Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi
Halkın Devrimci Öncüleri
Marksizm-Leninizm Bir Dogma Değil,
Eylem Kılavuzudur-III



Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.
kurcep@gmx.net
Özgün biçimiyle Acrobat Reader formatında: Marksizm-Leninizm Bir Dogma Değil, Eylem Kılavuzudur-III (1.155 KB)




DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
LATİN-AMERİKA'DA ÖNCÜ SAVAŞI




      Küba Devrimi'nden günümüze dek, Öncü Savaşı, silahlı propaganda, gerilla savaşı vb. konularındaki tüm tartışmalarda Latin- Amerika devrimci mücadelesi örnek olarak gösterilir. Bu örneklemeler Öncü Savaşının III. bunalım dönemi özellikleri sonucu ortaya çıkan ve tüm geri-bıraktırılmış ülkelerde geçerli olan Halk Savaşı öncesi bir aşama olduğu gerçeğini desteklemek için kullanılırken, aynı örnekler Öncü Savaşının geçersizliği ve yanlışlığı için de kullanılmaktadır. Bu kadar açık çelişki, pek az konuda kendisini gösterir. Ancak tüm olaylarda olduğu gibi, çelişkiyi yaratan ele alınan örnektir.       "Savaşta bir aracın etkinliği denenir ve saptanırsa o araç hemen kullanılır; biri diğerini taklit eder ve bir de bakarsınız moda haline gelmiş; artık deneyin de desteğinde geleneklerimiz arasına girer ve yavaş yavaş teoride de yerini alır; teori ise genellikle bunun yerinde birşey olduğunu, doğru olduğunu ispatlamak için değil, sadece kaynağını göstermek için tecrübeden faydalanır." [347]       Nitekim 1977-78 Türkiye'sinde "silah" olgusu bu şekilde gelişim göstermiş ve istisnasız herkesçe kabul edilmiştir. Artık 1970-71'lerde olduğu gibi silah kullanmanın objektif şartları var mı-yok mu tartışması sona ermiştir. Ancak sorun "silah kullanmak" değil, silahlı mücadele ve bunun politik mücadelenin aracı olarak kullanılıp kullanılmamayacağıdır. Bu nedenle tartışma (gerçek tartışma da budur) devam eder.       "... Kullanılagelen bir aracı bırakmak, şüpheli bir aracı kullanmaya karar vermek ya da yenisini benimsemek için tecrübeye başvurulduğunda durum tamamen farklıdır; o zaman delil olarak tarihi örnekler göstermek gerekir." [348]       Latin-Amerika'nın örnek olarak ele alınması işte bu olgunun somut bir ifadesidir. Ancak Latin-Amerika örnekleri her tarihi örnek gibi pek çok görüş açısından ele alınır.       "İlk önce, tarihten alacağımız örneği sadece bir fikri izah etmek (açıklamak) için kullanabiliriz. Çünkü bir durumu soyut planda incelerken, karşımızdaki bizi kolayca yanlış anlayabilir ya da hiç anlamayabilir." [349]       Bu sakıncayı önlemek için soyut fikirler tarihi örneklerle somutlaştırılır. Ancak genelin özelde biçimlenişinin farklılaşması hesaba katılmayacak olursa (her ülkenin özgül koşulları), bu örnekleme, pratiği mekanik aktarmacılığa dönüştürülür. Latin-Amerika deneylerinin bu şekilde bir kullanımı, yani sadece teorinin daha iyi kavranması için ele alınışı Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ni savunanlarca sık sık kullanılır. Bu kullanım sadece örneğe kısaca değinip geçme olduğu için, mekanik aktarmacılık anlayışına yol açması kaçınılmaz olur. Bu da saflarda ortaya çıkan "çocuksu" Öncü Savaşı ve eylem biçimleri anlayışı olarak görülür. Genellikle eylem biçimi konusunda ortaya çıktığından fazlaca önemli olmaz. Önemi örgütsel disiplinsizliğe dönüşmesidir. Bu da genel-özel, soyut-somut ilişkisinin kavratılması ile çözümlenir. (İkinci çözüm yolu ise, bizzat pratiktir. Ancak bu yol her durumda geçerli olmakla beraber, dardeneycilik ve pragmatizme yol açabileceğinden sık kullanılan bir yol değildir. Savaşta (askeri mücadele) bu yol pek çok yaşamı etkileyeceğinden en son yol olarak kullanılmalıdır.
      "İkincisi, tarihi örnek bir düşüncenin uygulanmasını gösterebilir, çünkü örnek, genel fikir içinde biraraya getirilmesi mümkün olmayan tali şartların kavranılmasını kolaylaştırır." [350] (abç) Bu durumda, birinci için söylenecek herşey tekrarlanabilir. Şu anda Latin-Amerika'yı ele almamızın ana nedeni budur.
      Burada belirttiğimiz iki kullanım biçimi, aynı koşullar için olumsuz yönde de kullanılabilir. Zaten mekanik aktarmacılık bunun ufak bir örneğidir. Tarihi örneklerde en sık karşılaşılan nokta, tarihi örneğin yanılgı ve hatalara yol açmaya olanak tanımasıdır. Bunu yaratan ise, kullanılan tarihi örneğin hiç bilinmemesi ya da kullanma amacının açıkça anlaşılmamasıdır. Böyle olunca da her şey subjektivizme dönüşür. Kadrolar ya da samimi unsurlar, örneği kullananlara karşı duyduğu kişisel güvene (olumlu ya da olumsuz) bağlı olarak, ya denileni (sonucu) körükörüne kabul ederler ya da (olumsuz güven) söylenenlerin, örnek de dahil, hiçbirine inanmazlar. Birinci durumda teori pratik önemini, eylem kılavuzluğunu yerine getiremez. İkinci durumda ise, teori, (mevcut hali ile hiç yaramadığından) tarih bilimine dönüşür. Böylece yine teori ile pratik birbirinden kopar.
      Yeri gelmişken kısaca teorik eleştiriler üzerine birkaç söz söyleyelim:
      Teori, ne düzeyde tarihi örnek kullanılırsa kullanılsın, tüm eleştirileri inandırıcı ve susturucu bir kanıt sağlayamayız. "Eleştiri teorinin sonuçlarını (pratiğini) hiçbir zaman birer norm ya da standart olarak kullanılmamalı, eylemde bulunan kimsenin muhakemesini destekleyen bir rehber saymakla yetinmelidir" diyen Clausewitz çağına ait şu savaş kuralını örnek veriyor: "Genel olarak muharebe düzeninde süvarinin piyade ile aynı hizada değil de gerisinde yer alması her ne kadar taktik bir kural ise de, bu ilkeden her sapmayı suçlamak çılgınlık olur." (Bu örnek Öncü Savaşı pratikleri ile ilgili pek çok konuyla da verilebilinir) [351]
      Eleştiri, sadece bu sapmanın nedenlerini araştırmakla yükümlüdür; eğer bunlar yeterli değilse (nedenler yeterli olmayıp, bu sapmaya yol açmak zorunda bırakmıyorsa), ancak o zaman teorice saptanan kuralları öne sürmeye hakkı olabilir. Öte yandan, bölünmüş bir saldırının (parça) başarı ihtimalini azalttığı teoride kabul edilmişse, böyle bölünmüş bir saldırının her başarısızlığa uğrayışında, ikisi arasında gerçekten bir ilişki (teori ile pratik arasında) kurmaya yer olup olmadığını araştırmadan, hemen başarısızlığı bölünmüş saldırıya bağlamak da aynı derecede saçmadır. Teoride farklı konulmuş, ama pratike farklı uygulanmak zorunda kalınmış bölünmüş (parça) bir hareketten hareketle, teoriyi eleştirmek eleştiri olmayacağı açıktır. Yapılması gereken, (parça) bölünmüş hereketin teori ile bağı olup olmadığını (teorinin bunu önerip önermediğini) araştırmak ve bölünmüş hareketi yaratan nedenleri incelemektir. Gerçek eleştiri budur.
      Bunların tersini yapmakta aynı şekilde yanlıştır. Yani bölünmüş (parça) bir hareket başarıya ulaştığı taktirde, teori tersini savunduğu anlamda, teoriyi hem doğrulamak için kullanmak ya da teorinin yanlışlığını ileri sürmek aptallıktır. Önce teori ile pratik bağıntısı belirlenir, daha sonra pratik (parça hareket) ele alınır, başarı (ya da başarısızlık) hangi nedenlerin ve koşulların ürünüdür bu saptanır. Eğer nedenler ve koşullar genel nitelikte olmayıp, özgül nitelikte ise her şey anlaşılır. Yok genel nitelikte ise, teori eleştirilir. Bunları yapmadan yapılacak eleştiri, yanlış ve sakat eleştiridir ve de hiçbir yapıcı, olumlu yanı yoktur. İşte diyalektik materyalizm ışığındaki eleştiri anlayışı.       "Gerçek diyalektik bireyin yanılgılarını haklı göstermez, ama bütün somutluğu içinde gelişme sürecinin ayrıntılı bir incelemesi ile, kaçınılmaz olduklarını kanıtlayabilir, kaçınılmaz düşünceleri inceler." [352] (abç)       Buraya kadar kısa olarak değindiğimiz tarihi örnek ve eleştiri anlayışı, herşeyde olduğundan yüzkat daha fazla örgütsel çalışma ve savaşta (askeri mücadele) önem kazanır. Dünyada herşey gibi, bütün ile parçaları arasında, sürekli ilişki vardır, herşey birbirine bağlıdır. Bu nedenle en küçük bir şey, ne olursa olsun, örgütte ve savaşta, herşeyi etkiler ve etkisi ve de önemi ölçüsünde sonucu da değiştirir. Örgütlü bir savaşta, hele hele politikleşmiş askeri savaşta bu gerçek çok büyük sonuçlar doğurabilir. Önemsiz birşey, küçük bir dikkatsizlik tüm mücadeleyi ve örgütü etkiler ve hatta denebilirse hareketin yenilgisine yol açabilir. Bu gibi sonuca meydan vermemek için ya da bu gibi sonuçtan hareketle, teori hakkında bir hüküm vermemek için olaylar ve olgular, kendi somutluğu içinde ele alınmalıdır. Böylece neyin, hangi koşulun zorunlu bir sonucu olduğu (ya da olmadığı) ortaya çıkar. Ve böylece teori eylem klavuzluğunu yerine getirir.
      İşte bu tespitlerin ışığında Latin-Amerika'daki Öncü Savaşı deneylerini de alacağız. Bu geçmişten çok daha fazla önem taşıdığı açıktır. Geçmişte Latin-Amerika başarılara tanık oluyordu ve oportünizm-pasifizm "ülkemiz Latin-Amerika ülkeleri gibi değildir" diyerek bunları dışlıyordu. Bugün ise, başarıdan çok, başarısızlık sözkonusudur. Birde bunlara ülkemizdeki 1971 yenilgisi ilave edilince, konunun önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
      Burada konuyu üç açıdan ele alacağız. Önce Latin-Amerika ve ülkelerin emperyalist dünya zincirindeki yerini ele alacağız. Sonra Latin-Amerika daki teorik tahlilleri inceleyeceğiz.



I.
LATİN-AMERİKA'NIN GENEL YAPISI



      Latin-Amerika bütünü için en sık söylenen söz "isyancı gelenek" olgusudur. Ancak diyalektik materyalizme göre, herşey maddi yaşam koşulları tarafından belirlenir. Bu nedenle Latin-Amerika "isyancı geleneği" Latin-Amerika'nın maddi koşullarından ayrı ele alınamaz ve maddi koşullardan bağımsız değildir.
      Latin-Amerika, ABD emperyalizminin hegemonyası altında olan bir kıtadır. Diğer emperyalist hegomanya altındaki ülkelerden farklılığının başında, 1970 sonrası emperyalist sistem içinde ABD' nin mutlak hegemonyasının nisbi hegomanyaya dönüşmesine rağmen, ABD'nin mutlak hegemonyasının devam etmekte olması ve bu ülkelerin yönetiminde bizzat kendi "uzmanlar"ını bulundurmasıdır. Bu durumu yaratan neden ise Latin-Amerika ülkelerinde emperyalist sömürünün gelişimi ve sürdürülüş biçimleridir (Emperyalist sömürünün sürdürülüş biçimi ile, sistemin bütünündeki biçimin somutta, yani Latin-Amerika'da biçimlenişini ifade ediyoruz).
      Latin-Amerika'da emperyalist sömürünün gelişimi, yani emperyalistlerin ülkelere girişi ve yerleşmesi, diğer geri-bıraktırılmış ülkelerden farklı değildir. Ancak diğer ülkelerden daha geç bir dönemde başlaması ve kolonyalizme dayanması, halkların tepkilerinin yoğun olarak gündeme getirmiştir. "İsyancı gelenek" olarak ifade edilen bu durum, bir geçiş döneminin sonuçlarını ifade eder. Emperyalizmin ülkelere girişini ve gelişimini en açık olarak oligarşinin oluşum süreci içinde görebiliriz:
      Latin-Amerika ülkelerinde oligarşinin oluşum sürecini ele almadan, Latin-Amerika ülkelerinde oligarşi kavramının nasıl kullanıldığına kısaca değinelim :
      Latin-Amerika solunda genel olarak tüm ülkelerde görülen ayrışmalar kendini gösterir. Genel olarak "Sovyet-emperyalizmi" tezini savunanlar (bunlara "Pekinciler" denilmektedir), Sovyetler-Birliğine bağlı klâsik kominist partiler("Moskovacılar") ve gerilla savaşını savunan ve de Küba devrimini örnek alan örgütler ("gerillalar"). Ayrıca dönem dönem etkinliği artan troçkistler vardır. İşte bu üç (dönem dönem dört) ana sol ayrışma, kendini özgü bir literatüre ve terminolojiye sahiptir. Ancak Küba Devrimi'ne kadar (1960 yıllarına kadar) Latin-Amerika ülkelerinde sol tek bir çatı altında toplanmıştı. Komünist Partiler olarak bir örgütlü yapıya sahip olan sol, yeni-sömürgeciliğin yerleşmesine paralel olarak bölünmeye başlamıştır. (Çin'in "sosyal-emperyalizm" tezlerini ortaya atmaları aynı döneme rastlar). Bu nedenle soldaki en yaygın termonoloji klâsik kominist partilerinin terminolojisidir. Küba Devrimi'yle birlikte silahlı mücadeleyi savunanların KP'lerden kopmalarıyla, bu hareket kendine yeni bir literatür ve terminoloji yaratmıştır. Her durumda da, terminoloji Latin-Amerika'nın özgül koşullarından kaynaklanır.
      Latin-Amerika 19. yüzyıldan bu yana geniş topraklara sahip feodal beylerin sömürüsünü yaşamaktadır. Latifundista denilen bu büyük toprak ağaları Latin-Amerika'nın en karekteristik özelliğidir. Bunlar varlıklarını feodal ve yarı-feodal dönemlerden, bugüne dek sürdürmüşler ve her dönemde (eski ve yeni-sömürgecilik ve de kolonizm dönemlerinde) emperyalistlerin ve kolonicilerin temel müttefiki olmuşlardır.
      Latin-Amerika'da oligarşi ilk dönemlerde, işte bu feodal beylerin (latifundista) tanımlaması için kullanılır. "Feodal oligarşi" adını verdikleri bu egemen sınıf, ülkelerin feodal dönemini ifade eder.
      Yine Latin-Amerika ülkeleri, 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarına dek kolonistlerin işgaline uğramıştır. Özellikle İspanyol ve Portekiz sömürgeciliği başlı başına bir olgudur. 1920'lere kadar tüm Latin-Amerika halk hareketleri bu emperyalizm öncesi sömürgeciliğe karşıdır. Kolonizm, emperyalist sömürüden ayrı olarak, doğrudan ülke yönetimine el koymayı ifade eder. Böylece sömürgeci ülkeler bu ülkeleri, gerek ülkeye daha önce yerleşmiş yabancılar, gerekse yeni adamlar ile yönetirler. Bu da yeni tip bir oligarşiyi oluşturur. Latin-Amerika'da en sık kullanılan oligarşi bunu ifade eder (Kore oligarşisi gibi). Bu oligarşiler, feodal oligarşiden ve emperyalist sömürgecilik dönemi oligarşilerinden farklıdır. Üretimle hiç bir şekilde uğraşmazlar. Onların tek zenginlik kaynağı siyasal yönetimde bulunmalarının getirdiği ayrıcalıklardır. Siyasal yönetimin ellerinden gitmesi ile her şeylerini yitirirler. Bu yüzden hertürlü siyasal ve ekonomik değişime karşıdırlar. Bu özellikleri ile feodal sınıflara da, kapitalist (isterse emperyalizmle bağımlı olsun) sınıflara da karşıdır. Jose Martin, Simon Bolivar hareketleri temelde bu oligarşilere karşı yürütülen bir mücadeleyi ifade eder. Elbette oligarşiler kolonizmin ürünü oldukları için aynı zamanda anti-kolonisttir.
[88*]
      Emperyalizmin yeni-sömürgecilikle birlikte gelişip olgunlaşan ve günümüzdeki durumu yansıtan oligarşi ise, toprak sahipleri ile emperyalizmle baştan bütünleşmiş yerli-tekelci burjuvaziyi tanımlamakta kullanılır. OLAS Genel Bildirisi şöyle diyor:       "Latin-Amerika, toprak sahipleriyle ayrılmaz bir işbirliği halindeki ve ülkemizde denetleyici bir oligarşi teşkil eden zayıf burjuvazinin varlığı ile nitelenen sarsıntı koşulları altında bulunmaktadır. Artan boyun eğme ve bu oligarşinin emperyalizmle hemen hemen mutlak bağımlılığı..."       Bu genel tanımlamayla birlikte pek çok yazılarda değişik oligarşi ifadelerine rastlanır. Bu genel olarak ortak terminolojinin oluşum halinde olmasını, özel olarak da eşitsiz gelişimin bir sonucu olarak, her ülkede oligarşinin oluşum sürecinin aynı zaman ve düzeyde olmamasını gösterir. Bunların farklılaşmasını genel olarak Latin-Amerika ülkelerinde oligarşinin oluşumunu ele alarak belirtelim:       "Oligarşilerin ortaya çıkışının, maddi temellerinin üretici güçlerin mevcut üretim ilişkileri tarafından engellenmesi olarak ortaya koymuştuk. Bu duruma göre sömürge, yarı-sömürge ve geri-bıraktırılmış ülkelerde de oligarşilerin bulunması gerekmez mi? Çin, Vietnam'da devrimcilerin karşısında oligarşik dikta mı vardı? Meseleye bu şekilde bakmak, sorunların derinliğine incelenmesi yerine yüzeysel tahlillerle yetinmektir. Öz ile biçimi karıştırmaktır. Evet, sömürge, yarı-sömürge ve geri bıraktırılmış ülkelerde de oligarşiler ortaya çıkmak zorundadır. Ama bu oligarşiyi salt bir azınlık ve bu azınlığın yönetimi kontrol etmesi olarak ele almak demektir. Oligarşinin bundan başka nitelikleri vardır. Oligarşi demek, ülkenin politik ve ekonomik yapısına bir azınlığın egemen olması, merkezi bir otoritenin ortaya çıkması ve de halkın tepkileriyle kendi arasında suni bir denge kurmuş olması (hangi yöntemle olursa olsun) gerekir. Bütün bunların ortaya çıkması aniden değil, belirli bir evrim (süreç) gerektirir. Bu evrimin ya da sürecin özelliğinde, ülkenin içindeki durumun az çok iyi olması ve toplumdaki patlamaların yavaşlamış olması, yani bir çeşit 'barış' döneminin hüküm sürmesi gerekir.
      Bunun dışında, tam anlamıyla oligarşinin belirginleşmesi için belirli bir azınlığın ülkenin ekonomik hayatını kontrole alması yetmez, aynı zamanda politik hayatı ve devlet aygıtını da kontrolüne alması gerekir. Bunun belirli ölçüde gerçekleşmiş olması oligarşinin olduğunu söylememizi sağlar. Bunun dışında emperyalist dönemin ayırdedici özelliklerini taşıyan bir yapıya sahip olması gerçek anlamda (günümüz için) oligarşilerden bahsedilmeyi gerekli kılar. (...)
      Bu süreç geri-bıraktırılmış ülkelerde şu şekilde gelişir: (genel olarak)
      Ülke içinde üretimin, toplumsal çelişkilerin seviyesine göre, yerli sömürücü sınıflar -feodallar ve ticaret burjuvazisi- arasında zümrüleşme başlar. Ve bu zümreleşmenin ekonomik ve politik hayatı kontrolüne aldığı görülür. Ama oligarşi (emperyalist dönemin) olarak bütün fonksiyonları yerine getiremez (geri-bıraktırılmış ülkelerde emperyalist sömürüyü korumakla beraber, emperyalist üretim ilişkilerini geliştiremez). Fakat kısmi anlamda da olsa bir oligarşiden sözedilebilinir. (Latin-Amerika devrimcilerinin 'feodal-oligarşi' dedikleri budur.) Emperyalizmle baştan bütünleşmiş olarak yerli tekelci burjuvazi geliştirilirken, emperyalizm sömürüsünü bu azınlıkla, -gerçek anlamda olmasa da- oligarşi ile ittifak kurarak sürdürür. Palazlanan yerli tekelci burjuvazi, baştan zümreleşerek doğduğundan (tekelci) oligarşi için gerekli objektif şartları içinde taşır. Ülke içindeki oligarşi de ('feodal-oligarşi') içinde yer alır. Bir yandan diğer sömürücü sınıflar içinde zümrüleşme artarken -ki nedeni emperyalizmdir- yerli tekelci burjuva güçlenir. Bu zaman içinde (yerli tekelci burjuvazinin içinde yer aldığı ve eski 'feodal-oligarşi'den farklı olan) oligarşi devlet aygıtında kademe kademe gücünü artırır. Tekelci burjuvazi, gelişmesiyle ülke içinde emperyalizmin temel dayanağı olur ve oligarşi içinde yönlendirici güç olur. Oligarşinin devlet aygıtındaki gücü de (önceleri yürütme organlarında, daha sonra yasama, yargı organlarında, bürokrasi ve ordu içinde) artar ve devlet oligarşik bir nitelik alır. Burada en önemli nokta, geri-bıraktırılmış ülkelerde kapitalizmin yukardan aşağıya geliştirildiğinden oligarşinin gücünün artması için ilk şart yürütme organlarında (hükümette) etkili olmak ya da hükümet olmaktır. (Cunta ya da askeri yönetimin ilk dönemdeki temel nedeni) Ancak bu şekilde devlet aygıtını tamamen kontroluna alabilir ve yine bu şekilde emperyalist üretim ilişkilerini geliştirebilir.
      Bu süreç devam ederken, sömürücü sınıflar arasında zümreleşme daha da artar. Bunun birinci nedeni, yerli tekelci burjuvazinin feodallar ve ticaret burjuvazisini eritmesi ya da tecrit etmesidir. İkinci nedeni, emperyalist üretim ilişkilerinin bu sınıfların dayandığı gerici -kapitalizme göre- üretim ilişkileri ile çatışmasıdır.
      Bu süreç yerli tekelci burjuvazinin oligarşiye tek başına (baştan bütünleştiği için emperyalizmle) egemen olduğu (oluşturduğu) ve hatta yerli tekelci burjuvazi içinde sanayi burjuvazisinin oluşturduğu yapıya doğru devam eder (sermayenin yoğunlaşıp-temerküzü esprisi). Bunun gerçekleşmesi için yerli tekelci burjuvazi ve emperyalizm geri-bıraktırılmış ülkelerde çeşitli girişimlerde bulunmaktadır. (Ülkemizde 12 Mart gibi). Şimdiden bu sürecin ne zaman tamamlanacağını söyleyemeyiz. Ama şurası kesindir, tekelci burjuvazi bugün oligarşiye iyice hakimdir ve sonuçta tekelci burjuvazi oligarşiye tek başına (emperyalizmle) hakim olacaktır. Tabi ömrü yeterli olursa!" [353]
      Daha önceki bir broşürümüzde bu şekilde ortaya koyduğumuz geri-bıraktırılmış ülkelerdeki oligarşi ve gelişimi, Latin-Amerika ülkelerinde de aynen gözlenir. Ancak eşitsiz gelişim yasası nedeniyle, gelişim, süreç aynı anda, aynı sürede ve aynı biçimde olmaz. Emperyalizmin bu ülkelerdeki girişimleri farklı olup, kimisinde bir seferde yapılarak başarmış, kimi ülkelerde ise bir kaç kez yapmış ve halen yapılan ülkeler mevcuttur. Ancak gerek ilk dönemde yürütmeyi ele geçirme, gerekse diğer evrelerde tekelci burjuvaziyi daha fazla güçlendirmek için temel yöntem "askeri cunta manevrası" (Che) olmaktadır. Bu dönemler aynı zamanda devrimciler için tarihsel önem taşır. Bu dönemde girişimin başarısızlığa uğratılması, toplumdaki çelişkileri düzenleme (suni denge) imkanını tekelci burjuvaziye tanımadığı için, çelişkileri (oligarşi içi çelişkileri de) keskinleştirir. Devrimciler bu tarihsel koşullarda subjektif durumun elverişsiz olmasına rağmen, harekete geçmek zorundadır. Temel görev bu girişimin niteliğini açığa çıkartmaktır.       "(bu girişim) geleneksel kurumlara vurabilmek için zorunlu bir toplumsal temele dayanmayı ve aynı zamanda her türlü ihtimalini nötralize etmeyi mümkün kılacak bir görüntü yaratma gerekliliğine özel önem vermektedir."[354]       Aynı girişimleri Che "burjuvazinin bize önceden o kadar sık talim ettirdiği manevraları" olarak ifade ettikten sonra şöyle diyor:       "Bu, seçimler sırasında devrik diktatörden daha melek yüzlü ve daha tatlı sesli bir baya iktidarın devri ile, ya da genellikle ordu tarafından yürütülen ve bu arada dolaylı veya dolaysız ilerici güçleri destek olarak kullanan gericilerin bir hükümet darbesi ile olabilir. Daha başka manevralar düşünülebilir, fakat taktik hileleri araştırmak amacımız değildir.
      Dikkati aslında yukarıda sözü edilen askeri cunta manevrasına yöneltiyoruz." [355]
      "Dikta, düzenli olarak, önemli bir şiddet uygulaması olmadan parçayı kurtarmayı dener. Onu, kendisini maskesiz, yani gerici sınıfların baskıcı diktası olarak gerçek kalıbı içinde göstermeye zorlayarak, kimliğinin ortaya çıkmasına yardım edilir, bu da mücadeleyi artık geriye dönüşün olmayacağı son hadde kadar keskinleştirecektir." [356]
      İşte Latin-Amerika'daki Şili-Uruguay-Brezilya-Arjantin-Bolivya-Peru; Orta Doğuda Mısır-İsrail-Türkiye-İran-Pakistan-Hindistan, hepsi de kapitalizmin dış dinamikle geliştirdiği ve belli yere (eşitsiz) geldiği ülkelerdir.
      Bu, tüm Latin-Amerika ülkelerinde en sık ve en geniş görülen durumlardır. Bir örnek verelim:
      Bolivya'da 1952 yılında "küçük burjuvazinin önderliğinde, geniş halk kitlelerinin ayaklanması sonucu" ülkedeki "feodal oligarşi"ye son verilmiştir. 1952-64 yılları içinide iktidarı alan küçük burjuvazi bu dönemde "milli ekonomi ve milli burjuvaziyi yaratmaya" çalışmıştır. Ancak ABD emperyalizminin ülkeye girişi de aynı döneme rastlar. "Milli ekonomi" için yabancı sermayeye geniş olanaklar sağlanmış ve teşvik tedbirleri yasalaştırılmıştır. "Bu süreçte üç çeşit burjuvazi oluşmuştur: a- İthalatçı burjuvazi (ticaret burjuvazisi) b- gayri milli ve tarımsal-ihracatçı burjuvazi c- emperyalist sermayenin burjuvazisi (komprador)". [357] Zaman içinde bu burjuvazinin çeşitli katmanları arasında (emperyalist üretim ilişkilerinin gelişmesine parelel) farklılaşma kesinlik kazanmıştır. Ve sonuçta ticaret burjuvazisi ("ithalatçı burjuvazi")-sanayi burjuvazisi ("maden burjuvazisi") ve tarıma dayalı sanayi burjuvazisi ("ihracatçı burjuvazi") şeklinde netleşme ortaya çıkmıştır. Son iki burjuva kesimi emperyalizme bağımlı yerli tekelci burjuvaziyi ifade ederler.
      Bolivya'da ilk dönemde yönetici sınıflar "ihracatçı burjuvazi-maden burjuvazisi-ithalatçı burjuvazi ve latifundistlerden oluşur." Oligarinin bu yapısı süreç içinde daha da zümreleşmiş (burjuvazinin çeşitli çeşitli kesimlerin arasında netleşme olmasıdır bu) ve "ithalatçı burjuvazi (ticaret burjuvazisi) oligarşiden ayrılmıştır." [358] 1972 yıllarına tekabül eden bu durum, bu tarihten sonra Banzer yönetiminin (askeri yönetim) "alt-emperyalist olma amaçlarına yönelmesini" getirmiştir. Ancak Brezilyanın mevcudiyeti karşısında Banzer'in girişimleri emperyalizmin ülkeye iyice yerleşmesini (içsel olgu) sağlamaktan başka sonuç vermemiştir.
      1972 yıllarındaki gelişimin ve askeri yönetime yeniden geçiş (ilk kez 1965-70 arası) salt oligarşi içindeki çelişmelerden kaynaklanmaz. 1971 yılının sonlarında troçkistlerin yönetimindeki genel ayaklanma bu durumun gündeme gelmesinin ana nedenlerinden birisidir.
      Emperyalizmin III. bunalım döneminde, 1970'ler sonrasında görülen "alt-emperyalizm" uygulaması da, ilk kez Latin-Amerika'da uygulamaya sokulmuştur. Latin-Amerika'da, geçmiş dönemlerdeki gelişimi sonucu zayıf da olsa küçük ve orta sanayiye sahip Brezilya "alt-emperyalizm" olarak geliştirilmiştir. Diğer Latin-Amerika ülkelerine göre en fazla ABD sermayesinin bulunduğu ülke Brezilya'dır. (4 milyar dolar; ikinci sırada zengin petrol rezervleri olan Venezuella, 1.8 milyar dolar ve Arjantin, 1.2 milyar dolar) Türkiye'de tüm yabancı sermaye 200 milyon dolar civarında olup, ABD sermayesi 40 milyon dolardır. Nakit sermayenin bu durumu bile Latin-Amerika'nın ABD açısından önemini açığa çıkartır.
      Latin-Amerika ülkeleri, tüm geri-bıraktırılmış ülkeler gibi "tek ürün" üzerinde inşaa edilmiş bir üretime sahiptir. Ancak yerli tekelci burjuvazinin gelişimine parelel "teknoloji transferleri olağanüstü arttırmıştır." Fakat bu durum 1974 sonrasında başlar. Bunun temel nedeni de Latin-Amerika'nın (oligarşinin oluşum süreci ile görülür) iç yapısının yeni-sömürgeciliğin tam anlamı ile uygulamasına elverişli olmaması ve ilk iş bu "elverişli ortam"mın yaratılmasıdır. Bu da ancak gerilla savaşlarının tüm kıta çapında yenilgiye uğratılmasıyla sağlanabilmiştir (1972 yılları). [89*]
      Latin-Amerika ülkeleri, geri-bıraktırılmış ülkelerdir. Ancak Latin-Amerika ülkelerinin tüm geri-bıraktırılmış ülkelerle aynı özellikleri taşımakla beraber, bazı farklılıkları da içerir. Bu farklılığın başında emperyalizmin "kıta ölçüsünde bir baskı stratejisi planlamış ve geliştirmiştir"[359] olması gelir. Latin-Amerika' nın tarihi ve coğrafi koşulları emperyalizmin kıta çapında, bir bütün olarak bir uygulamaya gitmesine imkan tanır. Ancak ABD emperyalizminin bu "kıta çapında"ki uygulaması, tüm dünyada görülen ve uygulanan emperyalist politikalardan farklıdır. Bu fark Latin-Amerika'daki oligarşilerin askeri açıdan işbirliği yapmalarıdır. Genellikle "alt-emperyalizm" olgusu ile somutlaşan bu uygulama, Latin-Amerika'da Brezilya "alt-emperyalizm"i olarak değil, aynı zamanda tüm ülkelerin ortak hareketi olarak gündeme gelir.
      Örneğin Bolivya'da oligarşinin (ki bir ara coğrafi konumunu ileri sürerek "alt-emperyalist" olma girişiminde bulunmuştur). "Kıta çapı" askeri uygulamada Şili ile olan sınır bölgelerin, doğrudan Brezilya nezninde emperyalizmin denetimine ayırması bunu gösterir. Şili sınır bölgesi zengin maden yataklarının bulunduğu bu bölge bir bölgedir ve aynı zamanda "Latin-Amerika'nın Sierra Maestra'sı" olan Ant dağları eteğinde bulunur. Ve Şili 1973 Eylül darbesinde bu bölge geniş ölçüde kullanılmıştır. Keza aynı bölge Che'nin 1967 Bolivya hareketinde önemli rol oynamış ve İnti Predolar bu bu bölgeden Şili'ye geçmişlerdir.
      Aynı tür "işbirliği" Uruguay ve Arjantin'de de söz konusu olmuştur.       "Bu Amerikan panoraması karşısında, tecrit edilmiş bir ülkede zaferin ele geçirilmesi ve sağlamlaştırıması zorlaşmaktadır... Tarihi zorunluluk nedeniyle (savaş) kıtasal özellik taşıyacaktır. Ant dağları, Fidel'in dediği gibi, Amerika'nın Sierra Mastra'sı olacak ve bir kıtanın kapsadığı muazzam topraklar emperyalizmin iktidarına karşı ölüm-kalım mücadelesine sahne olacaktır.
      Mücadelenin ne zaman bu kıtasal karakteri alacağı ve ne kadar süreceğini söyleyemeyiz; fakat kaçınılmaz tarihi, ekonomik ve politik koşulların sonucu olduğu ve rotası değiştirilmeyeceği için, yükseleceği ve zafere ulaşacağını önceden söyleyebiliriz." [360] (abç)
      "Kıtasal devrim stratejisi" olarak formüle edilen bu anlayış, revizyonist ve oportünistlerce troçkizm olarak ifade edilmektedir. Bunlara göre, kıta devrimi anlayışı Troçki'nin "Avrupa devrimi" anlayışından başka bir şey değildir.
      Burada uzun uzun Latin-Amerika devrimleri üzerinde fikir yürütecek değiliz. Ancak bu karşı çıkışlar, genel olarak Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin troçkizm olduğu şeklindeki "eleştiri"yi desteklemek için kullandığından üzerine biraz duralım.
      Her şeyden önce "kıtasal devrim" anlayışı, Latin-Amerika' ya özgü tarihi, ekonomik ve politik koşulların ürünüdür. Bu koşullar (yukarda kısaca belirttik) unutulduğu ölçüde "kıtasal devrim" anlaşılmaz. Ayrıca Latin-Amerika için olduğu kadar, Güney-doğu Asya devrimlerinde de aynı zorunluluk mevcuttur ve bu nedenle mücadele bölgesel nitelik almıştır. ABD'nin "domino teorisi" olarak ifade ettiği koşulların ürünüdür. Bu teori, belirli bir bölgede bir ülkenin devrim yapması ile diğer ülkelerin peşipeşine "düşeceği" ni ifade eder. ABD emperyalizmi bu gerçekten hareketle, bölgesel ya da Latin-Amerika'daki gibi kıtasal bir karşı hareket organize etmiştir. "Kıtasal devrim" bu emperyalist karşı-hareketin karşısında yapılması gerekenleri ifade eder. Emperyalizmin karşı-hareketi taktik olmayıp, stratejik nitelikte olduğu açıktır. En açık olarak Vietnam-Kamboçya-Laos devrimlerinde görülmüştür. (Zaten bu ülke devrimcilerinin bölgesel hareketlerine troçkizm suçlaması yöneltilmiştir. Ama ne yazık ki (!) devrim başarıya ulaşarak "eleştiriler"i haksız (!) çıkarmıştır.)
      Sonuç olarak, Latin-Amerika ülkeleri kendine özgü özellikleri dışında, genel özellikleri ile emperyalist hegemonya altında olan, geri-bıraktırılmış ülkelerdir. Bu nedenle devrim stratejisi, emperyalizmin III. bunalım dönemi geri-bıraktırılmış tüm ülkelerin devrim stratejisi ile aynıdır Aralarındaki fark, her ülkenin kendi özgül koşullarının getirdiği ara aşamalar ve taktiklerdir.



II.
LATİN-AMERİKA'DA DEVRİM STRATEJİSİ



      Yukarda belirttiğimiz gibi, geri-bıraktırılmış ülkelerden oluşan Latin-Amerika'da devrim stratejisi Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'dir. Ancak dünya çapında devrimci örgütler arasında bir koordinasyon (ki bu Komünist Enternasyonal demektir) olmadığı için ortak bir terminoloji ve literatür mevcut değildir. Bu yüzden, devrim stratejisi farklı biçimlerde ifade edilmektedir. Bu farklılık ülkeden ülkeye değişen özellikler taşımaktadır. Bu nedenle Latin-Amerika devrim teorilerini, her ülkenin kendi koşulları içinde ele almak gerekir.
      Latin-Amerika devrimci mücadelesini ve teorilerini kavrayabilmek için, genel olarak solun yapısını ve ana tartışma konularını bilmek gerekir (ki, bu aynı zamanda literatür ve terminoloji farkını belirler).
      Latin-Amerika ülkelerinde tüm gerilla hareketleri Komünist Partileri bünyesinde çıkmıştır. Öyle ki kimi ülkelerde (Venezüella-Peru-Bolivya) bizzat KP'ler gerilla savaşına başlamıştır. Ancak dünya çapındaki soldaki ayrışmalar sonucu bu hareketler kesilmiştir. Bunun üzerine, programına silahlı macadeleyi (ve bir biçimi gerilla savaşını) alan ya da alıp pratiğe geçen tüm KP'ler bölünmüş ve saflardaki "silahlı mücadele taraftarları" ayrı örgütlenmeye başlamıştır. (Bu süreç 1970'lere kadar sürmüştür.)
      Brezilya'da ALN ve MR-8, BKP'den ayrılmış kadrolarca oluşturulmuş örgütlerdir. ALN kurucusu Marighella BKP Merkez Komitesi üyesidir. Venezüella'da FLN-FALN, VKP-MIR ve diğer sol grupların ortak başlattıkları gerilla savaşının 1962'de durdurulmasıyla VKP'den D. Bravo ve MIR'dan Fabridio Ojeda tarafından kurulmuştur. Bolivya'da "maoist-troçkist" olarak bilinen ve ELN'e katılan Guevara BKP/ML'den ayrılmıştır. Kolombiya'da silahlı mücadele "kurtarılmış bölgeler ya da özsavunma" anlayışı ile Komünist Parti tarafından yürütülmüştür. 1969 yılında KKP'nin silahlı mücadeleyi "ülkede devrimci bir durum yoktur, gerilla mücadelesi savaşın başlıca biçimi olamaz" diyerek terk etmesi üzerine FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri), KKP'den ayrılan kadrolarla faaliyetini sürdürmüştür. (Daha geniş bilgi için Bkz: TDAS-I, s: 142-43)
      Ancak Komünist partinin kurulmadığı ülkelerde gerilla savaşları baştan ayrı örgütlenmeler tarafından yürütülmüştür. Uruguay'da MLN (Tupamaros), Arjantin'de ERP-PRT gibi.
      Latin-Amerika solunun bu oluşumu nedeniyle devrim stratejisi tartaşmaları klâsik revizyonist komünist partileri ile silahlı mücadeleyi savunanlar arasında odaklaşır. Giderek de silahlı mücadeleyi savunanlar arasındaki tartışmaya yönelir.
[90*]
      Bu koşullar içinde ilk nokta, silahlı mücadeledir. İdeolojik-politik çizgi tartışmasının bu şekilde başlaması, Latin-Amerika dışındaki ülkelerde pek çok karışıklık yaratmıştır. Bilindiği gibi, silahlı mücadele tek başına genel bir ayrımı ifade eder. Yani devrimin şiddete dayanıp dayanmayacağı ayrımıdır. Yoksa belirli bir silahlı mücadele biçimi gündeme getirmez. Latin-Amerika'daki tüm tartışmalara bakılacak olursa, temel sorun, devrimin barışçıl mı yoksa silahlı mı olacağı üzerinedir. Fidel Castro, Olas kongresinde, (1967) şöyle diyor:       "Devrimci, ülküsüne ve devrimci amacına ulaşmak için türlü yöntemler kullanır. Sorunun özü, kitlelerin bunun devrimci bir hareket olduğuna, sosyalizmin mücadelesiz olarak barışçıl yollarla iktidara gelebileceğine inandırıp, inandırılamayacağıdır. Bu bir yalandır ve Latin-Amerika'da kim barışçıl yollarla iktidara gelebileceğini iddia ediyorsa, kitleleri aldatmaktadır." [361]       Ve tüm Latin-Amerika'daki silahlı mücadeleyi savunanların işbirliğini sağlamak amacıyla oluşturulan OLAS kongresi şu kararı alıyor:       "- Latin-Amerika devrimci hareketini Marksizm-Leninizm ilkeleri yönetir.
      - Latin-Amerika devriminin temel yolunu, silahlı devrimci mücadele teşkil eder.
      - Bütün diğer mücadele biçimleri, bu temel yolu geliştirmek ve geciktirmemek koşuluyla kullanılır.
      - Ülkelerimizin çoğunda gerillalar kurtuluş ordularının nüvesidir ve devrimci mücadeleyi başlatıp sürdürmenin en etkili yolunu teşkil ederler.
      -Devrimin yöneticiliği bir örgütlenme ilkesi olarak, başarıyı garantilemek üzere, 'birleşik bir siyasal ve askeri kumanda'nın varlığını gerektirir." [362]
      "Azgelişmiş Amerika'da kırsal bölgeler silahlı savaş için temel alanlardır." [363]
      Bu genel tesbit Che tarafından şöyle formüle edilir:       "Küba'daki devrimci savaş o zamandan beri kıtanın ilerici partilerinin teorik tartışmalarında gerilla savaşının sorunları ortaya atılmakta ve uygulama olanakları ile amaca uygunluğu, karışık polemiklerin konusu olmaktadır. (...) Herşeyden önce, mücadelenin bu özel biçiminin hedefe ulaşmak için bir yöntem olduğu aydınlatılmalıdır. Her devrimci için zorunlu, şaşmaz olan bu hedef, politik iktidarın ele geçirilmesidir." [364] (abç)       Aynı konuda Fidel Castro şöyle diyor:       "Başka bir deyimle uygun koşulların bulunduğu bütün bu ülkelerde başlıca görev olarak, gerilla savaşının rolünün önemi üzerinde dururken, diğer silahlı mücadele biçimlerini küçümsüyor değiliz... Gerilla savaşı mücadelenin ana şeklidir. Fakat ortaya çıkabilecek diğer silahlı mücadele türlerini de dışarıda bırakamaz." [365] (abç)       Ancak "gerilla siyasal bir örgüt, siyasal bir hareket tarafından örgütlenir." [366]
      Sonuç olarak, devrim stratejisi şöyle ifade edilebilir: Politik iktidarın ele geçirilmesi silahlı mücadele ile olacaktır. Ancak bu süreç uzun bir süreçtir. Bu savaşta, ilk dönem silahlı mücadelenin bir biçimi olan gerilla savaşı temel araç olarak kullanılır.       "Küçük savaşçı çekirdeklerin başlattığı mücadeleye giderek sürekli bir şekilde yeni yeni güçler katılır, kitle hareketleri boy göstermeye başlar, eski düzen yavaş yavaş yıpranır, çöker; ... gerilla savaşı, yavaş yavaş kök salacak ve sağlam bir temele oturacak; bundan sonra gerilla birliğinin gelişmesi için temel bir unsur olan üsler oluşacaktır ... Kurtuluş savaşının kural olarak üç aşaması vardır: birincisi, kaçmakta olan küçük silahlı gücün düşmana darbe indirdiği stratejik savunma aşaması; silahlı güç, küçük bir çevrede pasif bir savunma yapmak için sinmez, tersine, savunması, yerine getirebileceği sınırlı saldırılardan oluşur. Bundan sonra düşmanın ve gerillanın eylem olanaklarının istikrarlı olduğu denge noktasına ve nihayet büyük kentlerin işgaline, büyük kesin çarpışmaların, düşmanın tamamen yokedilmesine götürecek olan baskı ordusunun çevrilmesi, son aşamasına varılır. Her iki gücün birbirini karşılıklı ciddiye aldıkları denge noktasına erişildikten sonra gerilla savaşı, bundan sonraki gelişimi sürecinde yeni özellikler kazanır." (Che) [367]
      "Gerilla savaşının, savaşın bir aşamasını oluşturduğu, bu aşamanın tek başına zaferle sonuçlanamayacağı kesinlikle ortaya konmuştur. Bu savaşın ilk aşamalarından biridir, sürekli büyümesi için direniş ordusu düzenli ordu karekteristliği kazanıncaya kadar gelişecektir ... Zafer daima düzenli ordunun eseri olacaktır." (Che) [368]
      Görüldüğü gibi Öncü Savaşı ve Halk Savaşı, gerilla savaşı ve örgütlenmesi açısından konulmaktadır. Ancak "bu demek değildir ki, gerilla hareketi, herhangi bir ön çalışma olmaksızın doğabilir ya da siyasal yönelimi olmaksızın varolabilen bir şeydir." [369]
      Che ve Castro'nun bu açıklamalarında Öncü Savaşı ile Halk Savaşının, iç içe geçmiş tek bir sürecin iki aşaması olarak ele aldığı açıkça görülür. Ama belirttildiği gibi, her iki evrede de farklı özellikler mevcuttur. Bir başka deyişle, Che ve Castro, Öncü ve Halk Savaşını, halk kurtuluş savaşının (tek süreç) iki aşaması olarak formüle eder. Aynı şeyi D. Bravo şöyle ifade ediyor:       "Kitleler silahlı mücadele saflarına heyecanla katıldıkları zaman, devrim yeni bir karekter kazanır; muhtevasıyla olduğu gibi biçimiyle de öncü (avangart) savaştan Halk Savaşı aşamasına geçilir." [370] (abç)       ELN (Bolivya'daki Che'nin kurduğu Ulusal Kurtuluş Ordusu) aynı şeyleri şöyle ifade ediyor:       "Bizim uzatılmış savaş stratejimiz Marksizm ve Leninizmin ışığında üç büyük aşama öngörmektedir; bunları şöyle özetliyebiliriz :
      1- Gerilla Savaşı: Bu Nancahuazu'da başlayan ve hâlâ devam eden savaştır. Gerilla taktiği ister istemez başka yöntemlerle (kitle ajitasyonu, sendikaların harekete geçirilmesi, grevler, yolların işgali vb.) güçlendirilmiş esas yöntemdir. Bu yöntemin amacı düşmanı geriletmek ve halkın örgütlenmesini hazırlamaktır. Bu uzun dönem süresince geri çekilme hareketlerinin ardından mücadelenin yükseldiği dönemler gelecektir. Bütün yöntemleri kullanmayı bilmek, ama her zaman dönemin temel yöntemine bağlayabilmek; işte devrimci öncünün yapması gereken budur.
      2- Ayaklanma Aşaması: Halk çeşitli bölgelerde ayaklanma hareketine giriştiği zaman nitel bir sıçrama gerçekleşecektir. Bu, gerilla geliştiği ölçüde mümkün olacaktır; aynı zamanda gerilla da gelişmeye devam edecektir. Ama dönemin esas görevi ayaklanma olacaktır. Bu ayaklanma merkezi iktidarın ele geçirilmesi için bir mücadele biçimi olacaktır. Ama temel nokta sistemin tamamen dağıtılması ve bir üst aşamaya geçilmesi olacaktır.
      3- Ulusal Savaş: Gerillanın gelişmesi, halkın ayaklanma dönemi boyunca kitle halinde savaşa katılması emperyalizm için dayanılmaz olgulardır. Emperyalizm uyduları aracılığıyla (Brezilya alt-emperyalizmi bu amaçla yaratılmıştır) doğrudan müdahale etme gerekliliğini görecek yıkılmakta olan burjuva sisteminin yıkıntıları üzerinde bir halk iktidarının örgütlenmesini engellemek için elinden geleni yapacaktır. Emperyalist müdahale halkın mücadelesini bir ulusal savaşa dönüştürecektir; bu savaş süresince düzenli ordular çarpışacaktır; ama düşmanın geri saflarına vurmak üzere gerilla mücadelesi ve halkın ayaklanması da sürecektir. Ve ulusal savaş stratejik açıdan bütün kıta üzerindeki halkların mücadelesi aracılığıyla kıtasal bir karaktere sahip olacaktır." [371] (abç)
      Che Guevara, ilk dönemdeki gerilla kavramını da şöyle tanımlıyor:       "Gerilla, en üstün derecede bir kurtuluş savaşçısıdır, halktan seçilen, kurtuluş savaşında halkın savaşçı öncüsüdür ... Gerilla savaşı bütün halkın baskıcı egemenliğine karşı savaşıdır. Gerilla hareketi, bu savaşın silahlı öncüsüdür. Gerilla ordusu ise, bir bölgenin veya ülkenin bütün halkını içerir." [372] (abç)       Mücadelenin niteliğini ise şöyle belirtiyor:       "Mücadele politik-askeridir, böyle gelişmeli ve bundan ötürü böyle olmalıdır." [373]
      "... devrimci savaş başından itibaren politikleşmiş askeri savaştır."[374]
      "Latin-Amerika'da proletaryanın iktidar altarnatifi olabilmesi için, silahlı mücadelenin sınıf mücadelelerinin yolu olduğu, politikleşmiş askeri savaş geçerlidir." [375]
      Görüldüğü gibi, terminoloji ve özgül koşulların oluşturduğu noktalar hariç, Latin-Amerika'da devrim stratejisi, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'dir. Ancak bu stratejik çizginin kavranamayışı zaman zaman çeşitli sapmalara yol açmıştır.


      a- Fokoculuk Üzerine


      Latin-Amerika'da devrim stratejisi üzerine olan bu tartışma ve açıklamalar içinde en önemli yan fokoculuktur.
      Debray'ın "Devrimde Devrim" adlı kitabında formüle edilen ve tüm dünyada fokoculuk olarak ifade edilen bu anlayışın gerçek niteliği kavranılmalıdır. Aksi halde, her hareket ya fokocu olarak, ya da sağ-pasifizm olarak ele alınır. Fokoculuğun ele alınmasını zorunlu kılan etken de, devrimci mücadelenin politikleşmiş askeri savaş olmasından ileri gelir. (Bilindiği gibi, askeri savaşta yenilgi, en hafifinden, pek çok kadronun yaşamını yitirmesiyle sonuçlanır. Böylece diğer durumlardan farklı olarak "kaybedilen" kadro kesinlik ifade eder. )
      Debray'ın "Devrimde Devrim" kitabı, "terimin Leninist anlamı ile bir taktikler kitabıdır. Bu kitap, devrim anlayışını ve karakterini incelemiyor, sadece nasıl yapılacağını inceliyor".
[376] Böylece fokoculuğun ilk özelliği ortaya çıkıyor: devrim stratejisi olmayan mücadele.       "Kapitalist devlet iktidarı nasıl yıkılır? Başka deyişle, kuzey Amerika askeri yardım heyetiyle sürekli olarak takviye edilen ordu; yani kapitalist iktidarın belkemiği nasıl kırılır? (...) Uygun olarak seçilmiş kırsal alanlarda yavaş ya da hızlı bir hazırlıktan sonra gerilla savaşları; halk ordusunun ve gelecekteki sosyalist devletin çekirdeği olarak seyyar (hareketli) bir stratejik kuvvet geliştirmek." [377]       İşte fokoculuğun tüm devrim anlayışı bu kadardır. Ancak bu "nasıl yapılmalı" sorusuna Debray'ın cevabını anlamak için, bu soruyu yerli yerine oturtmak gerekir.
      Herşeyden önce Debray, devrimin gerilla savaşı ile zafere ulaşacağını ileri sürmez. Debray, devrimin halk ordusunun yürüttüğü bir Halk Savaşı ile zafer kazanacağını kabul eder. Debray için temel soru, ordunun nasıl yaratılacağıdır. Bir başka deyişle suni denge nasıl bozulacaktır?
      Debray, suni denge olgusunu görmekle beraber, bu dengenin nasıl kurulduğunu hangi yöntemlerle hangi araçlarla sürdürüldüğünü anlamamaktadır. Onun için bu konular çözümlenmiştir. Debray'a göre suni denge salt siyasal zorun askeri biçimde maddeleşmesi ile kurulan ve salt askeri nitelik taşıyan bir olgudur. ("Kapitalist devlet iktidarı" ile "ordu"yu özdeşleştirmesi bundan ileri gelir). Çok tali olarak da soldaki "reformist" yüreksizlik ve ortodoks komünist partilerinin ihaneti" [378] suni dengeyi yaratır. Bu da Debray için suni dengenin politik niteliğidir.
      Suni denge olgusu bu şekilde ele alınınca yapılması gerekenler birbiri peşi sıra gelir:       "Gerilla güçleri, askeri örgüt bakımından olduğu kadar, eylemde de sivil halktan bağımsızdır. Bundan ötürü, köylü halkın doğrudan doğruya savunmalarını üstlenmelerine gerek yoktur. Halkın korunması düşmanın askeri potasının yok edilmesi sürecine bağlıdır. (...) Devrimci gerilla gücünün ana amacı düşmanın askeri potansiyelini yok etmek ise, insiyatifi ele almaksızın, onun gelip hücum etmesini bekleyemez...
      Başarılı bir pusu, işkencecinin yok edilmesi, nakledilen silahlara el koyuş, bunlar herhangi bir Amerikan ülkesinde ortaya çıkabilecek reformist yüreksizliğe en iyi cevaptır." [379]
      Görüleceği gibi Debray'ın anlayışı, suni dengenin eksik tanımlanması üzerinde yükselir. Bu doğaldır, dünyayı farklı yorumlayanın, değiştirme tarzıda farklı olacaktır.
      Debray, "silahla kontrol altına alınmayan kitle hareketlerine girilmez" formülasyonunu, doğrudan kediliğindencilik anlayışı çerçevesinde yorumlar. Onun için kitle hareketlerini kontrola alacak silahlı güç önemli değildir; önemli olan kitle hareketine saldıracak silahlı gücün olmasıdır. Bu da ancak oligarşinin resmi zor kuvvetlerine saldırmakla sağlanabilir. Böylece "kitle örgütlenmesi ile silahlı güç, silahlı güç ile kitle örgütlenmesi birlikte büyür" ilkesi,"oligarşinin silahlı gücü imha edildikçe kitle örgütlenmesi oluşur" şeklinde kendiliğinden gelmeciliğe dönüşür (ekonomizm).       "Sınıflar arası ilişki ve çelişkilerin, oligarşik devlet aygıtı ile kitlelerin tepkileri arasındaki dengeyi indirgenmesi, mekanik bir yorumla 'etki-tepki' olarak ele alınırsa ve iktisadi ve sosyal muhtevası kavranamazsa, aynı ('etki-tepki') mekanikliği içindeki düz mantık toplumu bir fiske ile yıkabilecek bir yapı olarak ele alır. Bu taktirde 'sol' foko anlayışının temelerine varmış oluruz. Aslında aynı mekanik kavrayış iktisadi köklerini kavrayamamış olduğundan içinde ekonomizmi de taşır. Etki (karşı-devrim) tepkiyi (devrim) sindirdiği zaman ekonomizme bütün çıplaklığı ile ortaya çıkar." [380]       Evet, suni denge olgusunun (ki III. bunalım döneminin geri-bıraktırılmış ülkelerindeki en karakterist özelliğidir) mekanik kavrayışın sonucu kendiliğinden gelmecilik olacaktır.
      Bu kendiliğindencilik ve mekanik anlayış, tüm Debray formülasyonlarına egemen olur. Debray için, politik ve askeri kadro ayrımı yapmak yanlıştır, ama politik kadro olabilmek için önce askeri fokodan geçmek gerekir.       "Salt askeri kişiler bu işi (silahlı mücadele) yapabilirler ve bir gerilla grubunu yönetirken edindikleri deneyle aynı zamanda politikacı da olurlar." [381]       Tüm bu anlayışların temelinde suni denge olgusunun eksik ve tek yönlü (mekanik) ele alışın sonucu ortaya çıkan askeri yönün politik yönden önde olması tesbiti yatar. Öncüler, kitleleri daha sonra politik açıdan kazanabilmesi için önce askeri olarak kazanılmalıdır. Bunun tek yolu da oligarşinin "askeri potansiyelini yok etmektir." Bu anlayışını şöyle ifade eder:       "Propaganda ve ajitasyon çalışmaları -yani örgütü halka tanıtma ve anlatma ve bölgesel yönelimi kitle örgütüne dönüştürme çabaları- temel mesele olur ve ilerde savaşlar buna bağlıdır. Propaganda, savaşın kurtarıcı yapısına tanıklık eder ve bu masajı yavaş yavaş yığınların zihnine sokar. Bundan başka üretimin örgütlenmesine, vergi toplanmasına, devrim yasalarının anlaşılmamasına yardımcı olur. (...) Bugün Latin-Amerika gerilla hareketlerinde bu eylemlerin gündeme alındığı bir aşamaya gelindiğini görmedik (...) Bir başka deyişle, silahlı propaganda askeri hareketten önce gelmez, askeri harekâtı izler. Silahlı propagandanın işi gerilla cephesinin dışında değil, içindedir. Önemli nokta şudur: Mevcut koşullar altında en önemli propaganda biçimi askeri eylemdir." [382] (abç)       Bugün ülkemizde de sık sık gündeme getirilen silahlı propaganda anlayışlarının Debray'ın bu sözleri ile ayniyeti açıktır. Debray'ın bu sözlerinin diğer bir ifadesi ise, "silahlı eylem başlı başına propagandadır."
      Silahlı propagandayı, yani politik mücadelenin bu biçimini, salt askeri harekâta ya da silahlı eyleme indirgemek, onun politik özünü ve mücadele biçimi olmasını inkârdan başka bir şey değildir. Silahlı propaganda, somut politik hedeflere yönelik olarak, yani siyasi gerçekleri açıklamak amacıyla, gerilla savaşını (ya da silahlı eylemi) bir araç olarak ele alan ve de bu gerilla eylemi üzerinde yükselen ajitasyon, propaganda, bilinçlendirme, siyasi eğitim ve örgütlenme çalışmalarının bütünselliğidir.       "Che ve İnti Predo, silahlı propagandayı, ancak silahlar (silahlı eylem), devrimin hedeflerini yığınlara doğru açıklanması tarafından desteklenirse propaganda sayıyorlardı (...)
      Politik başarıya dönüştürülemeyen askeri başarı, bir askeri başarı olmaktan çıkar ve askeri mücadeleye yol açmayan bir politik çalışma, politik çalışma değildir." [383]
      İşte en özlü olarak silahlı propaganda içindeki askeri ve politik yönlerin ifadesi.
      Debray'ın silahlı propagandaya bakış açısı, onu bir mücadele biçimi olarak ele almak yerine, gerilla savaşındaki propaganda çalışmasının biçimi olarak düşünmekten kaynaklanır. Bu düşüncesine de Che'nin propaganda çalışmaları ile ilgili söylediklerini destek yapar. Oysa Che, propagandanın yer (gerilla cephesi içinde ve dışında) ve biçimlerini (yerel ve ulusal) belirtir. Yoksa mücadele biçimi olarak bir bütünsel çabayı ele almamıştır. [91*]
      Sonuç olarak diyebiliriz ki, Debray, Latin-Amerika'da oligarşinin oluşum süreci içerisinde ortaya çıkmış, geçici ve özgül koşulları ele alarak, milli krizi en olgun düzeyde değerlendirmiş ve suni dengeyi mekanik bir yorumla "etki-tepki"ye indirgemiştir. Bunun sonucu olarak, askeri yön temel alınmış ve politik yön askeri yöne tabi kılınmıştır. Bu da kaçınılmaz olarak örgütlenme anlayışına yansımıştır.
      Uzun vadeli ve sistemli bir plan (strateji) olmayınca, her türlü hareket ve her parçadaki çalışma, birbirinden bağımsızlaşır. Bütünü oluşturması düşünülen hareketler, sürekli bütünü parçalar. Her askeri eylem bir öncesi ile çelişir ve bir üste yönelmez. Buna ilave olarak, her şey kendi sınırları içinde (parçada) ele alındığından, askeri eylemler genel politik koşullardan ve stratejik hedeften ayrılır. Böylece politik ve askeri yön karşı karşıya gelir. Tüm bunların sonucunda, tüm bu parçaları tek bir merkezi yönetim altında birleştirerek uyumlu bir bütün olarak stratejik hedefe yönelten bir örgüt gereksiz olur. Fokocu anlayışın "örgütsüzlük" anlayışı olarak tanımlanmasının nedeni budur. Debray'ın "önemli", ama "bir teferruat" olarak kabul ettiği şey "merkezi bir örgütün" gereksizliğidir. Bu konuda Küba Devrimi'ni örnek olarak gösterir. Debray'a göre:       "Belli koşullar altında, siyasal ve askeri yön ayrı olmayıp, çekirdeğini gerilla birliğinin teşkil ettiği halk ordusundan ibaret tek bir organik bütün teşkil ederler. Öncü parti bizzat gerilla fokosu biçiminde bulunabilir. Gerilla gücü çekirdek halinde bulunan partidir." [384]
      "... hiç bir gerilla hareketi yeni bir parti örgütlemeye kalkışmadı, aksine kendi savaşçıları arasındaki doktrin ya da parti bölünmelerini ortadan kaldırmaya çalıştı." [385] (abç)
      Böylece "savaşmaya kararlı her kişi, eline silahını alıp dağlara (sierraya) çıkmalıdır". Ve bunlar "hem halkla, hem de kendi aralarında" bağ kurmamalıdırlar. Ancak her bir grup ya da kişiler, savaşta belirli mesafeler katettikten sonra, bir araya gelebilirler.
      Sonuç olarak, belirli bir devrim stratejisi olmayan gerilla hareketinin, birbirinden bağımsız unsurlarca yürütülmesi önerilir. Böylece ülke çapında denetimi güçlü olan oligarşi, gücünü dağıtmak zorunda kalacaktır. Yani oligarşinin gücü bölünmüş olacaktır. Ve her bir gerilla birimi, savaşta belirli mesafeler katederek, çelikleşecek ve "toprağa kök salacaktır." Bundan sonra bir araya gelmeleri ile halk ordusu oluşacak ve iktidar ele geçirilecektir.
      İlk bakışta herşey hem basittir, hem de kolaydır. Ancak sorunun özüne inildiğinde gerçeklerin bu kadar basit ve sorunların bu kadar kolay çözümlenemeyeceği görülür. Oligarşinin taktik planda çok güçlü olduğu ve bütün ülke çapında denetimi elinde tuttuğu bir ülkede, gerilla güçlerinin bağımsız bir dağılım içinde olması, olugarşinin değil, gerillanın gücünü böler. En basit savaş kuralı bile bu gerçeği kanıtlar. Oligarşinin gücünü böleyim derken, gerilla kendini bölerek yokedilmesinin objektif koşullarını yaratır. Bu koşullarda, subjektif faktörler, yani gerillanın savaşkanlığı, özverisi ve tecrübesi objektif durumu ortadan kaldırmaz. Olsa olsa, süreci (yok olma süreci) uzatabilir. Bu olguyu "Türkiye Devriminin Acil Soruları-I"de şöyle ifade etmiştik:       "Çok sayıda ve küçük grupların varlığını teşvik ederek harekete canlılık kazandırmak ve düşman gücünü bölmek çizgisini dünya devrimci pratiği mahkum etmiştir. III. bunalım döneminde küçük ve bağımsız çok sayıda grupla işe başlayıp da gelişebilen bir tek gerilla mücadelesi yoktur. Venezuella ve Peru'da merkezi bir kumandaya bağlı olmayan gerilla grupları ülkelerin çeşitli bölgelerine dağılmışlardır. Venezuella'da bu grupların çoğunluğu henüz hazırlık aşamasında ordu tarafından dağıtılmıştır. Peru'da ise, gerilla savaşı küçük gruplarca başlatılmış ve başlangıçta oldukça da başarılı olmuştur. Ancak diğer etmenlerin yanı sıra, merkezi bir kumandanın bulunmaması sonucu gruplar arasında eylem birliği sağlanamamış, birkaç grup ileri atılırken diğerleri geride kalmış ve ordu gerilla gruplarını birer birer yok etmiştir. Düşmanı parçalamak isterken öncü kendini parçalamıştır." [386]       Venezuella'da 8 ayrı cephede başlatılan gerilla savaşında D. Bravo'nun içinde yer aldığı Falcon cephesi ayakta kalabilmiştir. Bunun nedeni de Falcon'daki gerillaların süreci (yok olma süreci) uzatmaları ve bu uzayan zaman içinde VKP'nin oligarşiyle "ateş-kes" anlaşması yaparak savaşı fiilen bırakmasıdır.
      Denebilirki, oligarşinin gücünü bölmek ve dağıtmak taktik bir sorun değil, stratejik bir hedeftir. Hangi biçimde olursa olsun, oligarşinin gücünü bölmeyi taktik bir hedef ve amaç olarak ele almak, maddi ve teknik olarak (ve de siyasi olarak tecrit sağlanamamıştır) zayıf olan devrim güçlerini bölmek demektir.
      Debray, gerilla birimleri arasında bağ kurulmamasını önerirken ikinci neden olarak da, gerillanın gizliliğini ileri sürer. Gerilla birimleri kendi aralarında bağ kurarlarsa, bir tarafla verilen açık (yakalanma vb. nedeniyle) tüm gerilla birimlerini etkiler ve yokolmayı getirir.
      Debray, bu ikinci nedenle de, sorunları salt taktik açıdan ele aldığını açıkça ortaya koyar. Gerillanın ya da bir partinin başlangıçta tercübesiz olması veaçık verme olasılığının yüksek olması kaçınılmaz bir olgudur. Ancak bu durum geçicidir. Ve geçici olduğu anlamıyla taktik öneme sahiptir. Ayrıca başlangıçtaki bu durumdan zarar görmemek için çözüm, güçleri bağımsızlaştırmak değil, daha fazla merkezileştirmektir. Ancak merkezi bir örgüt, anında tüm parçaları uyarabilir ve tedbiri alabilir. D. Bravo, "düşmanın saldırısı karşısında katlanmayı belirli bir plan doğrultusunda sağlayabilecek bir örgüt yaratılması" [387] gerekliliğinden bu nedenle söz eder. Üçüncü olarak, "açık verme" olasılığı sadece başlangıçta olmayıp, devrimci savaşın her döneminde söz konusu olan bir durumdur. Başlangıç evresinde, açığın açtığı gedik ya da verdiği zarar, diğer dönemlerden daha yüksek olabilir, ancak salt bu evre için geçerli değildir. Bu nedenle başlangıç evresinde açık verme olasılığının ve vereceği zararın büyüklüğü karşısındaki önlemler taktik nitelikte olup, stratejik mücadeleyi yürüten örgütün taktik mevzilenmesini ifade eder.
      Debray'ın gerilla birimlerinin aralarında bağ kurmamaları için üçüncü nedeni, halk kurtuluş cephesinin oluşturulmasıdır.       "En küçüğü halk ordusunun çekirdeği olan gerilla fokosudur. Çekirdeği yaratacak olan Cephe değildir, ama çekirdek geliştikçe milli devrimci cephenin yaratılmasını sağlar. Sadece kurtuluş programının çevresinde değil, mevcut olan bir şeyin çevresinde Cephe yaratılır." [388]       Debray'ın bu tezi hiç şüphesiz, halk kurtuluş cephesinin tüm halkın kurtuluş cephesi olarak, somut adımlarla ve somut eylemlerle kurulacağına dayanır. Ancak Debray, halk kurtuluş cephesinin politik niteliğini ve politik örgütlenme olduğunu unutmaktadır. Zaten gerilla hareketi cepheyi değil, halk ordusunu doğurur. Bir başka deyişle, gerilla, halk ordusunun çekirdeğidir. Ama başlangıçta (Öncü Savaşı) politik ve askeri kadroların birbirinden ayrılmaması, Cephe'nin oluşum halinde olması ve gerilla savaşı temelinde gelişmesi Debray'a dayanak teşkil eder. Yine de Debray bu olgunun geçici ve tavrın taktiksel niteliğini unutmaktadır.
      Böylece, Debray'ın gerilla savaşı anlayışı üzerinde yükselen örgüt anlayışının, örgütsüzlüğün ve kendiliğindenciliğin ürünü olduğu açığa çıkar. Debray için,"gerilla fokosundan önce, kelimenin tam anlamıyla öncü yoktur". [389] Gerilla, devrimci mücadelenin başlangıcıdır.
      Son olarak Debray'ın savaş alanları üzerine mekanik anlayışına değinelim. Debray için tek savaş alanı kırlardır ve gerilla savaşı kır gerilla savaşını ifade eder. Bu anlayışın yanlışlığını söylemeye gerek yoktur sanırız.       "... Küba devriminin yanlış yorumlanmasının sonucu ortaya çıkan militan sol çizgi; fokocu görüş: Şehir ve kır ilişkilerini, silahlı propaganda ve öteki mücadele biçimlerini diyalektik bir bütün olarak görmeyen, tek ve bütün olarak kırları ve silahlı propagandayı temel alan, şehirlerin ve öteki mücadele biçimlerinin tali rolünün önemsemeyen bir görüştür. Bu görüşün temelinde, geri-bıraktırılmış ülkelerdeki milli krizin en olgun bir şekilde değerlendirilmesi, öncünün mücadelesi ile köylülerin derhal silaha sarılarak, savaşın kısa zamanda Halk Savaşına dönüşeceği düşüncesi yatmaktadır. Dolayısıyla bu çizgi de 'sol' kendiliğindenciliktir." [390]       Regis Debray tarafından "Devrimde Devrim" kitabında formüle edilen bu anlayışın, yani fokoculuğun pek çok yenilgiye neden olması, doğrudan, tepki olarak, onun reddini oluşturmuştur. Ancak Debray'ın ortaya attığı sorunların yanında, (herşeyi hazır kabul ettiği için) "ortaya atmadığı" sorunlar cevaplanmadığı için fokoculuğun reddi şehir mücadelesini temel almasını gündeme getirmiştir. Ama sorunlar çözümlenmemiştir. (kır-şehir ilişikisi, silahlı propaganda ve diğer mücadele biçimleri, Öncü Savaşı, suni denge vb.). Bu kez de şehir mücadelesi üzerinde merkezileşen bir militarizm sapması ("sol" sapma) ortaya çıkmıştır. Bu sapma, temelinde, yine reddettiği fokoculuğa dayanır. Tek farkla ki: şehirlerde ortaya çıkan "fokoculuk" (militarizm). [92*]


      b- Şehir Gerillası ve Şehir Mücadelesinde Militarizm


      Latin-Amerika'daki gerilla savaşları, 1967 yılında Che Guevara'nın Bolivya'da öldürülmesi üzerine geniş ölçüde durdurulmuştur. OLAS Kongresi sonrasına tekabül eden bu dönemden itibaren, şehir gerilla savaşı, 1972 yılındaki genel yenilgi dönemine kadar, Latin-Amerika devrimci mücadelesinin odağı olmuştur. 1968- 72 yılları içinde geniş çaplı şehir gerilla savaşı içersinde ortaya çıkan sapmalar ve yanlışlıklar, aynı zamanda bu dönemin özelliklerini ifade eder. Bu da, kır gerillası temelinde gelişmeyen ve de kır gerillasına dönüşmeyen şehir gerilla savaşı.
      Şehir mücadelesindeki militarist yanlışlık, tüm gerilla örgütleri tarafından yapılmıştır. Bunun temel nedeni, şehir gerillasının kır gerillasıyla olan diyalektik bütünlüğünün sağlanamamış olmasıdır. Sağlanamamıştır, çünkü şehir gerilla savaşı, kır gerillasına yönelik bir çizgi olarak değil, tek başına ele alınmıştır. Ancak bu ele alış tarzı teorik olmaktan çok, pratiktir. Bu da yanlışlığın, şehirlerin niteliğinin bir zorlaması sonucu ortaya çıktığını gösterir.
      Bu konuda Brezilya ve Uruguay şehir gerilla savaşları tipik birer örnektir.
      Uruguay'da genel olarak solun bölünmüşlüğüne karşın, gerilla savaşı tek bir örgüt tarafından yürütülmektedir. Ulusal Kurtuluş Hareketi (MLN) ya da kamuoyunda tanınan adıyla Tupamaros, şehir gerilla savaşının en zengin deneylerine sahip bir örgüt olarak belirmesinin nedeni de budur.
      Bugün MLN (Tupamaros) pratiği incelenecek olursa, geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmış bir şehir gerilla savaşı karşımıza çıkar. Ancak MLN'nin bizzat belirttiği gibi, "tek başına şehir gerilla savaşı kendisini yok eder ve devrimci mücadele tek boyutu ile kısır döngüye girer."
[391] 1972 yılında MLN'nin yenilgisinin temel nedenide budur. Ancak "Uruguay kırları olmayan bir ülkedir." [392]
      MLN'nin kurulduğu 1965'den, genel bir yenilgiyi yaşadığı 1972 yılına kadarki pratiğini incelemenin gerekliliği de işte bu nedenden kaynaklanır.
      Uruguay, yüzölçümü küçük, ama nüfus yoğunluğu büyük olan bir ülkedir. Ülke nüfusu milyonluk büyük şehirlerde toplanmaktadır. Kır denebilecek bölgeler, tarımın yapıldığı ova bölgeleri olup, tarımda kapitalizm egemendir. Uruguay'ın bu coğrafi özelliklerinin yanısıra, tüm geri-bıraktırılmış ülkeler gibi, nüfusun büyük kesimini küçük-burjuvazi oluşturmaktadır. Buna karşılık proleterya azınlıkta olmakla beraber, sendikal örgütlenmesini tamamlamış ve geniş bir örgüt tecrübesine (sendika) sahiptir. Zaten Uruguay işçi sendikalarının ilk kurucusu olan Raul Sendic, aynı zamanda MLN'nin kurucusudur.
      MLN, ilk olarak 1965 yılında adını duyurmuştur. Bu tarihte ABD emperyalizminin Vietnam'a asker göndermesini protesto etmek amacıyla, Philips fabrikası bombalanmıştır. Ancak bu dönemde örgüt olarak bir merkezi yapıya ve bir isme sahip olmadıklarından Tupamaros adını kullanmışlardır. Daha sonraki dönemde pek çok silahlı eylemi gerçekleştiren MLN'nin, en büyük eylemi, Mitrione'yi (CIA ajanı) kaçırıp, kurşuna dizmeleridir. Artık MLN salt ülkede değil, dünya çapında adını duyurmuştur.
      Mitrione eyleminin en önemli yanı, bu CIA ajanının tüm Latin-Amerika ülkelerindeki kontra-gerilla hareketlerinin örgütleyicisi olmasıdır. Nitekim MLN'nin Mitrione'yi sorgulaması sırasında bu kişinin Panama'daki kontra-gerilla eğitim merkezinde eğitmen olduğu ortaya ortaya çıkmıştır.
      Uruguay devrimci mücadelesinde bir dönüm noktası olan bu eylemin peşi sıra, aynı yıllarda emperyalizmin tüm geri-bıraktırılmış ülkelerde başlattığı karşı-saldırı, burada da başlatılmıştır. Bu dünya çapındaki emperyalizmin genel kontra-gerilla operasyonunun Uruguay uygulaması, emperyalizmin genel bir taktiğini sergilediği için oldukça önemlidir. (Aynı tür taktikler zaman zaman ülkemizde de uygulanmıştır).
      Uruguay, 1973 yılına kadar, Latin-Amerika'da temsili demokrasinin (gizli faşizm) icra edildiği ender ülkelerden birisidir. Ülkede genel seçimle birlikte Juan Borda Berry başkanlığına seçildi. Oligarşinin en gözde politikacılarından birisi olan Borda Berry hükümeti döneminde MLN'nin Mitrione'yi kaçırması ile birlikte, oligarşinin siyasal zoru askeri biçimde maddeleştirmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Ancak devrimci mücadelenin gelmiş olduğu seviye, temsili demokrasinin durumu ve de Uruguay ordusunun kitleler gözünde yıpranmışlığı (işkenceci ordu), bu maddeleşmenin tedrici olarak oluşturulmasını gerektirmiştir. Böylece çok yönlü bir plan uygulamaya sokulmuştur.
      Birinci olarak, gerekli kitle desteğini sağlayabilmek için ikili bir uygulamaya girilmiştir: Bir yandan mevcut düzen partileri içersindeki sol ittifakı (Frente Amplio-Sol Cephe) kitleler gözünde değer yitimine uğramasını sağlamak; diğer yandan da MLN hakkında ön operasyon ve istihbaratlar yapmaktı. Bunun üzerine ilk olarak "... Eğitim Üzerine, Sendikaların Düzenlenmesi Üzerine, Kültürel İşler, Devlet Güvenliği Üzerine vb. gerici yasalar" [393] çıkarılmıştır. Diğer yandan ikili bir amaç güden faşist milis saldırılar yoğunlaştırılır. JUP denilen bu faşist milis örgütleri, genel kitle pasifikasyonunu sağlamaya çalışırken, özel olarak da Frente Amplio'nun kitle tabanını pasifize etmeye çalışıyordu. Bir de buna ek olarak, devrimci harekete hedef şaşırtma görevini üstlenmişlerdir. Geniş kitle saldırılarına yönelen faşist milis güçleri (JUP) karşısında Frente Amplio'nun ve UKP'nin yapacağı hiçbir şey yoktu. Herşeyden önce bunların örgütlenmeleri barışçıl yöntemlere dayanıyordu.
      Faşist milis güçleri, bir yandan da "ölüm müfrezeleri" denilen ve doğrudan sol ve demokrat örgütlerin kadrolarının öldürülmesine yönelik bir örgütlenmeyi ve hareketi yürütmektedirler. "Ölüm Müfrezeleri", faşist milis güçleriyle oligarşinin resmi zor güçleri arasındaki işbirliğinin en açık örneğini teşkil ediyordu. Doğrudan doğruya polis tarafından örgütlenen ve genellikle eski polis ve askerlerden oluşan "Ölüm Müfrezeleri" faşist milis saldırıların odak noktasını teşkil etmekteydi.
      Bu oluşum içinde, "sol"daki genel değerlendirme ise, revizyonizm ve pasifizmin evrensel özelliğini taşımaktaydı. Onlara göre, faşist milis güçlerinin saldırılarının ana hedefi MLN'nin gerilla savaşıydı. Eğer MLN gerilla eylemlerini durdurursa bu saldırılar da duracaktı! Sınıf mücadelesini klâsik bir mekaniklik içinde "etki-tepkiye" indirgeyen bu ekonomist anlayış, giderek, "ordunun emperyalizm ve oligarşiye karşı halkın doğal müttefiki" ilan ederek, askeri yönetimi desteklemeye varmıştır. Ancak oligarşinin amacı açıktır. Oligarşinin hedefi, kitle pasifikasyonu ve kendi iktidarının güçlendirilmesi olunca, saldırıları, salt silahlı örgütlerle sınırlı kalmayacağı ortadadır. Zaten silahlı devrimci örgüt, örgütlenmesinde illegaliteyi temel aldığından (ki politikleşmiş askeri savaş buna daha da zorunlu kılar) faşist milis saldırılardan etkillenmesi çok daha sınırlı olacaktır.
      1972 yılıyla birlikte faşist milis güçlerinin yoğun saldırısı karşısında Frente Amplio ve özel olarak UKP'nin yapacağı hiçbir şey kalmamıştır. Yavaş yavaş kitlenin pasifize edildiğini gören bu çevreler seslerini yükselttiler. Madem ki, "uyuyan" goril (faşist milisler kastediliyor) MLN tarafından "uyandırılmıştır", öyleyse kitleyi de MLN korumalıdır! Ancak faşist milisleri tekrar "uyutacak" olan halktır, halkın en doğal müttefiki de ordu olduğuna göre "ordu görev başına" gelmelidir!
      İşte revizyonizmin ve pasifizmin bu ihanet çizgileri karşısında MLN, faşist milis güçlere karşı kısmi bir hareket düzenler. MLN'in tespitleri içersinde kararsız olduğu bir nokta vardır: Faşist milis güçleri ile "ölüm müfrezeleri" ayrı mıdır? Eğer ayrı ise, faşist milis güçlerin (JUP) hareketleri iktidara yönelik bağımsız bir faşist hareket olmak durumundadır. Bu karasızlık, MLN'in hareketlerinde kendisini açıkça gösterir.
      Nisan 72 başlarında, bir kısım sendika yöneticilerinin (ki çoğunluğu UKP üyesidir) öldürülmesi üzerine ,MLN, geniş bir karşı hareket düzenler. Bir hafta içersinde "ölüm müfrezeleri"nden 10'a yakın kişi öldürür. Ancak karşılığı çok daha ağır olur. Polis-faşist milis güçlerinin ortak bir hareketiyle 10'dan fazla MLN ve UKP kadrosu katledilir. UKP kadroları çölüm müfrezeleri" tarafından, MLN kadroları ise polis operasyonları sonucu kadledilmiştir. Buna ek olarak, sıkıyönetim ilan edilmiş ve ordu-polis birleşik operasyonu ile geniş bir tutuklama kampanyası başlatılmıştır. Bu dönemde MLN, başta Raul Sendic olmak üzere yönetim kadrosunun yakalanmasıyla karşılaşmıştır.       "Başka birşeyin olması mümkün olmadığından, bir kez askeri zafer elde edildikten sonra Silahlı Kuvvetler ülkenin siyaset sahnesinde asıl aktörler haline gelmeye başladılar." [394]       Ve Şubat-Haziran 73 askeri yönetim açık hale geldi.
      Hiç kuşkusuz 73 yılında askeri yönetim açıkça kendini ilan ettiğinde, MLN, Nisan 72-Şubat 73 süresince pek çok kadro yitirmişti. Ancak yine de Haziran 73 darbesine karşı tavır alabilecek ve gerilla savaşını devam ettirecek güce sahipti. Ancak buna rağmen karşı-tavır geliştirilmemiştir. Bunun nedeni ikilidir :
      Birinci olarak, "makinanın nerede aksadığını tesbit etmek, bozulan parçaların yerine yenisini koymak" amacıyla hareketi durdurmuşlardır.
      İkincisi ise, ki aynı zamanda "makinanın bazı parçalarının bozulması"nı getirmiştir, revizyonizmin ve pasifizmin güçlenmesidir. Her darbenin örgüt saflarında yılgınlığa yol açması ve revizyonizmin ve pasifizmin güçlenmesine neden olması kaçınılmazdır.       "... darbe olgusunun reformist yorumu ilk elde bu darbenin faşist karekterini tam olarak göstermemiş ve hedefini Bordaberry'nin istifasına ve silahlı kuvvetlerdeki bölünmelere yöneltmiştir. Bu olgu, aynı zamanda bazı arkadaşlarımızın da kafasını bulandırmıştır." [395]       İşte MLN'nin (Tupamaros) yakın örgütsel tarihi. Şu anda yeniden örgütlenme ve hazırlık çalışmasına devam eden MLN pratiği göstermiştir ki, şehir gerilla savaşı sınırsız ölçüde genişliyemez, şehir gerilla savaşının gelişmesi ve yaygınlaşması kır gerilla savaşı temelinde olmak zorundadır.
      Bu son gerçek, şehir mücadelesinde yoğunlaşan militarizm ya da şehir fokoculuğunun durumunu açığa çıkartır. Bu militarizm sapması, en belirgin olarak Brezilya şehir gerilla savaşında ortaya çıkar. Ancak MLN örneğinin gösterdiği gibi, militarizm sapması da, pratiğin zorlaması sonucu ortaya çıkar. Zaten MLN'in pratiği, bu pratik zorlamanın kanıtlanmasıdır. (Ama bu MLN'in militarizm sapması içinde olduğu demek değildir. MLN tespitleriyle bu zorunluluğu sergilemiştir. Uruguay'da ortaya çıkan, militarizm sapmasından daha çok, şehir gerilla savaşının tek biçim olarak ele alınması (zorunlu bir ele alış) sonucu ortaya çıkan bir yenilgidir.)
      Latin-Amerika devrimci mücadelesindeki militarizm sapmasının en tipik örneklerini troçkist enternasyonal (kendilerine "4. Enternasyonal" (!) diyorlar) ile bağlantılı hareket eden örgütler teşkil eder. Brezilya'da MR-8, bunun en açık savuncusudur. [93*] (Bunların eleştirisini yapmayı gereksiz görüyoruz. )



Gelecek Bölüm BEŞİNCİ BÖLÜM



Dipnotlar


[347] Clausewitz: Savaş Üzerine, s: 193
[348] Clausewitz: Savaş Üzerine, s: 194
[349] Clausewitz: age, s: 194
[350] Clausewitz: Savaş Üzerine, s: 144
[351] Clausewitz: age, s: 172
[352] Lenin: Bir Adım İleri, İki Adım Geri, s: 252
[353] THKP-C/HDÖ: Oligarşi
[354] Tupamaros: Uruguay'daki 1973 askeri cuntanın değerlendirmesi
[355] Che Guevara: Askeri Yazılar, s: 204
[356] Che Guevara: age, s: 203
[357] ELN: Bolivya Üzerine
[358] ELN: agy
[359] Che Guevara: Askeri Yazılar, s: 120
[360] Che Guevara: Askeri Yazılar, s: 209
[361] F. Castro: Akt. Pomeroy: Gerilla Savaşı ve Marksizm, s: 387
[362] OLAS Genel Bildirisi, Ağustos 1967
[363] Che Guevara: Askeri Yazılar, s: 134
[364] Che Guevara: Gerilla Savaşı: Bir Yöntem
[365] F. Castro: Akt. Pomeroy: Gerilla Savaşı ve Marksizm, s: 387
[366] F. Castro: Akt. Pomeroy: age, s: 358
[367] Che Guevara: Gerilla Savaşı: Bir Yöntem
[368] Che Guevara: Gerilla Savaşı: Bir Yöntem
[369] F. Castro: Akt. Pomeroy: Gerilla Savaşı ve Marksizm, s: 385
[370] D. Bravo: Milli Kurtuluş Cephesi, s: 106, Ant Yay.
[371] ELN: Bolivya Üzerine
[372] Che Guevara: Gerilla Nedir?
[373] Che Guevara: Askeri Yazılar, s: 213
[374] J. Quartum: Regis Debray ve Brezilya Devrimi
[375] J. Quartum: Regis Debray ve Brezilya Devrimi
[376] J. Quartum: Regis Debray ve Brezilya Devrimi
[377] R.Debray: Devrimde Devrim
[378] R.Debray: age
[379] R.Debray: Devrimde Devrim
[380] İlker Akman: Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz
[381] R.Debray: Devrimde Devrim
[382] R.Debray: Devrimde Devrim
[383] J. Quartum: Regis Debray ve Brezilya Devrimi
[384] R. Debray: Devrimde Devrim
[385] R. Debray: Devrimde Devrim
[386] THKP-C/HDÖ: Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I, s: 174
[387] D. Bravo: Milli Kurtuluş Cephesi, s: 110
[388] R. Debray: Devrimde Devrim
[389] J. Quartum: Regis Debray ve Brezilya Devrimi
[390] Mahir Çayan: Kesintisiz Devrim II-III
[391] R. Gott: Tupamaros, Pelican Yay.
[392] R. Gott: age
[393] Tupamaros: Uruguay'daki 1973 askeri cuntanın değerlendirmesi
[394] Tupamaros: Uruguay'daki 1973 askeri cuntanın değerlendirmesi
[395] Tupamaros: Uruguay'daki 1973 askeri cuntanın değerlendirmesi


[88*] D. Bravo'nun "Milli Kurtuluş Cephesi" adlı kitabında Louis Constant oligarşiyi tanımlarken bu açıdan ele alır.
[89*] İkinci bölümde siyasal zorun askeri biçimde maddeleşmesi ve yönetimin askerileşmesi 3 ana nedenle olabileceğini belirtmiştik: a- hakim sınıfların kendi iç çelişkilerinden (idare edememeleri); b- gelişen sınıfsal muhalefetin mevcut üretim ilşkilerini tehdit eder nitelik alması; c- doğrudan doğruya iktidara yönelik siyasal altarnatifin ortaya çıkması. Latin-Amerika'daki "askeri yönetim-cunta" olgularının bu üç ana nedeninin mevcudiyeti ile ortaya çıktığı açıkça görülür.
[90*] Bu oluşumun Latin-Amerika'ya özgü olmadığı ileri sürülebilinir. Ancak Latin-Amerika' daki en önemli olgu KP'lerin belirli bir süre (1965'lere kadar) tüm soldaki tek örgüt olmasıdır. Örneğin ülkemizde böyle bir oluşum yoktur. Var olduğu ileri sürülebilecek olan TKP ya da eski TİP, disiplinli bir bütünü, yani kelimenin tam anlamı ile örgütü ifade etmezler.
[91*] Burada Marighella'nın psiklojik yıpratmayı, oligarşiye karşı yalan haber yayma şeklinde sinir savaşı olarak tanımlamasını anımsatalım. Marighella da bu kavramı kendi bakış açısından ele alır. Tıpkı Debray gibi.
[92*] Burada fokoculuğu, Debray'ın "Devrimde Devrim" kitabı temelinde ele aldık. Ancak bu kitabın taktikler kitabı olması ve bu sınırlılığın anlaşılmaması üzerine fokoculuğun oluştuğu açık bir gerçektir. Ayrıca "Devrimde Devrim", salt taktik açıdan ele alındığında çok mükemmel çözümlemeler ortaya koymuştur. Özellikle Latin-Amerika'da silahlı mücadeleyi savunanlar arasındaki "öz-savunma ya da kurtarılmış bölge" taraftarlarının (başlangıçtan itibaren, yoksa Halk Savaşı için değil) yanlışlığını sergilemesi kitabın en olumlu yanıdır. Keza, hareketli gerilla birliğinin taktik ve teknik sorunlarını ele alışı pek çok öğreticiliğe sahiptir. (Bu da Debray'ın Latin-Amerika'daki gerilla savaşı pratiklerini aynen aktarmasınında sonucudur. ) Fakat stratejisiz ve stratejiye bağımlı olmayan taktik olamaz.
[93*] Burada militarizm sapması ile militarist yanlışlığı birbirinden ayırmak zorunludur. Birinciyi açık bir çizgi olarak savunan yarı-troçkist hareketler için kullanıyoruz. İkincisi ise, Marksist-Leninist örgütlerin pratiğinde ortaya çıkan hataları ifade eden bir olgudur.


Gelecek Bölüm BEŞİNCİ BÖLÜM