FRANSIZ SİNEMASINDA YENİ DALGA*
Arş. Gör. Dr. Battal ODABAŞ
Giriş
"Bak oğlum, madem bu kadar çok şey biliyorsun, neden
kendin oturup bir film çekmiyorsun ?"[1]
Kayınpederi Morgenstern'in bir tür meydan okuması, ünlü
yönetmen François Truffaut'yu film yapmaya yöneltmeseydi,
sanırım Yeni Dalga'nın diğer yönetmenleri film yapmaya
girişmeyecekler ve biz de dönemini sarsan filmlerden yoksun
kalacaktık. Bir zamanlar sert bir eleştirmen olarak tanınan Truffaut,
1959 Cannes Film Şenliği'ni "ağır ve saygısızca"
yazılar yazdığı gerekçesiyle izleme hakkından
yoksun bırakılmıştı.
Böyle kişiler ve onların kişisel çabalarıyla başlayan,
bazılarına göre bir saman alevi gibi parlayıp sönen,
bazılarına göre de sinemayı büyük
ölçüde etkileyen bu yeni sinema hareketi,
günümüzde bile, hâlâ tartışılan üzerinde
tek bir görüş birliğine varılamayan bir olgudur.
II. Dünya Savaşı Sonrası
II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünya sineması bir arayış
içine girmişti. Savaştan, yenen devletler de, yenilen devletler de
zararlı çıkmışlardı. Ekonomiler sarsılmış, yaşam
koşulları dayanılmaz hale gelmişti. Bu durum ülkelerin
sinemalarını da etkilemekte gecikmedi. Sinemacılar toplumsal sorunlara
daha gerçekçi bir biçimde yaklaştılar. Savaştan yenik
çıkan İtalya'da "Fransız
Doğacılığı", "Sovyet Toplumcu Sineması",
"İngiliz Belge-Film Okulu" ve İtalyan edebiyatındaki "verismo"
(gerçekçilik) akımının uygulanmasıyla ortaya "Yeni
Gerçekçilik" sinema akımı çıktı.
İngiltere'de yine toplumsal konuları işleyen bir sinemacılar
kuşağı "Özgür Sinema" diye bir sinema akımı ortaya
koydular. Bu ortam içerisinde Fransa'da da "Yeni Dalga" hareketi ortaya
çıktı.
Yeni Dalga'nın Kaynakları
Bu hareketin ilk ürünlerine gelinceye değin,
toplumsal ve sanatsal ortam çeşitli etkiler altında
yoğrulmuş ve o durumu almıştır. Bu etkiler, IDHEC, Cahier du Cinéma, Fransız Sinematek'i, Yardım Yasası ve o günlerin
siyasal oluşumları olduğunu görürüz.
IDHEC ( Institut de Hautes Etudes Cinématographiques), bugün bile
önemini koruyan ve dünyadaki önemli sinema okullarından
birisidir. 1943 yılında Marcel L'Herbier tarafından kurulmasından
sonra bir çok genci sinemaya kazandırmıştır. Burada verilen
eğitim, yönetmenleri ne yaptığını bilerek film
yapmaya yöneltti. Bu okuldan yetişen genç sinemacılar,
"alaylı" diyebileceğimiz yönetmenlere oranla yeniliklere daha
açık ve bunları uygulamakta daha cesurdular. Yeni Dalga bu
yönetmenlere çok şey borçludur.
Gelelim Cahier du Cinéma dergisine. Bu dergi Yeni Dalga'nın
doğmasına neden olan kuramsal ve eylemsel çalışmaları
başlattı. André Bazin'in öncülüğünde,
bir çok yetenekli genç kendi görüş ve
düşüncelerini sergileme fırsatı yakaladılar ve bizzat
kendileri film yaparak bu savlarını hayata geçirmeye
çalıştılar. Bazıları başardı bazıları da
eleştirdikleri noktaları kendileri de yinelemek zorunda kaldılar. Şunu
da belirtmekte yarar olduğu kanısındayım: Bu
yönetmenlerin "Cahier du Cinéma" dergisinde yazmaktan başka ortak
noktaları oldukça azdı. Hepsi sinemayı seviyordu ama
uygulayım biçimleri başka başkaydı. Bazıları bir
akademizme bağlı kalıyor, bazıları insanların ruhsal
durumlarını irdeliyor, bazıları entelektüalizmi benimsiyordu.
Bazıları ise siyasal görüşlerini filmlerine
yansıtıyordu.
Ancak, bu yönetmenlerin hepsi de genç, ateşli, bir şeyler yapmak
isteyen, bunun için de dar aile çevresi içinde,
tanınmamış oyuncular, kendi yazdıkları senaryolar ve elde
taşınan alıcı aygıtlarla küçük
bütçeli ama büyük savlı filmler gerçekleştiren
genç sinemacılardı. Onların bu özelliği
özgür ve istedikleri biçimde filmler yapmalarına olanak
sağlıyordu. Tecimsel sinemadan ne kadar uzak kalırlarsa o
ölçüde ödünsüz sinema yapma olanağı
buluyorlardı. Yeni dalga yönetmenlerinin çoğu
eleştirmenlik ve kuramcılıktan gelmişlerse de tecimseyl sinema
alanından gelenler de yok değildir. Bunlar asistanlıktan,
düzeltmenlikten ve sinemanın çeşitli alanlarından
sıyrılarak yönetmenliğe başlamışlardı.
1936'da Henri Langlois tarafından kurulan Fransız Sinematek'i, Yeni Dalga
yönetmenlerinin yetişmesinde ayrı bir etmendir. Çünkü
bu titiz sinema tutkunu Henri Langlois'nın sayesinde kaybolmaktan kurtulan
bir çok film, Sinematek'te seyircilere gösterilmiş ve bu filmlerin
baş izleyicileri de Yeni Dalga'nın bu genç sinema adamları
olmuştu. Burada gösterilen tüm filmleri izlemeleri, onlara yeni
dünyalar sunmuş ve görüş alanlarını derinleştirmelerine
neden olmuştur. Eski filmlerin yanı sıra yeni filmler de burada
gösterilmiş ve özellikle Amerikan sineması onları
büyülemişti. Amerikan gangster filmleri ve Hitchcock sineması bu
yönetmenleri derinden etkilemişti. Öyleki, 1955'te Jean-Pierre
Melville, Bob, Le Flambeur (Kumarbaz Bob) adlı filminde Amerikanvari
bir gangster filmi gerçekleştirmiştir. Bu film, Yeni Dalga'nın
habercilerindendir. Melville daha sonra da bu tür örnekler vermeyi
sürdürecektir. Yalnızca Melville değil, Jean-Luc
Godard'da da bu etki vardır. Onun Serseri Aşıklar (A Bout De
Souşe) filmi bu türdendir. Diğer yönetmenler de bu
türden filmler yapmışlardır.
Alfred Hitchcock ise özellikle François Truffaut'yu ve Claude
Chabrol'u etkilemiştir.
Yeni Dalga hareketinin ortaya çıkışını hazırlayan
olgulardan birisi de 1952 yılında, Kültür Bakanı
ünlü yazar André Malraux'nun sayesinde kabul edilen "Yardım
Yasası"dır. Her yıl en iyi kısa filme verilen ödülün
çekiciliği genç yönetmenlerin bu alana
yönelmelerine neden olluyordu. Stüdyolarda film yapma
olanağı bulamayan genç yönetmenler, devletin sinemaya
bakışını değiştirmesi sayesinde her türden kısa
film ve belgesel ürettiler. Devletin desteği Fransız
sinemasına yeni yönetmenler kazandırdı.
Yeni Dalga sinemacıları, savaş sonrası kısa film
geleneğinden yararlanmışlar ve kendileri de kısa filmler
gerçekleştirmişlerdir. Böylece uzun metrajlı film yapmak
için gerekli deneyim, bilgi ve beceriyi sağlamak istemiş
olmaları olasıdır. Kısa film ustası George Franju, Alain
Resnais, Chris Marker ve etnolog Jean Rouch gibi yönetmenleri
görüyoruz. Kısa filmlerle deneyim kazanan bu yönetmenlerin
bazıları, daha sonra Yeni Dalga hareketinin ilk örneklerini
verecekler. Bu yönetmenler, sinemanın bir anlatım yolu
olabileceğini gösterdiler.
Yeni Dalga Ne Getirdi?
Yeni Dalga, yeni şeyler getiriyordu. Cahier du Cinéma dergisinin
savunduğu "Mise-en-Scène" (Sahneye Koyma) ve "Politique des
Auteurs" (Yazarların Politikası) filmlere uygulanmaya
çalışılıyordu. Alexandre Astruc, sinemanın bir dil
olduğunun farkına varmış ve Alıcı-Kalem (Le Caméra-Stylo) adlı kuramını geliştirmişti. Böylece
Astruc, sinemayı bir azınlığın ve bu
azınlığın çoğunluğa kabul
ettirdiği belli kalıpların, klişeleşmiş anlatımların
tekelinden çıkarıp bir "kalem
özgürlüğüne", "düşüncenin her kesimini
ortaya koyabilen çağdaş bir dile"
dönüştüğünü savunuyordu. Yönetmen,
alıcı aygıtı tıpkı bir yazarın kalemi gibi
kullanacaktı. Sinema, yazılı anlatımdan daha yumuşak ve ustaca
anlatım yoluydu. Böylece yönetmen, yazar statüsüne
giriyordu. Astruc'ün yeni dalga sinemacılarına getirdiği
bir yenilikti bu. Bu tutum, dünya sinemacıları tarafından da
benimsendi ve bir "Yaratıcılar Sineması" doğdu.
Bununla birlikte bu kuram bugün aşılmıştır. Ancak, artık tek
bir sinemadan değil, sinemalardan söz edilmesi gerektiği
görüşü geçerliliğini korumaktadır. Sinema
bir dildir ve düşüncenin her alanını açıklamakta
yeterlidir. Yeter ki iyi kullanılabilsin.
Yeni Dalga'cıların etkilendiği kuramlardan biri olan
Mise-en-Scène (Sahneye Koyma) ise bu dönem sinemacılarının
sık başvurdukları bir yöntem oldu. Çünkü
içe dönüklüğün ve çevrenin
yaratımında en iyi yoldur. Genç sinemacılar, bu kuram sayesinde
eski alışkanlıklara boş verdiler ve alıcı aygıt yerleşimine,
devinimlerine ve oyuncuların yönlerine, devinimin sabitleştirilmesine
bağlı olarak filmlerini gerçekleştirdiler.
Yeni Dalga hareketinin kuramcıları, bir başka kuram daha
geliştirmişlerdi: "Yazarların Politikası" (Politique des Auteurs).
Bunu, özellikle 1955'te bir yazısında François Truffaut
belirtmiştir. Bunu, kısaca, kompozisyon uğruna kurgu estetiklerini
reddetme olarak ifade edebiliriz. Truffaut, bazı Fransız
yönetmenlere söze dayalı film yaptıkları için
karşı çıkar.
Amerikalı yazar Andrew Sarris, Cahiers yazarlarının
yaklaşımını benimser fakat "Yazarların Politikası'nı"
"Yaratıcılar Kuramı" olarak değiştirir. Nedeni de filmin
tümüyle kişisel sanat anlayışına dayalı olmasıdır.
Ona göre büyük filmler, yönetmenlerinin imzasıyla
tanınır. Sarris, burada, yönetmeni filmin tek sahibi yapmaktadır.
Gerçekten de öyledir. Görüntü yönetmeninin,
oyuncunun da filme katkıları vardır ama yine de o film o
yönetmenindir.
Bu çeşitlilik, sinemanın gelişmesine olumlu katkılar
sağlıyordu. Yeni Dalga sinemacıları öyküyü ilk
plânda düşünmüyorlardı. Olaylar kronolojik bir sıra
izlemek zorunda değildi onlara göre. Nasıl ki günlük
yaşam mantıklı bir sıra izlemiyor ve beklenmedik olaylarla doluysa
filmler de aynı yapıda olmalıydı. Yeni Dalga filmlerinde
insanların iç dünyasını irdelemeye genel bir
eğilim vardır. Öz yaşamsal filmler oldukça
fazladır. Olayların kurgusu mantıklı bir sıra izlememektedir.
Geleneksel ve alışılmış kurgudan uzaklaşmış ve yeni
biçimler denemişlerdir. Elips düzeltme yöntemine
sıkça başvuruyorlardı: Seyircinin bilincinde
görüntüler yaratmak için olduğu kadar oyuncu ve
kameraman hatalarını da örtmekte sıçrayarak kesme
yöntemini geniş biçimde kullanmışlardır. Kesik kesik,
beklenmedik, çarpıcı çekimleri seviyorlardı.
İzleyicide bir film izlediği kanısını uyandıracak
bozucu düzeltmeler ve alıcı aygıt kullanma biçimi
deniyorlardı. Yeni Dalga filmleri, bize, sürekli olarak,
seyrettiğimizin bir film olduğunu vurgularken filmin
benzediği gerçekleri anımsatmadan, onun
yarattığı yapay doğaya ve filmciliğe dikkat
çekerekanımsatır. Denenen bu yöntemler kişiliklerden ve
canlandırılacak rollerden daha önem kazanır.
İçerik olarak da belgeselden kaynaklanmaktadır. Öyküler
yerine gerçek olayların kaydı ve gösterimi benimsenmiştir.
Godard ise sinemayı toplumsal ve ideolojik alanda kullanmak için bu
yönteme başvurarak öykü içerikli sinemadan
uzaklaştı.
Yeni Dalga biçemde de kendine özgü kurallar ve yöntemler
benimsetmiştir. Stüdyo sisteminin yapay dünyasından
çıkarak sokaklarda filmler gerçekleştirildi. Elde taşınan
alıcı ile kaydedilen görüntüler, stüdyo
içerisinde kaydedilen görüntülerden daha akıcı ve
izleyiciyi daha büyüleyici oluyordu. Yeni Dalga'cılar, kurguyu bir
gösteri ya da yorum aracı olarakdeğil anlatının
yükünü azaltmak için kullanıyorlardı.
Özellikle anlatıma dayalı daha hızlı bir kurgu
gerçekleştirdiler. Filmin plân sayısını artırarak
tempoyu yükselttiler ve böylece film hilelerini de
maskelediler.Uyguladıkları teknikler ise zoom, görüntü
üstünde durma, kaydırmalar ve uzatılmış çevrinmeler,
alıcı aygıtın titremesi gibi tekniklerdir.
Sinemacıların genellikle kendi yaş gruplarının sorunlarını
ele almaları, bu sorunları daha çarpıcı bir biçimde
sergilemelerine olumlu bir katkı sağladı. Gençlik ve
cinsellik var olan bir çok tabuyu yıktılar. Onlara kadar
geçen dönem içerisinde, kendilerinden öncekilerin
işlemeye yanaşmadığı konulara el atarak bunları gözler
önüne serdiler.
Yeni Dalga yönetmenlerinin çok ayrı unsurlardan oluşmuş
olması, olumlu bir biçimde, birbirine benzer konulara sahip filmlerin
ortaya çıkmasına engel olmuştur. Çoğunun
küçük burjuva kökenli olması toplumsal konulara el
atmalarını engelleyen nedenlerden birisidir. Bu yönetmenlerin
büyük çoğunluğunun kariyerleri
sağlamlaştıkça, geençliğin anarşik
dürtülerine gösterdikleri yakın ilgi de azalma
göstermiş ve filmlerinde tecimsel kaygılar ağır
basmıştır. Ama yine de, Yeni Dalga hareketi içinde
varlıklarını sürdüren yönetmenler vardır. Yeni Dalga
hareketinden kopan yönetmenlerin son filmlerinde yine de bu hareket
içindeyken kullandıkları yöntemlere rastlamak
olasıdır.
Senaryoların, filmi yapan kişiye ait olması anlatılmak istenen şeyin
daha iyi anlatılması için fırsat yaratmaktadır. Üstelik
senaryoların ayakları yere basmaktaydı. Yani güncel olaylardan
alınmaktaydı. Yaşayan gerçeği yakalamaya
çalışıyorlardı. Özellikle Chabrol, Truffaut böyle
çalışmıştır. Godard ise militan sinemanın
temsilciliğini sürdürmüştür. Kendi filmlerine
yazdıkları dışında, diğer yönetmenler için de
senaryolar yazmışlardır. Senaryoların çoğunun
yazınsal bir değeri de vardır. Alain-Robbe Grillet, Marguerite
Duras gibi romancılardan yararlanmışlar ve bu romancılar da daha
sonra sinema yapmaya başlamışlardı. Böylece "Yeni Roman"
akımının öncüleri "Yeni Dalga"da buluşuyorlardı.
Fotografide ise daha çok gri bir resim aradılar ve az çok bir
belgesel biçim geliştirdiler. Böylelikle sinema daha çok
günlük olayların kaydını tutan bir televizyon izlencesine
benzedi.
Yönetmenlerin Amerika'yı Keşfi
Yıllar geçip toplumsal ve siyasal olaylar başka bir boyut
aldıktan sonra Yeni Dalga'nın ateşli sinemacıları bu duruma
dayanamadılar ve çözülmeler baş gösterdi. Bazı
Yeni Dalga yönetmenleri Fransa'yı terkederek Amerika Birleşik
Devletleri'nde çalışma yolları aradılar ve burada bir
çok film yaptılar. Bu ve diğer Yeni Dalga
"kaçkınları" daha sonra kendileriyle yapılan röportajlarda
bu hareket içinde yaptıkları filmlerinin bir gençlik
başkaldırısı olduğunu, aslında bir denizin
olduğunu ama bir dalgadan sözetmenin yanlış
olacağını vurgulamışlardır. Ancak bu yönetmenlerin
bağımsız çalışmaları, basit konular üzerine
ucuz filmler çevirmeleri ve ilgi de görmeleri üzerine tecimsel
başarıya da sahip oldular. Yapımcılar da bu konuya ilgisiz kalmayarak
bu genç yönetmenlere finans sağladılar.
Yönetmenlerin sinemaya bir sanat olarak bakmaları ve ona duydukları
büyük sevgi, bu sanat dalının daha da gelişmesine
büyük katkı sağlamıştır.
Öykü geleneğinin sonuca ulaşmada yetersiz
kaldığını görmüşler ve eski sinema geleneklerini
yıkıp yerine yenilerini oluşturarak bir görsel işitsel dil
yaratmışlardır.
Sonuç
Günahıyla sevabıyla, Yeni Dalga, Fransız ve dünya
sinemasındaki tarihsel misyonunu tamamlayarak yerini yeni akımlara, yeni
arayışlara bıraktı. Sinema sanatına yaptığı
katkılar kanımızca olumludur. Bir ekol olmasını bilemedi, evet,
ama bir grup sinema tutkununa film yapma olanağı
sağladı ve düşüncelerine yeni boyutlar ekledi. Savaş
sonrası durağanlığını yıkarak dinamik bir
sinema yarattı. Üstelik bu hareketten etkilenen
üçüncü dünya sinemaları da kendi özgün
sinemalarını yaratma yoluna gittiler. Yeni Dalga sinemacıları,
bunlar için iyi bir öğretmen oldular. Özellikle
Jean-Luc Godard bu grup üzerinde daha etkili oldu. Cezayir savaşı,
Çin Hindi'ndeki çatışmalar gibi olaylar üstüne
filmler yapıldı. Afrika kabilelerinin gelenek ve görenekleri
belgesel olarak saptandı. Sinemayı, kadınlardan ve paradan çok
sevdi bu yönetmenler... ve 1968 rüzgârı her birini bir yana
savurdu.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, iyi bir sinema yapmak için iyi bir
eğitim (her türlü) gereklidir. Eğer bu yoksa
yapılan iş pek de doyurucu olmaz. Yeni Dalga'nın sinemacıları buna
ek olarak bir işi yapmak için o işi sevmenin gerekli olduğunu
bize göstermiş oldular. Tuttukları yol ikna ediciydi giderek
kalabalıklaştılar ve sayıları yüzleri aştı. Böyle
bir sinemacı topluluğunun aynı anda ortaya çıkması
savaş sonrasının en önemli sinema olaylarından birisini
oluşturmuştur.
Dipnotlar
* Fransız Sinemasında Tartışmalı Bir Hareket Yeni Dalga
adlı 1987 yılında kabul edilmiş Yüksek Lisans tez
çalışmamın sonuç bölümünden bazı yerleri
değiştirilerek alınmıştır. B.O.
[1] Nokta, "Sinema Dolu Bir Yaşam",
Sayı 36, 1984.
(Bu yazı, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo-Televizyon ve Sinema Bölümü, Sinema Anabilim Dalı Arş. Gör. Dr. Battal Odabaş'ın İnternet sayfasından alınmıştır.)
|