|
|
Sanata ilişkin en bilinen, “amiyane” denilebilecek deyiş “sanat, sanat için değil, halk içindir” sözüdür. Halk ise, değişik sınıflardan oluşur ve tarihin belli aşamalarında egemen sınıfların dışında yer alan tüm sınıfları tanımlar.
Sanat ne denli “halk için” olduğu söylenirse söylensin, her durumda sınıfsal bir öze ve içeriğe sahiptir.
Her toplumsal düzende egemen sınıfların düşünceleri egemen düşüncelerdir. Dolayısıyla sanat sözcüğünün içerdiği tüm unsurlar, bu egemen düşüncenin yansıları ve şekillendirilmiş parçaları durumundadır.
Egemen düşünce, aynı zaman egemen sınıf/sınıfların ideolojisidir. Bu yüzden de, egemen sınıfın düşüncesiyle, yani ideolojisiyle şekillenen sanat, bir bütün olarak egemen sınıfların egemenliğinin ürünüdür, egemenliğini sürdürmelerinin, halkı oluşturan sınıfların bu egemenliğe boyun eğdirilmesinin bir aracıdır.
Günümüzde dünya çapında egemen olan emperyalizmdir. Dolayısıyla egemen ideoloji emperyalist ideoloji, yani tekelci kapitalizmin egemen sınıfı olan tekelci burjuvazinin ideolojisidir.
Bu yüzden günümüzde sanat denildiğinde ilk akla gelen ve görülen olgu, tekelci burjuvazinin ideolojisinin yansıları ve bunların “sanatçı” denilen kişiler tarafından şekillendirilişinin ürünleridir.
Ancak burjuvazi, tekelci burjuvazi kendi başına “sanatçı” üretmez. Tıpkı kendisi için ideoloji üretmediği gibi. Gerek burjuva ideolojisi, gerekse bununla şekillendirilmiş burjuva “sanat”ı, her durumda kendisinin “ücretli elemanı” olan ideologlar ve “sanatçılar” tarafından üretilir. Bunlarda, çokluk olarak “alt sınıflardan”, özel olarak da küçük-burjuvaziden devşirilir.
Burjuvazinin, tekelci burjuvazinin “sanat”ının üreticilerinin çokluk küçük-burjuvalar olması, ama küçük-burjuvazinin “halk sınıfları” içinde yer alması nedeniyle, hemen her durumda “halk için sanat” yanılsamasının ürütilmesini sağlar.
Küçük-burjuva aydınlarının ve sanatçılarının burjuva ideolojisinin savunucuları ve uygulayıcıları olmaları ile küçük-burjuvazinin “halk sınıfları” içinde yer alışı arasındaki çelişki, aynı zamanda küçük-burjuvazinin burjuvaziye (tekelci burjuvaziye) siyasal olarak yedeklenmesinin de maddi koşullarını oluşturur.
Bugün “sanat”, küçük-burjuva aydınlarının tekelinde şekillenen burjuva ideolojisinin “sanatsal” yansılarının oluşturduğu bir bütündür. Halk için değil, halkın çıkarı ile burjuvazinin çıkarının bir ve aynı olduğu yanılsamasının üretilmesini sağlayan araçlardan birisi de bu “sanat”tır.
Küçük-burjuva aydınlarını sanat ve kültür alanındaki “üretici” tekeli, sürekli olarak büyük burjuva olmayı uman ve hayal eden küçük-burjuva sınıfının özlemlerini ve hayallerinin dile getirilmesini de olanaklı kılar.
Halk sınıfları ise, başta işçi sınıfı (proletarya) olmak üzere, köylüler ve küçük-burjuvaziden oluşur.
Proletarya, ücretli emekçi olarak ne denli burjuvaziye (kapitaliste) bağımlı olursa olsun, her durumda kapitalizm ve tekelci kapitalizm koşullarında üreten, yaratan ve vareden temel sınıftır. Ancak üretim ilişkileri içindeki konumu ve kapitalizmle olan temel ve uzlaşmaz çelişkisi nedeniyle, hemen her durumda sanat, kültür ve eğitim alanlarının dışında tutulur. “Görgüsüz”, “kabasaba”, “sanat ruhuna sahip olmayan”, “kültürden nasibini almamış” sınıf olarak gösterilen proletarya, bu dışlanmış koşulları içinde yaşatılarak kendisi için sınıf olmaktan uzaklaştırılır ve kendi kendine, kendi halinde sınıf olarak yaşamaya zorlanır.
Köylülük ise, feodalizmin devrimci biçimde tasfiye edilmediği koşullarda, feodal ideolojinin etkisi altında içe kapanık, doğa koşullarına bağımlı bir kapalı yaşam sürdürür. Tıpkı proletarya gibi, sanattan, kültürden ve eğitimden dışlanmışlardır. Ancak yaşam koşullarının sınırlılığı ve kapalılığı nedeniyle, proletaryanın sahip olduğu gelişme dinamiklerine de sahip değildir.
Küçük-burjuvazi ise, her durumda mülksüzleşmek ve proleterleşmek durumunda olmasına rağmen, her zaman büyük burjuvaziye özenir, daha yüksek “yaşam standartlarına” sahip olmayı ister ve umar. Bu özelliği ile proletarya ve köylülükten uzaklaşır. Kimi durumda, açıktan proletarya ve köylülüğe karşı düşmanca tutum içine girer.
Biz, Anadolu Sanat olarak, sanattan, kültürden ve eğitimden dışlanmış olan sınıfların, proletarya ve köylülüğün, sanayi ve tarımın bu temel iki üretici sınıfının dışlanmışlık koşullarından çıkışının sözcüsü olmak durumundayız. Ancak proletarya ve köylülük iki temel üretici sınıf olmakla birlikte, köylülüğün gerek feodal ideolojiyle olan bağları, gerekse üretim koşullarının ortaya çıkardığı kapalı ve sınırlandırılmış ilişkiler nedeniyle etkin bir sınıf olamadığının da bilincindeyiz. Dolayısıyla etkin ve yaratıcı sınıf olarak proletarya, hem kendi sınıfını, hem de özgürlük koşullarındaki köylülüğün temsilcisi olan tek sınıftır. Bu nedenle, sanat ve kültür alanındaki her eylem, her durumda proletaryanın sınıfsal damgasını taşımak zorundadır.
Proletarya sanatı ya da proleter sanat, belirlenmiş, tanımlanmış ve çerçevesi çizilmiş bir içeriğe sahip değildir.
1917 Ekim devrimi ile proletaryanın Rusya’da iktidarı ele geçirmesinden sonra proleter sanat ve proletarya kültürü üzerine pek çok çalışma yapılmış, kuramlar ortaya atılmış ve pratik ürünler üretilmiştir.
Çokluk “halkçı” ya da “solcu” olduklarını düşünen küçük-burjuva aydınlarının hararetle benimsedikleri “proletkült” hareketi döneminde (1925-30) ortaya atılan kuramlar ve buna bağlı sanat ve kültür etkinlikleri ne denli yeni ve şaşırtıcı olmuşsa da, küçük-burjuva içeriği ile proletaryanın kültür ve sanatına yabancı kalmıştır.
“Proletkült” sonrası dönemde, proletaryanın devrimci mücadelesini küçültmek ve karalamak amacıyla küçük-burjuva aydınlarının “stalinizm” adını verdikleri dönemde ise, emperyalist kuşatma ve emperyalist saldırganlık koşulları (II. yeniden paylaşım savaşı öncesi ve savaş koşulları) altında sosyalizmin inşasına yönelik ekonomik gelişmeler ile sanat ve kültür alanındaki gelişmeler eşit düzeyde geliştirilememiştir. Bu dönemde proletaryanın sanat ve kültür etkinlikleri daha çok proletaryanın eğitim düzeyinin yükseltilmesine yönelik çalışmaların gölgesinde kalmıştır.
Stalin sonrasında Sovyetler Birliği’nde proletarya partisinin yönetimini ele geçiren modern revizyonizm döneminde ise, proletaryanın “ilk çağı” denilebilecek özelliklerin sürdürülmesinden ibaret kalmıştır.
Sovyetler Birliği dışındaki proletaryanın devrimci hareketleri ise, anti-emperyalist kurtuluş savaşları ile emperyalist-kapitalist ülkelerdeki komünist partilerinin “işçi aristokrasisi”nin temsilcisi haline gelmesiyle şekillenmiştir.
Anti-emperyalist kurtuluş savaşının öncüsü olarak ortaya çıkan proletarya, kaçınılmaz olarak savaş koşulları içinde yer almıştır. Bu nedenle, proletaryanın sanat ve kültür ürünleri, anti-emperyalist savaşla şekillenmiştir. Öz olarak, dünya proletaryasının devrimci hareketinde ortaya çıkan sanat ve kültür ürünleri “her şey cephe için” sloganının parçası olmuştur.
Biz, Anadolu Sanat olarak, emperyalizme bağımlı geri-bıraktırılmış bir ülkede, Türkiye’de sanatın ve kültürün devrimci mücadelenin bir parçası olduğunu ve olması gerektiğini kabul ediyoruz.
Sanat ve kültür, her zaman ve her durumda, başta proletarya olmak üzere tüm halkın emperyalizmden ve onun işbirlikçilerinden kurtuluşu için yürütülen mücadelenin yanında olmak ve onun içinde bulunmak zorundadır.
Bu bağlamda, sanat ve kültür, halkın kurtuluş mücadelesinin bir parçasıdır ve onun ürünüdür. Geniş anlamıyla, sanat ve kültür etkinlikleri, kurtuluş mücadelesinin gelişmesine hizmet etmek zorundadır. Bu ise, sanat ve kültürün siyasi gerçeklerin teşhir edilmesinin bir aracı olması gerekliliğidir.
Ancak bu gereklilik, insanlık tarihi içinde ortaya çıkmış sanat ve kültür ürünlerinin dışlanması, bir yana bırakılması, küçümsenmesi değildir.
İnsanılığın bugüne kadarki tarihinin her aşamasında ezilen sınıfların mücadelesinin ve yaşam koşullarının ürünü olan her türlü sanat ve kültür ürünleri, aynı zamanda insanlığın sanat ve kültür mirasıdır. Dolayısıyla günümüzde sanat ve kültür, her durumda bu mirasın üzerinde yükselir.
Küçük-burjuva aydınlarının elinde şekillenmiş, ama burjuvazinin egemen ideolojisinin yansıları olan sanat ve kültür ürünleri karşısındaki tutumumuz ise, burjuva ideolojisine karşı mücadelenin parçası olarak eleştirel ve içerdiği ideolojinin açığa çıkartılmasına yöneliktir.
Biz, Anadolu Sanat olarak, proletaryanın “sanat” temsilcisi olduğumuzu iddia etmiyoruz. “Sanat temsilcisi” iddiasında bulunmadığımız gibi, proletarya sanatının yaratıcısı ve üreticisi olduğumuzu da iddia etmiyoruz.
Bizim bütün iddiamız, sanat ve kültür etkinliklerinin proletaryanın mücadelesinin, onun öncülüğünde gerçekleştirilen anti-emperyalist kurtuluş mücadelesinin yanında ve içinde yer alması gerektiğidir.
Anadolu Sanat
|
|