TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ
HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ
(THKP-C/HDÖ)
29 N O'L U B İ L D İ R İ
İŞÇİLER!
KÖYLÜLER!
İLERİCİ, YURTSEVER VE DEMOKRAT
TÜM HALKIMIZ!
Nevroz kutlamaları sırasında Türk
bayrağına karşı gösterilen hoşgörüsüzlük ve düşmanca tutum karşısında
Genelkurmay başkanlığının iki gün sonra yaptığı "sabrımızı taşırmayın"
türünden açıklamasıyla birlikte başlayan olaylar dizisi, kendilerini "Türk
milliyetçisi" olarak sunan, dünün eli kanlı sivil faşistlerinin güç
gösterisine dönüşmüştür.
Sivil faşistlerin Trabzon, Samsun ve
Adapazarı'nda TAYAD'lılara yönelik "linç" girişimleri karşısında AB
yandaşı ve karşı-devrimci "medya" tarafından "tehlikeli tırmanış"
manşetleri atılmış, AB fonlarıyla beslenen AB yandaşı "II. Cumhuriyetçiler"in
girişimiyle "aydınlar bildirisi" yayınlanmış, "provokasyon"
vb. türünden değerlendirmeler yapılmıştır.
Amerikan emperyalizminin "medya"daki
kadrolu elemanları ise, olayların "aşırı Türk ve Kürt milliyetçileri"
tarafından kışkırtıldığı, ülkenin "aşırı milliyetçilerin" çatışma
alanı haline dönüştürülmeye çalışıldığı ve bu yolla Türkiye'nin AB üyeliğinin
ve AB ile geleceği söylenen "demokrasi"nin ve "yabancı sermaye"nin
engellenilmek istendiğine ilişkin teoriler ortaya atmışlardır.
Kürt milliyetçiliğinin Amerikan
emperyalizminin Irak'taki son "seçim" manevrası sonrasındaki gelişmelerden
"moral" bulduğu ve bu nedenle ülkedeki gelişmeleri daha fazla umursamaz
olduğu belli oranlarda doğru olmakla birlikte, son gelişmelerde bunun özel bir
yeri ve önemi yoktur.
Bugün sivil faşistlerin TAYAD'lıların
somutluğunda devrimcilere yönelik saldırılarının temelinde, ülkemizde gelişen
anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkiler yatmaktadır. Ama "ulusalcı
solcular"ın sandığı gibi, sivil faşist saldırılar bu tepkilerin bir sonucu
değildir. Tersine bu tepkilerin büyümesi sivil faşistlerin devreye girmesinin
zeminini hazırlamıştır.
Bu noktada birkaç aydır Amerikan
emperyalizminin ülkede gelişen anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkiler
karşısında birbiri ardına yaptığı açıklamalar anımsanmalıdır. Ve anımsanmalıdır
ki, Amerikan emperyalizmi, gelişen anti-emperyalist ve anti-amerikancı
tepkilerin denetim altına alınmasını resmi ve gayrı-resmi yollardan
açıklamıştır. Tayyip Erdoğan hükümetinden ülkede yükselen anti-emperyalist ve
anti-amerikancı tepkileri denetim altına almasını talep etmiştir.
İşte sivil faşistler bu noktada gündeme
girmiştir.
12 Eylül askeri darbesi öncesinde
yükselen silahlı devrimci mücadeleye karşı oligarşinin faşist milis gücü olarak
devreye sokulan "ülkücüler", bugün Amerikan emperyalizminin Irak
işgaliyle birlikte yükselen anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkileri
denetim altına almak ve "derin devlet"in, yani
oligarşik yönetimin çıkarlarına tabi kılmak amacıyla devreye sokulmuştur.
Sivil faşistlerin devreye sokulması, Amerikan emperyalizminin AKP'den umudunu kestiğinin bir göstergesi değildir. Sivil faşistlerin devreye sokulması, Amerikan emperyalizminin elindeki tüm güçleri kullanarak gelişen anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkileri pasifize etmeye karar verdiğinin bir göstergesidir.
Bugün Amerikan emperyalizminin Irak
işgaliyle birlikte yükselen anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkiler, "milliyetçilik" temelinde sivil faşistler aracılığıyla pasifize edilmeye çalışılmaktadır. Bu pasifikasyon girişiminde sol, Kürt ulusal hareketi karşısında gösterdiği
kararsız ve tutarsız tutumu nedeniyle kolayca hedef tahtasına oturtulabilmiştir.
Herkes çok iyi bilmelidir ki, Trabzon'da,
Samsun'da, Adapazarı'nda sivil faşistlerin "linç" girişimleri sola
yönelik bir "provokasyon" girişimi değildir. Sivil
faşist saldırıları "provokasyon" olarak nitelemek, solu pasifize
etmek amacıyla ortaya atılmış bir söylemden başka bir şey değildir. Bu söylem,
kolaylıkla "provokasyona gelmeyelim" söylemiyle birleştirilerek solun
pasifize edilmesi için kullanılacaktır. Solun pasifize edildiği bir ortamda
ise, oligarşik yönetim ve Amerikan emperyalizmi, sivil faşistler aracılığıyla
amacını kolaylıkla gerçekleştirebilecektir.
Bugün sola, devrimcilere düşen ilk
görev, sivil faşist saldırıların gerçek amacının, yükselen anti-emperyalist ve
anti-amerikancı tepkilerin denetim altına alarak, bu tepkileri "milliyetçilik"
söylemiyle Amerikan emperyalizminin çıkarlarına tabi kılmak olduğunu halka
anlatmaktır.
Ancak olayların gerçek niteliğini
açıklamak devrimcilere düşen görevin sadece ilk adımıdır. Yapılması gereken,
yıllar boyu legalize edilmiş, marjinalleştirilmiş ve ulusal bağımsızlıktan
uzaklaştırılmış sol kitlenin yeniden örgütlenmesidir. Bu görev, öncelikle "globalizm"
yandaşı kozmopolit küçük-burjuva aydın kesimle olan her türlü ilişkinin kesilmesini
zorunlu kılar. Aksi halde sol hareket, "provokasyona gelmeyelim"
mantığı içinde AB üyeliğiyle ülkeye "demokrasi" geleceği propagandası
yapan AB emperyalizminin işbirlikçilerinin kuyruğuna kolayca takılabilecektir.
Bugün ülkemizdeki siyasal gelişmelerde
MHP'yle simgelenen sivil faşist hareket, kitlelerin gerek ideolojik etkiler
altına alınması, gerekse pasifleştirilmesi için önemli bir görev üstlenmiştir.
Başka bir ifadeyle, oligarşi, kitleleri pasifleştirmede milis güçlerini
kullanmaktadır. "Medya" ve düzen partileri, bu saldırı ve sindirme
eylemlerini "vatandaş tepkisi" olarak lanse etmekte ve devletin
araçları ile fiilen pasifikasyon yürütülmektedir. Bu işleyiş, oligarşik
yönetimin normal bir işleyişidir ve mutlaka tavır alınması gereklidir. Faşist
milislere karşı alınacak tavır, tek başına ele alınamaz. MHP, oligarşinin
yaşattığı bir güçtür. Bugünkü görevi, kitleleri pasifleştirmek ve şovenist
sloganlarla kitleleri ideolojik etki altına almak olduğu halde, devrimci
hareketi saptırma görevini de üstlenmiştir. Hedef, yükselen anti-emperyalist ve
anti-amerikancı tepkileri "milliyetçilik" söylemiyle denetim altına
almak ve bu tepkilerin devrimci mücadeleye kanalize olmasını engellemektir.
Bugün sivil faşist saldırıların
gösterdiği en temel gerçeklerden birisi de, legalizm çerçevesinde hareket eden
bir sol hareketin kitlelerle olan sınırlı temasının da sona ereceğidir. TAYAD'lılara
yönelik son saldırılar açıkça göstermiştir ki, "legal olanaklar"
oligarşinin sivil faşistleri aracılığıyla kullanılamaz hale getirilmektedir. Bu
gerçek görülmediği sürece, legalizm mantığı içinde ve "legal olanaklarla"
oluşturulacak olan her türden "anti-faşist cephe" örgütlenmeleri
oligarşinin resmi güçleri tarafından kolayca tasfiye edilecektir.
Legalize edilmiş bir sol hareketin,
oligarşinin resmi güçlerinin desteğindeki faşist milislerle "sokak"ta
mücadele edebilmesi olanaksızdır. "Gerilla yapan şubeler"
aracılığıyla gerçekleştirilecek bir kaç protesto eylemi ise, bir süre için "motivasyon"
unsuru olsa da, bu gerçeği değiştirmeyecektir.
Mücadele, anti-emperyalist ve anti-oligarşik devrim mücadelesidir.
Bu mücadele, emekçi kitleleri içine alacak maddi ve fiili bir örgütlenmenin odağı olan proletaryanın öncü müfrezesinin örgütlenmesini ve onun
politikleşmiş askeri eylemini zorunlu kılar. Sadece böyle bir örgütlenme, her
zaman anti-emperyalist ve anti-oligarşik mücadeleyi yürütmeye yetenekli
olabilir ve yükselen anti-emperyalist ve anti-amerikancı tepkileri gerçek ve
maddi zeminine oturtarak devrimci mücadeleye kanalize edebilir. Aksi halde,
savaş, başlamadan yitirilmiş olacaktır.
YAŞASIN ÖNCÜ SAVAŞI | TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ |
YAŞASIN HALK SAVAŞI | HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ |
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ | THKP-C/HDÖ |
| 12 NİSAN 2005 |
THKP-C/HDÖ 29 No'lu Bildiri [pdf dosyası]