TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ
HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ
AVRUPA TEMSİLCİLİĞİ KOMİTESİ
7 NO'LU AÇIKLAMASI
Halkımıza,
12 Mart akşamı İstanbul Gaziosmanpaşa'daki Gazi Mahallesine yönelik şeriatçı saldırı ve sonrasındaki gelişmeler sonucunda yirmiye yakın insan katledilmiştir.
12 Eylül askeri darbesiyle birlikte başlatılan yoğun baskı ve işkence ortamında pasifize edilen ilerici, yurtsever ve devrimci bir kitlenin bu gelişmeler karşısında gösterdiği tepki, tüm örgütsüzlüğüne rağmen, her türlü slogandan çok daha fazla önemlidir.
Yıllarca susturulmuş, sindirilmiş, katliamlarle yüzyüze gelmiş bir kitlenin gösterdiği tepkide şaşırtıcı bir yan yoktur. Ancak öğrenilecek çok şey vardır.
Hemen herkesin açıkca görebileceği gibi, Gazi Mahallesine yönelik şeriatçı saldırı, gerek yapılış tarzıyla, gerekse saldırının yöneltildiği yerler itibariyle tam bir faşist saldırı özelliği göstermektedir. Bu yönüyle, günümüzde şeriatçı kesimlerin, geçmiş dönemden çok daha farklı bir biçimde faşist milislerle iç içe olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Şeriatçılığın İran'daki Molla rejimiye birlikte başladığı gelişme, ülkemizde faşist katillerin şeriatçı hareketle birleşmelerini getirmiştir. Gelişen Kürt ulusal hareketine karşı "din"i kullanmada özel çaba gösteren oligarşik dikta, aynı zamanda bu gelişmenin hazırlayıcısı ve planlayıcısı olmuştur.
Kendilerine "radikal müslüman" diyen ve silahlı bir ayaklanmayla şeriatı kurmayı planlayan kesimlerin faşistlerle iç içe geçirilmesi, başlangıç olarak Kürt ulusal hareketine karşı örgütlenmişse de, asıl amaç devrimci mücadeleyi engellemek ve devrimci mücadelenin gelişimine karşı bir güç oluşturmak içindir.
İşte bu güç, bugün, Alevi kitlesine karşı kullaılmıştır.
Herkesin çok iyi bildiği gibi, 12 Eylül öncesinde devrimci mücadelenin en gelişmiş olduğu bölgeler, dinsel olarak Aleviliğin yaygın olduğu bölgelerdi. Faşist milis saldırıların yoğunlaştırıldığı ve katliamlara yöneldiği Sıvas, Maraş, çorum illeri bu özellikleri ile seçilmişti. Faşistlerin kendi ırkçı ve milliyetçi sloganları ile harekete geçiremedikleri kitleleri, dinsel farklılıkları öne çıkararak harekete geçirme çabaları, bu illerde açık biçimde görülmüştür.
Devrimcilerin her zaman söyledikleri gibi, geçmiş dönemde olduğu gibi, bugünde, sorunun kendisi Alevi-Sünni çatışması değildir. Faşist milislerin geçmişte yaptıkları gibi, Sünni kitlenin Alevi kitleye karşı yüzyıllardır kafalarında şekillendirilmiş düşmanlık duygularıyla saldırmalarını sağlamak ve devrimci mücadeleye katılımlarını engellemekti. Bugünde yapılmak istenen aynıdır.
Oysa devrim mücadelesi, bir sınıf mücadelesidir. Bu mücadelede, ırk, dil, din, mezhep, etnik köken ayrımı yapılmaz. çünkü bu mücadele, yoksulluğa karşı, baskıya karşı, sömürüye karşı, haksızlığa karşı, emperyalizme karşı bir mücadeledir.
Eğer devrim mücadelesine, ilk dönemlerde Alevi kesimlerden daha etkin ve yoğun katılım söz konusu olmuşsa, bunun temelinde bu kesimlerin içinde bulundukları sosya-ekonomik durum, yani sınıfsal konumlarından dolayıdır.
Şehirlerde gecekondu semtlerinde yaşayan, kendi emekleri ile geçinen; kırsal alanlarda yoksul köylü olarak yaşamlarını sürdüren Alevilerin devrim mücadelesine katılımlarında şaşıracak hiçbir yön yoktur. Onlar Aleviliklerinden önce, emekçidirler. Ve emekçi olarak, yoksul köylü olarak devrimin kendi çıkışları olduğunu bilmek durumundadırlar.
Ancak 12 Eylül döneminin yoğun baskı, işkence ve terör ortamında, bir yandan devrimciler katledilmiş, devrimci örgütler ağır darbelere maruz kalmış, öte yandan kitleler yoğun bir pasifikasyon ve depolitizasyon içine sokulmuştur.
Bunun sonucu olarak, devrimci örgütlerden uzak duran, devrimci politikalarla ilgilenmeyen bir kitle ortaya çıkartılmaya çalışılmıştır. Oligarşinin tüm terörü, kitleleri bu duruma getirmek için kullanılmıştır. Onlara her zaman şu denilmek istenmiştir: Eğer devrimcilerle birlikte olursanız, sizleri katliamlara uğratırız.
İşte böyle bir ortamda onbeş yıl geçmiştir.
Oligarşinin 12 Eylül'le birlikte gerçekleştirmeye yöneldiği bu durumun etkisinin giderek kaybetmesi koşullarında ise, Sünni-Alevi ayrımı öne çıkartılmıştır. Bir yandan şeriatçı kesimlerin saldırıları artırılırken, diğer yandan Alevi kitlesi salt dinsel-mezhepsel ayrışmaya yöneltilmek istenmiştir.
Onlar, devrimcilere ve kitlelere yönelik katliamlarıyla hangi amaca ulaşmak istediklerini çok iyi bilmektedirler.
Onlar, devrim mücadelesini engelleyebilmek için her yolu denemektedirler. Bu amaçla her türlü ikincil sorunları öne çıkarmaya çalışmaktadırlar.
İşte oyuna gelinmemesi gereken yer burasıdır.
Sorun, devrim sorunudur.
Sorun, iktidar sorunudur.
Sorun, iktidarın hangi kesimlerin değil, hangi sınıfların olacağı sorunudur.
Sorun, demokratik bir toplum yaratma sorunudur.
Sorun, ülkenin bağımsızlığı sorunudur.
Oligarşinin tüm yapmak istediği, kitlenin dikkatini devrim sorunundan, iktidar sorunundan, demokrasi sorunundan, bağımsızlık sorunundan uzaklaştırmaktır.
Görülen odur ki, kitlelerin devrimci potansiyeli oldukça yüksektir. Ancak, 12 Eylül sonrasındaki uygulamalarla, getirilen anayasal değişikliklerle, anti-demokratik yasalarla, kitlelerin kendiliğinden hareketlerini dahi engellenmek istenmiştir. Açıktır ki, oligarşinin kitle pasifikasyonuna yönelik önlemleri, emekçi kitlelerin memnuniyetsizliklerini ve tepkilerini pasifize ederek sürdürmeye yöneliktir. İşte bugün Gazi Mahallesine yönelik saldırının temelinde bu yatmaktadır. Amaç kitleleri pasifize etmek, sindirmektir.
Oligarşinin bu planı, ülkemizin her tarafında yapılan eylemlerle ve Gazi Mahallesindeki kitlesel tepkiyle karşılaşmıştır. Ama unutulmamalıdır ki, pasifikasyon, bir anlık bir durum değildir. Sonuçları, bu tür saldırıların devamına bağlı olarak, uzun dönemde ortaya çıkartılmak istenecektir. Bu nedenle, saldırılara karşı kitlesel duyarlılığı artırmak ve örgütlenmek en önemli hedef olmak durumundadır.
Ancak, tüm bunlar yapılırken, hayale kapılmak, oligarşinin gücünün taktik planda küçümsememek ve geçmiş dönemin mücadelelerinden dersler çıkarmak şarttır. Eğer bunlar yapılmayacak olursa, oligarşinin amacına ulaşmayı engellemek olanaksız olacaktır.
Bugün herkes, devrimci örgütler dahil olmak üzere, çok iyi bilmelidirler ki, büyük bir kentin belli bir kesiminde devlet denetimini geçici bir süre için engellemek olanaklıdır. Ülke çapında iktidarın ele geçirilmesi söz konusu olmadığı sürece, oligarşinin silahlı güçlerine karşı devrimci silahlı güç ortaya çıkartılmadığı sürece, bunlar geçici olmaya mahkumdur. Ve herkes 1980 öncesinin Ümraniye'sini unutmamak zorundadır.
Yine aynı şekilde, kitleler, şehirlerde ortaya çıkacak direnişlerle ya da küçük barikatlarla bulundukları alanlarda denetimi ellerinde tutabilecekleri umuduna kapılmamalıdırlar.
Aynı şekilde, silahla kontrol altına alınamayan kitle hareketlerinin, yani örgütlü ve kendini koruyacak bir silahlı güce sahip olmayan kitle hareketlerinin nerelere kadar uzanabileceğini tüm devrimci örgütler yeniden değerlendirmek zorundadırlar. 1980 öncesinde kitleleri büyük birimler halinde toplayarak kendilerini bir güç haline getirmeye yönelmiş DY'nin içine düştüğü durum ve bu dönemde kitlelerin karşı karşıya kaldıkları katliamlar unutulmuş olsa bile, Dersim köylerinin boşaltılmasında olduğu gibi, kitlelerin yapayalnız bırakılmışlığından herkes ders almak zorundadır. Kitlelerin kendiliğinden gelme hareketlerini, bir devrim hareketi, devrim mücadelesinin bir yükselişi ya da "şanlı direniş" gibi sözlerle tanımlamak yanlış ve yanıltıcı olacaktır. Kitleler, eğer sadece kendilerine yönelik değil, hangi kesimlere yönelik olursa olsun, her türden baskıya, teröre, sömürüye, haksızlığa karşı tepki göstermeye yöneltilmemişse, onların tepkileri de, bilinçleri de gerçek devrimci siyasal nitelikte olmadığını herkes bilmek zorundadır.
Görev, kitleleri bilinçlendirmek ve örgütlemektir. Bu ise, kitle örgütlenmesi ile silahlı gücün ve silahlı güç ile kitle örgütlenmesinin birlikte geliştirilmesi demektir. Bu olmadığı sürece, kitlelerin kendiliğinden tepkileri oligarşinin siyasal zoru ile karşı karşıya kalacak ve giderek de pasifize olacaktır. Tekil devrimci unsurların bu hareketler içindeki yerleri, bu sonucu değiştirmeyecektir.
Bu koşullar altında, kendilerini düzenin koymuş olduğu sınırlar içinde tutan ve buna uygun "legal parti" kurma planları yapan devrim kaçkınlarının, pasifistlerin ipliği pazara çıkmıştır. Oligarşinin inayeti ile, "Gümrük Birliği"nin katkılarıyla "demokrasi" bekleyenlerin, yıllarca kitleleri pasifize etmelerinin bedeli, bugün Gazi Mahallesinde ödenmiştir.
Gün, devrimci mücadelenin günüdür.
Gün, devrimci savaşı geliştirme günüdür.
Gün, örgütlenme ve silahlı mücadeleyi yükseltme günüdür.
YAŞASIN ÖNCÜ SAVAŞI | | | TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ | | | |
YAŞASIN HALK SAVAŞI | | | HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ |
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ | | | AVRUPA TEMSİLCİLİĞİ KOMİTESİ |
| | | Mart 1995 |