ulusal kurtuluş savaşlarıdır. Çelişkinin şiddetlenmesiyle emperyalist ülkeler arasında biçimi önceden bilinemeyecek bir savaş çıkabilir. Bize düşen, emperyalistler arasındaki çelişki derinleşecek diye beklememek, Halk Savaşlarını yaygınlaştırarak çelişkiyi derinleştirmektir.
II.
EKONOMİK BUHRANIN AĞIRLAŞMASI
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının III. dönemi içinde ortaya çıkan önemli değişmelerden ikincisi ekonomik buhranın ağırlaşmasıdır. III. bunalım döneminde ekonomik buhranların şiddeti azalmış, buna karşılık buhran geçmişe göre süreklilik kazanmış, klâsik dört aşamalı cycle iki aşamaya inmiştir (durgunluk ve toparlanma). Böylece kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının ekonomik buhrandan etkilenmesi geçmişe göre nispi olarak azalmıştır.
Günümüzde ise, ekonomik devrevi hareketinde durgunluk döneminin sarsıcı etkisi artmıştır; bunun nedeni emperyalizmin şiddetli buhranlara karşı kullandığı alternatiflerden birisi olan enflasyonist politikanın geri tepmesi, ya enflasyon yada buhran ikileminin kaybolmasıdır. Enflasyon ve buhran artık birlikte görülmektedir.
Fiyat artışları ve ekonomik buhran ilk kez 1958'de birlikte görülmüştür.
"Emperyalist-kapitalist sistemin girdiği son bunalımda ise bir değişiklik söz konusudur: Fiyat artışları bunalımla bir arada gelişmektedir. Halbuki 1957-58 bunalımına kadar buhranlarda genel fiyat düzeyi düşmekte idi. İlk kez İkinci Dünya Savaşından sonra en önemli bunalım olan 1957-58 bunalımında üretimde ve istihdamda büyük bir düşüş ile genel fiyat düzeyinde bir artış bir arada görülmüştür." [72*]
1958'de ekonomik buhranla beraber görülen fiyat artışları enflasyonist politikanın artık eskisi kadar geçerli olmadığını gösteriyordu; buna rağmen tekelci kapitalizm enflasyonist tedbirlerle buhrandan çıkabildi. Günümüzde ise fiyat artışları, 1958'in aksine büyük boyutlara ulaşmıştır. Buhrandan kurtulmak için enflasyon silahının geniş ölçüde kullanılması fiyatları daha da artırıp buhranı derinleştirecektir.
Keynesci enflasyonist politika ağır ekonomik buhranlara karşı bir süre başarıyla kullanılmıştır. Yüksek devlet harcamalarına (bunların önemli bölümü silahlanma için kullanılmaktadır) dayanan bu uygulama buhranın gelişimini belli bir aşamada durdurma çabasına dayanmaktadır. Kapitalist ekonomide buhranlar, genellikle tüketim malları sektöründe başlar ve üretim malları sektörüne sıçrayarak gelişir. Buhranın şiddetini ikinci sektöre yansıma derecesi tayin eder. Özellikle bu dönemde çok artırılan devlet harcamaları ve para emisyonu üretim mallarına talep yaratarak buhranın bu sektörü etkileme derecesini azaltır, buhran dondurulur.
"... son on yılların deneyi, ekonomiyi suni olarak canlandırmak için kullanılan enflasyonist tekniklerin ve tekelci kapitalizmin çelişkilerini çözemeyeceğini ve de esas olarak belli başlı durgunluk eğilimini tersine çeviremeyeceğini yeterli kanıtlarla göstermiştir. Gerçekte, ticari durgunlukları hafifletmek ve işler yaratmak için kullanılan yöntemler yeni çarpıklıkların ve dengesizliklerin doğmasına yardım eder ki, bu da daima enflasyonist tedbirleri davet eder ve tüm ekonomiyi bu uyarılara düşkün hale getirir." [73*]
Kapitalist ekonomi ağır krizlerden kurtulabilmek için gittikçe daha fazla desteğe, suni uyarılara ihtiyaç duyar. Ancak enflasyonist nitelikte bir satın alma gücünün yaratılarak buhranın dondurulması ancak enflasyon oranı düşük olduğu zaman mümkündür. Herhangi bir dış etken olmadığı takdirde, özel ve kamu borçlarının büyümesiyle artan enflasyon, yıllarca süren borç birikimi sonucu ekonomiyi tehdit eder duruma gelmiştir. Artık devlet harcamalarını daha fazla artırmak veya geniş ölçüde para emisyonuna başvurmak geçerli çözümler olmaktan çıkmıştır. Bu olgu kendini en açık biçimde ABD'de faiz oranının yükselmesi biçiminde göstermiştir. Durgunluk döneminde düşmesi gereken faiz oranı, enflasyon oranının yükselmesi ve Federal Rezerv Bürosu'nun para arzını kısıtlaması sonucu artmaktadır.
Günümüzde emperyalist ülkelerde kendini gösteren ekonomik durgunluğun silahlanma harcamalarının oldukça yüksek bir seviyede olduğu sırada ortaya çıkması, ekonominin askerileştirilmesinin de kapitalizmi kurtaramayacağını açıkça ortaya koymuştur; aslında bu durum enflasyonist uygulamanın iflasının yansımasından ibarettir.
Emperyalist ülkelerde 1974 başlarında ortaya çıkan ekonomik durgunluğun yeni özelliklerini kasıtlı olarak yanlış değerlendiren, buhranı aşırı ölçüde büyüten buhran spekülatörleri türemiştir ülkemizde. İddiaya göre, emperyalizmin tarihinde böyle buhran görülmemiştir. [74*] Sorun, sürekli ve genel bunalım yönünden ele alınsaydı doğru olabilirdi; ancak ekonomik buhranın oluşturduğu ve oluşturacağı şartların milli bunalımın şartlarını oluşturacağı iddia edildiğinden, sorun, temelde ekonomik bunalım yönünden ele alınmaktadır. Aslında meselenin özünü bilen bilinçli ve usta tahrifatçıların elinde olan bu yayın organı ekonomik bunalımı aşırı ölçüde büyüterek, buradan (klâsik teoriye göre) milli buhranın olgunlaşmakta olduğu sonucunu çıkarmakta ve böyle fırsat ele geçmez diyerek bütün pasifistlere toparlanma çağrısı yapmaktadır.
Amaç gerçeklerin bilimsel analizi değil de çığırtkanlık olunca, ekonomik bunalımın analizinden doğal olarak bazı yeni metodlar bulunur. Önce üretimde, hisse senetlerinin değerlerinde düşüş, işsizlik ve enflasyon oranının artışı gibi rakamlar, araya yükselip yükselip de birden düşen cinsinden birkaç da grafik yerleştirilir ve ekonomik konularda fazla bilgisi olmayan bir okuyucu da bu dehşet verici kanıtlar karşısında ekonomik buhranın ne kadar ağırlaştığını hemencecik anlar (!)
1974 başlarında emperyalist sistemde kendini hissettiren ekonomik buhran metropoller açısından bilimsel olarak incelendiğinde gerçeğin hiç de böyle olmadığı görülür. Buhran tüketim malları sektöründe başlamış ve özellikle dayanıklı tüketim malları satışı düşmüştür. ABD'de ev yapımı Ekim 1972'den beri % 50, oto üretimi ise 1974'ün ilk dokuz ayında geçen yılın aynı dönemine göre % 25 düşmüştür. [75*] Tüketim malları sektöründe başlayan buhran işsizliği artırır ve bu sektörün donatım mallarına olan talebi düşer. Ancak birinci sektörde buhran başladığı halde ikinci sektörde üretim bir süre daha eski seviyesinin altına düşmez; bunun nedeni geçmişte verilen siparişlerdir, üretim malları üretiminin uzun bir süre almasıdır. "Sipariş verildiği anda, siparişin gerçekleştiği an arasındaki gecikme, buhranın hazırlanmasında önemli bir rol oynar." [76*]
Donatım mallarına olan talep yavaş değil aniden düşer, fabrikalar kapanır ve işsizlik artar. İkinci sektördeki buhran birinci sektördekini daha da ağırlaştırır ve buhran derinleşerek devam eder. Buhranın şiddeti ikinci sektöre yansıma derecesine bağlıdır.
Pasifistlere toparlanma çağrısı yapan Sosyalist Birlik buhranın ikinci sektörü etkileme derecesi üzerinde durmamış; çünkü böyle birşey henüz mevcut değildir. 1974'de ABD'de toplam mal ve hizmet arzı azaldığı halde, sermaye malları için yapılan harcamalar artış göstermiştir. (Sabit fiyatlarla) Harcamalar sadece geçmiş siparişlere ait değildir, yeni istekler de halen artmaktadır. [77*] 1975 içinde, üretim araçlarında modernleşme eğiliminin güçlü kalması veya pek az düşme göstermesi beklenmektedir. Tüketim malları sektöründe başlayan buhranın üretim malları sektörüne ne ölçüde yansıyacağı henüz belli değildir; buhran iki aşamalı cycle teorisine uygun olarak oldukça yavaş gelişmektedir. Sadece artan enflasyon oranı sonucu durgunluk etkileri geçmişe göre daha fazla şiddetlenmiştir.
III.
DÜNYA PAZARLARININ ÖNEMLİ ÖLÇÜDE GENİŞLEMESİ
Emperyalizmin III. bunalım dönemi içinde meydana gelen önemli değişimlerden üçüncüsü emperyalist-sosyalist blok ilişkilerinin gelişmesidir.
II. yeniden paylaşım savaşından sonra dünya pazarlarının 1/3'ünün emperyalizmin kontrolü dışına çıkması, özellikle savaşta yıkılan emperyalist ülkelerin imarının tamamlanması ve 1958 buhranından sonra, kendini şiddetle hissettirmiştir. İçeride ekonomisini askerileştirilmesi, üretim sürecinin çokuluslaşması ve geri-bıraktırılmış ülkelerin emperyalizmin güdümü altında pazar ekonomisine açılması, talep yetersizliğine çare olmuyor ve sonunda kaçınılmaz olarak tekeller arasında pazar elde etme savaşı sertleşiyordu. Emperyalizme yeni ve geniş pazarlar gerekti. Bu pazarlar dünyanın 1/3'ünü kaplayan ve sürdürülen soğuk savaş sonucu çeşitli ticaret kısıtlamalarıyla geniş ölçüde emperyalist dünya pazarlarının dışına çıkan sosyalist ülkelerden başkası olamazdı.
Böylece 1969'dan itibaren "bloklar arası barış", "yumuşama" gibi deyimler emperyalistler tarafından sık sık kullanılır oldu. Emperyalizm için barış sorunu aslında pazar sorunudur. Emperyalizmin yeni pazarlar kazanmasına ve mevcut pazarları genişletmesine yarayacağı için barış istemektedir. Dünya ticaret hacminin genişlemesi ve karşılıklı anlaşmalarla emperyalistlerin sosyalist blokun iç pazarına girmeleri büyük önem taşımaktadır; bunun için gerekirse bazı tavizler de verebilir. (Sovyetler Birliği'nin ABD dış ticaretinde en ayrıcalıklı ülke durumuna getirilmesi, Taiwan'ın bir kenara itilmesi gibi) Böylece emperyalistler önlerinde açılan bu geniş pazar sayesinde nispi olarak ferahlayacaklardır. Bloklar arası yumuşama kapitalizmle sosyalizm arasındaki mücadelenin durduğu anlamına gelmez; sadece mücadelede bazı biçim değişiklikleri olmuş, sosyalist bloka karşı uygulanan ticaret kısıtlamalarının çoğu kaldırılmış, dünya ticaret hacminin büyümesi sağlanmıştır.
Sosyalist ve emperyalist blok arasında gelişen ticaretin yapısı çok önemlidir. Sosyalist ülkelerin ileri teknolojiye, emperyalist ülkelerin ise üretim sürecini rahatlatacak hammaddelere ve artı-değeri gerçekleştirmeye ihtiyacı vardır. Sosyalist ülkeler, emperyalistlere çeşitli hammaddeler satmakta, karşılığında yiyecek maddeleri, makineler ve işlenmiş ürünler almaktadır. Bu tür ticaretin doğal sonucu, bloklar arasındaki ticaret dengesinin geniş ölçüde emperyalist blok lehine kapanmasıdır. Örneğin, 1973'de ABD'nin Sovyetler Birliği ve Çin ile yaptığı ticaret ABD lehine 2 milyar dolar fazla ile kapanmıştır. [78*]
1969'de Comecon-AET ticaretinin yapısı incelenecek olursa: Makineler, kimyasal maddeler ve ulaştırma malzemeleri Comecon'un ithalatının % 82'sini; yiyecek, hammadeler ve yakıtlar ise ihracatın % 60'ını meydana getirmektedir. [79*] Aynı durum Sovyetler Birliği-ABD ticareti için de geçerlidir, tek fark ABD'nin büyük miktarda tarım ürünleri ihracıdır. 1973'de ABD'nin Sovyetler Birliği'ne ihracatı 1.171 milyon dolar (809 milyon yiyecek ve içecek, 195 milyon makine, 16 milyon kimyasal maddeler, 151 milyon diğerleri), ithalatı ise 208 milyon dolardır. (112 milyon hammaddeler, 76 milyon petrol ve ürünleri, 20 milyon kürk ve elmas) [80*]
Genişleyen ticaret hacmi sosyalist ülkelerin çeşitli tekellerle yaptıkları üretim birimleri kurma anlaşmaları düşünüldüğünde önemsiz kalmaktadır. Bir ABD şirketiyle gübre fabrikası kurulması için yapılan tarihin kaydettiği en büyük anlaşma (8-20 milyar dolar) [81*] sadece bir örnektir.
Çin Halk Cumhuriyeti ile emperyalist blok arasındaki ticaret de benzer bir durum gösterir.
1950-1971 arasında Çin-ABD ticareti azdır. 1971 Mayıs'ında ABD, Çin için konan ticaret kısıtlamalarının bir kısmını kaldırdı. Şubat 1972'de Nixon'un Pekin ziyaretinden sonra Çin-ABD ticareti genişlemeye başladı. 1971'de toplam 5 milyon dolar olan ticaret hacmi, 1972'de 92.3 milyon dolara yükseldi. (60 milyon dolar ABD'nin ihracatı) Ayrıca Çin, ABD'den 190 milyon dolarlık çeşitli uçaklar almış [82*] ve ABD tekellleriyle üretim birimleri kurulması için anlaşmalar imzalamıştır.
ABD-Çin ticaretinde tarım ürünleri önemli yer tutmaktadır. 1972'de 60 milyonluk ABD ihracatının 33 milyonu buğday, 23 milyonu mısır, 2 milyonunu da bitkisel yağ satışlarıdır. Şubat 1973'de Çin'in 78 milyon dolar değerinde pamuk aldığı açıklandı; bu 1973' de ABD'nin bütün dünyada satmayı planladığının % 10'udur. İki hafta sonra Çin 17 milyonluk bir alım daha yaptı. [83*]
ABD ekonomisi yıllardır tarımsal ürün fazlasının sıkıntısını çekmektedir. ABD tarım ürünleri, AET ülkelerinin kendi tarım ürünlerini korumak için koydukları gümrük duvarları sonucu bu ülkelere girememektedir. Zaman zaman bu gümrük duvarlarının kaldırılması için işi açık tehdide kadar vardırmaktadır. ABD Sovyetler Birliğinin büyük tahıl ithalatı ile birlikte düşünüldüğünde Çin'in tarım ürünleri almasının ABD ekonomisinde nasıl bir ferahlama yaratacağı açıktır. (Örneğin, 1972'de Sovyetler Birliği ABD tarım üretiminin 1/4'ünü satın almıştır) [84*]
Emperyalist ve sosyalist ülkeler arasında artan ticaret hacminin uzun dönemde sonuçları ne olabilir? Sosyalist ülkeler teknolojik bakımdan ilerleyecek çeşitli boş kaynaklarını değerlendireceklerdir. Emperyalist ülkelerin çeşitli araştırıcıları da aynı yönde düşünmektedir. Emperyalizmin krizi o dereceye gelmiştir ki kendini kurtarmak, ömrünü biraz daha uzatabilmek için uzun dönemde sosyalist bloku güçlendirmeyi göze almaktadır.
ABD-Sovyetler Birliği ticaret anlaşmalarının feshedilmesi ticaretin gelişimini engellemeyecektir. Sovyetler Birliği artan ticaret hacminden yanadır; ABD için ise sorun büyük önem taşımaktadır ve ABD gerekirse daha fazla taviz verecektir.
IV.
YENİ-SÖMÜRGECİLİKTE DEĞİŞİM
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının III. döneminde ortaya çıkan değişmelerden bizi en çok ilgilendiren geri-bıraktırılmış ülkelerle ilgili olanıdır.
Geri-bıraktırılmış ülkelerde uygulanan yeni-sömürgecilik metodları kısa sürede başlıca iki sorunla karşılaşmıştır: Birincisi, halk kitlelerinin durumuyla ilgilidir. III. bunalım döneminde yeni-sömürgecilik metodlarıyla emperyalizm kitlelerin günlük somut hayatından geniş ölçüde çekilmiş, varlığını gizleyebilmiştir. Ancak III. bunalım döneminde geri-bıraktırılmış ülkelerde uygulanan yöntemler emperyalizmin eski sorunlarını bir dereceye kadar çözmüş, yerine eskilerinden hiç de daha az tehlikeli olmayan yeni sorunlar getirmiştir. Ülkede emperyalizme bağımlı olarak yukardan aşağıya geliştirilen kapitalizm, üretici güçlerin gelişimini iç dinamiğin doğrultusundan saptırarak dışa bağımlı kılmıştır. Saptırılan iç dinamiğin sonucu kapitalizmin sürekli ve genel bunalımı ülkeye şiddetle yansımakta ve henüz olgunlaşmamış olsa bile ülke altından en üstüne kadar sürekli kriz içinde yaşamaktadır. Geri-bıraktırılmış ülkelerdeki sürekli kriz ve bundan kaynaklanan kitlelerin yüksek potansiyeli emperyalizm için büyük tehlikedir.
İkinci sorun, ülkedeki iç pazarın daha fazla genişletilmesi ve buna bağlı olarak emperyalizmle yerli hakim sınıflar arasındaki ittifakta meydana gelen değişimlerdir. Emperyalizm başlangıçta ülkedeki hakim sınıfların tümüyle ittifak kurar. Başlangıçta tekelci burjuvazi henüz güçsüz olduğundan feodaller ve ticaret burjuvazisinin çeşitli kesimleri ittifak içinde emperyalizmin temel dayanağı olurlar. Zaman içinde tekelci burjuvazi emperyalizmin en gözde müttefiki olarak gelişir; emperyalizmle baştan bütünleşmiş olan işbirlikçi-tekelci burjuvazi içinde, sanayi burjuvazisi ağır basar.
Bu ağır basış iki temelden kaynaklanmaktadır: Birincisi, ülkede dışa bağımlı olarak kapitalizmin geliştirilmesi ve dayanıklı tüketim malları üreten bir sanayinin kurulması (donatım malları, temel bazı maddeler ve patent hakları dışardan gelir).
İkincisi, geliştirilen kapitalizm ve genişletilen iç pazar bir süre sonra öyle bir seviyeye gelmiştir ki, iç pazarın hakim sınıflar arasındaki uyum veya pek az sürtüşme devam ettirilerek daha fazla genişletilmesi artık olanaksızdır. Ülkedeki feodal ilişkiler geniş ölçüde tasfiye edilmiş, merkezi devletin otoritesi yayılmış ve tekelci burujuvazi sanayi malları dağıtım örgütünü kurmuştur; artık feodaller ve özellikle ticaret burjuvazisinin bir kısmı iç pazarın genişlemesini engellemekte ve yerli tekelci burjuvazinin zararına artı-değerin bir kısmına el koymaktadır. Hakim sınıflar içindeki hiyerarşinin yeniden düzenlenmesi gereklidir; bazı sınıfların etkinliğinin azalması bazılarının ise tamamen silinmesi gerekmektedir. Bu düzenlemeden en çok toprak ağaları ve aracı-tefeci zarar görür; ancak ülkenin durumuna göre işin ucu tarım ve büyük ticaret burjuvazisine kadar uzanabilir. Emperyalizmle bütünleşmiş olarak güçlenen tekelci burjuvazi içindeki hakim unsuru oluşturan sanayi burjuvazisi diğer sınıflar üstünde etkinlik kurmaya, sömürüyü kendi lehine disipline etmeye, iç pazarın daha fazla gelişimini önleyen engelleri ortadan kaldırmaya çalışır.
Sanayi burjuvazisi emperyalizmle bütünleşmiş olarak geliştiğinden, ülkedeki kapitalizm gerçek bir sanayi kapitalizmi olmadığından, sömürüyü kısa sürede diğer sınıflar aleyhine disipline edecek güce tek başına sahip değildir. Bu durumda iki alternatif vardır: Birincisi, uzun dönemde diğer sömürücü sınıflarla anlaşarak, onların çıkarlarını da geniş ölçüde gözeterek gerekli düzenlemeleri yapmak; bu durumda iç pazarın genişlemesi oldukça yavaş olacaktır. İkincisi ise, tekelci sanayi burjuvazisinin kendisine (dolayısıyla emperyalizme) kısa süreli de olsa yeni destekler bulmasıdır, bunlar orta ve küçük-burjuvazi olabilir.
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının III. döneminde geri-bıraktırılmış ülkelerde özünde reformist bir strateji uygulanmıştır. Ülkede kapitalizmin dışa bağımlı olarak geliştirilmesi ve gerçekleştirilen bazı reformlar yerli hakim sınıfların bütünüyle birlikte yürütülmüştür. Günümüzde ise ülkede geliştirilen kapitalizmin ve genişletilen iç pazarın ulaştığı seviye, kısa dönemde iç pazarın hızla geliştirilmesinin sınıflar arasında uyum veya pek az sürtüşme ile gerçekleştirilmesini olanaksız kılmaktadır. Ülkede, aynı zamanda saptırılan iç dinamik sonucu en altından en üstüne kadar bütün alanlarda henüz olgunlaşmamış da olsa bir sürekli milli kriz içindedir. Artık ülkedeki kapitalizmin sosyal zıtlıkları daha az artırıcı, daha dengeli biçimde geliştirilmesi söz konusudur. Emperyalistler bu ikili amaca ulaşmak için tarım ve tarım dışı küçük üreticiliği destekleyeceklerdir. Bütün tarihi gelişim sürecinde küçük üreticiliği tasfiye etmeye çalışmış olan tekelci kapitalizm can çekişmesini biraz daha uzatmak için geri-bıraktırılmış ülkelerde küçük üreticiliği destekleyecektir.
Bu stratejinin temelinde, tarımda ve tarım dışında (geri-bıraktırılmış ülkelerde nüfusun çoğunluğu genellikle tarımda toplandığından) özellikle tarımda, küçük üreticiliğin desteklenmesi, onların kooperatifler ve diğer vasıtalarla örgütlenerek tekelci sermayeye bağlanması ve böylece küçük üreticiliğin ömrünün uzatılması, yani proleterleşme sürecinin yavaşlatılması yatar. Böylece ülkede kapitalizmin daha dengeli, sosyal zıtlıkları daha az artırıcı biçimde geliştirilmesi mümkün olacaktır. İşbirlikçi-tekelci burjuvazi ve özel olarak tekelci sanayi burjuvazisi toprak ve tarım reformu, vergi reformu, üretim ve tüketimin daha örgütlü şekle getirilmesini (kooperatifleşme) savunacaktır. Bu reformlar emperyalizmin koyduğu sınırlar içinde yapıldığında ona zarar değil fayda getirir.
Böylece tekelci sanayi burjuvazisi yüzüne ilerici ve reformcu maskesini takarak ve küçük üreticiliğin desteklenmesi ve örgütlenmesini sağlayacak reformları savunarak orta ve küçük burjuvaziyi yanına çekecek ve böylece yeni uygulamaya karşı direnen hakim sınıfların diğer kesimlerine karşı etkin biçimde mücadele edebilecektir. Emperyalizm-yerli hakim sınıflar ortaklığı böylece emperyalizm-yerli tekelci sanayi burjuvazisi ve orta ve de küçük burjuvazinin desteğine dönüşecek; geri-bıraktırılmış ülkelerde reformizmin sosyal tabanı değişecektir.
Bu uygulama esas olarak ülkede dışa bağımlı olarak geliştirilen kapitalizmin belli bir seviyeye geldiği (Türkiye de buna dahildir) ülkeler için geçerlidir. Emperyalizmin ülkeye geniş ölçüde girişi ve kapitalizmin geliştirilmesinin nisbeten geri olduğu ülkelerde küçük üreticiliğin desteklenmesi, kapitalizmin sosyal zıtlıklara daha az yol açıcı ve daha dengeli geliştirilmesi amacına yönelmiştir.
Geri-bıraktırılmış ülkelerde emperyalizmin yeni stratejisi en iyi biçimde Dünya Bankası programı ve verilen krediler incelenerek anlaşılabilir. Emperyalist ülkelerin tarihinde ilk kez resmi ve sürekli olarak örgütlenişini temsil eden Dünya Bankası, faaliyetinin ilk 5 yılında (1947-52) esas olarak yıkılan emperyalist ülkelerin onarımı amacıyla kredi vermiştir.
1959'da IFC ve 1961'de IDA'nın kurulması ve 1968'den sonra emperyalist ülkelere verilen kredilerin çok azalmasıyla Dünya Bankası faaliyetini tamamen geri-bıraktırılmış ülkelere yöneltmiştir.
Bu dönemde ABD'nin ekonomik gücünün zayıflamasıyla AID kredileri de çok azalmış ve Dünya Bankası'ndaki oy oranları ülkelerin ekonomik gücüne göre ayarlandığından ABD bu örgütteki eski etkinliğini kaybetmiştir. ABD oylarının toplam içinde yüzdesi 1947'de 35,07 iken, 1972'de 23,24'dür. 1972'de Dokuzlu AET' nin oy oranı ise 27,80'dir. [85*] Böylece Dünya Bankası ABD'nin oy oranının azalmasıyla gerçek anlamda bütün emperyalistlerin çıkarlarını temsil eden bir örgüt olmuştur.
Dünya Bankası'nın kredilerinin birinci amacı geri-bıraktırılmış ülkelerdeki bazı alt yapı tesislerini tamamlamak ve böylece iç pazarın genişletilmesi ve sanayi yatırımları için ilk adımları atmaktır.
"... Dünya Bankası kredilerinin büyük kısmının enerji üretimi ve ulaşıma ayrıldığını açıklayan bu görüş (1950), 1970'de değişmiştir (...) Bu konuda çok şey yapılmıştır ancak daha fazla yatırım hala gerekmektedir." [86*]
Dünya Bankası kredilerinin gelişiminde sadece Banka ve AID'yi incelemek yeterlidir. Bütünüyle sanayi kredileri veren IFC' nin rolü küçüktür. (30.6.1971'e kadar verilen toplam kredi 19.953 milyondur. IFC'nin payı ise 200 milyon dolardır.) [87*]
Dünya Bankası ve IDA'nın günümüze kadar, değişik dönemlerde geri-bıraktırılmış ülkelere başlıca amaçlarla verdikleri krediler incelenecek olursa: (Rakamlar toplam içindeki yüzdeyi göstermektedir)
| 1963'e kadar | 1964-68 | 1969-73 | 1974
|
---|
Tarım | % 8,6 | % 12,3 | % 20 | % 22
|
---|
Endüstri [88*] | % 14 | % 12 | %14 | %17,5
|
---|
Enerji | % 35 | % 29 | % 17,5 | % 18
|
Ulaşım | % 38 | % 29 | % 25 | % 22
|
Tarıma verilen kredilerdeki belirgin artış açıkça görülmektedir. 1963'e kadar önemsiz olan tarım kredileri, 1974'de ulaşım için verilenle birlikte toplam kredilerin en büyük bölümünü oluşturmaktadır.
"Genel stratejide tarımın ağırlık kazanmasının nedenleri: İşsizliğin ve şehirleşmenin artışı ve bir dizi sosyal, politik, ekonomik ve teknolojik değişme ile yaratılan sorunlardır." [89*]
Gelişimden sağlanacak faydaları özellikle toplumun fakir tabakaları arasında yayacak projelere önem verilmiştir.
Tarımsal kredilerin yapısı da önemlidir; daha önceleri kredilerin çoğunluğu genellikle zengin çiftçilerin işine yarayan sulama için gerekli baraj ve kanal yapımına ayrılmışken, şimdi de çiftçilik faaliyetlerine yönelmiştir. Kredilerden fakir küçük çiftçilerin faydalanmasına özellikle dikkat edilmektedir. 1968-72 arasında 5 hektardan az toprağa sahip olanlar için uygulanan tarımsal projelerin yüzdesi 17'den 50'ye, 10 hektardan az toprağa sahip olanlar için yüzde 37'den 67'ye çıkmıştır. Buna karşılık 100 hektardan fazla toprağa sahip olanlar için yüzde 17'den 4'e düşmüştür. [90*] Bu rakamlar tarımsal kredilerin esas olarak kime yöneltildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Emperyalizmin geri-bıraktırılmış ülkelerde uyguladığı bu yeni yöntemi ülkemize gelen bir Dünya Bankası uzmanı da doğrulamıştır:
"Dünya Bankasının kredi dağıtımında gelir dağılımının yeni bir kıstas olduğunu söylemek tam doğru değil. Ancak bu intibaı veren olay Dünya Bankasının son güvernörler toplantısında banka başkanı Mc. Namara' nın yaptığı yıllık konuşma olmuştur. Bu konuşmada gelişmekte olan ülkelerden büyük bir grubun gelişmenin meyvalarından tam olarak faydalanamadıkları, bunun için gelişme politikasında nüfusun imkanlardan faydalanamayan kısmına yönelmiş özel bir gayret gösterilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Ve buna paralel olarak da Banka'da gelir dağılımı kriteri proje değerlendirilmesi içinde daha ciddi bir kriter olarak kullanılmaya başlanmıştır (...) Fakat biz ayrıca, Dünya Bankasından nüfusun en az gelir alan % 40'ının durumunu incelemeye başladık, çeşitli ülkelerde ve bu grubun gelirinin artırılması ve gelirinin artırılması sırasında daha verimli olarak istihsale katılmalarını araştırma yoluna girdik. Bu, şöyle bir netice ortaya çıkardı: Gelişmekte olan ülkelerde tipik olarak en az geliri olan % 40 ya tarımda topraksız olarak, tarım işçisi olarak bulunuyor, yahut, tarımdan endüstriye geçiş yeri olan inşaat sektöründe bulunuyor. Zaman zaman istihdam edilen bir işçi olarak, veyahut gizli işsiz olarak büyük şehirlerde yığılmış olarak bulunuyor." [91*]
Emperyalizmin geri-bıraktırılmış ülkelerde uyguladığı bu yeni strateji karşısında özellikle pasifistlerimiz derin bir şaşkınlık içindedir. Bir yandan 12 Mart sonrasında ülkemizde oynanan oyunu doğru kavrayarak, eylemlerini sürdüren ve tekelci sanayi burjuvazisinin orta ve küçük-burjuvazinin desteğini kazanmak için oynadığı oyunu bozan silahlı devrim hareketine saldırırlar; diğer yandan da yeni stratejinin baş uygulayıcısı 11 Bakanı burjuva reformisti ya da küçük burjuva radikali olarak değerlendirirler. Emperyalizmin sol gösterip sağ vururken pasifistlerimiz de sağlarını sollarını şaşırmışlardır!
Ülkemizde tekelci sanayi burjuvazinin bir teorisyeni yeni uygulamayı sosyalist geçinenlerden daha iyi anlamıştır:
"... ileri toplumlarda tarım en büyük boyda işletmelere dönüştürülürken geri toplumlarda küçük üreticilik stratejisinin benimsenmesi, hiç kuşkusuz, köylülüğün siyasal etkinliğine gösterilen tepkinin sonucudur. Dünya Bankası araştırması, Batıda adeta bir anlayış değişikliğini belirtir. Toprak reformu sloganının benimsenmesi, yoksul üreticinin desteklenmesi, topraksız köylüye iş ve toprak verilmesi gibi ilkeler yakın yıllara kadar yalnız sol uygulamalar sayılmışlardır." [92*]
Tarımın ve özel olarak küçük üreticiliğin desteklenmesi esas olarak 1968'den sonra uygulandı. Geri-bıraktırılmış ülkelerde Dünya Bankası adına araştırmalar yapan Pearson Komisyonu ayrıca kooperatifçiliğin de desteklenmesi gerektiğini belirtti. [93*] 1969'dan itibaren geri-bıraktırılmış ülkelerin herbiri için gelişme planı hazırladı. Dünya Bankası başkanı yeni gelişme planının nasıl uygulanması gerektiğini şöyle anlatır:
"Sonuç olarak, gelişen ekonomilerin kritik sorunu gelişim derecesi değil, gelişmenin niteliğidir. Hızla gelişmek isteyen bu ülkelerde nüfusun en fakir % 40'ı geniş ölçüde ihmal edilmiştir. O halde bu hükümetlerin görevi gelişme planlarını yeniden ayarlamak ve böylece halklarının bu en fakir ve en kalabalık kısmının durumunu iyileştirmektir. Hükümetler ekonomik gelişmeden fedakârlık yapmadan bunu yapabilirler. Ancak gerekli insan ihtiyaçları konusunda (beslenme, barınak, sağlık, eğitim, iş sahibi olmak) pek az kişiye yararı dokunan bazı dar ve imtiyazlı sektörlerde gerileme pahasına olsa bile büyüme hedefleri tespit etmeye hazır olmalıdırlar." [94*]
"Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik gücün dağılımını sağlayacak toprak, vergi, kredi, bankacılık reformları gereklidir." [95*]
Emperyalizmin geri-bıraktırılmış ülkelerde uyguladığı bu yeni strateji değişik ülkelerde değişik biçim alır. Yeni stratejinin uygulanmasının demokratik görünümlü bir yönetim altında yapılması ideal olmakla beraber zorunlu değildir. Günümüzde bu yeni strateji Afrika ülkelerinden Brezilya'ya ve Türkiye'ye kadar değişik yönetim biçimlerinin mevcut olduğu pek çok ülkede uygulanmaktadır. Yeni stratejinin uygulanmasında şu anda iki özellik görülmektedir: Birincisi, uygulama çok esnektir. Emperyalizm ülkedeki duruma göre bazen reformizmin sosyal tabanının değişimi için gerekli uygulamalara bütün gücü ile girişmekte, bazen de tasfiye etmek ya da etkisini azaltmak istediği sınıflarla olan ittifakını sürdürmektedir. Geri-bıraktırılmış ülkelerde uygulanan yeni strateji yaygınlık kazanmakla birlikte henüz tam bir kararlılık kazanmamıştır. Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının günümüzde çok ağırlaşması ve geri-bıraktırılmış ülkelerdeki devrimci hareketlerin güçlenmesi ve her ülkede ortaya çıkabilecek beklenmeyen olaylar sonucu yeni stratejide zaman zaman geriye dönüşler olmakla birlikte, uzun dönemde yeni uygulama kesinlikle ağır basacaktır. Yerli egemen sınıfların bir bölümünün direnmesi halinde bile bu uygulama yürütülecektir. Dünya Bankası başkanı yeni stratejinin emperyalizmin daha geniş pazarlar ihtiyacından çok politik yönden gerekli olduğunu açıkça söylemektedir:
"Pek az çok zengin ve ümitsiz derecede fakir pek çok olduğunda ve aralarındaki fark kapanmaktan çok genişlediğinden artık reformun politik maliyeti ve ayaklanmanın politik tehlikesi arasında seçim yapılması gerekir. Sosyal adalet sadece ahlaki bir zorunluluk değildir. Aynı zamanda politik bir zorunluluktur da." [96*]
Emperyalizmin geri-bıraktırılmış ülkelerdeki yeni stratejisinin uygulamada ikinci özelliği, birincisine bağlı olarak, uygulamanın ülke çapında değil bölgesel olmasıdır. Bunun nedeni tasfiye edilmek veya etkisi azaltılmak istenen hakim sınıflarının bir kesiminin direnişi ve ülkede hızla yeni politik düzenlemelere geçişin şartlarının olmamasıdır. Ancak küçük üreticiliğin desteklenmesi ve örgütlenmesi ülke içinde seçilmiş bazı bölgelerde geniş ölçülerde uygulanmakta, yapılan bazı reformlar ve düzenlemelerle bölge halkının potansiyeli, düzene karşı hoşnutsuzluğu hiç olmazsa bir süre için düşürülmeye çalışılmaktadır. Yeni uygulama için seçilen bölgeler ya özellikle stratejik yerlerdir veya Guetamala ve Kolombiya'da olduğu gibi gerillaların başlıca faaliyet alanlarıdır.
V.
EMPERYALİZMİN YENİ BASKI, SIZMA ve KONTROL YÖNTEMLERİ
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının III. döneminde ortaya çıkan geri-bıraktırılmış ülkelerle ilgili (reformizmin sosyal tabanının değişmesinin yanı sıra) diğer bir olgu da: Bir ülkenin belli bir bölgede emperyalizm adına ekonomik sızma, denetim ve müdahale görevini yüklenmesidir. Bu üçlü amaç, bazen Brezilya gibi tek bir ülke ile gerçekleştirilebileceği gibi, çeşitli ülkeler arasında da bölünebilir. Örneğin Orta-Doğu'da ekonomik sızma aracı Türkiye iken, denetim ve müdahale aracı İran'dır.
Bazen "alt-emperyalizm" olarak adlandırılan bu olgu temelinde gizli işgalin bölgesel uygulanmasıdır. Emperyalizmin tek tek ülkelerde ortaklıktan çekilmesinin, varlığını gizlemesinin bölgesel olarak genişletilmiş şeklidir. Dolayısıyla nasıl ki geri-bıraktırılmış ülkelerde emperyalizmle bütünleşmiş sınıflarla emperyalizm arasında önemli çelişki olmazsa; emperyalizmle, onun adına bir bölgede sızma, denetim ve müdahale görevini yerine getiren ülkeler arasında sertleşebilecek çelişkilerden bahsetmek de [97*] yanlıştır. Bunun temel nedeni bu ülkelerin gelişiminin iç dinamikle olmaması, emperyalizmle bütünleşerek gerçekleşmiş olmasıdır.
Toplumsal olayları çok hassas terazilerde tartarak değerlendiren, filanca ülkenin hareket tarzının emperyalizmin genel stratejisine yüzde kaç uyduğu konusunda derin analizler yapan ukalâlar hemen karşı çıkacaklardır. Emperyalizm ile alt-emperyalizm arasında çelişki olabilir, çünkü genel olarak emperyalizmle bütünleşmiş yerli hakim sınıflarla emperyalizm arasında çelişki olabilir. Petrol bunalımı bunun en açık örneğidir. Bu kadar açık örnekten sonra da oportünizme göre Marksist-Leninist analizin hiç gereği yoktur.
"Emperyalizm, hammadde üreticisi ülkelere artık eskisi kadar kolayca söz geçirememektedir. Üretici ülkelerin çoğunun gerici rejimler tarafından yönetilmesi, bunların bazı emperyalist tekeller ile el altından işbirliği yapması, işçi sınıfının bu harekette doğrudan belirleyici olmaması gibi faktörler, üretici ülkelerin bu hareketinin emperyalizmi geriletmediği anlamına gelmez. Önemli olan, emperyalizmin kapitalist dünya pazarındaki tek belirleyici ve yönlendirici olma durumunu yitirmiş olmasıdır." [98*]
III. bunalım döneminde emperyalizmin geri-bıraktırılmış ülkelerdeki yerli hakim sınıflarla bütünleşmesi ve bu süreç içinde emperyalizmin en gözde müttefiki olarak tekelci burjuvazinin güçlendirilmesiyle I. bunalım dönemindeki emperyalizm-komprador burjuvazi ilişkisi; bu iki ayrı süreç birbirine karıştırılmaktadır. Komprador burjuvazi emperyalizmden komisyon alan bir zümre iken, işbirlikçi-tekelci burjuvazi emperyalizmin ortağıdır. Böylece gizli işgali anlamamış kişiler, herhangi bir olayda işbirlikçi-tekelci burjuvaziyle komprador burjuvaziyi karıştırdıklarından, ikincinin özelliklerini birincide aradıklarından (ve tabii bulamadıklarından) işbirlikçi-tekelci burjuvaziyle emperyalizm arasında çelişki aramaktadırlar. Bu görüşü savunanlar emperyalizmin herşeyi önceden planladığını, olayların mutlak hakimi olduğuna inanırlar. İşbirlikçi-tekelci burjuvazinin bütün hareketlerinin emperyalizm tarafından planlandığı kabul edilince, plandan en küçük sapma çelişki olarak değerlendirilir. Aslında önemli olan ise sapma değildir, bu her zaman olabilir. Önemli olan bu sapmanın işbirlikçi-tekelci burjuvazi-emperyalizm ortaklığını tehlikeye atacak, geri-bıraktırılmış ülkelerin tamamen bağımsız davranması derecesine gelememesi ve gelemeyeceğidir.
Petrol bunalımı da geri-bıraktırılmış ülkelerde emperyalizmle bütünleşmiş egemen sınıflarla emperyalizm arasındaki çelişki yönünden değil de, emperyalist ülkeler ve özel olarak tekeller arasındaki çelişki yönünden değerlendirilmelidir. Petrol bunalımının emperyalist ülkeleri ağır biçimde etkilediğini savunanlar değişik ülkelerin farklı durumunu gözden kaçırıyorlar. Petrol bunalımı Japonya ve Batı-Avrupa'yı ağır biçimde etkilerken, ABD'yi daha az etkilemiş ve böylece ABD'nin nispi üstünlüğünü artırıcı yönde etkide bulunmuştur.
Petrol bunalımı bizzat ABD merkezli tekeller arasında kârın yeniden dağılımına yol açmıştır. Petrol bunalımı ve daha önceden beri emperyalist ülkelerin ekonomilerinde gözlenen durgunluk birlikte düşünüldüğünde, şirket kârları arasındaki büyük farklılaşma tamamen anlaşılır. ABD'de 1973'ün ikinci çeyreği ile 1974'ün aynı döneminde başlıca şirketlerin kârları sırasıyla %61.6, %57.4, %74.7 düşüş göstermiştir. Buna karşılık petrol, demir ve çelik, kimyasal maddeler, kağıt ve ürünleri, yiyecek maddeleri imal eden şirketlerin kârları artmıştır (özellikle petrol şirketlerinin). İnceleme konusu olan 47 büyük şirketten 36 tanesinin kârları bu dönemde artış göstermiştir. 29 şirketin kârlarındaki artış yüzdesi de yıllık enflasyon oranının (% 10) üzerindedir (gerçek artış). Bu durum buhranın şimdilik sadece tüketim malları (özellikle dayanıklı tüketim malları) sektöründe etkili olduğu ve şirket kârlarının yeniden dağılımına yol açtığını açıkça doğrulamaktadır.
Artan petrol fiyatları sonucu üretici ülkelerde biriken mali kaynaklar da emperyalizmle daha ileri düzeyde bütünleşme amacıyla kullanılmaktadır. Petrol gelirleri emperyalist ülkelerin devlet tahvillerine, şirketlerin hisse senetlerine yatırılmaktadır. Dünya Bankası 1973-74'de İran, Kuveyt, Libya ve Abu Dhabi'den 461 milyon dolar kredi almıştır. Ayrıca Suudi Arabistan ve Oman ile de bu konuda anlaşma yapılmıştır. [99*] ABD'nin 1974'de sattığı 8.5 milyar dolarlık silahın 7 milyarlık kısmı Orta-Doğu ülkeleri tarafından satın alınmıştır. (4 milyarı İran tarafından) [100*]
SONUÇ
Kapitalizmin sürekli ve genel bunalımının III. döneminin başlıca özellikleri şunlardır:
1- Emperyalist sistem ABD hegemonyası altında bütünsellik kazanmıştır. Aslında II. bunalım döneminde ortaya çıkan bütünleşme sonucu özellikle 1945-58 arasında emperyalist ülkeler arasındaki çelişkiler çok hafiflemiştir. 1958-71 döneminde ise ABD'nin mutlak üstünlüğü çeşitli zorlamalarla sürdürülmüş, mutlak üstünlük nispi üstünlüğe dönüşmeye başlamıştır.
2- Özellikle 1958 buhranından sonra ABD sermayesi diğer emperyalist ülkelere yoğun biçimde akmış, uluslararası işbölümünün artışı ve çokuluslu şirketlerin ortaya çıkışı hızlanmıştır.
3- Ekonomiye artan oranda devlet müdahalesi ve ekonominin askerileştirilmesi, üretim sürecinin çokuluslaşması ve yeni-sömürgecilik metodları sonucu emperyalist ülkelerde ekonominin devrevi hareketi iki aşamaya inmiştir. Ekonomik buhranın şiddeti azalmış, buna karşılık süreklilik kazanmış; sürekli ve genel bunalımın ekonomik bunalımdan etkilenmesi geçmişe göre azalmıştır.
4- Sosyalist bloka karşı yürütülen soğuk savaş sonucu dünyanın 1/3'ü emperyalist ticaret ve yatırım alanı dışına çıkmıştır.
5- Geri-bıraktırılmış ülkelerde uygulanan yeni-sömürgecilik metodları ile emperyalist işgal gizlenmiş, kapitalizm yukardan aşağıya geliştirilerek iç pazar genişletilmiştir. Emperyalizm bu süreç boyunca başlıca yerli hakim sınıfların tümüyle ittifak kurmuştur.
III. bunalım dönemi, II. dönemden kaynaklanan özelliklerin bütün boyutlarıyla geliştiği, II. dönemdeki sürekli gerilemenin bütün şiddetiyle kendini hissettirdiği bir dönem olmuştur.
III. bunalım dönemi içinde ortaya çıkan başlıca değişimler şunlardır:
I- Emperyalist blok içinde ABD hegemonyası ABD'nin nispi üstünlüğüne dönüşmüştür. Bu durum emperyalist ülkeler arasındaki çelişkileri şiddetlendirmiş, emperyalist blokun sosyalist ülkeler ve ulusal kurtuluş savaşlarına karşı bütünleşmesi, birlikte hareket etmesi zorlaşmıştır. Bütünleşme-çelişki diyalektiğinde birinci yön günümüzde de egemendir; ancak ikinci yönün etkisi geçmişe göre artmıştır.
II- Şiddetli ekonomik buhranlara karşı alternatif olarak uygulanan enflasyon silahı geri tepmiş, enflasyon ekonomik hayatı alt-üst edecek derecede yükselmiş, buhran veya enflasyon ikilemi kaybolmuştur. Ancak önceden de belirtildiği gibi ekonomik buhranın şiddetini azaltmak için kullanılan tek yöntem enflasyonist politika değildir. Ekonominin askerileştirilmesi, büyük devlet müdahalesi, üretimin çokuluslaşması ve yeni-sömürgecilik metodlarının da buhranın şiddetinin azalması, ancak süreklilik kazanmasında önemli etkileri vardır. Emperyalizmin içine girdiği son ekonomik buhrandan da anlaşılacağı gibi, buhran iki aşamalı cycle teorisine uygun olarak oldukça yavaş gelişmektedir. Ancak şiddetli buhranlara karşı alternatif olarak kullanılan yöntemlerin (özellikle ekonominin askerileştirilmesinin ve enflasyonist politikanın) geçmişe göre geçerliliklerini yitirmesi durgunluk döneminin etkilerini şiddetlendirmiştir. Buna artan enflasyon sonucu metropollerde tekellerle halk arasındaki çelişkinin keskinleşmesi de eklenmelidir.
III- Sosyalist ülkelere karşı uygulanan ticaret kısıtlamalarının kaldırılmasıyla emperyalist ve sosyalist blok arasındaki ticaret ve yatırım hacmi büyümüş, dünya pazarı emperyalizm açısından önemli ölçüde genişlemiştir.
IV- Yeni-sömürgecilik metodlarında meydana gelen değişim başlıca iki temele dayanır: Birincisi, geri-bıraktırılmış ülkelerde iç pazarı daha da genişletmek ihtiyacıdır. İkincisi ise, potansiyel tehlikedir; henüz yeterince örgütlenmemiş ve kitleler içinde yayılmamış da olsa, oluşum halindeki anti-emperyalist, anti-oligarşik mücadeledir. Ülke, henüz olgunlaşmamış da olsa sürekli bir milli kriz içinde bulunduğundan, doğru yöntemlerle yürütüldüğünde bu mücadele kitleler içinde büyük yankılar yaratmaktadır. Yeni-sömürgecilik metodlarında ortaya çıkan başlıca değişim emperyalizmin ülkedeki müttefiklerini değiştirmesi ve özellikle tarımda küçük üreticiliğin desteklenmesidir. Küçük üreticiliğin desteklenmesi ve örgütlenerek tekelci sermayeye bağlanması meselenin kilit noktasıdır. Böylece emperyalizm bir taşla üç kuş vuracaktır.
Özellikle tarımda küçük üreticiliğin desteklenmesiyle proleterleşme sürecinin yavaşlatılması; küçük mülkiyetin desteklenerek (ve her türlü propaganda aracı da kullanılarak) kırlarda gericiliği yaygın hale getirmek. Böylece geri-bıraktırılmış ülkelerdeki potansiyel tehlike azaltılacaktır.
Küçük üreticiliğin desteklenmesi ve örgütlenmesiyle artı-değerin bir kısmına tekelci burjuvazinin zararına el koyan tefeci bezirganın tasfiyesi kolaylaşacaktır. Üretim ve tüketimin daha örgütlü hale getirilmesiyle iç pazar genişletilecektir.
Geri-bıraktırılmış ülkelerde diğer sömürücü sınıfların bir kısmının tasfiyesi, diğerlerinin etkinliklerinin azaltılmasıyla emperyalizm-yerli hakim sınıflar ittifakı esas olarak emperyalizm-tekelci sanayi burjuvazisi ittifakına dönüşecektir. Ancak ülkedeki kapitalizm gerçek bir sanayi kapitalizmi olmadığından, emperyalizmle bütünleşmiş tekelci sanayi burjuvazisi sömürüyü kısa sürede diğer sınıflar aleyhine disipline edecek güce sahip değildir. Bu nedenle küçük üretimi destekleyerek toprak reformu, aracı-tefecilerin tasfiyesi vb. gibi reformları kendi çıkarına uyan biçimde savunarak tekelci sanayi burjuvazisi orta ve küçük burjuvazinin desteğini kazanmaya çalışır.
Orta ve küçük-burjuvazinin desteği kazanılsa bile uzun süreli olamaz; çünkü bu sınıflar da tekelci burjuvazi tarafından sömürülürler. Ancak kısa dönemde de olsa diğer sınıfların sindirilmesi, bazı sarı reformların gerçekleşmesi için bu destek büyük önem taşır.
Kapitalizmin dışa bağımlı olarak gelişiminin belli bir seviyeye geldiği ülkelerde uygulanmaya çalışılan bu yeni strateji, ülkemizdeki son dört yılın anlaşılması bakımından büyük önem taşır. Okuyucu 12 Mart sonrasında gerçekleştirilmek istenen sınıflar ittifakının geri-bıraktırılmış ülkelerde uygulanan yeni stratejiye uygunluğunun ve CHP programı ile Dünya Bankası programının arasındaki benzerliğe dikkat etmelidir.
5- III. bunalım döneminde alt-emperyalizm ve gizli işgalin bölgesel olarak da uygulanması belirgin biçimde ortaya çıkmıştır.
III. bunalım dönemi içinde dünya pazarlarındaki önemli bir genişlemeyle nisbeten ferahlayan emperyalizm (sosyalist blokla yapılan ticaretin artması da sürekli bir çözüm değildir) diğer bütün yönlerden sıkışmıştır. Bunun nedeni II. yeniden paylaşım savaşından sonra emperyalizmi yaşatmak, ömrünü uzatmak için başvurulan çeşitli yöntemlerin veya olayların zorunlu sonucu ortaya çıkan ilişki, sömürü ve müdahale biçimlerinin emperyalizmin sorunlarına kısa dönemde çözüm getirmesi, uzun dönemde ise yetersiz kalmasıdır.
Emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin şiddetlenmemesi, şiddetli ekonomik buhranlardan kaçınılması, geri-bıraktırılmış ülkelerde pazarın daha fazla genişletilmesi ve potansiyel tehlikenin azaltılması, emperyalizmin bölgesel savaşlara eskiden olduğu gibi doğrudan karışmaması gerektiği; bütün bu sorunların yine kısa dönemli çözümleri, yeni metodları gerektirir. Böylece emperyalist sistemin bir bütün olarak işleyişinde değişimler ortaya çıkar. Günümüz emperyalizmin III. bunalım döneminin özelliklerinin olgunlaştığı, yerini yeni özelliklere bırakmaya başladığı bir geçiş dönemidir. Ancak bu yeni özelliklerden kaynaklanan yeni ilişki, sömürü, egemenlik ve müdahale biçimleri, kısacası sistemin bir bütün olarak yeni işleyiş biçimi tam anlamıyla belirginleşmemiştir. Bu nedenle bu değişimler üzerinde daha detaylı incelemelere girişmek şimdilik spekülasyondan başka birşey olmaz.
Üçüncü Bölümün Dipnotları
(41*) Kapitalizmin Ekonomi Politiği, s: 329, Bilim yay.
(42*) U. S. News and World Report, 19 Nisan 1971
(43*) Magdoff: Çağdaş Kapitalizmin Bunalımı, s: 242-243
(44*) Yearbook of International Trade Statistiks, 1968-70
(45*) ABD Ticaret Bakanlığı, Studies in U. S. Foreing Investment
(46*) Çokuluslu Tekeller ve Uluslararası Tekelci Sermaye, s: 34, TİB yay.
(47*) Milliyet'in ekonomi sayfalarından derlenmiştir.
(48*) Emperyalistler Arası Rekabetin Yeni Bir Aşaması, Ürün, Sayı: 9, s: 63-64
(49*) G. Kazgan: 100 Soruda Ortak Pazar ve Türkiye, s: 59-60
(50*) Forute, Ağustos 1974 veya Ürün, Sayı: 7
(51*) E. Mandel: Avrupa Amerika'ya Karşı, s: 116
((52*) Sweezy-Magdoff: The Dynamics of U. S. Capitalism, s: 91
(53*) Ürün, Sayı: 9, s: 73
(54*) U. S. News and World Report
(55*) E. Mandel: Avrupa Amerika'ya Karşı, s: 38
(56*) Kapitalizmin Ekonomi Politiği, s: 324, Bilim yay.
(57*) Kapitalizmin Ekonomi Politiği, s: 325, Bilim yay.
(58*) P. Sweezy: Çokuluslu Şirketler, Yeni Adımlar, Sayı: 19-20, s: 36
(59*) Sweezy-Magdoff: The Dynamics of U. S. Capitalism, s: 160
(60*) E. Mandel: Decline of The Dollar, s: 38
(61*) E. Mandel: Decline of The Dollar, s: 8
(62*) M. Kalocky: The Last Phase in The Transformation of Capitalism, s: 108-110
(63*) Sweezy-Magdoff: The Dynamics of U. S. Capitalism, s: 169
(64*) E. Mandel: Decline of The Dollar, s: 8
(65*) Kapitalizmin Ekonomi Politiği, s: 334
(66*) E. Mandel: Decline of The Dollar, s: 105
(67*) Sweezy-Magdoff: 1970'lerde Emperyalizm, s: 28
(68*) Kapitalizmin Ekonomi Politiği, s: 336
(69*) T. Ağaoğlu: ABD, Avrupa İlişkileri Üzerine, İlke, Sayı: 11
(70*) Aydınlık, Sayı: 45
(71*) E. Korkmaz: Süper Emperyalizm Teorisi, İlke, Sayı: 14, s: 99
(72*) Günümüzde Emperyalist Sömürü Mekanizması, s: 12, TİB yay.
(73*) H. Magdoff: Enflasyon Üzerine, Aşama, Sayı: 2, s: 9
(74*) Sosyalist Birlik, Sayı: 1
(75*) U. S. News and World Report, 11 Kasım 1974
(76*) E. Mandel: Marksist Ekonomi El Kitabı, Sayı: 2, s: 65, Ant yay.
(77*) Fortune: Haziran 1974, s: 32
(78*) Monthly Review, Mayıs 1974
(79*) Problems of Communism, Temmuz-Ağustos 1973
(80*) Günaydın, 29 Ocak 1975
(81*) Current History, Ekim 1974
(82*) Military Review, Mart 1974
(83*) Military Review, Mart 1974
(84*) U. S. News and World Report, 28 Ekim 1974
(85*) World Bank / IDA-Annual Report 1973
(86*) World Bank Since Bretton-Woods, s: 460
(87*) a.g.e. s: 828
(88*) Finans kurumlarının gelişimi için verilen krediler dahil. Dünya Bankası Yıllık Raporları
(89*) World Bank / IDA-Annual Report, 1971, s: 7
(90*) World Bank / IDA-Annual Report, 1973, s: 15
(91*) A. Karaosmanoğlu ile Sohbet - Özgür İnsan, Sayı: 16, s: 21
(92*) A. Gevgilili: Batı Köylüyü Destekliyor
(93*) World Bank / IDA - Annual Report, 1971, s: 121
(94*) One Hundred Countries Two Billion People, s: 11
(95*) One Hundred Countries Two Billion People, s: 11
(96*) One Hundred Countries Two Billion People, s: 12
(97*) Sweezy-Magdoff: 1970'lerde Emperyalizm, s: 34
(98*) Kitle, Sayı: 34. Benzer görüş için bkz. Sosyalist Birlik, Sayı: 1
(99*) World Bank/IDA-Annual Report, 1974, s: 31
(100*) Günaydın, 28.1.1975