Siyasal olayları anlatan, ama bunu yaparken sanatsal kaygılardan uzakta
belli bir siyasal amacın gerçekleşmesi için yapılan
filmler vardır. Kendi görüş, düşünüş ve yaşam
tarzlarını aktarmak ve empoze etmek isterken sinemayı kullanırlar.
Buna Propaganda Sineması demek mümkündür. Devrimci
Sinema, Militan Sinema ve Karşı-Devrimci Sinema alt
başlığı altında toplayabileceğimiz bu sinemayı
dünyanın her yerinde yapan gruplar görebiliriz. Bunlar siyasal
yelpazenin sağında ve solunda yer alabilirler. Kendi siyasal
tercihleri doğrultusunda filmler üretebilirler.
Bu arada belgesel sinemanın siyasal sinemanın bir başka alt
bölümü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Buna
ABD'nde 1968 Ocak ayında kurulan Newsreel Films şirketini örnek
gösterebiliriz.
Şimdi bu kavramlara değinelim:
Propaganda Sineması
Propagandanın sözlük anlamı şudur:[1] "Bir öğretinin, düşüncenin,
ideolojinin, inancın, siyasal görüş ya da bilginin
tanıtılması, benimsetilmesi ve yaygınlaştırılmasını
amaçlayan söz, yazı ve türlü araçlarla
gerçekleştirilen eylem". Bu tanımdaki "türlü
araçlar"dan birisi de sinemadır. Sinema yoluyla yapılan
propaganda, görüntü işin içine girdiği
için daha etkili olmaktadır.
Atilla Dorsay'ın Guido Aristarco'dan alıntıladığı
propaganda sineması tanımını verelim[2]:
"Siyaset, insanın, insan özgürlüğünün
varlığıdır. Oysa propaganda sineması, insan korkusunu,
insan özgürlüğü korkusunu içerir. Totaliter
yönetimlerin saklanmış zayışığını ortaya koyar.
İdeolojinin güçsüzlüğünün
itirafıdır bu. Propaganda sinemasının Nazi Almanya'sında, işgal
Fransa'sında ve Stalin dönemi Rusya'sında görülmesi,
hiç de şaşırtıcı değildir."
Bu alıntıdan sonra Dorsay, kendi yorumunu yaparken, propaganda
sinemasının insana sırt çevirdiğini yazar[3]:
"Propaganda sineması, görüldüğü üzere,
sanatın asıl ve öz işlevine ters düşen bir sinemadır,
çünkü insana sırt çevirmiştir bu sinema;
insanın, kitlelerin tutsaklığını, kör
bağlılığını, gerçeklerden
uzaklığını sağlamaktadır. Her türlü
ideoloji sinemayı bir propaganda aracı olarak kullanmayı
düşünmüş ve denemiştir".
Sinemayı hem sol ideolojiler hem de sağ ideolojiler
kullanmışlardır. Her ikisi de propaganda amacıyla
kullanmıştır, ama kullanım amaçları farklıdır. Atilla
Dorsay yine Guido Aristarco'dan bir alıntı yapıyor[4]:
"Sağ ideolojinin amacı, vatandaşı siyaset dışı
tutmaktır, bu onun hem amacı, hem de kaçınılmaz
davranışıdır. Oysa sol ideoloji, tek parti diktatoryası
biçimini alsa bile ve içerdiği siyasal eğilimin
tekdüzeleşmesi derecesi ne olursa olsun, şu kaçınılmaz
sonuca ulaşır: Bir siyasal düşüncenin varoluşu. Siyasal
düşüncenin varolduğu yerde ise, tartışma vardır,
fikir alış-verişi vardır. Oysa sağ ideoloji, birey
düzeyinde siyasal düşünce olabileceğini
düşünmek bile istemez. Ona göre, bireyin zihinsel
çabası, soyut, çerçeveye ilgisiz ve geleceğe
dönük olmalıdır. Siyasetin bu çaba içerisinde
yeri yoktur."
Propaganda sinemasına, İtalyan Komünist Partisi üyesi iki
sinemacı Paolo ve Vittorio Taviani kardeşlerin bakış
açısını yine Atilla Dorsay'ın alıntısıyla verelim[5]:
"Propaganda sineması, bir tek kez, bir tek olayda işe yarayacak olan bir
sinemadır. Onu en az ilgilendiren şey sinemadır. Yaratıcının
kimliği önem taşımaz. Filmi yapanlar, asıl savaşı
yapanlarla karışmayı denemelidirler ve filmin teknik
öğeleri, örneğin Franco Solanas'ın filmleri
gibi, ayrıca şiirsel bir boyut da kazanıyorsa, bu neredeyse bir
kazadır ve böyle bir kaza, sinemada çok az gerçekleşir.
Son gördüğümüz propaganda filmleri,
sendikacılığın zaferini göstermekle yetinen, belli bir
popülizm içinde teselli arayan filmlerdi."
Ali Gevgilili'ye göre[6]:
"Gerçek sinemayı, yaratıcı sanatçının
içinde yeraldığı toplumun maddesi üretir. XX. yy
boyunca çeşitli dönemler ve rejimlerde, sinemayı bir propaganda
aracı biçiminde kullanmak isteyen iktidarlar ve partiler her zaman
varolmuştur. Siyasal sinemanın keskin yol ayrımı propaganda yapıp
yapmamaktadır. Sanatın doruklarına uzanmış siyasal yapıtlar,
bir yerde insan tarihinin en büyük bildirilerini verseler de,
propaganda ile sanat arasındaki kesin ayrımı gözönünde
tutmuş ve sanat ile bütünleşmiş bulunan filmlerdir".
Nazi Dönemi
Propaganda sinemasını en iyi yorumlayanlar totaliter rejimler
olmuştur. Bunların başında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği (SSCB) ve Nazi Almanya'sı gelmektedir. Özellikle Nazi
Almanya'sında Propaganda Bakanlığı bile kurulmuş Joseph Paul
Goebbels (1897-1945) bu işle görevlendirilmişti. Bu
bakanlığın tam adı Aydınlatma ve Propaganda
Bakanlığı idi (Volksaufklärung Und Propaganda).
Nazizm, faşizmin siyasal ve kuramsal olarak Almanya'da uygulanmasına
verilen addır. Yani faşizmin Almanya versiyonudur. "Alman
Milliyetçi Toplumcu İşçi Partisi"nin (National Sozialistische
Deutsche Arbeiterpartei, NSDAP) ve Hitler'in
öncülüğünde l9l9'dan sonra bir siyasal hareket ve
öğreti olarak ortaya atıldı".[7] Çeşitli düşünürlerin
görüşlerini ve tezlerini örneğin Luther'in yahudi
karşıtlığını, Darwin'in doğal
ayıklanmasını, Hegel'in devleti yüceltmesini, Fichte'nin
aşırı ulusçuluğunu, Nietzche'nin üstün insan
tezini, Gobinea ve Chamberlain'in ırkçı görüşlerini ve
Bismarck'ın devlet sosyalizmini birleştirerek yeni bir toplum
yaratma çabası içine girildi. "Naziler, büyük
burjuvazinin en gerici, en saldırgan kesiminin siyasal ve ekonomik
çıkarlarını savundular ve bu toplumsal sınıf
tarafından finanse edilip kullanıldılar".[8]
Nazizm şu beş öğeyle belirlenebilir:
1-
Irkçılık,
2- Otorite,
3- Anti-semitizm,
4- Diktatörlük,
5- Anti-komünizm.
Joseph Paul Goebbels
Bu görüş ve yaşayış biçimlerini topluma benimsetmek ve
yandaş sağlamak için bir propaganda kuruluşuna gereksinim
vardır. Devletin ideolojisini vatandaşlarına benimsetebilecek en iyi
örgüt de hükümet ve onun bakanı olabilirdi. Bu
amaçla bir Propaganda Bakanlığı kuruldu. Tam adı
"Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı"
(Volksaufklärung und propaganda) olan bu bakanlığa Alman
siyaset adamı Joseph Paul Goebbels atandı. Bir süre gazetecilik de
yapan Goebbels, usta bir demagog olduğunu bu bakanlıkta
bulunduğu süre içerisinde gösterdi. Demagojiye ve
koşullandırmaya dayalı faşist propagandayı ustalıkla
kullandı.
Sinema endüstrisini devletin denetimine alarak propaganda filmleri
yapmıştır. Bunlar belgesel özellikler de taşımaktadırlar.
Goebbels'in gelişiyle G.W. Past, Fritz Lang, Erich Pommer gibi sinemacılar
Almanya'dan ayrılmak zorunda kaldılar. Goebbels bu yönetmenlerin
filmlerine el koydu ve ülke içinde gösterimini yasaklarken
dışarıya çıkarılmalarını da engelledi. Goebbels kendi
tarzını sinemaya uygularken Arnold Franck, Leni Riefenstahl ve Luis
Tranker gibi yönetmenleri kullandı. Usta yönetmenlerin sanatsal
kaygılar güderek yaptıkları filmlerden sonra bu
yönetmenlerin filmleri (Leni Riefenstahl dışında), elbette
bağımsız davranmamalarından dolayı ve birer memur
konumunda oldukları için hantal bir dile sahiptiler.
Gösterişçi, Nazi propagandasıyla dolu bu filmler devletin
ideolojisini yaymak için birer araç olarak kullanıldı.
Üstün ırk anlayışını yayan bir ideolojiyle
yüklü bu filmler, Alman emperyalizmini diğer ülkelere
yaymayı da üstlenmişti.
Leni Riefenstahl ve "İradenin Zaferi"
Bu yönetmenlerin içinden özellikle Leni Riefenstahl
sıyrılıp ortaya çıkıyor. Halen Amerika'da yaşamını
sürdüren Leni Riefenstahl, Reich yıllarında ortaya
çıkmış Franz Seitz, Hans Bertram ve Veit Harlan'dan sonra
yaşamını sürdürebilmiştir.
Berlin'de Burjuva bir ailede doğan Riefenstahl, 1920 öncesinde
Berlin'de dansöz olarak çalıştı ve solo resitaller verdi.
Arnold Fanck ile tanışınca yaşamı değişti. O'nun biricik
film oyuncusu oldu. The Blue Light filminde ise yıldız oldu.
Leni Riefenstahl iki önemli filmden sonra pek bir varlık
göstermeyi başaramamışsa da propaganda sinemasında özellikle
şu iki filmiyle anılmaya değer: İradenin Zaferi (Triumph
Des Willens veya Triumph of the Will, 1935) ve Olimpia (Olympia, 1938).
Birinci film Nazi Partisi'nin 1934 yılındaki Parti Kongre'sini
anlatır. Hitler'in isteğiyle yapmaya giriştiği bu film
tamamen bir propaganda filmidir. Leni Riefenstahl'ın Muhteşem ve
Korkunç Yaşamı adlı, kendisi üzerine Roy Müller
tarafından çevrilmiş bir filmde, bu filmleri hangi koşullar
altında gerçekleştirdiğini ve bu filmleri
yaptığı sırada Hitlerin yaptıklarından habersiz
olduğunu savunmaktadır.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikan, İngiliz, Sovyet ve
Fransızlardan oluşan bir komisyon (Allied Control Mission), İradenin
Zaferi'nin Alman ve Dünya sinemalarında gösterimini
yasakladı. Metin Erksan[9] bu ve benzeri
filmlerin Hamburg'da Zonal film arşivinde "tutsak" olduğunu
söylüyor. Daha sonra bu film için gösterim kararı
verilerek gösterilmesine olanak sağlanmıştır.
Nazi birliklerinin ve Parti'nin yaptığı tören ve
kutlamaları, özellikle Nürnberg'deki geçit törenini
büyük bir başarıyla sergileyen bu film büyük bir
kadroyla çevrilmiştir. Onlarca kamera, ses alma aygıtı, kamyon
vb... araçlarla gerçekleştirilen filmde bayrak taşıyan
onbinlerce grup yanında, Hitler ve Parti'nin önde gelenleri, Parti
üyeleri, onbinlerce işçi, çiftçi ve genç ile
yüzbinlerce Alman vatandaşı yer almaktadır. Ayrıca Luitpold
stadyumu ve Zeppelin havaalanı başarıyla verilmiştir. NSDAP'nin (Nazi
Partisi) kitlelere nasıl hakim olduğu, onları nasıl avucunun
içine aldığı gösterilir. Hitler'in
ağzından çıkan her sözcük kabul
görmektedir.
İradenin Zaferi 1935 Venedik Uluslararası Film Festivali'nde
altın madalya, 1937 Paris Film Festivali'nde büyük ödül
kazanmıştır.
Leni Riefenstahl, yaptıklarının bir propaganda
olmadığını, sadece film yaptığını
söylüyor. İradenin Zaferi için "Hitler politik
bir film istemedi, sanatsal bir film istedi" diyor Riefenstahl.[10] Oysa filmin her karesi plânlanmış,
her görüntüsü hesaplanmıştı. Elbette bunda,
Hitler'in de büyük payı vardı, çünkü O'ndan
habersiz hiç bir şey yapılamazdı.
Cinéast dergisinde[11] Leni Riefenstahl
kendisini şöyle savunuyor: "İradenin Zaferi'ni yapmaktan
dolayı üzgün olabilirim ve üzgünüm (...) Fakat
dudaklarımdan hiç bir zaman anti-semitist sözcükleri
dökülmedi. Ne de o konuda bir şeyler yazdım. Asla anti-semitist
değildim ve hiçbir zaman Nazi Partisi'ne üye olmadım.
Öyleyse suçum nedir? Söyleyin bana". Yazar,
Riefenstahl'ı "Şeytan'ın Yönetmeni" olarak tanımlıyor.
Bununla birlikte, İradenin Zaferi "Bütün Zamanların En
İyi Propaganda Filmi" ünvanını hak ediyor. Bunda Aydınlatma ve
Propaganda Bakanı Goebbels'in de payı olduğunu unutmamak
gerekir. 28 Mart 1933'te Goebbels sinemacılarla bir toplantı yapar. Metin
Erksan şöyle diyor[12] "Bu
toplantının düşüncesini Lenin'in `Tüm sanatların
en önemlisi sinemadır' sözü oluşturmaktadır.
Çünkü Goebbels Alman sinemacılarına örnek film
olarak Sergey Ayzenştayn'in "Bronénosets Potemkin" Savaş Gemisi
Potemkin (1925) (Türkiye'de Potemkin Zırhlısı
adıyla gösterildi ve bu adla anılmaktadır. B.O.) filmini
gösterir. Goebbels'e göre Potemkin, mükemmel bir sanat
filmi olmanın yanısıra, etkili ve usta bir propaganda filmidir".
Goebbels sinemaya bu düşünceler doğrultusunda önem
vermiştir. 14 Temmuz 1933'te, bakanlık bünyesinde RFK'yı
(Reichfilmkammer-Alman Film Bürosu) oluşturur.[13] Bir süre sonra 22 Eylül 1933'te RFK, RKK
(Reichkulturkammer-Alman Kültür Bürosu) olur. Büronun yedi
bölümünden birisi de sinemadır. Sinema sanatı devlet
katında öncelikli bir yer tutmaktadır.
Devrim Propagandası ve "Potemkin Zırhlısı"
Tüm zamanların en iyi propaganda filmlerinden birisi de Sovyet
sinemacı Sergey Ayzenştayn'ın Potemkin Zırhlısı (1925)
adlı filmidir. Film, Ekim devrimiyle birlikte devrimi yerleştirmek
için yapılmış gösterişli bir filmdir. Kurgunun ilk kez
uygulandığı film bir başyapıttır. Çar'a karşı
Karadeniz'deki Filo'da yer alan gemideki denizcilerin 1905 ayaklanmasından
bir kesit sunan film, döneminde büyük yankılar
uyandırdı. Dünya eleştirmenleri bu filmi tüm zamanların en
iyi on filmi olarak görürler.
Sergey Mihayloviç Ayzenştayn, 1917 Ekim Devrimi'nden sonra
çizgi yeteneği nedeniyle Kızıl Ordu Propaganda
bölümünde görevlendirildi. Afişçilik, tiyatro
dekoratörlüğü, makyajcılık ve oyunculuk yaptı.
Devlet Yüksek Film Enstitüsü Film Yönetmenliği
Bölümü'nü bitiren Ayzenştayn 1924'te de Grev
adlı filmini yaptı. Bunların hepsi aslında birer propaganda
filmidir.
Nazi propaganda filmleri gibi bunlar da 1917 Ekim Devrimi'ni savunan
filmlerdir. Potemkin Zırhlısı bir sipariş filmi. 1925
yılında Çarlık rejimine karşı patlak veren ilk
isyanların yıldönümünü kutlamak için, Rus
yönetmenlerine ısmarlanan filmlerden biridir. O zaman yirmi beş
yaşında olan Ayzenştayn tarafından gerçekleştirilmiştir.
Atilla Dorsay Potemkin Zırhlısı'nı beş bölümde
topluyor[14]:
"1- Yemek olarak verilen kurtlu eti yemek istemeyen denizcilerin
hoşnutsuzluğu, isyanın ilk belirtileri;
"2- İsyanın başlangıcı, isyancıların üzerine
ağ atılarak yakalanmaları, askerlerin isyancılara ateş
açmak istememesi sonucu subayların yakalanarak denize
atılması;
"3- Şafakta ıssız Odesa şehri, halkın rıhtıma
toplanması, bir kadının heyecanlı konuşması...
"4- Odesa'nın büyük merdivenleri... Halkın, kendisine
ateş açan askerlerle karşılaşması: Ölüm ve kan...
Cesetleri çiğneyip geçen askerler, ölü
çocuğunu taşıyan ana, bir çocuk arabasının
gittikçe hızlanarak aşağı inmesi, Potemkin'in
kükreyen topları, dikilen taştan bir aslan...
"5- Gemicilerin korkusuna karşılık, isyancı Potemkin'in, ateş
açmayan Çar'ın filosunun arasından, gemi güvertelerini
dolduran binlerce denizcinin `Kardeşler... Kardeşler...' sesleri arasında
kayıp geçmesi..."
Potemkin Zırhlısı'nda baş rol oyuncusu yoktur. Olsa olsa bu
Zırhlı'nın kendisidir. Stüdyo, dekor, makyaj yoktur. Film bir
kurgu harikasıdır. Kurguyla çarpıcı sahneler
yaratılmış. Dorsay, Ayzenştayn'ın bir sözünü
alıntılıyor[15]: "Bir
ayrıntı bazen ait olduğu bütünü tümüyle
aksettirebilir. Böylece kurtlu etler, bütün bir emekçi
kitlesinin içinde bulunduğu kötü koşulların bir
simgesi olmakta, güvertede olanlar, bütün bir çarlık
rejiminin zalimliğini
çağrıştırmaktadır".
Buraya kadar propaganda sinemasının ne olduğundan ve bu
sinemanın yapı taşı iki filmden sözettik. Bu sinemanın toplu
bir değerlendirmesini yaparsak Nazi propaganda filmlerinde şunu
görürüz:
1. Almanya her şeyin üzerindedir: "Deutschland, Deutschland
über Alles!". Alman milliyetçiliğini öne
çıkaran filmler vardır ve bunlar aşırı milliyetçi,
ırkçı ve faşist görüşler sergilerler.
2. Alman ırkçılığını işleyen filmler:
Üstün bir Alman ırkı olduğunu savunurlar ve
diğer ulusların onların hizmetinde olduğunu
vurgularlar.
3. Otoriteye bağlılık: "Ein Reich, Ein Volk, Ein
Führer". Tek devlet, tek halk, tek başbuğ. Bu filmlerin
sloganı budur. Führer'e itirazsız itaat vardır. Otorite olmazsa
hiç bir şeyin yürümeyeceğini savunurlar.
Bu filmlerin karşı cephesinde ise Devrim sineması vardır.
İşçi sınıfının iktidarını savunan ve proleter
diktatörlüğü yaymaya çalışan filmler
vardır. Bu filmlere göre tek kurtuluş yolu Devrim'dir.
Bu bölümü bitirmeden önce, İtalya'da da, özellikle
Mussolini İtalya'sında da sinemaya önem verilmiş olduğunu
belirtelim. Cinecitta film stüdyoları bu dönemde kurulmuş ve
propaganda filmleri yapılmıştır. Zaten kurulma amacı da Faşizmin
propagandasını yapmaktır.
Amerika Birleşik Devletlerinde kurulu bulunan Hollywood stüdyoları ise
zaten propagandayı en üst noktaya taşımışlardır.
Özellikle McCarthy döneminde Hollywood "Amerika'ya Karşı
Etkinlikler Komitesi" tarafından denetlenmiş ve bu durum bazı
yönetmenlerin bu ülkeden ayrılmasına
yolaçmıştır.
Dipnotlar
[1] Cem Büyük Ansiklopedi, Cem
Ansiklopedik Yayınlar A.fi., c. 12, İstanbul, 1984.
[2] Atilla DORSAY,
Sinema ve
Çağımız-1, Hil Yayın, 1984, s.49.
[3] a.g.e.
[4] a.g.e.
[5] a.g.e.
[6] Ali GEVGİLİLİ,
Çağını Sorgulayan Sinema, Bağlam
Yayınları, İstanbul, 1989, s.123.
[7] Cem Büyük Ansiklopedi,
c.11, s.4155.
[8] a.g.e.
[9] Metin ERKSAN, "Tutsak Filmler"
...Ve
Sinema, Hil Yaygın, İst., Eylül 1986, s.124.
[10] Robert SKLAR, "The Devil's Director",
Cineaste, Vol.xx., No:3, Nisan 1994.
[11] a.g.e.
[12] Metin ERKSAN, a.g.e.
[13] a.g.e.
[14] Atilla DORSAY, a.g.e.
[15] a.g.e.
(Bu yazı, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü, Sinema Anabilim Dalı Arş. Gör. Dr. Battal Odabaş'ın İnternet sayfasından alınmıştır.)