ŞEBEKELERİN KÜRESELLEŞMESİNİN GETİRDİKLERİ
ARMAND MATTELART[*]
İletişim dünyasının manzarası düzensizlikle
vurgulanıyor. Mitoloji yanını -özellikle yeni teknolojileri
çağrıştırdığı andan itibaren-,
uluslararasılaştırmaya bağlı somut gerçeklerinkinden
ayırmak amacıyla bazı çıkış noktası saptamak o kadar
da yararsız değil.
Çağdaş iletişim ideolojisi geçici olmakla, nesneler ve
onların toplumsal karışımları sorunuyla belirlenmiştir. Yirminci
yüzyılın sonunda bulunduğumuza göre, nesnelerin
evrimini daha iyi anlamak için, önceki yüzyılın sonuna
kadar gitmekte belki de haksız değiliz.
İletişimin "uygarlık öğesi"olarak
kutsallaştırılması 1860'lara doğrudur. Onun
evrenselliği, İngiltere'deki Viktoryen imparatorluğunun ki
gibiydi. Demiryolu, elektrikli telgraf, denizaltı kablo şebekesi, yeni
Süveyş okyanuslararası deniz yolu ve buharlı (gemilerle yapılan)
deniz ulaşımında olduğu gibi, bütün
bölümleri birbirine bağlı olan "geniş organizma" olarak
dünyaya bir örnek hazırlıyordu.
O zaman yer küresini saran ve Jules Verne gibi yazarların üne
kavuşturduğu ağlar, ulusal ekonomilerin yerini
uluslararası yeni bir iş bölümüne
bıraktığı karşılıklı bağımlı bir
dünyanın simgesi haline geliyor. Modern çağda
hükümetler arası ilk organizasyonu, sınırlardan
geçişin düzenlenmesinde ilk uluslararası mahkemenin
biçimlenmesi, ilk iletişim ağlarının, bu yeni "organik
dayanışmanın" -ahlâki zorunluluk gibi eski dayanışma
kavramından oldukça ayrılan pozitivist kavram- sayesinde
olmuştur. Çoğu Avrupalı olan yirmi kadar ülkenin,
1865'te Paris'te, Uluslararası Telgraf Birliği'ni kurması,
gerçekte, Milletler Cemiyeti'nden (şimdiki Birleşmiş Milletler
Örgütü'nün atası) elli yıl kadar daha öncedir.
Bu kuruluş, Telgraf Birliği'nin ve Berlin'de 1906'da kurulan
Uluslararası Radyotelegrafi Birliği'nin, 1932 yılında
Madrid'de yapılan bir konferansta, birleşmesinden sonra doğmak
zorunda kalan şimdiki Uluslararası Telekomünikasyon
Birliği'nin (UIT) uzaktan atasıdır. Evrensel Posta
Birliği de 1874'te Bern'de kurulmuştu.
Posta ve telgraf, böylece, iletişim tekniklerinin "evrenselleştiren ve
barışçı" erdemi üzerine ütopik söylevlerle
önemli bir araç haline geldi. Tıpkı 1830'lardan itibaren
Demir Yolu Ağlarının olduğu gibi. Bu üç tip
uluslararası ağ, iletişim dünyasının derin düş
gücünü besliyordu. Din ile, bireyleri ve halkları birbirine
bağlamak istediler. İletişimin günahtan kurtarıcı
ideolojisinin temelini atmaları 19. yüzyıldan itibaren
başlamıştır.
İlk uluslararası denizaltı kablosu olan Transmanche'ın
açıldığı sırada, 1851 yılında Londra'da
açılan sergiden sonra birbirini izleyen büyük evrensel
fuarlar "bütün insanların kardeş haline geldiklerini" ilân
eder. Yarım yüzyıl boyunca, -1900 yılında Paris'te
açılan Paris Evrensel Fuarı'yla doruk noktasına ulaşacak olan-
iletişim fuarları ve teknikleri, "evrensel şirketlerin ortaya
çıkışının aynı ütopyasını ve aynı
söylemini paylaşırlar.
Bununla birlikte, Batı uygarlığının himayesindeki bu
"ilerlemenin barışçı temelleri"nin çerçevesi
dışında, halklar arasındaki bu dayanışma, savaş ve
sömürge fetihlerinin gürültüleri ve
çılgınlıklarıyla yankılanmaya devam ediyor.
Ama yine de, yüzyılın sonunda, bir taraftan sivil toplumlar,
diğer taraftan devletler arasında yeni uluslararası şirket
biçimlerinin ortaya çıkışları görülür.
Fakat yüzyıl, yerlileri can çekişen bir İspanyol
İmparatorluğu'ndan kurtarmak bahanesiyle, Amerikan "denizci"lerinin
Küba adasına çıkarma yapmalarıyla sona erer.
Tarihte ilk kez olarak, (Orson Welles tarafından
ölümsüzleştirilmiş ünlü Yurttaş Kane) William
Randolph Hearst'ün sansasyon yaratan basınıyla
kışkırtılmış kamuoyu, eşsiz bir müdahaleyle şaşkına
döndürülüyor. O anın
saçmalığını çok iyi özetleyen anekdotu
biliyoruz: Hearst, Havana'ya bir muhabir ve ünlü desinatör
Frederick Remington'ı gönderir. Remington Küba'nın
başkentinden patronuna bir telgraf çeker: "Dikkate değer bir
şey yok. Her şey sakin. Savaş olmayacak. Dönmek istiyorum". Hearst,
anında ona cevap verir: "Kalmanızı rica ediyorum. Resimlerinizi
yapın. Ben savaş çıkaracağım".
Yirminci yüzyılın sonu: İletişim yeni dünya toplumunun en
büyük paradigması olarak yeraldı. Özdeksel olmayan bir
yükseliş ekonomisi gelişmeye devam eder. Üretim ve tüketim
dünyası, yeniden tüm dünyayı içine alan bir pazar
sahası elde eder. Yayılma ideolojisinin zararlarını kabul etmeye
zorlanmış bir gezegende, ütopyalar artık kimsenin umurunda
değil.
İdeolojik Bir Hazır Giyim
80'li yıllarda, ağların ve sistemlerin
uluslararasılaştırılmasının güncel evresini karakterize
etmek için bir kavram ortaya atıldı: Küreselleşme
(globalization), doğrudan ingiliz dilinden alınmış bir terim.
Mantığı "evrensel" olarak çalışmak olan
ağlar ve ürünlerle toplumumuzun gitgide biribirine daha
çok bağlandığını kim inkâr edebilir?
"Küreselleşme" bir olgudur. Fakat bir de ideoloji oluşturuyor;
(küreselleşme) bir "ideolojik hazır giyim"e dönüşmek
üzeredir. Terim, yeni dünya düzeninin
karmaşıklığını sergilemekten çok bunu gizliyor.
Burada da, bu "küresel" (global) sözcüğünün
nereden geldiğini düşünmek gerekli olmaz mı?
Bu terimin dünyanın dağarcığına girişi
60'lı yılların sonuna denk düşüyor. (Başlıca) iki
yapıt onu tahta oturtuyor: Marshal McLuhan'ın 1969'da (Quentin Fiore'nin
işbirliğiyle) yayınladığı War and Peace in the
Global Vilage (Küresel Köyde Savaş ve Barış) adlı
yapıtı[1]; yine aynı şekilde Zbigniew
Brzezinski'nin 1969'da yayınlanmış yapıtı Between Two Age:
America's Role in The Thecnotronic Era (İki Çağ
Arasında: Teknotronik Çağda Amerika'nın Rolü).[2]
İlk yapıt, Vietnam televizyon savaşının etkisinin genel
sonuçlarını ortaya koyuyor; yazar ileri sürüyordu ki
bütün Amerikan ailelerinin izleyebildiği bu "naklen"
savaşla, televizyon izleyicileri, "katılımcı" haline gelmek
için pasif olmaktan vazgeçecekti, bir gerileme oluşturan
siviller ve askerler arasındaki ikiz bölünme (dikotomi) ortadan
kalkacaktı. Halbuki, barış döneminde, elektronik medya, gelişmeyi
sanayileşmemiş tüm yerleşim birimlerine çekecekti. Teknik
zorunluluk, sonuç olarak, toplumsal değişmeyi gerektiriyor.
Bunu açıklıyor. Paralel olarak, Amerikan kamuoyunun
büyük bir bölümünde "iletişim devrimi" sloganı
ortaya çıkıyor. Yüksek sesle şunu söylüyorlar:
(İletişim devrimi) sayesinde "tüketim arzusu, ortak toplumsal
sorumluluk, gençlerin isyanı, bireysel yargılama
çağı, kısaca yeni bir toplum gelişiyor". Şunu da
hemen eklemeli ki bu devrim, politik devrimin son ütopyalarının
yazgısına son noktayı koyuyor: "İdeolojilerin sonunu"
gösteriyor.
"Global köy", görevine "evrene ait her şeyin" hazırgiyim
pazarında başlıyor böylece. Hemen arkasından, "global köy"
kavramı, dünyasal her büyük katarsisi ya da daha
doğrusu her "mondovizyon"u üstüne basa basa
açıklayacaktır. 1991'de körfez savaşı sırasında da
görüldü ki, asker-sivil karşıtlığını
eşeleyen psikolojik savaşın tuttuğu cephenin ve
sansürünün gerekli olduğu kabul edildiği
halde, başvurulan kaynak (referans), her yerde bulunabilir hale geldi.
Marshall McLuhan'ın düşündüğünün tam
tersi.
Columbia Üniversitesi Komünizm Araştırmaları
Enstitüsü müdürü Amerikalı siyasetbilimci Zbigniew
Brzezinski, "global kent" terimini kullanıyor. Köy
sözcüğünün içerdiği camiaya ve
içli-dışlılığa dönüş yananlamı, yazana,
yeni uluslararası çevreye pek uyarlanır görünmüyor.
Bilgisayarın, televizyon alıcısının ve telekomünikasyonun
ürünü olan ve teknotronik adını verdiği
ağların düğümü, dünyayı bir
"karşılıklı bağımlı, sinirli, coşturucu ve gergin
ilişkiler düğümü"ne
dönüştürecektir ve kişiler için anomi tehtidini,
yalıtılma ve yalnızlık tehlikesini artıracaktır.
Daha sonra Başkan James Carter'ın ulusal güvenlik konusunda
danışmanı ve ünlü Üçlü Komisyon'un
kurucularından biri olan Bay Brzezinski için, tarihin ilk "global
toplumu" Amerika Birleşik Devletleri'dir. Bu "teknotronik devrim"in temel
yayıcısı (olan) bu toplum, diğerlerinden daha fazla
"iletişimde bulunur" çünkü, ileri
sürüldüğüne göre, tüm dünya
iletişiminin % 65'inin çıkış noktası ABD'dir.
Amerika, kendi kültürel endüstrisinin ürünleri
yardımıyla olduğu gibi, "onların yeni
organizasyonlarının uygulamaları, onların teknikleri ve onların
yöntemleri" aracılığıyla da "global bir modernite
modeli", evrensel davranışlar ve değerler şeması sunmakta tek
olduğunu bilecekti. O zamanki Sovyetler Birliği'nin
hükmettiği blok içinde, açıkçası,
sıkıntı yaratan kıtlık toplumlarından başka bir şey yoktu.
Bu global kent ya da köy kavramı, Brzezinski'ye göre, ABD ile
dünyanın diğer ülkeleri arasındaki ilişkileri
tanımlamak için eski "emperyalizm" kavramını kesin bir
biçimde geçersiz kılıyor. "Silahlı diplomasi"
geçmişte kalmıştır; ona göre, gelecek, ağ
diplomasisinindir.
1989'da Berlin duvarının yıkılışı ve evrensel
komünizmin başarısızlığı, bu globaliteyi
mümkün olan tek şey olarak onaylayacaktır. Tek kutuplu
dünyada, "ideolojilerin sonu", Amerikan Dışişleri
Bakanlığı'nın bir danışmanının, Francis
Fukuyama'nın sihirli değneğiyle "tarihin sonu"na
dönüşecektir. Zbigniew Brzezinski, teknotronik devrim
hakkındaki kitabının çıkışından yirmi yıl sonra
ısrarla şunu söylüyordu: "Amerika'nın
gücünün temeli, çok büyük bir kesim
için, dünya iletişim pazarındaki
hükümdarlığıdır... Bu, politik bir
öykünme gücüne sahip bir kitle kültürü
yaratır".
Jeopolitik, yeryüzü ekonomisinin on yıllık
egemenliğinden sonra haklarına yeniden kavuşuyor.
80'li yıllarda, globalizasyonun üslubu, özellikle
sıkıntıların üslubu oldu. Bunun kuramcısı artık
belli: Çalışmaları, dünya çapındaki işletmelerin
yayılma stratejilerinin meşrulaştırma konuşmalarında geniş olarak
işleyen, Harward Business Review'in yöneticisi profesör
Theodor Levitt. Büyük iletişim ya da reklâm gruplarının
yıllık raporları bu globalizasyonun yükselmesi üstüne
duyurularla dolup taşıyor. Ağların zaferine adanmış
gerçek lirik bir deyiş (od) olan şöyle tümceleri okumak
oldukça sık rastlanan bir şeydir: "Teknik adamlar ve teknoloji,
uzun zamandır, askerler ve devlet adamlarının başarısızca
yerleştirmeye çalıştıkları global imparatorluğu
gerçekleştirdiler... Sermaye, ürün ve hizmet pazarı,
üretim yönetimi ve pazarlaması tamamen doğal olarak
global hale geldi... Bu global pazardır. Bu yeni gelişme, ileri
teknolojilerin bilgiyi ve iletişimi dönüştürmeleriyle aynı
anda ortaya çıktı".
Pazarların globalizasyonu, finans dolaşımları, maddi olmayan
ağlar ve (ağlarla yeniden düzenlenmiş ve "ağ
işletmesi"ne dönüşmüş) işletmeler, radikal bir
düzensizleştirmeyi (déreglamantation) abartacaktır. Tüm
bunlarla gösterilmek istenen şey, toplumsal güçlerin
gerilemesi, ulus devlet kavramının ortadan kalkışı ve kamu
görevleri felsefesinin yokoluşudur. Bu, işletmelerin, onun
değerlerinin, özel sermayenin ve pazarın
güçlerinin zaferidir.
Bu değişim süresince, iletişim profesyonelleşti ve
yönetsel iletişim modeli toplumun tümünde tek iletişim
tarzı olarak kendisini kabul ettirdi. Böylece çatısı
kurulmuş iletişim, bundan böyle, ABD'de bile
olağanüstü bir şirket yönetim teknolojisi olarak
benimsendi. İllüstrasyon olarak, 80'li yıllarda, yönetsel
iletişim modelinin, sanal reklâm çağrısı yaparak,
ilişkilerini vatandaşlara ve sivil topluma göre yeniden belirleyen
devlet kurumları, kişisel kuruluşlar ya da yeryüzü
ortaklıklarına doğru yaymaya yol açmasına yetti.
Çoğunlukla es geçilmiş, bununla birlikte, Sınır
Tanımayan Doktorlar, Greenpeace ya da Amnesty International (Uluslararası
Af Örgütü) gibi çeşitli örgütler tarafından
benimsenmiş iletişim biçimlerinin de gösterdiği gibi,
uluslararası alanda doğrudan yankı yaratan büyük bir
tartışma sözkonusudur.
Globalizasyon, pazarlama ve yönetim uzmanlarına özgü bir şey
haline geldi. Globalizasyon, hemen hemen, dünyanın ve hazırlanmakta
olan yeni dünya düzeninin okunmasının şifre anahtarı oldu.
Profesyonel ortamların içinde, ateşli bir globalizasyonun
kuramcıları dünya ekonomisinin evrimini tektürdeşleştirme
mantığıyla özetlenmesinden çok uzak olanlara
karşı çıksa bile. Yine pazarlar ve hedeşerin parçalanma
düşüncesinin -genelleştirilmiş küçültme-
standardizasyon kadar önemli olduğunu düşünenlere
de.
Dünya pazarının çılgın yandaşları için,
globalleşme şunu göstermek istiyor: Taylorcu işletmede görevler ve
güçlerin hiyerarşik dağılımına alanların
çökeltisi karşılık geliyor; yerel, ulusal, uluslararası,
birbirine karşı duyarsız, bölünmüşsahanlıklar olarak
sunuluyor.
Dünya çapındaki pazarda, tüm ağ-işletme
stratejisi hem yerel hem global olmak zorundadır. Bu, japon işletme
yöneticilerinin global ve local sözcüklerinin
karışımından oluşturdukları glocalize
sözcüğüyle açıklanıyor.
Bir parola bu yeni işletme mantığını yönlendiriyor:
Entegrasyon. Bu sözcük, dünyaya yayılmış pazarda
büyük ekonomik birimlerin sibernetik bir vizyonuna gönderme
yapıyor. Anlayış, üretim ve tüketim alanlarının
entegrasyonu. Buna iyice inanmak için, özellikle, teknik dilde,
anglo-Amerikan yeni sözcüklerin yakın zamanda ortaya
çıktığını anımsamak gerekir: Advertorials
(advertising ve editorials'ın karışımı),
infomercials (information ve commercials), infotainment
(information ve entertainment) ve daha yakın bir zamanda
edutainment (education ve entertainment). Bilişimin etki
gücüyle bilgi ve iletişim teknolojilerinin birleşmesine uygun olan
bir sözcük melezleşmeleri. İşletme yöneticilerinin bu yeni
global stratejik düşünce çerçevesi, uluslararası
görüşmelerin yapıldığı yerlerdeki gibi,
tartışmaların ve kazançların ağırlık merkezini
iletişim ağları alanına kaydırıyor.
İlk yer değiştirme, bizzat "anlatım
özgürlüğü"nü içeriyor.
Yurttaşların anlatım özgürlüğü, yeni bir
"insan hakkı" olarak sunulmuş olan "ticari anlatım
özgürlüğü"yle doğrudan yarışa
koyuluyor. "Tüketicinin mutlak egemenliği" ve demokratik
mahkemelerle garanti altına alınmış vatandaşların isteği
arasında sabit bir gerilime yol açıyor.
Bu ticari anlatım özgürlüğünün dilekleri
etrafındadır ki Avrupa Konseyi'nde olduğu gibi Avrupa
Birliği'nde de, sınır tanımayan yeni televizyon kuralları
üstüne, 80'li yılların ikinci yarısında başlamış
tartışmalar sırasında profesyonellerarası örgütlerin
(ilâncılar, reklâm ajansları ve medya) lobbying
çalışmaları, diğerleri arasında,
yapılaşmıştır. Bu istek, sivil toplum tarafından belirlenmiş
sınırları, alman Jurgen Habermas'ın dediği gibi,
"reklâm amaçlı kamu kesiminin hizmetine
döndürme " amacı taşıyor.
Dünyanın yeni ödeme emri olan bu ticari anlatım
özgürlüğü, iletişim alanında, dolaşım
eşitsizlikleri sorunu az da olsa hep olan, soğuk savaşın
başlarında ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından
bulunmuş eski serbest bilgi akışı`ndan (free show of
information) ayrılamaz bir biçimdedir. Globalizasyon doktrini,
özgürlüğü, ticaret yapma
özgürlüğüne çok hızlı bir
biçimde uyarlayan bu ilkeyi yeniden yönlendiriyor.
Bu yeni girişimci başvuru kaynağı tarafından getirilen temel
yer değiştirme, tartışmaların yapıldığı
aynı yerleri içeriyor. 70'li yıllar boyunca ve 80'lerin
başında UNESCO, iletişim sistemlerinin ele alındığı
merkezi bir forum düzenledi. Anımsanacağı gibi,
tartışmalar, baştan beri bağımsız bir bölüm
ülkenin düşüncesi olan ve artık hiç kimsenin
hakkında konuşmaya cesaret edemediği "yeni dünya bilişim ve
iletişim düzeni" (NOMIC) çerçevesinde yapılmıştı.
Görüşmeler, bilimsel tartışmaların aşırı politize
olduğu bahanesiyle, Amerika'nın reagencı ve İngiltere'nin
thatchercı heyetlerin, 80'lerin yarısına doğru UNESCO'dan
çekilmesiyle tamamen kesildi.
80'lerin ikinci yarısından itibaren, daha teknik kuruluşlar -GATT
(Gümrük ve Ticaret Tarifeleri Hakkında Genel Anlaşma) Dünya
Ticaret Örgütü'ne (OMC) dönüştü- yeni iletişim
düzeni görüşmelerinin merkezi yerleri oldular. "Hizmet" olarak
sınışandırılan iletişim, "Kültürel Ayrıcalık"
ilkesinin, Amerika'nın çok sayıda taleplerini kabul etmeyi
reddeden Avrupa Birliği tarafından engellenmesi nedeniyle, Avrupa
Birliği ve ABD'nin doğrudan karşı karşıya gelmesine
yolaçtı ve görüşmeler, Birliğin stratejik bir
başarısızlığıyla (diğer hizmetler gibi
görsel-işitsel hizmetler de bundan böyle serbest dolaşımın
kurallarına bağlı olacaktı) erteleme adı altında, 15
Aralık 1993'te sona erdi. O an için anlaşma imzalanmadı ama
Hollywood, Kongre ve Washington'dan gelen yetkililer orada kalmak istemediler
ve OMC'nin yeni serbest dolaşım çerçevesi içinde
isteklerinde ısrar etmeyi sürdürdüler.
Bu anlaşmazlık sayesinde, ticari mal ideologlarıyla -bütün
ürünlere uygulanabilir norm gibi- kültürel kimliklerin
savunucularının birbirlerinin kuyusunu kazdıkları ortaya
çıktı. Her iki yanda da yeni yeni anlaşmazlıklarla. Bu
tartışmaların özünü ve tonunu anımsatmak ve
kültürün bu iki karşıt kavramını ve onun jeopolitik
yönünü göstermek için birbirine koşut iki bildiriyi
sunmak zorunda kaldık. Eski Cumhur Başkanı François
Mitterand'ınki (şöyle): "Tek bir kültürel modelin
genelleştirilmesini sağlamak felâket verici bir şey
olacaktı. Sonuçta totaliter rejimlerin yapmayı
başaramadıkları şeyi, teknolojik güçlerle
işbirliği içindeki para yasaları mı
başaracak?"[3] Bu da Hollywood'un çıkarlarını
savunmakla görevli MPAA'nın (Motion Picture Association of
Amerika-Amerikan Sinema Derneği) yetkilisi sayın Jack Valenti'nin
bildirisi: "Brüksel'in en son teklifi gerçekte hiç bir
şey ifade etmeyen sözcüklerle dolu, içler acısı ve onur
kırıcıdır (...). Bu görüşmenin kültürle
hiç bir ilgisi yoktu (...). Acı gerçek şu ki Avrupa,
geleceğe sırtını dönüyor."
Tüketicinin Sahte Özgürlüğü
Tartışma kapanacak gibi değil. Görüntü
endüstrilerinin sorunu, sayısal sıkıştırma ile televizyon
alıcısı, telefon ve bilgisayarın kesişmesinin
ürünü, medyanın "bilgi otoyolları" olarak
simgeleştirdiği yeni bilgi ağlarınınkiyle çok
çabuk bir biçimde birleşti.[4]
Uluslararası iletişim ağları ve sistemlerinin mevzuat (kurala
bağlama) (ya da dereglemantasyon) sorunu hakkındaki
tartışmaların yeni evresinde serbest dolaşımcı ideoloji
popülist söylemi benimsemeyi denedi. İçeriği basit
hatta dar düşünceliydi. Fakat bunun sonuçları ilk
bakışta görünenden daha karmaşıktı.
Temel düşünce, seçmekte özgür olan bireyler
arasında, serbest bir pazarda serbest bir rekâbete girmek
zorunluluğu düşüncesiydi. Bunu hemen hemen şu terimlerle
açıklayabiliriz: "Bırakın insanlar istedikleri şeye
baksınlar. Beğenilerinde onları özgür bırakın.
Onların sağduyularına güvenelim. Kültürel bir
ürüne uygulanacak tek yaptırım onun pazardaki başarısı
ya da başarısızlığıdır."
Kültürel ürünler üzerindeki mutlak tüketici
egemenliği hakkındaki bu neoliberal temel önerme (aksiyom),
teorik alanda da kendi benzerini buldu: İletişim mekanizmasında
alıcıların rolünün rehabilitasyonu. Fakat, nereden
gelirlerse gelsinler, programları ve diğer kültürel
ürünleri dekode eden (şifresini çözen) tüketicinin
özgürlüğü üstüne tek yanlı olarak
odaklanarak, son derece eşitsizlikçi kalan değişken bir
pazarda değiş-tokuşların eşitsizliği hakkındaki
sorulardan ucuz yoldan kurtulmayı sağladığı zaman,
aktif medyatik bir "zahit"e (pratiquant) (olan) bu dönüşün
sapkın yanları da vardır. Televizyon izleyicisinin
özgürlüğü, pazarda egemenliğini
sağlamış bir endüstrinin ürünlerini deşifre etme
özgürlüğüne indirgenebilir mi? Egemen olmayan
kültürlerin ürünlerini okumak
özgürlüğü gibi, çoğunlukla kendine
özgü olanlarla başlamayı tasarlaması da gerekmiyor mu?
Buna önlem alınmazsa, "alıcı"nın kuramsal rehabilitasyonu,
bazı halkların ve kültürlerin kültürel
hiyerarşisinin doğrudan meşru hale gelmesine yol açabilir ki
buna 70'li yılların sonuna kadar "kültür emperyalizmi"
deniliyordu. Bu tartışmalarda sorun olan şey, sınırlı şovenizm
ve "evrensel" olanın yaratılmasında ortalama yol ve katkı olarak
kültürel çeşitliliği koruma gereksinmesinin
savunulması arasındaki aralığın dar olmasıydı.
Kaygı verici olan şey, yeni uluslararası iletişim senaryolarını
açıklamak için bu global ve globalizasyon kavramlarının
kendini kabul ettirme biçimidir. Globalizasyonun mantığı,
çağdaş gözleme dayanan (ampirik) bir gerçeklik
olsaydı, uluslararası alanda işbaşındaki mantıkların sadece
bir bölümünün oluşturduğundan daha az
gerçek olmazdı. Uluslararasılaştırmanın güncel evresi
bir "dünya iletişimi" doğurma evresidir. Tarihçi Fernand
Braudel tarafından ortaya atılmış "dünya ekonomisi"
kavramıyla yeniden bir ilişki kurdurarak tarihle yeniden buluşmamızı
sağlayan değerde bir kavram.
"Dünya iletişimi" dünya mantıklarını, onları
kutsallaştırmadan, açıklamamızı sağlar. Gezegenin
globalist ve eşitlikçi temsilciliği, inanmaya yol
açtığının tersine, bu mantıklar bize
anımsatır ki, ekonomilerin ve iletişim sistemlerinin
dünyasallaştırılması, diğer ülkeler ve
bölgeler arasında olduğu gibi diğer sosyal gruplar
arasında da yeni aykırılıklar yaratmaktan, başka bir deyişle,
yeni işten çıkarmalardan kaçınamaz. Buna güven
getirmek için tek pazarların ya da serbest dolaşım
bölgelerinin, şu dünyasallaştırılmış alanla Ulus Devlet
alanları arasındaki bölgesel ara kuşakların, kuruluşunu
düzenleyen ilkelere bakmak yeterli. Globalizasyon parçalara
ayırma ve bölünmeyle kendini birleştiriyor. Bunlar,
ayrıştırma ve birleştirme yoluyla aynı bir
gerçekliğin iki yüzüdür.
80'li yıllarda, dünya pazarında ürünlerini, hizmetlerini
ve ağlarını daha iyi yaymak için "kültürel
evrenseller (tümeller)" peşinde koşan transnasyonal (uluslararası)
büyük işletmeler tarafından global, birleştirici bir
kültürün araştırmasında olanlar olmuş olsaydı, tekil
kültürün rövanşını da alanlar olmuş
olacaklardı.[5]
Kültürlerin çokluğu ve tecimsel kozmopolitizmin
merkezkaç güçleri arasındaki gerilim, dünya
çapında tek bir pazarın doğmasına karşı tepkilerin
karmaşıklığını ortaya çıkardı. Kavramsal
sınırlar tekil ve evrensel, yerel, ulusal ve uluslararası arasında
gidip gelmeye başladı.
Yeni bir sorun ortaya çıkıyor: Dünyasallaşmanın
yapısını oluşturan ağlar üzerindeki
bağlantılar, farklı toplumlar için nasıl bir anlam
kazanırlar? Buna nasıl direnç gösterirler, nasıl uyum
sağlarlar ve nasıl teslim olurlar? Dünyanın her yanında
gözlemlediğimiz ulusal geri çekilme ve kimliksizleşme
kültürel aynılaşma korkusu hangi rolü oynar? "Melezleşme"
ve "sömürgelerdeki insanlarla benzeşme (créalisation)"
dünyanın geleceği midir?
Üçüncü bin yılın eşiğinde iletişim,
yurttaşların dikkatini her gün daha da çok harekete
geçiren merkezi politik bir kazanım gibi kalıyor.
Dipnotlar
[*] Rennes-II Üniversitesi'nde
Profesör.
[1] Marshal McLuhan, Guerre et Paix dans Le
Village Global, Laffont, Paris, 1970.
[2] Zbigniew Brzezinski, La Révolution
Technétronique, Calman-Levy, Paris, 1970.
[3] Le Monde, 25 Ekim 1993.
[4] Bu konuda bakınız, Serge Regourd,
"Pour l'Exclusion Culturelle", Le Monde Diplomatique, Kasım 1993.
[5] Bkz. Armand Mattelard, "Nouveau
prêt-à-porter idéologique" (Yeni Hazır Giyim
İdeoloji), Le Monde Diplomatique, Mayıs 1992.
|